Cevap: Yirmi Sekizinci Lem'a - Sayfa 430
kuvvetiyle, zerrât-ı havâiye o hurûfâta âhize ve nâkıle oldukları gibi, elbette bu kudsî hurûfât-ı Kur’âniyeye birer âyine, birer lisan, birer ibre ucu, birer kulak hükmüne geçtiğine remzen, Kur’ân-ı Hakîmin hurûfâtının ne derece ehemmiyetli, kıymetli, hâsiyetli, hayattar olduğuna işareten, âyet mânâ-yı işârîsiyle diyor ki: “Kelâmullah olan Kur’ân o kadar hayattar ve kıymettardır ki, onu dinleyen, işiten kulakların adedi ve o kulaklara giren o kudsî kelimelerin sayısını, bütün denizler mürekkep ve melâike kâtip ve zerreler noktalar ve nebatlar ve kıllar kalemler olsa, bitiremezler.”
Evet, bitiremezler. Çünkü Cenâb-ı Hak beşerin zayıf, ruhsuz kelâmının adedini havada milyonlar kadar teksir etse, elbette arz ve semâvâtın Pâdişâh-ı Bîmisâlinin arz ve semâvâta bakan ve arz ve semâvâtta umum zîşuurlara hitâb eden kelâmının herbir kelimesi zerrât-ı havâiye adedince kelimeler olur.
BEŞİNCİ KELİME: İki Harftir.
Birinci Harf: Nasıl ki sıfat-ı Kelâmın kelimeleri var. Öyle de, Kudretin de mücessem kelimeleri var; İlmin de hikmetli kaderî kelimeleri var ki, bütün mevcudattır. Hususen zîhayatlar, hususen küçük mahlûklar, herbiri birer kelime-i Rabbâniyedir ki Mütekellim-i Ezelîye, kelâmdan daha kuvvetli bir surette işaret eder. Ve onların adedini, denizler mürekkep olsa bitiremezler, demek olduğu mânâsına dahi şu âyet-i kerîme remzen bakıyor.
İkinci Harf: Bütün melâikelere ve insanlara, hattâ hayvanlara gelen umum ilhamlar, bir nevi kelâm-ı İlâhîdir. Bu kelâmın kelimâtı elbette gayr-ı mütenâhidir. Saltanat-ı Mutlakanın nihâyetsiz cünûdunun mütemâdiyen aldıkları ilhâm ve o emr-i İlâhiyenin kelimâtı ne derece çok ve nihâyetsiz olduğunu âyet bize haber veriyor demektir.
وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ 1 لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ 2
[NOT]Dipnot-1 “Gerçek ilim Allah katındadır.” Mülk Sûresi, 67:26.
Dipnot-2 “Gaybı yalnız Allah bilir.” Neml Sûresi, 27:65; Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân: 7; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân: 21.[/NOT]
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah | Kudret: Allah’ın bütün âlemleri kuşatan güç ve iktidarı |
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân | Mütekellim-i Ezelî: konuşma sıfatının başlangıcı ve sonu olmayan Allah |
Pâdişâh-ı Bîmisâl: Benzersiz Pâdişah, Allah | Saltanat-ı Mutlaka: Allah’ın bütün varlık âlemi üzerindeki sınırsız hâkimiyeti |
arz: yer | beşer: insan |
cünûd: askerler | ehemmiyetli: değerli, önemli |
gayr-ı mütenâhi: sınırsız, sonsuz | hayattar: canlı |
hikmetli: faydalı, gayeli | hitap eden: konuşan |
hurufât-ı Kur’âniye: Kur’ân harfleri | hurûfât: harfler |
hâsiyetli: üstün özellikli | ilham: Allah tarafından canlı varlıkların kalbine gönderilen mânâ |
kaderî: kaderle ilgili | kelime-i Rabbâniye: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın kelimesi, sözü |
kelimât: kelimeler, sözler | kelâm: ifade, söz |
kelâm-ı İlâhî: Allah’a ait söz, konuşma | kelâmullah: Allah’ın kelâmı, sözü |
kudsî: kutsal, her türlü kusur ve noksandan uzak | kâtip: yazıcı |
kıymettar: değerli | mahlûk: varlık |
melâike: melekler | mevcudat: varlıklar |
mânâ-yı işârî: işaret yoluyla kastedilen mânâ | mücessem: cisimleşmiş |
mütemadiyen: sürekli olarak | nebat: bitki |
nevi: çeşit | nihâyetsiz: sonsuz |
nâkile: taşıyıcı | remzen: işareten |
suret: şekil | sıfat-ı Kelâm: Allah’ın hiçbir vasıtaya ihtiyaç duymaksızın sahip olduğu konuşma sıfatı |
teksir etmek: çoğaltmak | umum: bütün |
zerrât-ı havâiye: hava zerreleri, atomları | zîhayat: canlı |
zîşuur: şuur, bilinç sahibi | âhize: alıcı |
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle | âyet-i kerîme: Kur’ân-ı Kerim’de yer alan her bir cümle |
âyine: ayna |
|
<TBODY>
</TBODY>