Allah Rasûlü vahiyle müeyyed ufkuyla devleti ayakta tutacak dinamikleri çok iyi tesbit etmiş ve bunları israf etmeden yerli yerinde kullanmıştır. O, büyük erkân-ı harpler yetiştiren.. ilim düşüncesini coşturan ruha ve mâ’naya giden yollar açan sanatkâr düşüncelere yüksek gayeler belirleyen iç içe bir derinlikler menşurudur. O, kendi döneminde bir sürü erkan-ı harp yetiştirmiştir. Kendinden sonra, cihânın fethine uzanan yolda, Hâlid’den Ukbe’ye, Ukbe’den Ahnef’e, ondan Tarık’a ve ondan da Muhammed bin Kasım’a.. kadar büyük erkân-ı harpler yetişmiştir ki, münhasıran bu zaviyeden o büyük oluşumun kaynak ve mimarına baktığınız zaman, O’nu yalnız askerlikle iştigâl etmiş sanırsınız. Günümüzdeki Akkad gibi pek çok araştırmacı, saadet asrını, dehâya açık isti’datların harmanı gibi görürler. Evet, “Hz. Muhammed Medresesi”, isti’datları alabildiğince yükseltebilen ve yükseltmiş olan biricik medresedir. O medreseye uğrayan herkes, tabiatının müsaadesi ölçüsünde, aklî, kalbî, rûhî bütün melekelerini geliştirebilmiş ve dehalaşmıştır. Hz. Ebu Bekir, askerî, idarî ve ilmî bir dâhi.. Hz. Ömer, Osman, Ali (r.anhum) birer böyle dâhi.. Halid, Sa’d, Ebu Ubeyde, A’lâu’l-Hadramî, Ka’ka’ birer askerî dâhi... Ve daha yüzlercesiyle o ışık çağı âdetâ bir dehâ çağı görünümündedir. Daha doğrusu, o çağ, insandaki isti’dat ve kabiliyet sermayesinin zerresi dahi heder edilmeden değerlendirildiği, nemalandırıldığı bir altın çağdır.. ve yüzlerce dâhi ile ma’murdur. Afrika’yı bir solukda baştan başa İslâm hâkimiyeti altına alan Ukbe bin Nafi, dâhi değilse kim dâhi? Ukbe, on beş yaşında at sırtına sıçrar ve değişik halifeler döneminde büyük sorumluluklar yüklenir. Atlas okyanusuna kadar bütün Afrika’yı zabt ü rabt altına alır.. ve meşhûrdur, atını Arab’ın “Karanlık Deniz” dediği okyanusa sürer sonra da: “Allahım, bu deniz önüme çıktı, çıkmasa idi, Senin İsm-i Şerif’ini denizler aşırı tâ ötelere götürecektim” der124. Yine o medreseden yetişen Berberî bir köle Târık bin Ziyad da, dâhi bir erkân-ı harbdir. Doksan yüzbin kişilik İspanya ordusunu, onikibin kişilik ordusuyla bir öğleden sonra, altından vurur üstünden çıkar ve Toledo’da kralın saraylarına ulaşır125. O da bir dâhidir. A’lâu’l-Hadramî, o da büyük bir dâhidir.. ve Hz. Ömer (ra), devrinde “bu kadar çok dâhiyi kullanacak zeminimiz yok” denmiştir. Bahreyn’de tevakkûf ve savaşdan men’ azabına çarptırılmış bu dâhînin ibret dolu bir hayat hikayesi vardır. Tarih yazarları derler ki: Halid’i al, A’lâ’nın yerine koy, A’lâ’yı al onun yerine koy, herhangi bir boşluk olmayacaktır.
