Sadece Büyük Günah İşleyenler mi Şefaate Mazhar Olacaklar ?

teblið

Vefasýz
Selamun Aleykum muhterem müslümanlar;

Dün bir mekanda bir kaç müslümanla sohbet ediyorduk...Bir kardeşimiz,ki( bu kardeşimiz yeni yeni şuurlanan ve namaza başlayan fakat bir o kadarda araştırma yapıp yığınla soru bulup getiren bir zat!!!

Ve Efendimizin(sav) şu hadisi şerifini soru diye bize getirdi;ve bende aynen buraya aktarıyorum
( Benim şefaatim ümmetimden en çok günahı olan kişiler günahı sevabından çok olan mü' minler içindir.)öncellikle;

Hadisi okuduktan sonra;Aynen şöyle dedi;

O zaman biz boşuna ibadet ediyoruz ;bence bol bol günah işleyelim ki yarın mahşerde Hz Peygamberin (sav) şefaatine nail olalım..mademki en çok günah işleyenler birinci sırda..cevap bekliyorum DİYEREK SORUSUNU Bİ,TİRDİ....

evet bende bize gelen bu soruyu aynen buraya aktarıyorum..SİZLER NEDERSİNİZ BU HUSUSTA ACABA?
 

harp

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Allah allah olurmu Öyle Şey...allahuekber yok daha neler demekkİ İmani zayifmiŞ.rİsale okusun bol bol dÜzelİr İnŞ....ancak cehenneme gİder yanliŞ anladiĞindan dolayi...sİzde demedİnİz mİ ancak cehenneme gİdersİnİz deyİp aÇiklama yaptiniz mi..ben aÇiklayayim..burda hz. Muhammed s.a.v. Öyle derken hanİ olur ya zorunda kalmak dİye bİrŞey...gÜnahin bu boyutuna ondan Öyle demİŞ..gÜnah İÇİn yanİ....aslinda.ama yİnede tÖvbe etmek lazim tabİ..belkİde Şefaatİ. Hak etmeyen bİr kuluz ya peygamberİmİz s.a.v. Bİze mahŞerde siratta sorgudan sonra ya ŞÖyle derse sİz benİm Şefaatİmİ hak etmİyorsunuz onun İÇİn sİze ŞefaatÇİ olmayacaĞim sİzİ allah'a havale edİyorum allah haŞa yÜzbİn defa haŞa ve kella sİze zaten sİze gereken en uygun cezayi verecektİr İnŞ.ben rabbİmİn İŞİne bu noktada bundan sonra kariŞmiyacaĞim derse.....dedİĞİnİ hayal etmek bİle gerÇekten Çok ÜrkÜtÜcÜ ..vay o zaman o kullarin İnsanlarin halİne...... .selametle ve dua İle....
 

kasif1

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Peygamberimiz (asv)'in mahşerde, ümmetinden kalbinde hardal tanesi kadar iman olup da üzerinde hesabı olmayanlara şefaat edeceği bildiriliyor. Üzerinde hesap olmayanlardan kastedilen nedir?


Kaynaklarda “ümmetinden üzerinde hesabı olmayanlar...” ifadesine rastlayamadık.

Ahmed b. Hanbel’in Hz. Enes’ten yaptığı uzun bir hadis rivayetine göre Resulullah (asv) şöyle buyurdu:

“(…) Allah bana hitaben “git, ümmetinden olup da kalbinde hardal tanesi kadar iman bulduğun kimseyi cennete koyup yerleştir” diyecek, ben de gidip kalbinde hardal tanesi kadar iman bulduğum kimseleri alıp cennete götüreceğim. Ve artık Allah insanların hesabını bitirir ve ümmetimden de geri kalanlar cehennemlik olan diğer insanlarla beraber cehenneme atılacaklardır…”(Müsned, 3/144).

Ehl-i sünnet akidesine göre, kabre imanla girenlerden de cehenneme girenler olacaktır. Yalnız onların avantajı bir gün cehennemden kurtulup cennete girmeleridir. Aslında ilgili hadiste yer alan “ve ümmetimden de geri kalanlar cehennemlik olan diğer insanlarla beraber cehenneme atılacaklardır” manasına gelen ifadeden bunu anlamak mümkündür. Çünkü devam eden bu ifadeden sonra, cehenneme gidenlerden mümin olanların bir gün cehennemden çıkıp cennete girecekleri açıkça ifade edilmiştir.(bk. adı geçen hadis).

Buharî’de de benzer bir hadis rivayetine yer verilmiş ve orada da “İmanlı olup cehennem girenlerin olduğu ve daha sonra oradan çıkıp cennete gireceklerine dair” bilgilere yer verilmiştir:

"Cennet ahâlîsi cennete, ateş ahâlîsi de ateşe girdikten sonra Yüce Allah: Kimin kalbinde bir hardal tanesi ağırlığınca îmân varsa ateşten çıkarınız, diye emreder. Bunun üzerine bu kimseler simsiyah kesilmiş oldukları hâlde çıkarılıp Hayât (yâhud Haya) nehri içine atılırlar ve orada sel uğrağında kalan yabanî reyhan tohumları nasıl süratle yetişirse öylece yetişirler. Görmez misin, bunlar sapsarı olarak ve iki tarafa salınarak (ne güzel) sürerler."
(bk. Buharî, İman, 15)
 

kasif1

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

“Benim şefaatim ümmetimin günah-ı kebair (büyük günah) işleyen kısmınadır.” hadis-i şerifi nasıl anlaşılmalıdır?


Peygamberleri, insanlar için birer rehber, birer önder olarak gönderen Allah, onları günahsız kılmakla insanlara şu mesajı da vermiş oluyor: “Günah işlememeye bütün gücünüzle çalışın!”

Sözü edilen hadis-i şerifi bu gerçeğin ışığında değerlendirmek gerek. Bu hadisten; “şefaatin ancak büyük günah işleyenlere yapılacağını, küçük günah işleyenlerin bundan mahrum kalacaklarını” anlamaya mantıken imkân yok.

Dikkatle incelenirse, bu peygamber kelâmından şu iki büyük mesaj hemen alınabilir:

Birincisi: Bu hadis-i şerif, “büyük günah işleyenin küfürle iman arasında kalacağını” iddia eden Mutezile fırkasına en güzel bir cevap...

Diğer mesaj da şu: Şefaat izninin verilmesinden sonra, başta peygamberler olmak üzere, melekler ve salih kullar müminlerin günahlarının bağışlanması için Allah katında şefaatçi olacaklar. Bu herkesin manevî mertebesine göre gerçekleşecek... Büyük günahlar ise, Allah katında hatırı en ileri olan Peygamberimizin (asm.) şefaatiyle af edilebilecekler.
 

kasif1

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Hesap gününde mizanında kötülükleri ağır gelen mümin kişi, şefaate nail olabilir mi?


Günahı sevaplarından fazla olan kişilere de şefaat edilecektir. Ancak şefaat de Allahın zniyle olacaktır. Peygamberimiz “Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir” buyurmuşlardır. Bununla beraber günahı sevabından az olanlara da şefaat edilecektir. Onlarında cennetteki makamlarının artması için şefaat edilecektir.

