Cevap: Yirmi Sekizinci Lem'a - Sayfa 419
<META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>
Üçüncü Nükte
(Sadâkatte namdar, safvet-i kalbde mümtaz Süleyman Rüştü ile bir muhâvere-i lâtife münasebetiyle)
Büyük bir âyetin küçük bir nüktesidir.
Şöyle ki: Güz mevsiminde, sineklerin terhisat zamanına yakın bir vakitte, hodgâm insanlar, cüz’î tâcizleri için sinekleri itlâf etmek üzere hapishanedeki odamızda bir ilâç istimâl ettiler. Benim fazla rikkatime dokunmuştu. Odamda çamaşır ipi vardı. Bilâhare, o insanların inadına, sinekler daha ziyade çoğaldılar. Akşam vaktinde, o küçücük kuşlar, o ip üstünde gayet muntazam diziliyorlardı. Çamaşırları sermek için Rüştü’ye dedim: “Bu küçücük kuşlara ilişme; başka yere ser.” O da, kemâl-i ciddiyetle, dedi ki: “Bu ip bize lâzımdır; sinekler başka yerde kendilerine yer bulsun.”
Her ne ise... Bu lâtife münâsebetiyle, seher vaktinde, sinek ve karınca gibi kesretli küçük hayvanlardan bahis açıldı. Ona dedim ki:Böyle nüshaları çoğalan nevilerin ehemmiyetli vazifeleri ve kıymetleri vardır. Evet, bir kitap, kıymeti nisbetinde nüshaları teksir edilir. Demek, sinek cinsi de ehemmiyetli vazifesi ve büyük kıymeti var ki, Fâtır-ı Hakîm, o küçücük kaderî mektupları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok teksir etmiş. Evet, Kur’ân-ı Hakîmin
يَآ اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ اِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئًا لاَ يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ 1
[NOT]Dipnot-1 “Ey insanlar, size bir misal getirildi. Şimdi onu dinleyin: Sizin Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın hepsi bir araya gelse de, aslâ bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan birşey kapacak olsa, onu da geri alamazlar. İsteyen de âciz, istenen de...” Hac Sûresi, 22:73.[/NOT]
Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve benzersiz olarak yoktan yaratan Allah | Süleyman Rüştü/Rüştü: (bk. bilgiler – Süleyman Rüştü Çakın) |
bilâhare: daha sonra | cüz’î: küçük |
derc edilen: yerleştirilen | güz: sonbahar |
hodgâm: bencil | istimâl etmek: kullanmak |
itlâf etmek: telef etmek, öldürmek | kaderî: kaderle belirlenmiş |
kemâl-i ciddiyetle: çok ciddî olarak | kesretli: çok sayıda |
kudret: güç, iktidar | lâtife: şaka, nükte, espri |
mecmua: yazılı metinlerin bir araya getirilmesiyle oluşan eser | muhâvere-i lâtife: karşılıklı olarak yapılan güzel ve nükteli bir sohbet |
mümtaz: seçkin, üstün | namdar: namlı, şan ve şöhret sahibi |
nevi: çeşit, tür | neşredilmek: yayınlanmak |
nisbetinde: oranında | nükte: ince ve derin anlamlı söz |
nüsha: kopya, birbirinin aynısı olan | rikkat: acıma, yufka yüreklilik |
safvet-i kalb: kalp temizliği | seher vakti: tan yerinin ağarmaya başladığı zaman |
teksir etmek: çoğaltmak | terhisat: görevin sona ermesi |
tâciz: rahatsızlık verme | âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle |
<TBODY>
</TBODY>