Nasıl olur? Nasıl bir devirde bu kadar dâhi birden zuhur eder? Sa’d ibni Ebi Vakkas bir dâhidir; İran’daki izlerini takip etsen bunu sen de anlayacaksın! Ebu Ubeyde bir dâhidir. Şurahbil bin Hasene bir dâhidir126. Yezid İbni Ebu Süfyan bir dâhidir. Ve Allah Rasûlü’nün arkasından daha niceleriyle bir dehâ silsilesi... Başka türlü çöl aşılamaz, Öküz nehrine, Sindâbâd’a, Çin seddine, Cebel-i Târık’a ulaşılamaz.. çeyrek asır gibi kısa bir zaman diliminde, buralarda hâkimiyet te’sis edilemez.. idâre ve asayiş sağlanamaz.. sağlansa devam ettirilemez... Hele geçmiş dinlerin, dinî teşkilatların iğfal, tadlîl, tahkir ve tecavüzlerine karşı konamazdı ve bütün dünyaya rağmen bu sistem, bunca badirelere rağmen 12 asır zirvede kalamazdı. Evet, onlardaki nübüvvet kaynaklı bu deha idi ki, uzun asırlar, cihanın peygamberâne idaresine muvaffak olunabilmişti. Evet sanki Allah Rasûlü gurûb ederken, o güneşler güneşi parçalanıyor, ve arkadan gelenlere taksim ediliyordu. Ve herkes o Muhammedî fetânetle dünya çapındaki bu büyük işleri temsil ediyordu. Bilmemki böyle bir dönemin eşini tahayyül ve tasavvur etmek mümkün mü? Görmek demiyorum, tasavvur etmek, hayallerde onu bulmak, hattâ rüyalarda öyle birşey misafir etmek mümkün mü? Size bir çırpıda nakletmeye çalıştığım bu isimler ve işaret ettiğim onların misyonları başlı başına, değişik araştırmalara esas teşkil edecek mahiyette muhtevalı konulardır.
Biz, İslâm’ın yetiştirdiği bu askerî ve idarî dehâlardan sadece ilk aklımıza gelen ve ilklerden sadece birkaçını zikrettik. Bütününü anlatmak ciltler istiâbında bir çalışma ister ki bizim bu mini fasılda o konuya ve o çapta yer ayırmamız zaten mümkün değildir. Biz bu konulara dolayısıyla girmiş olduk ve sadece Allah Rasûlü’nün, risaletiyle irtibatlandıracağımız hususlar üzerinde durduk. Beklentim ve ümidim, erbabı tarafından bu konuların genişce ele alınıp incelenmesidir. İşte o zaman, Peygamber Medresesi birkaç buuduyla daha ortaya çıkacak ve o sahaların lisanıyla “Muhammedur Resûlullah” dedirtecektir.
Nasıl olur? Nasıl bir devirde bu kadar dâhi birden zuhur eder? Sa’d ibni Ebi Vakkas bir dâhidir; İran’daki izlerini takip etsen bunu sen de anlayacaksın! Ebu Ubeyde bir dâhidir. Şurahbil bin Hasene bir dâhidir126. Yezid İbni Ebu Süfyan bir dâhidir. Ve Allah Rasûlü’nün arkasından daha niceleriyle bir dehâ silsilesi... Başka türlü çöl aşılamaz, Öküz nehrine, Sindâbâd’a, Çin seddine, Cebel-i Târık’a ulaşılamaz.. çeyrek asır gibi kısa bir zaman diliminde, buralarda hâkimiyet te’sis edilemez.. idâre ve asayiş sağlanamaz.. sağlansa devam ettirilemez... Hele geçmiş dinlerin, dinî teşkilatların iğfal, tadlîl, tahkir ve tecavüzlerine karşı konamazdı ve bütün dünyaya rağmen bu sistem, bunca badirelere rağmen 12 asır zirvede kalamazdı. Evet, onlardaki nübüvvet kaynaklı bu deha idi ki, uzun asırlar, cihanın peygamberâne idaresine muvaffak olunabilmişti. Evet sanki Allah Rasûlü gurûb ederken, o güneşler güneşi parçalanıyor, ve arkadan gelenlere taksim ediliyordu. Ve herkes o Muhammedî fetânetle dünya çapındaki bu büyük işleri temsil ediyordu. Bilmemki böyle bir dönemin eşini tahayyül ve tasavvur etmek mümkün mü? Görmek demiyorum, tasavvur etmek, hayallerde onu bulmak, hattâ rüyalarda öyle birşey misafir etmek mümkün mü? Size bir çırpıda nakletmeye çalıştığım bu isimler ve işaret ettiğim onların misyonları başlı başına, değişik araştırmalara esas teşkil edecek mahiyette muhtevalı konulardır.
Biz, İslâm’ın yetiştirdiği bu askerî ve idarî dehâlardan sadece ilk aklımıza gelen ve ilklerden sadece birkaçını zikrettik. Bütününü anlatmak ciltler istiâbında bir çalışma ister ki bizim bu mini fasılda o konuya ve o çapta yer ayırmamız zaten mümkün değildir. Biz bu konulara dolayısıyla girmiş olduk ve sadece Allah Rasûlü’nün, risaletiyle irtibatlandıracağımız hususlar üzerinde durduk. Beklentim ve ümidim, erbabı tarafından bu konuların genişce ele alınıp incelenmesidir. İşte o zaman, Peygamber Medresesi birkaç buuduyla daha ortaya çıkacak ve o sahaların lisanıyla “Muhammedur Resûlullah” dedirtecektir.