Evet, şefaat haktır. Birçok âyet ve hadîste şefaatten bahsedilmekte ve böylece onun hakkaniyeti dile getirilmektedir. Yeri geldikçe bu âyet ve hadîsleri zikredeceğiz. Biz şimdi önce, sorunun ikinci şıkkı olan “Kimler ne ölçüde şefaat edebilirler?” sorularını cevaplamakla mevzûa başlamak istiyoruz. Zaten bu kısma verilecek cevap bir cihetle şefaatın hakkaniyetinin de izahı olacaktır.

Peygamberler, evliyâ asfiyâ ve şehitler -derecelerine göre- Cenab-ı Hakk’ın onlara bahşettiği seviyede şefaat edebilirler ve edeceklerdir. Ancak, bu mevzûda da yine, zirve Allah Rasulü’dür. O ki fetanet-i âzama sahiptir. Her Nebi kendisine bahşedilen sınırsız, fakat bir defaya mahsus şefaat hakkını dünyada kullanırken o, bunu âhirete saklamıştır.. ve âhirette “şefaat-ı uzmâ”nın sahibi olacaktır. Onun “hammâdûn”, denilen ümmeti, “Livaül’hamd”in altında toplanacak ve “Makam-ı Mahmûd”un sahibi ünvanıyla O’nun tarafından yapılacak şefaatte herkes payına düşenle şereflenecek ve kurtuluşa ereceklerdir.

Dünya fâni ve geçicidir. Burada çekilen sıkıntılar da bir cihetle işlenen günahlara keffâreti sayılır. Ancak insanların perişan ve derbeder olacakları ve kendilerini kurtaracak yeni bir amele de fırsat bulamayacakları bir gün gelecektir -ki, biz ona ahiret diyoruz-işte o gün, Allah Rasulü bütün insanlığı içine alan şefaatıyla ortaya çıkacak ve “en büyük şefaat” manâsına “şefaat-ı uzmâ"sıyla şefaat edecektir. Elbette Allah Rasulü’nün şefaatının da bir sınırı vardır. Zaten, bütün şefaatler ancak Cenab-ı Hakk’ın izni ve koyduğu ölçü nispetinde olacaktır ki “ İzni olmadan katında hiç bir kimse şefaat edemez” mealindeki âyet de bize bunu anlatmaktadır (Bakara/2-255).

Bunun böyle olması da gayet tabiî ve normaldir; zira, şefaat edecek olanlar da hissî davranabilir, ölçüyü kaçırabilir ve merhamet-i ilâhîden fazla merhamet ileri sürmüş olabilir.. böylece de Rabb’e karşı sû-i edepte bulunmuş olabilir. Onun içindir ki, Allah (cc) bir mîzan, ölçü ve denge vaz’etmiştir. Kim, kime ve ne ölçüde şefaat edebileceği bir takdire bağlanmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın bütün icraatında bir adalet ve denge olduğu gibi, âhirette vereceği şefâat salahiyetinde de bir adalet ve denge vardır. Eğer bu şekilde bir tahdit ve sınır konulmuş olmasaydı,bazı kimseler şefaatı da dengesiz olarak kullanırlardı. Nitekim belki de sınırsız bir şefaat salahiyeti onların hislerini galeyana getirerek meselâ, bazı insanların Cehennem alevleri içinde cayır cayır yandıklarını görünce, şefkatleri kabaracak, kafir-münafık-mücrim tanımadan herkesin Cennete girmesini talep edeceklerdi. Halbuki böyle bir talep bazen, milyarlarca mü’minin hukukuna tecavüz de olabilirdi.

Çünkü şefaatin, böyle şahısların hislerine bırakılmasında, günahkâr, sapık, kâfir herkesin, bu hissî şefaatten faydalanma ihtimâli vardır. Bu ise, bütün varlıkların hukukuna rağmen, dağlar cesametinde günah taşıyan kâfire de merhamet edilmesi demektir. Oysaki kâfir, kainatta, Allah’a ait bütün güzellikleri, bütün nizamları, bütün hikmetleri inkâr, tezyif ve tahkir ettiğinden, mekanlar çapında cinayet işlemiş olacaktır ki, hayatının her dakikası yüzlerce cinayetle karalanmış böyle kapkaranlık bir ruha merhamet, merhamet adına saygısızlığın en büyüğü olsa gerektir.

Efendimiz, şefaatının büyük günah işleyenlere olduğunu ifade etmişler ve “Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir” buyurmuşlardır. O her hususta olduğu gibi bu mevzûda da bir denge ve muvazene insanıdır. Zaten bütün ümmet O’nun bu ifadeleriyle teselli bulmakta ve Allah Rasulü’nün şefaatına nail olmayı ummaktadır.

Hallac-ı Mansur bir gün bu hadîsi şerh ederken, cezbeye gelir ve ölçüyü kaçırarak, Efendimiz’e hitaben “Ey Nebîler Sultanı! Niçin böyle sınır koydun da bütün insanlar için demedin. Sen bütün insanlara şefaat etmeyi talep etseydin, yine de Rabbin Seni mahrum bırakmaz ve Sana bu salahiyeti bahşederdi” gibi laflar eder. Tam bu esnada Allah Rasûlü temessül ederek, başındaki sarığı onun boynuna sarar ve: “Bunu başınla öde, sen zannediyor musun ki ben o sözü kendimden söyledim” der. Hallac kolu kanadı biçilip bir ağaç gibi budanırken dahi tebessüm ediyordu. Çünkü biliyordu ki, bu hüküm âli bir mecliste verildi ve o hükme rıza göstermek gerekirdi...

Evet, belki de Hallacın dediği gibi, Allah Rasulü Cenab-ı Hakk’dan bütün insanlara şefaat etmeyi talep etseydi, Rabb’i O’na bu salahiyeti verirdi. Ancak O, Allah’a karşı bizim anlayamayacağımız ölçüler içinde saygılıydı. Rabb’in dediğinden başkasını demiyor ve verilen salahiyet sınırlarını da asla zorlamıyordu..

Rabb’in koyduğu şefaat ölçüsünde, şefaat edilecek şahısların buna hak kazanmış olmaları da yer almaktadır. Nitekim bu manâ ile alâkalı olarak, mealen şöyle buyurulmaktadır: “Artık şefaatçıların şefaatı onlara fayda vermez” (Müddessir/75-48). Bununla da anlıyoruz ki, şefaat herkese ve sınırsız bir ölçüde değildir. Kim, kime şefaat ederse, muhakkak kabul görür diye bir şart da yoktur. Bütün işlerde olduğu gibi, bunda da İlâhî meşiet esastır.

Kâfir işlediği küfrüyle ta işin başında, bu şefaat dairesinin dışında kalmıştır. O’na hiç kimse şefaat edemez, etse bile ona fayda vermez.

Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk bize bir dua öğretiyor. Bu dua ile himmetin âli tutulması gerektiği hususuna da işaret ediliyor. Dua şudur: “Rabbimiz, bize gözümüzü aydınlatacak eşler, zürriyetler bağışla ve bizi muttakilere imam kıl” (Furkan/25-74). Yani, Allah’ım çocuklarımız, hanımlarımız, gözümüzü aydınlatacak hüviyette olsun. Bize öyle hayat arkadaşları ver ki, din adına bize teşviklerde bulunsun. Evlatlarımız da, daima arkamızdan hayırlar göndersin ve onlar sebebiyle rahmet çağlayanları üzerimize doğru çağlasın dursun! Bizi sadece muttaki olmakla da bırakma, onlara imam ve önder kıl. Bize öyle lütuflarda bulun ki, şu, İslam’a hizmet boyunduruğunun yere konduğu dönemde ve dine hizmetin âr kabul edildiği bir zamanda, dinine hizmet ettir ve muttakîler önünde bize, imamlık pâyesi ihsan eyle!

Böyle bir anlayış, himmeti âli tutmanın ifadesidir. Cenâb-ı Hakk’dan O’nun öğrettiği usûl içinde şefaat edebilme salahiyeti talep etmektir. Zaten O vermek istemeseydi, evvela istemeyi vermezdi. Madem ki istemeyi verdi ve nasıl istememiz gerektiğini de öğretti, öyleyse istediğimizi de verecektir. O’nun sonsuz rahmetinden bunu umuyor ve bekliyoruz. O’nun için burada dikkat edilmesi gereken hususun iyi anlaşılması lazımdır. Evet, Rabbimiz’den sadece Cennetin bir köşesine bizi kabul buyurmasını istemek, himmetin düşüklüğüne delildir. Halbuki Allah (cc) bize himmetimizi yüksek tutmamızı öğretmektedir. Evet himmetimizi yüksek tutmalıyız, tutmalı ve O’ndan, muttakilere bizi imam kılmasını, onlara şefaat edebilme salahiyetini vermesini talep etmeliyiz...

Efendimiz bir hadîslerinde, âhiretten bir tabloyu şöyle anlatırlar: Allah (cc), Hz. Nuh’a soracak: “Sen, sana düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirdin mi?” O büyük peygamber cevap verir: “Evet Ya Rabbi, yerine getirdim. Bana verdiğin tebliğ vazifesini kusursuz edâ ettim.” Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, Hz. Nuh’tan şahit ister. O da Ümmet-i Muhammedi şahit gösterir. Bunun nasıl olacağı sorulunca da, şöyle cevap verir: “Sen onları ümmetlere şahit kıldın.. onlar da ellerindeki Kitapta gördüler ki Nuh vazifesini yapmış. Ve işte ben de onları bugün kendime şahit olarak gösteriyorum.”

Evet, âyet öyle diyordu: “İşte böylece, sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Rasulün de sizin üzerinize bir şahit olması için sizi ümmet-i vasat (dengeli ve orta bir ümmet) kıldık” (Bakara/2-143).

Şefaat haktır ve gerçektir. Bütün büyükler Cenab-ı Hakk’ın koyduğu sınır dahilinde şefaat edeceklerdir. Şahit olmak da bir bakıma şefaat kabul edilecekse, eğer, Ümmet-i Muhammed bu manâda bütünüyle şefaat edecektir.

Şefaatı inkar edenlerin, dünyada da ukbada da kazanacakları bir şey yoktur. Çünkü Allah (cc) orada kullarına, kulları O’nu nasıl bilip tanımışlarsa, öyle muamele edecektir.
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Aleykümselam tebliğ kardeşim.
kasif kardeşim Allah c c razı olsun güzel açıklamalar getirmişsiniz konuya ;

Peygamber efendimiz, Allahü teâlâdan izin aldıktan sonra, yakınlarına ve imanı olan herkese şefaat edecektir. Bir hadis-i şerifte
(İmanla ölen herkese şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim]
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Harp kardeş ;birde şöyle düşünelim dilersen;

İmansızlık demeyelim biz buna istersen;

soruyla gelen her müslüman kardeşimize (eyvah sen cehennemlik oldun böyle sorular sorma dersek şayet biz baştan kaybetmiş oluruz mücadeleyi değil mi;

İnsan oğlunun fıtri özelliğidir ;bilmediklerini araştırmak sormak okumak ve merak edip üzerinde düşünmek;

Zaten dinimizin ilk emri nedir ?İkra yani oku öyle değil mi?insanoğlu araştıracak okuyacak ve soracak ki doğruyu bulsun ve hakikat sahilinde felaha ulaşsın..

sormaktan korkmayalım,araştıralım okuyallım ki nazenin dinimize bulaşan hurafe ve bidatlerden hep beraber kurtulalım inşl..

bu arada kaşif kardeşimizin açıklamaları içinde ayrıca teşekkür ediyorum..

Devam inşl...siz bu hadisten ne anlıyorsunuz?
 

Abidin1

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

( Benim şefaatim ümmetimden en çok günahı olan kişiler günahı sevabından çok olan mü' minler içindir.)öncellikle;

Hadisi okuduktan sonra;Aynen şöyle dedi;

O zaman biz boşuna ibadet ediyoruz ;bence bol bol günah işleyelim ki yarın mahşerde Hz Peygamberin (sav) şefaatine nail olalım..mademki en çok günah işleyenler birinci sırda..cevap bekliyorum DİYEREK SORUSUNU Bİ,TİRDİ....

evet bende bize gelen bu soruyu aynen buraya aktarıyorum..SİZLER NEDERSİNİZ BU HUSUSTA ACABA?


Selam aleyküm sn. tebliğ,
Hadis konusu hassas bir konu olduğundan ben önce Hadis-i şerifin kaynağını sorardım. Eğer bu hadis-i şerif kaynağa dayalı bir hadis ise o anda o kardeşe cevap vermek için bunun Kur'an-ı kerime aykırı bir hadis olup olmadığını düşünürdüm.. Uygun gibi gözüküyor. Çünkü kişiler demiyor aslında Mü'minler diyor. Hadis-i şerifin aslıda öyledir sanırım.

Benim şefaatim ümmetimden en çok günahı olan kişiler günahı sevabından çok olan mü' minler içindir
Mü'min ne demek işin esas noktası bu. Mü'min Yüce Allah tealanın mübarek bir sıfatıdır.

MÜ’MİN
O Kullarına emniyet güven verendir.
Müslümanın Mü'min diye anılmasındaki anlamda bu dur. Emin insan emniyet veren insan. Yani bu demektir ki buradaki kastı günah işlemek değildir. Yani günah işleyenlere şefaat edilecek demiyorlar. Bana göre şunu kast etmiş olabilir Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimiz;

Bu yeryüzünden milyarlarca insan gelip geçiyor. Hiç birinin suretleri bir birine benzemediği gibi huyları da benzemiyor. Burada insanların kendisinden emin (yani mü'min) olduğu halde kendince hatalar yapan o hatalarının belki sayısı ve belki niteliği de sevaplarını geçen Mü'minler için.

Eğer biri kasten günah işler günahı benliğini kaplarsa onunu işi çok zor. O kardeşi uyarmak lazım. :dft012:

Hadisin kaynağı nedir merak ettim.. :003: Saygılar.
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Aleyna ve aleykum selam Abidin kardeş;

Allah (c.c.) razı olsun güzel bir yorum teşekkürler;Lakin elbette bende sonda yorum yazacağım inşl;

Hemen sorunuza geçersek ;Hadisin sahih olup olmadığı ve kaynağı hususunda;Şu konuda da sizi tebrik etmek isterim ;hadisin kaynak ve sahihliğine dikkat etmeniz çok doğru ve normal olanda budur zaten..Zaten ilmi derslerin sohbetamacıda hakikat deryasına dalmaktır ;

kaynak şudur ;
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Büyük Günah Sahibi Müminler İçin Şefaati

Enes bin Malik (Radiyallahu Anh)’den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Şefaatim ümmetimden büyük günah sahibi kimseleredir.”
Ebu Davud: 4739
 
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

soru sormak meraklı olmak güzel bir davranış hele din noktasında,fakat mantıklı sorular..!!
efendımız bu hadıs_ı serıf ı soylerken hangı manaya bınaen soyledı dıye dusunmez mı hıç ???
rabbımızın lutuf,rahmet ve efendımızın sav kendısının sefaatının derecesınden bahsetmıs olamaz mı, dıye dusunemez mı ınsan hıc ???
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Hadisleri ders konusu yaparken dikkat edilmesi gereken birçok şey var. Bunlardan birisi hadisin kaynağının doğruluğu, ikincisi nasıl bir mesele üzerine söylendiği, üçüncüsü de söylenen hadisin gerçekten söylenildiği gibi mi olup olmadığı. Tabi başka dikkat edilmesi gereken şeyler de olabilir. Özellikle üçüncü söylediğimin çoğu zaman boşuna tartışma konularına döndüğünü görüyoruz. Hadisi bize aktaran kişi kendi anladığı şekilde söylüyor ve bizde onu hadisin orjinali imiş gibi kabul ediyoruz çoğunlukla ve ona görede bir münakaşa zemini oluşuyor. Haliyle ne hadisi söyleyen ne de hadisi tam bilmeyen kişi işin içinden çıkamıyor. Birde ufak bir kelimenin yerini değiştirip veyahut onu kaldırıp ilim cambazlığına soyunan çok fetvacılar var buna da dikkat etmek gerek. Konu açılmış olması nedeniyle bunları hatırlıyorum, yoksa tebliğ kardeşin bahsettiği kişiye atıf yapmıyorum. Zaten de çoğumuz bu tür durumlarla karşılaşıyordur.

Bir de bir hadisi konuşurken onu destekleyen başka hadisler var mı buna da bakmak lazım. Tek bir hadisi ortaya koyup onu kesin hüküm kabul etmek diğer benzer hadislerdeki hükümlere zıt gibi görünebileceğinden tehlike arzeden bir durumdur. O yüzden külli bir bakış açısı gerek ve mümkün mertebe ehillerinin bunları yorumlaması veyahut gerekli araştırmayı yaptıktan sorna cevap verilmesi daha makuldür. Mesela bahsini ettiğimiz hadiste diyor ki: “Şefaatim ümmetimden büyük günah sahibi kimseleredir.” Ebu Davud: 4739

Bu hadis eğer tek hadis olsa idi bu konuda belki günah işlensin ki şefaate mazhar olunsun diye bir iddiada bulunulabilirdi. Oysa memluk kardeşin verdiği hadiste de diyor ki: Bir hadis-i şerifte (İmanla ölen herkese şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim]



 

LamElif1

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

:) tuhaf bir soru olmuş gerçekten ama hepimizin aklına böyle tuhaf sorular geliyor bazen.. Şunun gibi bir şey bu durum sanırım bir anne çocuğu için çok faydalı gıdalardan oluşan bir yemek yapmış ve o yemeği ısrarla çocuğunun yemesini istiyor. Mutfakta çocuğu için faydasız hatta zararlı fakat görünüşte çocuğu cezbeden ve yemesi çok kolay yiyeceklerde var. Anne çocuğuna diyor senin için yaptığım faydalı yemeği yemezsen faydasını elbet göremeyeceksin, o zararlı yiyecekleri yersen hem kendine zararın dokunacak hem beni üzeceksin..Eğer yaptığım yemeği yemeyip o zararlı şeyleri yersen hatta bir ihtimal bu faydalı yemeğe değer vermeyip çöpe döksen ben anneyim ya hani sana yine kızmıyacağım çünkü sen zaten bu işten zarar göreceksin üstelik anne olduğum için kızmak şöyle dursun yine o faydalı yiyeceklerden faydalanman için konsantre bir ilaç içirip sana annelik görevimi yapacağım.. bunu duyan çocuk annede ki merhamet duygusundan kaynaklı bu fıtri davranışa karşı annesinin kendisi için yaptığı güzel faydalı yemeği yer mi yoksa gözünü o vitaminlere dikip hem yemeği çöpe döküp annesinin emeğini zai edip hemde kendisine zararlı olan ve annesini de üzen o yiyeceklere mi el uzatır.. bu tercihi annesini seven ve annesinin ne demek istediğini anlayan her çocuk doğru yapar.. Allah bizi affetsin :(
 

mihrimah

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Allah razı olsun.
Kişiinin şunu da bilmesi gerekir ki; ibadet-ü taat da beklentisiz olmak gerekiyor. Bizler gayretimizden sorumluyuz, beklenti içine girip, bişeyler yapmak ihlası kırar. Allah'a kul olduğumu için ibadet yaparız. Efendimiz şefaatini göz önüne alarak ibadet yapılırsa yanlış olur. Ama O'nun (sav) izlerine basa basa yürümekle mükellefiz.Günahları efendimiz silmeyecek, allah cc silecek. Bunu o şahsa ayırd etmek lazım.
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Allahu Tela cemi cümlenizden razı olsun..Yapılan her bir açıklama yerinde ve faydalıdır inşl;

Şu bir gerçek ki ahir zamanda iman pusulasını kaybeden binlerce müslüman mevcut..Ahir zaman fitnesine ,nefsine yenik düşüpte hakikat ten uzaklaşan hiçte az değil..Bu bazen komşumuz olur ,bazen arkadaşımız dostumuz ,bazen iş arkadaşımız ve hatta ailemizin fertlerinden biride olabilir;Heleki yeni şuurlanan insanları, ürkütmeden sıratıl müstakime çağırmak sa Sabır işidir ,,işte tam burada tebliğle farz olunmuş biz müslümanların işi çok ve uzun bir yol;bunun adıda Hizmettir.

Soruyu buraya aktardığımda aklımdan geçen şuydu ;bahiste geçen ve anlaşılmayan (arkadaşımın sorusuna binaen diyorum bu kısmını)bu kudsi hadisin açıklamasını bekliyordum sizlerden;

Sanıyorum konu başka bir yana doğru kaydı;nasip işte neye niyet niye kısmet!!!!

Kayan kısım şu oldu;Nasıl olurda böyle sorular sorabiliyorlar ;okusunlar canım anlasınlar saçma sorular sormasınlar millet;

Vallahi bizimde gönlümüzden geçen bu gerçek ama işte hayat akışında nelerle karşılaşmıyoruz ki;Hele helde televizyonlarda boy boy çıkan fitne ehlinin sözde hocalarının verdikleri saçma sapan vaazlar millette var olan manevi kırıntılarıda alıp götürdü..gelinen nokta nemi CAHİL VE HURAFELERE nefislere daha hoş gelen itibarlar;yanlız sorulan bu mubarek hadis mi ?hayır;efendim bir müslüman soruyor gene hocanın biri Tv 'de söylemiş,bir kadın başı açık evinde namaz kılabilirmiş,sakız orucu bozmazmış..işte buyrun,çık çıkabilirsen işin içinden;Bir kez daha şu hadise teslim oldum;

AHİR ZAMANDA İSLAMI YAŞAMAK KOR ATEŞİ ELDE TUTMAK GİBİ OLACAK!!!

konuya dönersek..hadisin sahih olduğu hepimizce malum ,burada bir sıkıntı yok ;

nedir şefaat ?

Güç ve yetki sahibi birinden başkalarını affetmesi ve hatalarını bağışlaması konusunda aracılık etmektir.

Evet insanoğlu yaratılırken nefs 'de verildi ademoğluna;Yani günaha meyilli olarak yaratıldı;Önemli olan ve müminin yapması gerekende şudur ,her nefsine yenik düştüğünde ,sonucunda pişmanlık duyup Mevlaya yönelmesi gerektiğidir;Günahsız insan varmıdır yoktur..hataya meyilli olan bizler günahlar çemberinde döner dururuz bir ömür boyu;

Efendimize şefaat hakkı verilmiştir..Bunu en net olarak Kuranı kerimden öğreniyoruz ...Makamı Mahmud Efendimizindir (sav)

(İsra suresinin (yakında Rabbin sana makamı mahmudu verecektir) [mealindeki] âyet-i kerimedeki "Makamı mahmud" bana verilecek şefaat hakkıdır(Ahirette ilk şefaat eden ve şefaati kabul olan ben olacağım.)

(Kıyamet günü en önce ben şefaat edeceğim

(İmanla ölen herkese şefaat edeceğim.)

Evet son hadise dikkat edelim ;şefaatim imanla ölen içindir..İman şart teslimiyet şart ;kebair günaha batmış olsada şefaatçı olacağım diye buyuran merhamet li bir peygamber;Aslında burada yine Efendimizin (sav) ümmetine duyduğu merhamet yatıyor..Yani günah işlemeyin ama günahada battıysanız ümidvar olun tevbeye yönelin ,tevbe kapısı daim açıktır..Çünkü affuv olan ALLAH'tır

yine şu ayet iman üzere olmamız gerektiğini ve bunun sonucunda şeffate nail olabileceğimizi buyurmakta;

Hesap günü Allah’ın rahmetinden istifade etmek ve onun şefaatinden yararlanmak için dünyada iken Allah’la akitleşmiş olmak ve bu akide üzerinde iken Allah’a teslim olmak gerekmektedir. “Ey iman edenler! Allah’tan ona yaraşır şekilde korkun ve müslüman olarak can verin.” (3/102) Aksi taktirde sizi hiç kimse kurtaramayacaktır.

Evet şefaate mazhar olabilmemiz için şirkten uzak kalmamız şart ..şirk ve kul hakkını affetmeyen Yüce Allah (c.c) diğer günahları affedebileceğini ayet ve hadislerden öğreniyoruz..

yine bir hadis affolunmanın göstergesi değilmidir?

Günahlarınız uhud dağı kadar dahi olsa gönülden aff dileyin mevladan..Allah affuv ve rahimdir;

bu konuda benim söyleyeceklerim bunlardır..biz bu meseleyi böyle anladık..zerre kadar hatadan Mevlaya sığınırım..yanlışlar bizden doğrular İSLAMDAN;

Selametle..

 

mihrimah

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Bence yukarda yazılan bütün cevaplar yerinde, herkes içinde bulunduğu konuma göre cevap vermiş lakin bilmediğimiz bir mevzu soruyu soranın içinde bulunduğu konumu bilmiyoruz.
İslam itaat gerektirir elbetteki ama bunu biz biliyoruz. Bu gibi bilgilerden yoksun olan ve idrakında olmayan birinin butür sorularını yadırgayamayız.
Bir tv programında insanlara çok basit dini sorular soruluyor, ilk insan kimdir, ilk peyganber kimdir vs. Üzülerek dile getirmeliyim ki 100 kişiden ancak 10 kişi biliyor. Hz. Meryem'in kim olduğu biliyor fakat efendimiz sav annesinin ismi bilinmiyor. Böyle bir toplumda yaşıyoruz daha doğrusu istatistiklere göre %20 islamın idrakında olan toplumda yaşıyoruz. Ve biz bunu sorguluyoruz.
Bediüzzeman hz; asrın problemi imandır demiş...
 

kasif1

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Affa mazhar olmak en büyük bir hayırdır. Her hayır gibi bu hayır da ancak Allah’tan beklenir. Bir velinin kabrine, her hayır onların elindeymişçesine, ölçüsüz bir muhabbetle bağlanmak elbette İslâm’ın ruhuna zıttır ve bunu tasvip etmek de mümkün değildir. Fakat bir kul, günahlarını ancak Allah’ın affedebileceğinin şuuru içinde: “Yârabbi beni bu zâtın hürmetine bağışla.” diye duada bulunursa ve bu niyetle o mübarek zâtların kabirlerini ziyaret ederse, bunu şirk saymak da insafsızlık olur.

Kur’an’da şefaati reddeden ayetler müşriklerin tavırlarıyla ilgilidir. Şöyle ki:
Arap müşriklerinde yaygın olan bir kanaata göre, kişinin doğrudan doğruya Rabbinden af dilemesi doğru olamazdı. Bu işe putların aracı olmaları gerekirdi. Yâni onlar, putları Allah katında şefaatçı kabul ediyorlardı. İşte şefaatı reddeden âyetlerden bir kısmı bu bâtıl inancı yıkmak içindir. Mesela:
“Yoksa onlar. Allah’dan başka şefaatçılar mı edindiler. De ki, onlar hiçbir şeye güç yetiremez, akıl erdiremez olsalar da mı (onları şefaatçı edineceksiniz)!" (Zümer, 43)

Birçok âyetlerde de şefaatin hak olduğunu açıkça beyan edilir:
“O’nun huzurunda kendisine izin verdiğinden başkasının şefaatı fayda vermez.” (Sebe’ 23)

“Göklerde nice melek vardır ki, Allah, dilediği ve razı olduğu kimseler için izin vermedikçe onların şefaatı hiçbir işe yaramaz” (Necm 26)

Bu âyet-i kerimelerin verdiği derse göre, şefaat vardır, ama bu ancak Allah’n izni ile ve O’nun razı olduğu kullara yapılabilir.

