Vatan-ı asla eriş

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Vatan-ı asla eriş


Yalnız cana,
Kendi özünüzde de nice âyetler var; hâlâ görmeyecek misiniz? [Zâriyât, 21]

Nere baksa gözümüz vech-i dilârâda kalır
Kande olsak arzumuz sâki-i sahbâda kalır
Ey garip halini bil var vatan-ı asla eriş
Bu serâba güvenen teşne bu sahrada kalır
Er geç bir gün bu cemiyyet-i âlem dağılır
Yâr ile sürdüceğin dem içtiğin bâde kalır


Aşkı bülbül gibi beyân edelim
Hâlimiz gül gibi ayân edelim


“Dünyada kendimi cennete sansam” diye başladığımız bir kutlu seferden döndük erenlerim, Arafat vadisinden, Aşk meydanından geçip geldik huzurlarınıza, o demden ayrı düşmenin tatlı hüznüyle, bir Cuma daha canları bir edene, dîlde dîlberi bir edene binler şükürler olsun efendim…

Vakfe vakti öyle âzim bir ilahi nur tecelli ediyor ki Arafat’a çıkınca, Cenab-ı Hak rahmetiyle birinci kat semaya tecelli eder ve meleklerine şöyle buyurur: Şu tozlara-toprağa bulanmış kullarıma bakın ey meleklerim! Ve şahidim olun ki, onların günahları göklerdeki damlaları yeryüzündeki mevcudat kadar bile olsa ben onları afv eyledim. Onlar evlerine annelerinden doğdukları gibi pırıl pırıl olarak döneceklerdir. [Müslim-Sahih, Hac-48]

Öyle ya Arafat ki Cenab-ı Mevlanın, davete icabet eden kullarına nazar edip meleklerine karşı iftihar vakti: Halbuki siz: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dediğim vakit “Â! Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahlûk mu yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” [Bakara, 30] demiştiniz.

O demden ayrı düşmenin sızısı bize garipler sema’ını hatırlatıyor…
Mevlevihanenin kapıları sırlanıp mumlar dinlendirildiğinde,
Asırlardır ziyaretçisi olmayan bir sema başlar meydan-ı şerifte,
Tıpkı vaktiyle Hz. Pir’in yaptığı gibi, eller niyaz vaziyetinde
Bütün bir beden, kainatın ahengiyle hem-aheng olup tevhid eyler
Dilsiz dudaksız: Allah, Allah, Allah… der

Bülbülleri hâr ağlatır, aşıkları yâr ağlatır…
Aah neyleyeyim şu gönlüme hasret kaldım sevdiğime;
Bülbülüm altın kafeste öter aheste aheste [263. mestmp3]


[Nev-Niyâz ve Dedesi]

- Hoş Safalar getirmişsiniz, haccınız mebrur ola
- Aslımızdan koparılıp geldik amma bir yanımız oralarda kaldı dedem

- Öyle ya bir gönle girdin ki erenlerim, bin kâbeden evlâdır. Kâbe’ye gitmek için ihrama büründün sen yani cümle esvaplarından soyundun, gönül kabesine teveccüh eden aşıklar ise iki cihandan soyunurlar, onların ihramı dünya ve ukba gamından uzak olmaktır.

- Ama Kâbe Hakkın rızası mahalli değil midir? Çünkü oraya Allah’ın rızası için gidilir.
- Gönül ise Rahman’ın müşâhade edildiği yerdir. Bir gönül, yerler ve göklerden, dünya ve kainattan, Kâbe-i âlîşân’dan daha yücedir. Ne mutlu o kimseye ki hakiki Arafat olan ârif-i billâhı bulur ve onda Hakk’ın cemâlini seyreyler.

Yürü “İnsanı en güzel şekilde yarattık” ayetini oku! Ey dost! En değerli inci cândır. İnsan gerçi beden olarak bir hamur teknesi boyundadır ancak en güzel şekil olan insan şekli, Arş’tan da üstündür, düşünceye de sığmaz. Hem gönül öyle bir varlıktır ki bu yedi gök gibi yedi yüz tanesini oraya koysan kaybolur gider. Bu paha biçilmez şeyin değerini söylesem, ben de yanarım duyan da yanar.
[Hz. Pir Mevlana]

- Sonra kitabın öyle bir yerini açtın ki [Bakara, 30] Orada, ilahi hikmetin melekte ve insanda tecellileri, orada bin alem saklı…
- Sedefi araladınız madem inciyi de çıkarasınız…

- İş Hazreti Pir Mevlana’nın buyurduğu gibidir: Her kim aslından uzak düşerse hasret kaldığı o visâli özleyici olur, asla dönmek için bir uygun yol, gün arar…

- Asıldan maksat nedir?
-
Âyan-ı sâbitesidir; Allah’ın isimlerinin türlü tecellileri, görünüşleridir… Küllî ve cüz’î oluşlardan her bir şey, Hakkın isimlerinden bir veya birkaçına mazhardır. Nasıl ki melekler selbî isimlerin mazharıdır ve Cenab-ı Hakkı: “Nahnu nusebbihu bihamdike…” [Bakara, 30] diye tesbih ederler. Şeytan da Mudill, Mutekebbir isimlerinin mazharıdır. Cenab-ı Hakka: “Febi izztike…” [Sad, 82] diye yemin ettikleri için haklarında “Ben Adem’e secde edin deyince baş çektiler ve kibrettiler…” [Bakara, 34] ayeti nazil oldu.

Bu babdan anlatılır: Resûlullah Efendimiz şeytanı görüp nereye gittiğini sordu. Şeytan, birisini dalâlete düşürmeye, yoldan çıkarmaya gidiyorum, dedi. Bunun üzerine Efendimiz: Ben Allah’ın emir ve hükümlerini tebliğ için gönderildim. Fakat bende hidâyetten bir şey yoktur. Şeytan da dalâlete düşürücü, günah işletici olarak halkoldu; fakat onda da dalâletten bir şey yoktur, buyurdular.


- Cenab-ı Hak Hz. Adem’e bütün esmayı öğretti ve onları meydana çıkar dedi. Melekler ise ancak bir iki ismin mazharı idiler. Hz. Adem deki bu zenginliği görünce hayrette kaldılar ve “Ya Rabbi, senin öğrettiğin kadarını bilebiliriz” [Bakara, 32] diye acziyetlerini ortaya koydular…İşte böyle insanın hakikatı bütün isimlere birden mazhar olmuştur. Bunun için kâh Mudill kâh Hâdî kâh Selâm … isimleriyle tecelli eder. Her mevcut, mazhar olduğu isme tabi ve onun hükmüne mahkumdur. O isim ona der ki: Hele birkaç gün istediğin yere git… Dönüp dolaşacağın yer gene benim!

- Madem, insan kopup geldiği makam itibariyle -ki siz buna “ayan-ı sabite” buyurdunuz- bir ismin mazharıdır, onun o isme ulaşabilmesi, aslına kavuşması mıdır?

- Eyvallah… Aslını bulmak demek bir kimsenin zuhur ettiği mertebeye kavuşabilmesi demektir.

- Buna ermek ya nice mümkündür?
- Geçici olan bilcümle alakalardan uzaklaşıp ilimde hakikat mertebesine ulaşmak gerek… Buna ermek ancak “yakîn” ile yani gönül bilgisi ile olur. İnsan, kesret gecesinin karanlığının sonu ve vahdet günü nurunun başlangıcı olması dolayısıyla garip bir noktadadır.

- Af buyrun burasını pek anlayamadık?
- İnsaniyet mertebesini bulmadan evvelki maddi sıfatlar, nebatî ve hayvanî mertebeler dahi hep gecenin karanlığı demektir. Ancak “Hazreti insan”a erişince vahdet gününün nuru ışıldamaya başlar. İşte o vakit insan aslına vuslat için kabiliyet kazanır.

- Hangi yoldan gitmeli?
- Aslına erişmek iki seyirle olur bunun biri “ıztırârî” yani elinde olmayan, diğeri “ihtiyârî” yani arzusuyla yaptığı seyirdir. Iztırâri seyirde mesela “Hâdî” isminin tesiriyle nefsinin icapları üzere ölüm gelecek ve kendini kendinden alacak olursa hakikati göremez. Yalnız bu dünyada hayır ve şerden ne işlediyse onu bulur, ona kavuşur, aslına kavuşamaz. Aslına vusûle kâbiliyet mertebesi olan “insan vücudunu” giymişken burada o insanlığa yakışmayan tutumundan dolayı ıztırârî mevt gelip de ölünce aslına kavuşamaz.

- Bir de “ikinci seyri” seyretsek?
- Bu ihtiyârî olanıdır. Cenab-ı Hak ezelden o kimsenin kalbine muhabbet meylini vermiş olduğundan aslını arama şevkini tattırmakla: “Ben bir gizli hazineydim, istedim ki bilineyim” sırrı zahir olarak o kimsede “aslını aramak iştiyakı” uyanıyor ve arayıcı oluyor.

- Arayan neyi bulmaz, yeter ki “neyi kaybettiğini” hatırlasın, dünya ile avunmasın…
- Mevlasını da bulur, belasını da… Cenab-ı Hak’ta bu arayıcı kuluna mürşid suretinde tecelli ederek onu madde, nebat ve hayvan mertebesinden geçirir. İçini arıtıp temizletir. Bu suretle dünyada iken aslı ile aşinalık eder. Bulacağını bulur, göreceğini görür. Yani kendi arzusuyla ölerek nefsinin esaretinden kurtulup Hakk’ın esrârı, mahremi, yârı olur ve doğrudan doğruya aslını bulur.

Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz… [Bakara, 156]

- Aah erenlerim, dünyada iki büyük âmil vardır: Biri mârifet biri aşktır. Aşka mazhar olmayan bir insan yeryüzünde daimi surette vücudu zindanında mahpus kalmaya mahkumdur.
- Bir niyaz vardı eski zaman tekkelerinde asılı duran: İlahî ente maksudî ve rizake matlubî; âtini muhabbetike ve marifetike… Ya Rabbi maksudum sensin senin hoşnutluğunu taleb ederim, bize aşkını ve marifeti ikram eyle mealinde…


ilahi_ente_maksudi.jpg



Ârife eşyâda esmâ görünür,
Cümle esmâda müsemmâ görünür,
Bu Niyâzi’den de Mevlâ görünür,
Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul,
Kande baksan ol güzel Allâhı gör.


…Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (zatı) oradadır…
[Bakara, 115]






- Eyvallah, işte böylece aslını bulmak, bir kamil rehber bulmakla olur. Onu burada hayatta iken bulursan maksat hasıl olur, veyahut bulmak ve aramak yolunda o şevk ve o taleple ölürsen orada da bulursun inşallah.

Ya Rabbi, Ademzede olan bizler için babamızın ilim mirâsına konup onun halifeliğini icra edenlerden, aynı suretle esma-i ilahiyeye varis olanlarda eyle, Zaten bizleri “insan” suretinde yaratmışsın meded ü inayet eyleyiver de alem sahnesinde “insan-lık” yapalım.

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,
Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,
ömür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,
zahir ve batınlarımız hayrola,

Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,
Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .


Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle


Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin
Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da
huzur bulasınız efendim



BİR ÜMİT .


alıntı
 
Üst