Konuya cevap cer

Cevap: Yirmi Sekizinci Lem'a - Sayfa 428


Altıncı Nükte



قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبِّى لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّى وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا 1



Şu âyet-i azîme çok büyük ve çok âlî ve çok geniş bir denizdir. Onun cevherlerini beyan etmek için koca bir cilt kitap yazmak lâzım gelir. Onun o kıymettar cevâhirini başka zamana tâliken, şimdilik yalnız birkaç gün evvel tahattur-u hakàik noktasında, benim için ehemmiyetli bir zaman olan namaz tesbihâtında, uzaktan uzağa fikrin nazarına ilişen bir nüktenin şuâı göründü. O zamanda kaydedemedik; gittikçe tebâud ediyordu. Bütün bütün kaybolmadan evvel o nüktenin bir cilvesini avlamak için, etrafında dâirevâri birkaç kelime söyleyeceğiz.



BİRİNCİ KELİME: Kelâm-ı Ezelî, ilim, kudret gibi bir sıfat-ı İlâhiye olduğu cihetle, gayr-ı mütenâhidir. Nihâyetsiz olan birşeye denizler mürekkep olsa, elbette bitiremez.


İKİNCİ KELİME:Bir zâtın vücudunu ihsâs eden en zâhir, en kuvvetli eser, tekellümüdür. Bir zâtın kelâmını işitmek, bin delil kadar vücudunu, belki şuhud derecesinde, ispat ettiği nokta-i nazarda, bu âyet-i kerîme mânâ-yı işârîsiyle diyor ki: “Rabb-i Zülcelâlin vücudunu gösteren kelâm-ı İlâhînin adedini, denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa, yazsalar, bitiremezler. Yani, bir zâtın böyle bir kelâmı, vücuduna şuhud derecesinde delâlet ettiğine bedel; Zât-ı Ehad-i Samede, kelâmın mütekellime delâleti ve ihsâsı gibi had ve hesâba gelmeyen hadsizdir ki, umum denizlerin suyu mürekkep olsa, yazmasına kifâyet etmez” demektir.




[NOT]Dipnot-1 “De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, hattâ bir o kadarını daha getirip ilâve etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi.” Kehf Sûresi, 18:109.

[/NOT] 


 
 
 
 
 Rabb-i Zülcelâl
: sonsuz heybet ve yücelik sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah 


 
 
 
 
 Zât-ı Ehad-i Samed
: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, bir ve benzersiz olup ortağı olmayan Zât, Allah 

bedel: karşılık
beyan etmek: açıklamak 
cevher: öz, temel
cevâhir: cevherler, özler
cihet: yön, şekil
cilve: görünme, yansıma 
delâlet etmek: delil olmak, işaret etme 
dâirevâri: daire şeklinde
ehemmiyetli: değerli, önemli
evvel: önce 
gayr-ı mütenâhi: sınırsız, sonsuz
had ve hesaba gelmemek: sınırsız ve sayısız olmak
hadsiz: sınırsız, sayısız
ihsas eden: hissettiren, belli eden
ihsâs: hissettirme, belirtme
kelâm: ifade, söz 
kelâm-ı Ezelî: başlangıcı ve sonu olmayan Allah’ın konuşması, sözleri 
kelâm-ı İlâhî: Allah’ın kelâmı, sözü 
kifâyet etme: yeterli olma
kudret: güç, iktidar 
kıymettar: değerli 
lâzım gelmek: gerekli olmak
mânâ-yı işârî: işaret ile bildirilen mânâ 
mütekellim: konuşan 
namaz tesbihatı: namazın ardından Allah’ı çeşitli sıfatlarıyla anma 
nazar: göz, bakış 
nihâyetsiz: sonsuz
nokta-i nazar: bakış açısı 
nükte: ince ve derin anlamlı söz
sıfat-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatına ait özellik 
tahattur-u hakàik: hakikatleri hatırlamak 
tebâud etmek: uzaklaşmak
tekellüm: konuşma 
tâliken: geciktirerek, erteleyerek
umum: bütün
vücud: varlık 
zâhir: açık, âşikar 
âlî: yüce
âyet-i azîme: büyük ve yüce âyet 
şuhud: görme, şahid olma 
şuâ: ışın, güçlü ışık


<TBODY>
</TBODY>




Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst