Cevap: Yirmi Sekizinci Lem'a - Sayfa 459
Hem, meselâ, hırs ve israfta öyle bir cezâ var ki, şekvâlı, meraklı, mânevî ve kalbî bir cezâ insanı sersem eder. Ve haset ve kıskançlıkta öyle bir muaccel cezâ var ki, o haset, haset edeni yakar. Hem tevekkül ve kanaatte öyle bir mükâfat var ki, o lezzetli muaccel sevap, fakr ve hâcâtın belâsını ve elemini izâle eder.
Hem, meselâ, gurur ve kibirde öyle bir ağır bir yük var ki, mağrur adam herkesten hürmet ister; ve istemek sebebiyle istiskal gördüğünden, dâimâ azap çeker. Evet, hürmet verilir, istenilmez. Hem, meselâ, tevâzuda ve terk-i enâniyette öyle lezzetli bir mükâfat var ki, ağır bir yükten ve kendini soğuk beğendirmekten kurtarır.
Hem, meselâ, sûizan ve sû-i te’vilde, bu dünyada muaccel bir cezâ var. “Men dakka dukka” kaidesiyle, sûizan eden, sûizanna mâruz olur. Mü’min kardeşinin harekâtını sû-i te’vil edenlerin harekâtı, yakın bir zamanda sû-i te’vile uğrar, cezâsını çeker.
Ve hâkezâ, bütün ahlâk-ı hasene ve seyyie bu mikyâsa göre ölçülmeli. Ben rahmet-i İlâhiyeden ümid ederim ki, Risale-i Nur’dan bu zamanda tezâhür eden mânevî i’câz-ı Kur’ânîyi zevk eden zâtlar, bu mânevî ezvâkı hissederler; sû-i ahlâka müptelâ olmayacaklar, inşaallah.
İKİNCİ NÜKTE

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَ اْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ مَاۤ اُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَاۤ اُرِيدُ اَنْ يُطْعِمُونِ اِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ 1
[NOT]Dipnot-1 “Cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum; Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” Zâriyât Sûresi, 51:56-58.[/NOT]
ahlâk-ı hasene: güzel ahlâk | ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk |
azap çekmek: acı, sıkıntı çekmek | belâ: büyük sıkıntı |
elem: acı, keder | ezvâk: zevkler, lezzetler |
fakr: fakirlik, muhtaçlık | harekât: hareketler |
haset: kıskançlık | hâcât: ihtiyaçlar |
hâkezâ: bunun gibi | hürmet: saygı |
inşaallah: Allah izin verirse | israf: savurganlık |
istiskal: soğuk muameleyle karşılaşma | izâle etmek: gidermek, ortadan kaldırmak |
i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cize oluşu | kaide: kural |
kalbî: kalbe ait | kibir: büyüklenme |
mağrur: gururlu, kendini beğenmiş | men dakka duka: “Çalma kapıyı, çalarlar kapını” anlamında Arapça bir söz |
mikyâs: ölçü | muaccel: peşin, hemen verilen |
mânevî: mânâya ait, maddî olmayan | mâruz olmak: yüz yüze gelmek |
müptelâ: bağımlı | mü’min: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanan |
nükte: derin ve ince anlamlı söz | rahmet-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti |
sû-i ahlâk: kötü ahlâk | sû-i te’vil: kötü yorumlama |
sûizan: kötü düşünce | terk-i enâniyet: bencilliği terk etmek |
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme | tevâzu: alçak gönüllü olma |
tezâhür eden: ortaya çıkan, görünen | zevk eden: tadan |
şekvâ: şikayet, yakınma |
|
<TBODY>
</TBODY>