Cevap: Yirmi Sekizinci Lem'a - Sayfa 439
On Birinci Nükte
Bir düstur
Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur’un dâiresi hâricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa, Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren mânevî güneşe bedel bir lâmbayı bulur, belki güneşi kaybeder.
Hem Risale-i Nur’un dâiresindeki hâlis, pek kuvvetli ve her ferdine çok ruhları kazandıran ve Sahâbenin sırr-ı verâset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkârânesini gösteren “meşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvvet” ise, hâriç dâirelerde o pedere ve o mürşide üç cihetle zarar vermek suretiyle, bir pederi aramaya ihtiyaç bırakmaz; birtek peder yerine, pek çok ağabeyi buldurur. Elbette büyük kardeşlerin müteaddit şefkatleri, bir pederin şefkatini hiçe indirir.
Dâireye girmeden evvel bulduğu şeyhi, her fert o şeyhini, mürşidini, dâirede dahi muhâfaza edebilir. Fakat şeyhi olmayan, dâireye girdikten sonra, ancak dâire içinde mürşid arayabilir. Hem Risaletü’n-Nur’un velâyet-i kübrâ olan sırr‑ı verâset-i Nübüvvet feyzini veren ders-i hakâik dâiresindeki ilm-i hakikat dahi dâire hâricindeki tarikatlere ihtiyaç bırakmaz. Meğer tarikati yanlış anlayıp, güzel rüyalar, hayaller, nur ve zevklere müptelâ ve âhiret faziletinden ayrı olan dünyevî ve hevesî zevkleri arzulayan ve merciiyet makamını isteyen nefisperestler ola...
Bu dünya dârü’l-hizmettir; külfet ve meşakkat ile ücret ölçülür—dârü’l-mükâfat değil. Onun içindir ki, ehl-i hakikat keşif ve kerâmetlerdeki ezvâk ve envâra ehemmiyet vermiyorlar. Belki bazan kaçıyorlar, setrini istiyorlar.
Hem Risale-i Nur’un dâiresi çok geniştir; şâkirtleri pek çoktur. Hârice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez, belki daha içine almaz. Her insanda bir kalp var. Bir kalp ise, hem dâirede, hem hâriçte olamaz.
Hem hâriçteki irşâda hevesli zâtlar, Risale-i Nur’un şâkirtleriyle meşgul olmamalı.
Risaletü’n-Nur: Risale-i Nur’un diğer bir adı | Sahâbe: Hz. Peygamberi (a.s.m.) gören ve onun yolundan giden Müslümanlar |
bedel: karşılık | cihet: yön |
ders-i hakâik: hakikatlere ulaştırma dersi | dârü’l-hizmet: hizmet alanı |
dârü’l-mükâfat: ödüllendirme yeri | dünyevî: dünya ile ilgili |
düstur: kural | ehemmiyet: değer, önem |
ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimseler | envâr: nurlar |
ezvâk: zevkler, lezzetler | fazilet: üstün değer |
ferd: kişi, birey | feyiz: mânevî bereket, bolluk |
hevesî: zevk ve hevesten kaynaklanan | hâlis: içten, ihlâslı |
hâriç: dış | ilm-i hakikat: hakikat ilmi, bilgisi |
irşad: doğru yolu gösterme, uyarma | kerâmet: ihsan; Allah’ın sevdiği kullarına ikram olarak verdiği olağanüstü hal ve özellik |
keşif: mânevî alemlerdeki gizli olan hakikatleri açığa çıkarma | külfet: güçlük, zorluk |
makam: derece | merciiyet: müracaat yeri olma |
meslek-i uhuvvet: kardeşlik mesleği | meşakkat: güçlük, zorluk |
meşreb-i hıllet: yakın dostluğu öngören hareket tarzı | meşreb-i uhuvvetkârâne: kardeşliği öngören hareket tarzı |
muhâfaza etmek: korumak, saklamak | müptelâ: bağımlı, düşkün |
mürşid: irşad eden, doğru yolu gösteren | müteaddit: çeşitli, birçok |
nefisperest: nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan | peder: baba |
setretme: örtme, gizleme | suret: şekil, yön |
sırr-ı verâset-i Nübüvvet: Peygamber varisliğinin sırrı | tarikat: İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol |
velâyet-i kübrâ: en büyük velilik | âhiret: öteki dünya, ölümden sonraki ebedî hayat |
şeyh: bir tarikatta en üst konuma ulaşmış kimse; bir tekkede ders veren ve müritleri bulunan kimse | şâkirt: talebe, öğrenci |
<TBODY>
</TBODY>