Kulun günahını ancak Allah affedebilir. Ama bu affı, dilediği seçkin kullarının hatırı için yapmakla onların şerefini bütün mahşer ehline ilân eder. Bu mânâya en büyük mazhar Resulûllah Efendimizdir (asm). Allah’ın O en sevgili kulu, mahşer meydanında Makam-ı Mahmud denilen ulvî bir makamda Allah’ın kendisine ilham ettiği ve o güne kadar duyulmamış hamd cümleleriyle O’nu tâzim edecek ve sonunda kendisine şefaat-i kübra izni verilecektir. O da (asm) ancak Rabbinin afetmeyi dilediği kimselere şefaat edebilecektir.
 

kasif1

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Mizanda Kötülükleri ağır gelen mümin kişi, şefaate nail olabilir mi? eğer nail olamazsa, o zaman aklıma şu soru geliyor. iyilikleri ağır gelen kişi, Kuranın ifadesine göre kurtulacağı için şefaate ihtiyacı yok gibi... dolayısyla şefaat kimler için geçerli?


Günahı sevaplarından fazla olan kişilere de şefaat edilecektir. Ancak şefaat de Allahın zniyle olacaktır. Peygamberimiz “Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir” buyurmuşlardır. Bununla beraber günahı sevabından az olanlara da şefaat edilecektir. Onlarında cennetteki makamlarının artması için şefaat edilecektir.

Evet, şefaat haktır. Birçok âyet ve hadîste şefaatten bahsedilmekte ve böylece onun hakkaniyeti dile getirilmektedir. Yeri geldikçe bu âyet ve hadîsleri zikredeceğiz. Biz şimdi önce, sorunun ikinci şıkkı olan “Kimler ne ölçüde şefaat edebilirler?” sorularını cevaplamakla mevzûa başlamak istiyoruz. Zaten bu kısma verilecek cevap bir cihetle şefaatın hakkaniyetinin de izahı olacaktır.

Peygamberler, evliyâ asfiyâ ve şehitler -derecelerine göre- Cenab-ı Hakk’ın onlara bahşettiği seviyede şefaat edebilirler ve edeceklerdir. Ancak, bu mevzûda da yine, zirve Allah Rasulü’dür. O ki fetanet-i âzama sahiptir. Her Nebi kendisine bahşedilen sınırsız, fakat bir defaya mahsus şefaat hakkını dünyada kullanırken o, bunu âhirete saklamıştır.. ve âhirette “şefaat-ı uzmâ”nın sahibi olacaktır. Onun “hammâdûn”, denilen ümmeti, “Livaül’hamd”in altında toplanacak ve “Makam-ı Mahmûd”un sahibi ünvanıyla O’nun tarafından yapılacak şefaatte herkes payına düşenle şereflenecek ve kurtuluşa ereceklerdir.

Dünya fâni ve geçicidir. Burada çekilen sıkıntılar da bir cihetle işlenen günahlara keffâreti sayılır. Ancak insanların perişan ve derbeder olacakları ve kendilerini kurtaracak yeni bir amele de fırsat bulamayacakları bir gün gelecektir -ki, biz ona ahiret diyoruz-işte o gün, Allah Rasulü bütün insanlığı içine alan şefaatıyla ortaya çıkacak ve “en büyük şefaat” manâsına “şefaat-ı uzmâ"sıyla şefaat edecektir. Elbette Allah Rasulü’nün şefaatının da bir sınırı vardır. Zaten, bütün şefaatler ancak Cenab-ı Hakk’ın izni ve koyduğu ölçü nispetinde olacaktır ki “ İzni olmadan katında hiç bir kimse şefaat edemez” mealindeki âyet de bize bunu anlatmaktadır (Bakara/2-255).

Bunun böyle olması da gayet tabiî ve normaldir; zira, şefaat edecek olanlar da hissî davranabilir, ölçüyü kaçırabilir ve merhamet-i ilâhîden fazla merhamet ileri sürmüş olabilir.. böylece de Rabb’e karşı sû-i edepte bulunmuş olabilir. Onun içindir ki, Allah (cc) bir mîzan, ölçü ve denge vaz’etmiştir. Kim, kime ve ne ölçüde şefaat edebileceği bir takdire bağlanmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın bütün icraatında bir adalet ve denge olduğu gibi, âhirette vereceği şefâat salahiyetinde de bir adalet ve denge vardır. Eğer bu şekilde bir tahdit ve sınır konulmuş olmasaydı,bazı kimseler şefaatı da dengesiz olarak kullanırlardı. Nitekim belki de sınırsız bir şefaat salahiyeti onların hislerini galeyana getirerek meselâ, bazı insanların Cehennem alevleri içinde cayır cayır yandıklarını görünce, şefkatleri kabaracak, kafir-münafık-mücrim tanımadan herkesin Cennete girmesini talep edeceklerdi. Halbuki böyle bir talep bazen, milyarlarca mü’minin hukukuna tecavüz de olabilirdi.

Çünkü şefaatin, böyle şahısların hislerine bırakılmasında, günahkâr, sapık, kâfir herkesin, bu hissî şefaatten faydalanma ihtimâli vardır. Bu ise, bütün varlıkların hukukuna rağmen, dağlar cesametinde günah taşıyan kâfire de merhamet edilmesi demektir. Oysaki kâfir, kainatta, Allah’a ait bütün güzellikleri, bütün nizamları, bütün hikmetleri inkâr, tezyif ve tahkir ettiğinden, mekanlar çapında cinayet işlemiş olacaktır ki, hayatının her dakikası yüzlerce cinayetle karalanmış böyle kapkaranlık bir ruha merhamet, merhamet adına saygısızlığın en büyüğü olsa gerektir.

Efendimiz, şefaatının büyük günah işleyenlere olduğunu ifade etmişler ve “Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir” buyurmuşlardır. O her hususta olduğu gibi bu mevzûda da bir denge ve muvazene insanıdır. Zaten bütün ümmet O’nun bu ifadeleriyle teselli bulmakta ve Allah Rasulü’nün şefaatına nail olmayı ummaktadır.

Hallac-ı Mansur bir gün bu hadîsi şerh ederken, cezbeye gelir ve ölçüyü kaçırarak, Efendimiz’e hitaben “Ey Nebîler Sultanı! Niçin böyle sınır koydun da bütün insanlar için demedin. Sen bütün insanlara şefaat etmeyi talep etseydin, yine de Rabbin Seni mahrum bırakmaz ve Sana bu salahiyeti bahşederdi” gibi laflar eder. Tam bu esnada Allah Rasûlü temessül ederek, başındaki sarığı onun boynuna sarar ve: “Bunu başınla öde, sen zannediyor musun ki ben o sözü kendimden söyledim” der. Hallac kolu kanadı biçilip bir ağaç gibi budanırken dahi tebessüm ediyordu. Çünkü biliyordu ki, bu hüküm âli bir mecliste verildi ve o hükme rıza göstermek gerekirdi...

