Konuya cevap cer

Cevap: Yirmi Sekizinci Lem'a - Sayfa 460


Şu âyet-i kerimenin zâhir mânâsı çok tefsirlerin beyanına göre yüksek i’câz-ı Kur’âniyeyi göstermediğinden, çok zaman zihnime ilişiyordu. Kur’ân’ın feyzinden gelen gayet güzel ve yüksek mânâlarından üç veçhini icmâlen beyan edeceğiz.


BİRİNCİSİ: Cenâb-ı Hak, Resulüne ait olabilecek bazı halleri, Resulünü tekrim ve teşrif noktasında bazan kendine isnad eder. İşte, burada da, “Resulüm size vazife-i risalet ve tebliğ-i ubudiyet hizmetine mukabil, sizden bir ecir ve ücret ve mükâfat, bir it’âm istemez” mânâsında, “Ben sizi ibadet için halk etmişim, Bana rızık vermek ve it’âm etmek için değil” meâlindeki âyet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ait it’âm ve irzâkı murad etmek gerektir. Yoksa, gayet bedihî bir malûmu ilâm kabilinden olur, i’câz-ı Kur’ân’ın belâgatine uygun gelmez.


İKİNCİ VECİH: İnsan rızka çok müptelâ olduğu için, rızka çalışmak bahanesi, ubudiyete mâni tevehhüm edip kendine bir özür bulmamak için, âyet-i kerime diyor ki:


“Siz ubudiyet için halk olunmuşsunuz. Netice-i hilkatiniz ubudiyettir. Rızka çalışmak, emr-i İlâhî noktasında bir nevi ubudiyettir. Benim mahlûkatım ve rızıklarını deruhte ettiğim nefisleriniz ve iyâliniz ve hayvânâtınızın rızkını tedarik etmek, adeta Bana ait rızık ve it’âmı ihzar etmek için yaratılmamışsınız. Çünkü Rezzak Benim. Sizin müteallikatınız olan ibâdımın rızkını Ben veriyorum. Siz bunu bahane edip ubudiyeti terk etmeyiniz.”


Eğer bu mânâ olmazsa, Cenâb-ı Hakka rızık vermek ve it’âm etmek muhâliyeti bedihî ve malûm olduğundan, ilâm-ı malûm kabilinden olur. İlm-i belâgatte bir kaide-i mukarreredir ki, bir kelâmın mânâsı malûm ve bedihî ise, o mânâ murad değil, onun bir lâzımı, bir tâbii muraddır. Meselâ, sen birisine desen “Sen






 

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah 
Resul: Allah’ın elçisi; Hz. Muhammed (a.s.m.) Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) 
Rezzak: bütün varlıkların rızıklarını veren Allah bedihî: açık, aşikâr
belâgat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme beyan etmek: açıklamak 
deruhte etmek: üzerine almakecir: karşılık, bedel
emr-i İlâhî: Allah’ın emri feyz: ilham, bereket 
halk: yaratma, var etme hayvânât: hayvanlar 
ibâd: kullar icmâlen: kısaca 
ihzar etmek: hazırlamak ilm-i belâgat: belâgat ilmi 
ilâm: duyurma, bildirme ilâm-ı malûm: bilineni bildirme 
irzâk: rızıklandırma, rızık verme isnad etmek: dayandırmak 
it’âm: nimet vermek, yedirip içirmeiyâl: aile fertleri
i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği kabilinden olma: gibi olma, türünden olma
kaide-i mukarrere: kesinlik kazanmış kaide, kuralkelâm: ifade, söz 
mahlûkat: yaratılmışlar, yaratıklar malûm: bilinen 
meâl: açıklama, anlammuhâliyet: imkansızlık
mukabil: karşılıkmurad etmek: kastetmek 
mâni: engelmükâfat: ödül
müptelâ: bağımlımüteallikat: ilgili ve bağlantılı olan şeyler
nefis: bir kimsenin kendisi netice-i hilkat: yaratılışın sonucu 
nevi: çeşit, türrızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler 
tebliğ-i ubudiyet: kulluğu bildirme tedarik etmek: elde etmek
tefsir: Kur’ân âyetlerinin çeşitli yönleriyle yorumlandığı eser tekrim: şanını yüceltme 
tevehhüm etmek: sanmak, zannetmekteşrif: şeref verme
ubudiyet: kulluk vazife-i risalet: peygamberlik vazifesi 
vecih/veçh: yönzahir: açık, görünen 
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümleâyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi 


<TBODY>
</TBODY>



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst