Cevap: Yirmi Sekizinci Lem'a - Sayfa 426
<META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>bir mâden değildir. Belki Hâlık-ı Kâinatın tarafından rahmet hazinesinde ve kâinatın büyük tezgâhından ihzâr edilmiş bir nimet olarak, “Rabbü’s-Semâvâti ve’l-Arz” ünvân-ı haşmetiyle de küre-i arz sekenesinin hâcâtına medâr olmak için demiri inzâl etmiş, indirmiş diye, demirdeki umûmî menfaati ifade için, güya demirin gökten gelen rahmet, hararet ve ziyâ gibi öyle şümullü faydaları var ki, kâinat tezgâhından gönderiliyor, küre-i arzın dar anbarından değil. Belki kâinat sarayındaki büyük hazine-i rahmetten ihzâr edilerek gönderilip, küre-i arzın anbarında yerleştirilmiş; o anbardan asırların ihtiyâcına nisbeten parça parça ihraç ediliyor.
Kur’ân-ı Azîmüşşân, bu küçük anbardaki parça parça çıkarılan demiri, yalnız “sarf etmek” mânâsını ifade etmek istemiyor. Belki Hazine-i Kübrâdan o nimet‑i azîmeyi küre-i arz ile beraber indirdiğini ifade etmek için; yani, bu küre-i arz hânesine en lâzım şey demirdir ki, Hâlık-ı Zülcelâl, güya küre-i arzı güneşten ayırıp insanlar için indirdiği zaman, demiri de beraber inzâl etmiş ve ekser ihtiyâc-ı beşer onunla temin edilmiştir. Kur’ân-ı Hakîm, “Bu demirle işlerinizi görünüz ve onu çıkarmaya çalışarak istifade ediniz” diye, mûcizâne ferman ediyor.
Bu âyette hem def-i a’dâya, hem celb-i menâfie medâr iki nimet beyan ediyor. Nüzûl-u Kur’ân’dan evvel demirle ehemmiyetli menâfi-i beşeriye temin edildiği görülmüş. Fakat istikbalde demirin gayet hârika ve muhayyirü’l-ukùl bir surette, denizde, havada ve karada gezerek küre-i arzı musahhar edip, mevt-âlûd bir hârika kuvveti gösterdiğini ifade için, 1 فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ kelimesiyle, ihbâr-ı gaybî nev’inden bir lem’a-i i’câz gösteriyor.


[NOT]Dipnot-1 “Onda kuvvet ve şiddet vardır.” Hadid Sûresi, 57:25.[/NOT]
Hazine-i Kübrâ: Allah’ın sonsuz nimetlerinin bulunduğu hazine | Hâlık-ı Kâinat: evreni ve bütün varlıkları yaratan Allah |
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve görkem sahibi, her şeyin yaratıcısı olan Allah | Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân |
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân | Rabbü’s-Semâvâti ve’l-Arz: göklerin ve yerin Rabbi |
asır: yüzyıl | beyan etmek: açıklamak |
celb-i menâfi: faydalı şeylerin çekilmesi | def-i a’dâ: düşmanların uzaklaştırılması |
ekser: pek çok | evvel: önce |
ferman etmek: buyurmak | fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen |
hararet: ısı, sıcaklık | hazine-i rahmet: Allah’ın sonsuz rahmet hazinesi |
ihbâr-ı gaybî: gaybla ilgili haber; önceden haber verme | ihraç etmek: bir mâdeni yer altından çıkarmak |
ihtiyac-ı beşer: insanın ihtiyacı | ihzar edilmek: hazırlanmak |
inzal etmek: indirmek | istikbal: gelecek |
kâinat: evren | küre-i arz: yerküre, dünya |
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı | medâr: kaynak, sebep |
menfaat: yarar, fayda | menâfi-i beşeriye: insanlığın yararına olan şeyler |
mevt-âlûd: ölümle karışık | mucizâne: mucizeli bir şekilde |
muhayyirü’l-ukùl: akıllara şaşkınlık veren | musahhar etmek: boyun eğdirmek, bir şeyin emrine vermek |
nev’inden: türünden | nimet: Allah’ın rızık olarak verdiği, ihtiyaç duyulan herşey |
nimet-i azîme: çok büyük ve değerli nimet | nisbeten: bağlantılı olarak |
nüzûl-u Kur’ân: Kur’ân’ın indirilmesi | rahmet: İlâhî şefkat, merhamet |
sarf etmek: harcamak, kullanmak | sekene: bir yerde ikâmet edenler, sakinler |
surette: şekilde | tezgâh: üretim yeri |
umûmî: genel | ziyâ: ışık, parlaklık |
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle | ünvân-ı haşmet: görkem ve heybetli oluşu ifade eden isim |
şümullü: kapsamlı |
|
<TBODY>
</TBODY>