Evet, belki de Hallacın dediği gibi, Allah Rasulü Cenab-ı Hakk’dan bütün insanlara şefaat etmeyi talep etseydi, Rabb’i O’na bu salahiyeti verirdi. Ancak O, Allah’a karşı bizim anlayamayacağımız ölçüler içinde saygılıydı. Rabb’in dediğinden başkasını demiyor ve verilen salahiyet sınırlarını da asla zorlamıyordu..

Rabb’in koyduğu şefaat ölçüsünde, şefaat edilecek şahısların buna hak kazanmış olmaları da yer almaktadır. Nitekim bu manâ ile alâkalı olarak, mealen şöyle buyurulmaktadır: “Artık şefaatçıların şefaatı onlara fayda vermez” (Müddessir/75-48). Bununla da anlıyoruz ki, şefaat herkese ve sınırsız bir ölçüde değildir. Kim, kime şefaat ederse, muhakkak kabul görür diye bir şart da yoktur. Bütün işlerde olduğu gibi, bunda da İlâhî meşiet esastır.

Kâfir işlediği küfrüyle ta işin başında, bu şefaat dairesinin dışında kalmıştır. O’na hiç kimse şefaat edemez, etse bile ona fayda vermez.

Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk bize bir dua öğretiyor. Bu dua ile himmetin âli tutulması gerektiği hususuna da işaret ediliyor. Dua şudur: “Rabbimiz, bize gözümüzü aydınlatacak eşler, zürriyetler bağışla ve bizi muttakilere imam kıl” (Furkan/25-74). Yani, Allah’ım çocuklarımız, hanımlarımız, gözümüzü aydınlatacak hüviyette olsun. Bize öyle hayat arkadaşları ver ki, din adına bize teşviklerde bulunsun. Evlatlarımız da, daima arkamızdan hayırlar göndersin ve onlar sebebiyle rahmet çağlayanları üzerimize doğru çağlasın dursun! Bizi sadece muttaki olmakla da bırakma, onlara imam ve önder kıl. Bize öyle lütuflarda bulun ki, şu, İslam’a hizmet boyunduruğunun yere konduğu dönemde ve dine hizmetin âr kabul edildiği bir zamanda, dinine hizmet ettir ve muttakîler önünde bize, imamlık pâyesi ihsan eyle!

Böyle bir anlayış, himmeti âli tutmanın ifadesidir. Cenâb-ı Hakk’dan O’nun öğrettiği usûl içinde şefaat edebilme salahiyeti talep etmektir. Zaten O vermek istemeseydi, evvela istemeyi vermezdi. Madem ki istemeyi verdi ve nasıl istememiz gerektiğini de öğretti, öyleyse istediğimizi de verecektir. O’nun sonsuz rahmetinden bunu umuyor ve bekliyoruz. O’nun için burada dikkat edilmesi gereken hususun iyi anlaşılması lazımdır. Evet, Rabbimiz’den sadece Cennetin bir köşesine bizi kabul buyurmasını istemek, himmetin düşüklüğüne delildir. Halbuki Allah (cc) bize himmetimizi yüksek tutmamızı öğretmektedir. Evet himmetimizi yüksek tutmalıyız, tutmalı ve O’ndan, muttakilere bizi imam kılmasını, onlara şefaat edebilme salahiyetini vermesini talep etmeliyiz...

Efendimiz bir hadîslerinde, âhiretten bir tabloyu şöyle anlatırlar: Allah (cc), Hz. Nuh’a soracak: “Sen, sana düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirdin mi?” O büyük peygamber cevap verir: “Evet Ya Rabbi, yerine getirdim. Bana verdiğin tebliğ vazifesini kusursuz edâ ettim.” Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, Hz. Nuh’tan şahit ister. O da Ümmet-i Muhammedi şahit gösterir. Bunun nasıl olacağı sorulunca da, şöyle cevap verir: “Sen onları ümmetlere şahit kıldın.. onlar da ellerindeki Kitapta gördüler ki Nuh vazifesini yapmış. Ve işte ben de onları bugün kendime şahit olarak gösteriyorum.”

Evet, âyet öyle diyordu: “İşte böylece, sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Rasulün de sizin üzerinize bir şahit olması için sizi ümmet-i vasat (dengeli ve orta bir ümmet) kıldık” (Bakara/2-143).

Şefaat haktır ve gerçektir. Bütün büyükler Cenab-ı Hakk’ın koyduğu sınır dahilinde şefaat edeceklerdir. Şahit olmak da bir bakıma şefaat kabul edilecekse, eğer, Ümmet-i Muhammed bu manâda bütünüyle şefaat edecektir.

Şefaatı inkar edenlerin, dünyada da ukbada da kazanacakları bir şey yoktur. Çünkü Allah (cc) orada kullarına, kulları O’nu nasıl bilip tanımışlarsa, öyle muamele edecektir.
 

kasif1

Well-known member
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

şefeat dilemek


“Her hayır Allah’ın elindedir” hakikatınca hiç kimsenin ve hiçbir şeyin elinde O’nun vermediği bir hayır olamaz. Eğer Rabbimiz bizlere herhangi bir hayrı başkasının eliyle veriyorsa, biz o hayırda yine O’nun rahmetini görür, şükrümüzü O’na yaparız. Bu bizim tevhid inancımızın gereğidir.

Affa mazhar olmak da bir hayırdır. Bu da ancak Allah’dan beklenir. Bir Peygamberin yahut bir velinin kabrine, her hayır onların elindeymişcesine, ölçüsüz bir muhabbetle bağlanmak elbette İslâm’ın ruhuna zıttır ve bunu tasvip etmek de mümkün değildir.

Fakat bir kul, günahlarını ancak Allah’ın affedebileceğinin şuuru içinde: “Yârabbi beni bu zâtların hürmetine bağışla” diye duada bulunursa ve bu niyetle o mümtaz, o hatırlı, o mübarek zâtların kabirlerini ziyaret ederse, bunu şirk saymak da en büyük bir insafsızlık olur.

İbrahim aleyhisselâmın eliyle yapılan Kâbe’yi tavaf etmeyi şirk saymayanların, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimizin kabrinin ziyaret edilmesine karşı çıkmaları da anlaşılacak bir mantık değildir.

Bir takım kimseler, şefaatı inkâr ederlerken karşımıza bazı âyet-i kerimelerle çıkıyorlar. İşin tuhaf tarafı bu adamlar, âyetle yola çıkarken: “Acaba bu hususda tefsir âlimleri ne buyurmuşlar?” diye lütfen merak bile etmiyorlar. Arapça bilmelerine güvenerek, yahut sadece meal okuyarak yanlış sonuçlara varıyorlar.

Her Arapça bilen Kur’an’dan hüküm çıkarabilseydi, bütün Arap çocukları âlim olur ve artık ne fâkihe, ne müfessire, ne müçtehide lüzum kalmazdı.
Kur’an’ı anlamak bir ilim meselesidir. Onu tefsir etmek, Kur’an’ın edebî inceliklerini kavrayacak kadar mükemmel bir Arapça bilgisi yanında, âyetlerin nüzul sebeplerini, nâzil oldukları şartları, makamları, ilgili oldukları tarihî hâdiseleri ve daha nice şeyleri bilmeye bağlı. Mesele, sadece basit bir lügat meselesi değil.

