Cevap: Yirmi Sekizinci Lem'a - Sayfa 444
Böyle pek büyük bir nimete karşı, şükür ve sürur ve sevinçle mukabele etmek gerektir. Bundan sonraki hayatımız bize ait olamaz; çünkü müfsidlerin plânlarına göre, yüzde yüz mahv idik. Demek bundan sonraki hayatı kendimize değil, belki hak ve hakikate vakfetmeliyiz. Şekvâ değil, şükrettirecek rahmetin izini, yüzünü, özünü görmeye çalışmalıyız.


On Altıncı Nükte
Kardeşlerimden ricâ ederim ki:
Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve “Haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.


On Yedinci Nükte
Kardeşlerim,
Maatteessüf başımıza gelen şefkat tokatını, iki üç gündür, kat’i bir kanaatla anladım. Hattâ, ehl-i isyan hakkında gelen bir âyetin çok işarâtından bir işareti bize bakıyor gibi hissettim. O da şudur: 1 فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ...اَخَذْنَاهُمْ yâni: “Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihatı unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musîbet altına aldık.”
Evet, en âhirde sırr-ı ihlâsa dâir bir risâle bize yazdırıldı. Elhak, gayet âlî ve nurânî bir düstur-u uhuvvet idi. Ve on binler kuvvetle ancak mukabele edilir hâdiselere, musîbetlere karşı, o sırr-ı ihlâs ile on adamla mukavemet ettirebilir bir düstür-u kudsî idi. Fakat, maatteessüf başta ben, biz o ihtâr-ı mânevî ile amel edemedik. Bu âyetin mânâ-yı işârisiyle: اَخَذْنَاهُمْ cifrî tarihiyle bin üç yüz elli
[NOT]Dipnot-1 En’âm Sûresi, 6:44.[/NOT]
amel etmek: uygulamak, yerine getirmek | cifrî: (bk. bilgiler – cifir ilmi) |
desise: hile, aldatma | düstur-u kudsî: kutsal prensip |
düstur-u uhuvvet: kardeşlik kuralı | ehl-i isyan: Allah’a karşı isyan eden kimseler |
elhak: gerçekten | hak ve hakikat: doğru ve gerçek |
haysiyet: itibar, saygınlık | ihtar etmek: hatırlatmak |
ihtâr-ı mânevî: mânevî yönden gelen uyarı | işarât: belirtiler |
kanaat: görüş, fikir | kat’i: şüphesiz, kesin |
maatteessüf: ne yazık ki | mabeyninde: arasında |
mahv: yok olma | muhabbet: sevgi |
mukabele etmek: karşılık vermek | mukavemet: dayanma, karşı koyma |
musîbet: belâ, felaket | mânâ-yı işâri: işaretlerle ifade edilen mânâ |
müfsit: bozguncu | nefis: insanı daima kötülüğe, haram olan zevk ve isteklere sevk eden duygu |
nimet: iyilik, lütuf, ihsan | nurânî: nurlu, ışıklı |
nükte: ince ve derin anlamlı söz | rahmet: ihsan, bağış |
rica etmek: ummak, ümit etmek | risâle: küçük çaplı kitap |
sudur eden: ortaya çıkan | sürur: mutluluk, sevinç |
sırr-ı ihlâs: ihlâs sırrı | vakfetmek: bağışlamak |
âhir: son | âlî: yüce |
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle | şekvâ: şikayet |
şuursuz: bilinçsiz | şükür: teşekkür etme, Allah’a karşı minnet duyma |
<TBODY>
</TBODY>