Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 142


inat ediyorlar. Ve hedef ittihaz ettikleri ifsat iktizasıyla yekdiğerlerine halkı idlâl etmeyi tavsiye ediyorlar. Ve gururlarının hükmüyle, diyanet ve imanı sefahet ve sefalet telâkki ediyorlar. Ve nifaklarının icabıyla, bu sözlerinde de münafıklık yapıyorlar. Zira bu sözlerinin zahirinden “Biz divaneler değiliz, nasıl sefihler gibi olacağız?” diye bir mânâ çıkar. Bâtınından ise “Nasıl ekserîsi fukara ve nazarımızda sefih olan mü’minler gibi olacağız?” diye diğer bir mânâ çıkıyor.

Sonra, Kur’ân-ı Kerim, onların mü’minlere attıkları sefahet taşınıأَلآٰ اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَآءُ
blank.gif
1
cümlesiyle onlara iade etmekle kendilerine yutturmuştur. Çünkü inat ve cehaletleri bu dereceye vâsıl olanın hak ve müstehakı, beynennas teşhir edilmekle sefahetin kendisine münhasır olduğunu ilân etmektir.


Sonra وَلٰكِنْ لاَيَعْلَمُونَ
blank.gif
2
cümlesiyle onların cehl-i mürekkeple cahil olduklarına işaret etmiştir ki, bu gibi cahillere nasihat tesir etmediğinden, onlardan tamamıyla iraz etmek lâzımdır. Çünkü, nasihati dinleyen ancak cehlini bilenlerdir. Bunlar cehillerini de bilmezler.

Bu âyetin ihtiva ettiği cümlelerin eczası arasında bulunan irtibata gelelim:

وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ امِنُوا كَمَآ اٰمَنَ النَّاسُ
blank.gif
3
﴿ cümlesindeki اِذَا kat’iyeti ifade ettiğinden emr-i mâruf ile halkı irşad etmek lüzumuna işarettir. Siga-yı meçhul ile zikredilen قِيلَ nasihatın, alâ sebîli’l-kifâye vacip olduğuna işarettir.

Ve اَ خْلِصُوا فِى اِيماَنِكُمْ
blank.gif
4
gibi, ihlâs lâfzını ihtiva eden bir cümleye bedel اٰمِنُوا
blank.gif
5



[NOT]Dipnot-1 “Biliniz ki akılsız ve ahmak olanlar, yalnızca kendileridir.” Bakara Sûresi, 2:13.
Dipnot-2 “Fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).” Bakara Sûresi, 2:13.
Dipnot-3 “Onlara “insanların iman ettikleri gibi siz de iman edin” denildiği vakit.” Bakara Sûresi, 2:13.
Dipnot-4 İmanınızda ihlâslı olun.
Dipnot-5 İman edin.
[/NOT]

alâ sebîli’l-kifâye vacip olma: farz-ı kifaye olarak gerekli olmabeynennas: insanlar arasında
bâtın: görünmeyen, iç yüzcehalet: cahillik, bilgisizlik
cehil: cahillik, bilgisizlikcehl-i mürekkep: bilmediğinden habersiz olma, bilmediğini de bilmeme hâli, katmerli bilgisizlik
divane: delidiyanet: dindarlık
ecza: cüzler; bölümler, parçalarekserî: çoğunluk
emr-i mâruf: iyiliği emretmefukara: fakirler, yoksullar
icab: gerektirme, lüzumlu kılmaidlâl etme: hak yoldan çıkarma, saptırma
ifsad: bozgunculukihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihtiva etmek: içine almak, kapsamakiktiza: bir şeyin gereği
iraz etmek: yüz çevirmek, uzak durmakirtibat: bağ, ilişki
irşad etmek: doğru yolu göstermek, uyarmakittihaz etmek: edinmek, kabul etmek
münafıklık: ikiyüzlülükmünhasır: ait, mahsus
müstehak: hak eden, lâyık olanmü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
nasihat: öğütnazar: dikkat, bakış
nifak: iki yüzlülüksefahet: ahmaklık, cahillik, beyinsizlik
sefalet: perişanlık, yoksulluk sefih: beyinsiz, ahmak
siga-yı meçhul: gr. belirsizlik kipi; öznenin zikredilmediği fiil kalıbı; meselâ “denildi” fiilinde, kimin dediği belli değildirtelâkki etmek: kabul etmek, anlamak
teşhir edilmek: sergilenmek, gösterilmekvâsıl olma: ulaşma, varma
yekdiğer: birbirine, her biri diğerinezahir: görünen, açıkça ortada olan, bir şeyin dış yüzü; tevil ve yorum kabul eden söz
zira: çünkü
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 143


