Kuleönlü Ali: (bk. bilgiler – Küçük Ali) | Lütfi: (bk. bilgiler – Abdullah Lütfi Özerdem) |
Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî) | aziz: çok değerli, izzetli |
beyan etmek: açıklamak, izah et¬mek | ehemmiyetli: değerli, kıymetli |
ehl-i ilim: ilim ehli olanlar, âlimler | ehl-i takvâ: takvâ sahipleri; Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler |
emniyet: güven | emâre: belirti, işaret |
entrika: dalavere, dolap çevirme | faide: fayda, yarar |
feyiz: ilham, irfân, bereket | gücenme: darılma |
hariç: bir şeyin dışında olan | hemşehri: aynı şehirli olan |
heves: gelip geçici arzu ve istek | huruf: harfler |
hâlis: saf, samimi | hükûmet: idare, yönetim |
intişar: yayılma | ittiham: suçlama, suçlu duruma düşürme |
kanaat etmek: yetinmek | makam: konum, derece |
malûm: bilinen, belli | medar: sebep |
menfaat: çıkar, kişisel yarar | merdâne: mertçe |
meşreb-i nurânî-i peygamberî: peygamberin nurlu yolu | musibetzede: belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimse |
müdafaa: savunma | müdafaat: savunmalar |
müteaddit: bir çok, çeşitli | nazar-ı dikkati celb: dikkat çekme |
nazar-ı millet: milletin bakışı, düşüncesi | rüfeka: refikler, arkadaşlar |
rıza: memnuniyet | seciye-i âliye-i Sahabe: Sahabelerin yüksek karakteri |
takdirkârâne: takdir edercesine | takviye etmek: güçlendirmek, desteklemek |
talebe: öğrenci | tarikat: İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol |
tebrie: beraat ettirme | tecessüs eden: casusluk yapan, gizlice araştıran |
tekerrür etme: tekrarlanma | tenkidkârane: eleştiri şeklinde |
vasıta: aracı | veli: Allah dostu |
âli: yüksek | şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen mânevî şahıs |