Ben de bunun şuurunda olarak, tefsir âlimlerimizin eserlerinden aldığım dersleri nakletmekle yetineceğim.

Arap müşriklerinde yaygın olan bir kanaata göre, kişinin doğrudan doğruya Rabbinden af dilemesi doğru olamazdı. Bu işe putların aracı olmaları gerekirdi. Yâni onlar, putları Allah katında şefaatçı kabul ediyorlardı. İşte şefaatı reddeden âyetlerden bir kısmı bu bâtıl inancı yıkmak içindir. Bir misal: “Yoksa onlar. Allah’dan başka şefaatçılar mı edindiler. De ki, onlar hiçbir şeye güç yetiremez, akıl erdiremez olsalar da mı (onları şefaatçı edineceksiniz)?. (Zümer Sûresi, 43)

İslâm’ın, şu âyet-i kerimelerde kat’i ifadesini bulan temel bir hükmü vardır: Kişi ancak kendi ameliyle iyi veya kötü bir âkıbete uğrar.
“Her nefsin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir.” (Bakara Sûresi, 286)

“Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez.” (Fâtır Sûresi, 18)

İşte şefaatla ilgili bazı âyet-i kerimeler mü’mine başkasının yardımına bel bağlamadan, bu dünyada elinden geldiğince hayırlı ameller işlemesini öğüt verme makamındadır.

Bu konudaki bazı âyetler de kıyametin dehşetini anlatır ve mahşer meydanının, Resulûllah Efendimize (a.s.m.) şefaat müsaadesi verilmeden önceki hâlini tasvir eder.

Bu âyet-i kerimelerden iki misal: “Öyle bir günden korunun ki, o günde hiçkimse hiçkimseye hiçbir fayda sağlayamaz. Ondan ne bir şefaatçı kabul edilir, ne de bir fidye alınır. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara Sûresi, 48)

“O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar. O gün herkesin kendine yetecek bir derdi vardır.” (Abese Sûresi, 34-37)

Bu âyet-i kerimeler yanında bir çok âyetler de şefaatın hak olduğunu açıkça beyan buyururlar. Bu âyet-i kerimelerin verdiği derse göre, şefaat vardır, ama bu ancak Allah’n izni ile ve O’nun razı olduğu kullara yapılabilir.
Kulun günahını ancak Allah affedebilir. Ama bu affı, dilediği seçkin kullarının hatırı için yapmakla onların şerefini bütün mahşer ehline ilân eder. Bu mânâya en büyük mazhar Resulûllah Efendimizdir (a.s.m.). Allah’ın O en sevgili kulu, mahşer meydanında Makam-ı Mahmud denilen ulvî bir makamda Rabbine secde edecek, yalvarıp yakaracak, Allah’ın kendisine ilham ettiği ve o güne kadar duyulmamış hamd cümleleriyle O’nu tâzim edecek ve sonunda kendisine şefaat izni verilecektir. O da (asm.) ancak Rabbinin razı olduğu kimselere şefaat edebilecektir.

Bu mânâyı ders veren âyet-i kerimelerden bir kısmı:
“O’nun huzurunda kendisine izin verdiğinden başkasının şefaatı fayda vermez.” (Sebe’ Sûresi, 23)
“Göklerde nice melek vardır ki, Allah, dilediği ve razı olduğu kimseler için izin vermedikçe onların şefaatı hiçbir işe yaramaz”(Necm Sûresi, 26)
“O gün, Ruh (Cebrail) ve melekler saf hâlinde duracaklardır. Rahman’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar. Konuşan da doğruyu söyler.” (Nebe Sûresi, 38)
“O’nun izni olmadan huzurunda şefaat edecek kimdir!” (Bakara Sûresi, 255)

Bu âyet-i kerimeler şefaatın hak olduğunu açıkca ifade ettiği halde, artık bu rahmanî müesseseye kim, hangi selâhiyetle ve neye dayanarak karşı çıkabilir!?..

Son âyet-i kerime, Âyet-el Kürsî’de geçer. Bu âyetin tamamında tevhid işlenir. Allah’ın azameti ve kudsiyeti ders verilir. Şefaatla ilgili bu âyetten bir önceki âyette: “Göklerde ve yerde her ne varsa hepsi O’nundur” buyurulur. O halde ne sema, ne de arz ehli, O’nun izni olmaksızın şefaat edemezler. Bir sonraki âyette ise: “O, kişinin önünü ardını (geçmişini geleceğini) bilir. Onlar, O’nun bildirdiğinden başka, O’nun ilminden hiçbirşeyi ihata edemezler (bilemezler)” buyrulur. O halde, kime rahmet edileceğini, kimin şefaat etmeye yahut edilmeye lâyık olduğunu da en iyi O bilir. Ve O’nun sevgili kulları da ancak O’nun bildirdiği lâyık kullara şefaat edebilirler...

Bu konuyla ilgili olarak, yanlış yorumlara uğrayan bir Hadis-i Şeriften de kısaca bahsedelim.

Nice insanların imana susadığı, iffetsizlikle kavrulduğu, cehalet içinde çırpındığı ve kendilerine uzanacak şefkatli eller beklediği bu dehşetli zamanda, bütün bunları bir tarafa bırakıp bu gibi, zihinleri karıştıracak meseleleri gündeme getirmek en azından büyük bir zaman kaybıdır.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bir sorum olacak muhterem müslümanlar...

Şefaat affın vesilesidir. Dolayısıyla daha çok günahkarların bundan istifade edebilmesi kadar normal birşey yok. Çünkü şefaate en çok onların ihtiyacı olacak. Yalnız ölürken imanlı gitmek şartı var bunu unutmamak gerek. Kim iddia edeilir ki o kadar günah içinde bile bile yüzerken imanla kabre girebileceğini. Ümit reca dengesini bozmamak lazım. Şefaati günah işlemeye vesile değil, günahtan kendini koruyamadığında tamamen ümidini kesmemeye bir vesile bilmek gerektiğine inanıyorum. Böyle bir rahmet olmasa idi ve Kuran ümidinizi kesmeyin demeseydi herhalde insanlar işledikleri günahların kendini helak ettiğini düşünüp daha da istikamete girmezlerdi. Şükür ki bu ayetler var, böyle hadisler var. Sonsuz hamdolsun...
 

teblið

Vefasýz
Allah (c.c) razı olsun cümlenizden;

Konumuz ŞEFAAT konusuna doğru kaymış..Demekki mana aleminde bu konuya ihtiyaç varmış;Nasipten öteye yol olmaz derler büyüklerimiz..Nasibimize rıza gösterip Şefaat konusunu irdeleyelim hep beraber dilerseniz;

Pekiala ben bu noktada şu soruyla gelsem acaba fikir ve yorumalrınız ne olur ?

1..ŞEFAATA KİMLER MAZHAR OLUR ?

2..MAHŞER'DE ŞEFAAT ETME HAKKI KİMLERE VERİLİR( CENABI ALLAH .TARAFINDAN )
 
Üst