Cevap: Şemme - Sayfa: 260
İ’lem eyyühe’l-aziz! Kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Âlemin kapıları açık ise de mânen kapalıdır. Cenâb-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan ene namında bir miftahı insanın eline vermiştir. Fakat, ene de kapısı kapalı bir bilmecedir. Bunun kapısı açılıyorsa kâinatın da kapıları açılıyor.
Evet, Cenâb-ı Hak insana bir benlik, bir nevi hürriyet vermiştir ki, Cenâb-ı Hakkın rububiyetine ait evsafı bilmek için mevhum, farazî bir vahid-i kıyasî yapsın.
Mahiyet-i beşerde pek ince bir ip, insanın vücudunda şuurlu bir kıl, şahsın kitabında bir elif kıymetinde ve miktarında olan ene’nin iki vechi vardır. Biri hayra bakar. Bu vecihle yalnız kabil-i feyizdir, fâil değildir. Diğer veçhi ise şerre bakar. Bu vecihle kendisini fâil bilir.
Ene’nin mâhiyeti mevhûmedir. Rububiyeti hayalîdir. Vücudu birşeye hâmil olamaz. Ancak mizânülhararet gibi, Vâcibü’l-Vücudun rububiyetine âit sıfât-ı mutlaka-i muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor.
Eğer insan benliğine mizan nazarıyla bakarsa, kâinattan zihnine akıp gelen âfakî malûmatı kendi malûmatıyla, tasarrufat ve sıfât-ı İlâhiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder. Ve bu sâyede
1 قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا’daki مَنْ 2 şümulüne dahil olarak, bihakkın emâneti ifâ etmiş olur. Fakat kendisine müstakil nazarıyla bakmakla kendisini mâlik itikad ederse, 3 وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا ’nın şümulüne dahil olmakla emânetle hıyânet etmiş olur. Zira semâvat ve arzın, hamlinden korkarak imtinâ ettikleri cihet, ene’nin
[NOT]Dipnot-1 “Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir.” Şems Sûresi, 91:9.
Dipnot-2 Kim, kimse.
Dipnot-3 “Nefsini günaha daldıran da hüsrâna düşmüştür.” Şems Sûresi, 91:10.
[/NOT]
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah | Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah |
arz: dünya | bihakkın: hakkıyla, gerçek anlamıyla |
cihet: yön, taraf | elif: Arap alfabesinin ilk harfi |
ene: ben, benlik | evsaf: vasıflar, nitelikler |
farazî: hayalî, var sayılmış | fâil: bir işi yapan; fiilin sahibi |
haml: yüklenme, üstlenme | hayalî: hayale dayalı |
hâmil: taşıyan | ifâ etmek: yerine getirmek |
imtinâ etmek: çekinmek, yapmamak | itikad etmek: inanmak |
i’lemeyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki | kabil-i feyiz: bolluğu, bereketi, lütfu kabul eden |
kenz-i mahfî: gizli hazine | kâinat: evren |
kıymet: değer | mahiyet-i beşer: insanın mahiyeti, niteliği |
malûmat: bilgiler | merci: kaynak |
mevhum: gerçekte olmadığı halde var sayılan | miftah: anahtar |
mizan: ölçü, terazi | mizânülhararet: termometre; sıcaklık ölçen âlet |
mâhiyet: her bir şeyin aslı, esası | mâlik: sahip, herhangi bir şeye sahip olan kimse |
mânen: mânevî olarak | müstakil: bağımsız, başlı başına |
namında: isminde | nazar: bakış, bakma |
nevi: çeşit, tür | rububiyet: Rablık; Allah’ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması |
semâvat: gökler | sıfât: nitelikler, özellikler |
sıfât-ı mutlaka-i muhita: her tarafı kuşatan sınırsız sıfatlar, vasıflar, nitelikler | sıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, mukaddes özellikleri, nitelikleri |
tasarrufat: faaliyetler, uygulamalar | tasdik etmek: doğruluğunu kabul etmek |
vahid-i kıyasî: ölçü birimi | vech: yüz, yön |
vücud: varlık | âfakî: dış dünyaya ait |
âlem: dünya, evren | şer: kötülük |
şuur: bilinç, anlayış, idrak | şümul: kapsamlılık, kuşatıcılık |