lâfzının zikredilmesi, ihlâsı olmayan imanın, imandan addedilmemesine işarettir.

Ve كَمَآ اٰمَنَ النَّاسُ
blank.gif
1
lâfzıyla güzel bir misal, bir nümûne, bir örnek gösterilmiştir ki, onlara ittiba ederek ihlâslı bir imana gelsinler.


نَاسْ
blank.gif
2
lâfzında iki nükte vardır ve o iki nükte, vicdanları emr-i mârufa icbar eden âmillerdendir.

Birincisi: نَاسْ ünvanı, herkesi cumhur-u nasa tâbi olmaya dâvet eder. Çünkü cumhura muhalefet öyle bir hatâdır ki, o hatâyı irtikâp etmek, kalbin, vicdanın şânından değildir.

İkincisi: كَمَآ اٰمَنَ النَّاسُ tabirinden anlaşılıyor ki, imanı olmayanın nâstan addedilmemesi lâzımdır. Ancak nâs tabiri mü’minlere mahsustur. Bu da, ya imanın hâsiyetiyle insaniyetin hakikati mü’minlere münhasırdır; veya imansız olanlar, insaniyetin mertebesinden sukut etmişlerdir.

قَالُوا أَنُؤْمِنُ كَمَآ اٰمَنَ السُّفَهَآءُ ﴿ Yani, “Bizler nasihatleri kabul etmiyoruz. Şu miskinlerin cemaatine nasıl gireceğiz? Bizim gibi ashab-ı câh ve mertebe, onlara kıyas edilemez.”

قَالُوا
blank.gif
3
nefislerini tezkiye, mesleklerini terviç, nasihatten istiğna, mağrurane dâvâ şeklinde müdafaa etmelerine işarettir.
İnkârî bir istifhamı ifade eden أَنُؤْمِنُ
blank.gif
4
kelimesi, onların cehalette gösterdikleri



[NOT]Dipnot-1 Diğer iman eden insanlar gibi.
Dipnot-2 İnsanlar.
Dipnot-3 Dediler ki.
Dipnot-4 İnanacak mıyız?
[/NOT]

addedilme: sayılmaaddetmek: saymak
ashâb-ı câh ve mertebe: makam ve mevki sahiplericehalet: cahillik
cumhur: çoğunlukcumhur-u nas: insanların çoğunluğu
dâvâ: iddiaemr-i bilmârufa icbar etme: iyiliği emretmeye mecbur kılma
hakikat: asıl, gerçekhâsiyet: özellik, hususiyet
ihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetmeinkârî istifham: olmaz maksadıyla “olur mu?” tarzında sorulan soru
insaniyet: insanlıkirtikap etmek: yapmak, işlemek
istiğna: ihtiyaç duymama, kaçınmaittiba etmek: tabi olmak, uymak
kıyas edilme: karşılaştırılmalâfz: ifade, söz
mağrurâne: gururlu bir şekildemertebe: derece
miskin: küçük görülen zavallı, şiddetli ihtiyaç sahibi, fakirden daha fakirmuhalefet: karşıt olma, aykırılık
müdafaa: savunmamünhasır: bir şeye has, özel ve ait olan
mü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanannasihat: öğüt
nefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygunâs: insanlar
nükte: ince ve derin mânânümûne: örnek
sukut etmek: düşmektabir: ifade, açıklama
tervîç: revaç kazandırma, değerini artırma, yaymatezkiye: temiz gösterme, temize çıkarma
tâbi olma: uymaâmil: neden, sebep
şân: nâm, şeref
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 144


temerrüt ve inada işarettir. Sanki onlar istifham ile nasihat edene soruyorlar ki: “Mesleğimizi terk etmemize senin vicdanın razı olup insafın kabul eder mi?”

