Cevap: Şemme - Sayfa: 259
azametiyle, şu burhan onu intaç edemez” diye bahanelerle kabul etmez. O miskin bilmez mi ki, neticenin kayyûmu imandır. Burhan, ancak onu görmek için bir menfezdir. Veya bir süpürge gibi, o neticeye konan vehimleri süpürür. Maahaza, burhan bir değildir; bin değildir, zerrât-ı âlem adedince burhanlar vardır.
Fesübhânallah! Mülk ile melekût arasındaki hicap ne kadar incedir, aralarındaki mesâfe ne kadar büyüktür! Dünya ile âhiret arasındaki yol ne kadar kısa ve ne kadar uzundur. İlim ile cehil arasındaki hicap ne kadar lâtif ve ne kadar kalındır! İman ile küfür arasındaki berzah ne kadar şeffaf ve ne kadar kesiftir! İbadet ile mâsiyet arasındaki mesafe ne kadar kısadır! Halbuki araları Cennet ile nârın araları kadardır. Hayat ne kadar kısa, emel ne kadar uzundur! Evet, hal ile mâzi arasında öyle ince bir perde vardır ki, ruhun mâzi cihetine geçmesine mâni değildir; cesede nisbeten bitmez bir mesafedir.
Kezâlik, mülk ile melekût, dünya ile âhiret arasında ehl-i kalb için şeffaf, ehl-i hevâ için kesif ince bir perde vardır.
Kezâlik, geceyle gündüz arasında lâtif bir perde var ki, gözün kapanmasıyla gece olup, açılmasıyla gündüz olduğu gibi; nefsin âlem-i mâneviyata gözü kapanırsa ebedî bir gece içinde kalır, gözü mâneviyata açılırsa neharı inkişaf eder.
Kezâlik, Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Eğer gaflet ile esbab hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehl olur.
Kezâik, iman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir.
Kezâlik, ef’âl-i beşer için iki cihet vardır. Eğer niyet ile Allah’ın hesabına olursa, tecelliyata mâkes, şeffaf, parlak olur. Eğer Allah hesabına olmasa, zulmetli bir manzarayı göstermiş olur.
Kezâlik, hayatın da iki veçhi vardır. Biri siyah, dünyaya bakar; diğeri şeffaf, âhirete nâzırdır. Nefis, siyah veçhin altına girer, şeffaf veçhe terettüp eden saadet-i ebediyeyi ister.
Fesübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” anlamında hayret ifade etmek için kullanılmıştır | aded: sayı |
azamet: büyüklük, yücelik | berzah: aralık, mesafe |
burhan: açık, güçlü delil, kanıt | cehil: cahillik, bilgisizlik |
cihet: yön, taraf | ebedî: sonsuz, sonu olmayan |
ef’âl-i beşer insanların fiilleri, hareketleri: (bk. f-a-l) | ehl-i hevâ: nefsin isteklerine uyanlar |
ehl-i kalb: kalb ehli olanlar, kalbiyle mânevî makamlarda ilerleyenler | emel: arzu, istek |
esbab: sebepler | gaflet: duyarsızlık, mânevî sorumluluklarından habersiz davranma hâli |
hal: şimdiki zaman | hicap: perde |
inkişaf etmek: açığa çıkmak | intaç etmek: sonuç vermek |
kayyûm: ayakta tutan | kesif: yoğun, katı, şeffaf olmayan |
kezâlik: bunun gibi | kâinat: evren |
lâtif: ince, şeffaf | maahaza: bununla beraber |
melekût: görünen maddî âlemin arka plânı, iç yüzü | menfez: delik |
miskin: zavallı | mâkes: yansıma yeri, ayna |
mâneviyat: mânevi âleme ait olan şeyler | mâsiyet: günâh, isyan |
mâzi: geçmiş zaman | mülk: görünen maddî ve cismanî âlem |
müşahede etmek: görmek, gözlemlemek | nefis: bir kimsenin kendisi, insanda lezzetlerin kaynağı olan ve onu maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet |
nehar: gündüz | nâr: ateş |
nâzır: bakar, yönelik | saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk, Cennet mutluluğu |
tecelliyat: tecelliler, yansımalar | terettüp etmek: sonuç olarak ortaya çıkmak |
tevhid: birleme, her şeyin bir olan Allah’a ait olduğuna inanma | vech: yüz, yön |
vehim: kuruntu, varsayım | zerrât-ı âlem: evrenin zerreleri |
zulmet: karanlık | zulümat: karanlıklar |
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat | âlem: dünya, evren |
âlem-i mâneviyat: mânevi âleme ait olan şeyler |
|