Huseyni
Müdavim
Nokta
مِنْ نُورِ مَعْرِفَةِ اللهِ جَلَّ جَلاَلُهُ
1
Kırk beş sene evvel
2 telif edilmiş bir risalenin bir kısmıdır
İfade-i meram
Bir bahçeye girsem iyisini intihab ederim. Koparmasından zahmet çeksem hoşlanırım. Çürüğünü, yetişmemişini görsem “Huz mâ safâ” derim. Muhataplarımı da öyle arzu ederim. Derler:مِنْ نُورِ مَعْرِفَةِ اللهِ جَلَّ جَلاَلُهُ
Kırk beş sene evvel
İfade-i meram
“Sözlerin iyi anlaşılmıyor?”
Bilirim ki, kâh minare başında, kâh kuyu dibinde konuşuyorum. Neyleyeyim, zuhurat öyle. Şuâat ve şu kitapta mütekellim, âciz kalbimdir. Muhatap, âsi nefsimdir. Müstemi, müteharrî-i hakikat bir Japondur. Temâşâ eden bunu düşünmeli. Gayetü’l-gayat olan mârifetullahın bir burhanı olan mârifetü’n-Nebîyi Şuâat’ta bir nebze beyan ettik. Şu risalede maksud-u bizzat olan tevhidin lâyühad berâhininden yalnız dört muazzam burhanına işaret edeceğiz. Hem nazar-ı aklîyi hads-i kalbiyle birleştirmek için, melâike ve haşrin bir kısım delâiline îma ederek, imanın altı rüknünden dördünün birer lem’asını, fehm-i kàsırımla göstermek isterim.
[NOT]Dipnot-1 Marifetullahın (c.c.) nurundan (bir nokta).
Dipnot-2 Milâdî 1918 (1337).
[/NOT]
Japon: (bk. bilgiler – Japonya) | Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî) |
arzu etmek: istemek | berâhin: güçlü deliller |
beyan etmek: açıklamak, izah etmek | burhan: güçlü delil, kesin kanıt |
delâil: deliller | fehm-i kasır: dar anlayış, etraflıca anlayamama |
gayetü’l-gayât: gayelerin gayesi, gayelerin son noktası, esas hedef | hads-i kalbi: kalbin güçlü sezişi |
haşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanması | huz mâ safâ: duru ve saf olanı al |
ifade-i meram: bir maksadın ifadesi | intihab etmek: seçmek |
kâh: bazan | lem’a: parıltı |
lâyühad: sınırsız | maksud-u bizzat: asıl gaye |
melâike: melekler | muazzam: azametli, çok büyük |
muhatap: hitap edilen | mârifetullah: Allah’ı tanıma |
mârifetü’n-Nebî: Peygamberi (a.s.m) bilmek, tanımak | müstemi: dinleyici |
müteharrî-i hakikat: hakikati inceleyen, araştıran | mütekellim: konuşan |
nazar-ı aklî: aklî bakış, akıl gözü, aklın anlayışı | nebze: az miktar |
nefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu | risale: küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümlerinden her biri |
rükün: esas, şart | telif: yazılmış eser |
temâşâ: seyir, hoşlanarak bakma | tevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a verilmesi |
zuhurat: gönle doğan mânâlar, ele gelen hakikatler | âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen |
âsi: isyan eden, başkaldıran | şuâât: ışınlar; Risalet-i Muhammediyenin isbatına dair bir eser olup, 1921 yılında Üstad Saîd Nursî tarafından telif edilmiştir |
<tbody>
</tbody>