Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes
[DIKKAT]
Tevhîd'in birinci mertebesi, insanın diliyle Lâ ilâhe illâllah, kalbi gafil veya inkâr edici olmadan demesidir. Münafıkların Tevhîd'i gibi...
Tevhîd'in ikinci mertebesi, lafzın mânâsını kalben tasdik et-mektir. Nitekim bütün müslümanlar bunu tasdik ederler. Bu ise halk tabakasının inancıdır.
Tevhîd'in üçüncü mertebesi, hak nûrunun vasıtası ve keşif yoluyla, o mânâyı müşahede etmektir. Bu makam, Allah'ın dergâhına yaklaştırılan mukarreblerin makamıdır. Bunun mânâsı: Birçok şeyi müşahede ettiği halde onların çokluklarına rağmen, kahhâr ve bir olan Allah'tan sâdır olduklarını bilmek demektir.
Tevhid'in dördüncü mertebesi, varlıkta birden başkasını gör-memektir. Bu ise sıddîkların müşahedesidir. Sûfîler buna el-fenâ fıt-Tevhîd (Tevhîd'de fâni olmak) adını verirler. Çünkü şahıs, birden başkasını görmemek hasebiyle, nefsini dahi görmez. Tevhid'le müstağrak olduğundan dolayı, nefsini görmediğinden, Tevhîd hususunda nefsinden de fâni olur. Yani hem nefsini görmekten, hem de halkın görmesinden yok olur.
Birincisi, sadece diliyle muvahhid'dir. Bu şekildeki tevhid, sadece dünyada sahibinin boynunu şeriatın kılıcından korur.
İkincisi, söylediğine kalben inanan ve söylediğim kalbi yalanlamayan bir muvahhiddir. Bu tevhid, kalp üzerine vurulan bir düğümdür. Bunda kalp genişliği yoktur. Fakat sahibi eğer bu inanç üzerinde ölmüş ve imanı günahlarla zayıflamışsa ahirette onu azaptan korur.
Bu düğümün birtakım hileleri vardır. Onların zayıflatılıp sökülmesi gerekir. O hilelere bid'at adı verilir ve bir takım hileleri vardır ki onlarla çözülmenin ondan uzaklaştırılması istenilir ve yine onlardan bu düğümün sağlamlaştırılması ve kalp üzerine iyice bağlanması kastolunuyr. Bu ikinci duruma da kelâm adı verilir. Kelâmı bilene de mütekellim adı verilir. Mütekellim, mübtedi'in (bid'atçı'nın) zıddıdır.
Mütekellimîn gayesi, bid'atçıyı bu düğümü halk tabakasının kalplerinden çözmeyi istemekten uzaklaştırmaktır. Bazen mütekellime, muvahhid ismi de tahsis olunur. Çünkü kelâmıyla halk tabakasının Tevhîd'ini kalplerinden bu düğümün çözülmesi için korumak ister.
Üçüncüsü şu mânâ ile muvahhiddir: Hak, olduğu gibi kendisine keşfolunduğunda bir failden başkasını görmez. Hakîkat açısından ancak bir fail görür. Böyle gördüğü zaman hakîkat olduğu gibi kendisine keşfolunmuş demektir. Mânâsı; kalbini hakîkat lâfzının mefhumu üzerinde bağlamaya zorlamak değildir. Çünkü böyle bir mertebe, halk tabakasının ve kelâmcıların mertebesidir; zira kelâmcı, avâmdan inanç hususunda ayrılmaz.
Yani ikisi de bu hususta eşittir. Kelâmcının avâm tabakasından üstünlüğü ancak bu düğümü çözmekte bid'atçının hilelerini defetmeye yararlı kelâm sanatını bilmesindendir.
Dördüncüsü şu mânâ ile muvahhiddir: Onun şuhudunda birden başkası hazır olmamıştır. Bu bakımdan çok olmak hasebiyle değil, bir olarak görür. İşte Tevhîd'de en yüce gaye budur.
Birinci derece, cevizin üst kabuğu, ikinci derece alt kabuğu, üçüncü derece özü, dördüncü derece de özden çıkarılan yağ gibidir.
Cevizin üst kabuğu hayırsız, yenildiği zaman acıdır, içine bakıldığı zaman çirkin, odun olarak kullanıldığında ateşi söndürüp, dumanı çoğaltır, evde bırakıldığı zaman yeri daraltır. Ancak bir müddet cevizi korumak için üzerinde kalır, sonra atılır. İşte imanın birinci derecesi de aynen onun gibi kalben tasdik edilmeksizin sadece dil ile söylenen tevhidin de faydası yok, zararı çok, zâhir ve bâtını çirkin olan bir tevhîd'dir.
Fakat bu tevhid, bir müddet ölüm anına kadar alt kabuğu korumakta faydalı olur Alt kabuk, burada, kalp ile bedendir. Münâfığın tevhîdi, bedenini şeriatın kılıcından korur. Çünkü İslâm gazileri kalpleri yarıp içindekine bakmakla mükellef kılınmamışlardır.
Kılıç ise, ancak bedene dokunur ki bu da alt kabuktur. Ancak ondan ölümle soyunur. Ölümden sonra münâfığın tevhîd'inin hiçbir faydası kalmaz. Nasıl ki alt kabuğu üst kabuğa nisbeten menfaati zâhir ise (tıpkı onun gibi)...
Çünkü alt kabuk özü korur. Zâhid onu edindiğinde, fesaddan korunur. Kabuk özün üzerinden soyulduğunda odun olarak kendisinden faydalanılabilir. Fakat öze nisbeten kıymeti pek düşüktür. İşte onun gibi, keşif olmaksızın sadece mücerred inanç, mücerred dil ile söylemeye nisbeten çok faydalıdır. Fakat göğsün genişlemesi ve hakkın nûrunun orada doğması ile elde edilen müşahede ve keşfe nisbeten kıymeti düşüktür. Çünkü şu ayetle ancak göğsün inşirahı kastolunmuştur.
Allah kime hidayet etmeyi dilerse, onun göğsünü İslâm'a açar.
(En'âm/125)
Allah'ın göğsünü İslâm'a açtığı kimse, rabbinden bir nûr üzere değil mi?
(Zümer/23)
İhyay-ı Ulumuddin
[/DIKKAT]