Cevap: Yirmi Sekizinci Lem'a - Sayfa 461
hafızsın,” o malûmunu ilâm kabilinden olur. Demek maksud mânâsı budur ki, “Ben senin hafız olduğunu biliyorum.” Bildiğimi bilmediği için ona bildiriyorum.
İşte, bu kaideye binaen, âyet, Cenâb-ı Hakka rızık vermeyi ve it’âm etmeyi nefyetmekten kinaye olan mânâ şudur:
“Bana ait olup ve rızıklarını taahhüt ettiğim mahlûkatıma rızık yetiştirmek için halk olunmamışsınız. Belki asıl vazifeniz ubudiyettir. Evâmirime göre rızka çabalamak da bir nevi ibadettir.”
ÜÇÜNCÜ VECİH: Sûre-i İhlâsta, nasıl ki 1 لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ zâhir mânâsı malûm ve bedihî olduğundan, o mânânın bir lâzımı muraddır. Yani, “Valide ve veledi bulunanlar ilâh olamazlar” mânâsında ve Hazret-i İsâ (a.s.) ve Üzeyr (a.s.) ve melâike ve nücumların ve gayr-ı hak mâbudların ulûhiyetlerini nefyetmek kastıyla, “ezelî ve ebedî” mânâsında, Cenâb-ı Hakkın لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ gayet bedihî ve malûm hükmettiği gibi, aynen onun gibi, bu misalimizde de “Rızık ve it’âm kabiliyeti olan eşya, ilâh ve mâbud olamazlar” mânâsında, “Mâbudunuz olan Rezzâk-ı Zülcelâl, sizden kendine rızık istemez ve siz Onu it’âm için yaratılmamışsınız” meâlindeki, “Rızka muhtaç ve it’âm edilen mevcudat, mâbudiyete lâyık değiller” demektir.
Said Nursî


[NOT]Dipnot-1 “O doğmamış ve doğurulmamıştır.” İhlâs Sûresi, 112:3.
[/NOT]
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah | Hazret-i İsâ: [bk. bilgiler – İsâ (a.s.)] |
Refet: (bk. bilgiler – Refet Barutçu) | Rezzâk-ı Zülcelâl: bütün varlıklara rızkını veren ve sonsuz haşmet sahibi Allah |
Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî) | Sûre-i İhlâs: İhlâs Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 112. sûresi |
bedihî: açık, aşikâr | binaen: dayanarak |
evâmir: emirler | ezelî ve ebedî: varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, sonsuz |
eşya: varlıklar | gayr-ı hak: doğru ve gerçek olmayan |
hafız: Kur’ân’ı ezberleyen kişi | halk olmak: yaratılmış olmak |
ilâh: yaratıcı, tanrı | ilâm: bildirme |
it’âm etmek: nimet vermek, yedirip içirmek | kabilinden olma: gibi olma, türünden olma |
kaide: kural | kast: amaç, hedef |
kinaye: bir sözü üstü kapalı olarak ifade etme | lâzım: gerektiren sebep |
mahlûkat: varlıklar | maksud: kastedilen |
malûm: bilinen | melâike: melekler |
mevcudat: varlıklar | meâl: açıklama, anlam |
murad: kast edilen, istenen | mâbud: kendisine ibadet edilen |
mâbudiyet: kendisine ibadet edilmeye layık olma | nefyetmek: inkâr etmek |
nevi: çeşit, tür | nücum: yıldızlar |
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler | taahhüt etmek: garanti vermek |
ubudiyet: kulluk | ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye layık olma, İlâhlık |
valide: anne | vecih: yön |
veled: çocuk | zâhir: açık, görünen |
Üzeyr: [bk. bilgiler – Üzeyr (a.s.)] | âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle |
âyet-i celile: büyük ve yüce anlamları içinde bulunduran âyet |
|
<TBODY>
</TBODY>