S - Onlar o sözlerinde kimleri muhatap etmişlerdir?

C - Evvelâ nefislerine, saniyen ebnâ-yı cinslerine, salisen nasihat edenlere tevcih-i hitap etmişlerdir.


Evet, birisine nasihat yapan adam evvelâ nefsine müracaat eder, sonra arkadaşlarıyla konuşur. Sonra nasihat ettiğine döner, yaptığı müracaatların neticesini ona söyler. Buna binaen, vakta ki münafıklar imana dâvet edildiler; onlar fesada uğramış kalblerine, tefessüh etmiş vicdanlarına müracaatta bulundular. İnkâr cevabını aldıkları için, kalblerindeki şeyi dışarıya verdiler. Sonra ifsat arkadaşlarına müracaat ettiler. Yine inkâr cevabını alarak, gizli gizli konuşmalara başladılar. Sonra, itizar şeklinde nasihat edene dönerek şöyle bir safsatada bulunurlar: “Yahu, aramızda çok fark vardır. Biz onlara kıyas edilemeyiz. Çünkü biz zenginiz, onlar fakirdirler. Onlar mecburiyet saikasıyla imana gelmişlerdir. Onların diyaneti ıztırarîdir. Biz ise ashab-ı izzet ve servet insanlarız.”

Hülâsa, onlar gururlarının hükmüyle mürşidi insafa dâvet ettiler. Hud’a ve hileleriyle ikiyüzlü bir konuşmada bulundular. Şöyle ki: “Ey mürşid! Bizleri süfeha zannetme. Bizler süfeha gibi olamayız. Ancak halis mü’minlerin yaptıkları gibi yapıyoruz” diye mürşidi kandırmak istediler. Halbuki, kalblerinde, “Bu fakir ve kıymetten sukut eden mü’minler gibi değiliz” gibi başka bir mânâyı izhar etmişlerdir.

Hülasa أَنُؤْمِنُ lâfzında onların fesadlarına, ifsadlarına, gururlarına ve nifaklarına gizli birer remiz vardır.

كَمَآ اٰمَنَ السُّفَهآءُ
blank.gif
1
: Yani, “Kâmil zannettiğiniz mü’minler, nazarımızda zelil ve fakir bir cemaattır. Onların herbirisi bir kavmin sefihidirler.”


O kâmil mü’minlerin tecvîz ettiği kıyasta birkaç işaret vardır:



[NOT]Dipnot-1 Bu beyinsizlerin iman ettikleri gibi mi?
[/NOT]

ashab-ı izzet: izzet, şeref sahipleribinaen: -dayanarak
diyanet: dindarlıkebna-yı cins: aynı cinsten olanlar (insanlar)
evvelâ: ilk önce, birinci olarakfesad: bozukluk, karışıklık
hud’a: hile, aldatmahâlis: samimi, içten
hülâsa: özetle, kısacaifsad: bozma, fesada uğratma
istifham: soru sorma, bilgi istemeitizar: özür dileme, bahane gösterme
izhar etmek: göstermek, açığa çıkarmakkâmil: kemâl ve fazilet sahibi, olgun
kıyas: karşılaştırma, tatbik etmelâfz: ifade, söz
muhatap: kendisine karşı konuşulanmü'min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemürşid: irşad eden, doğru yolu gösteren
nazar: görüş, bakışnefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nifak: münafıklık, ikiyüzlülükremiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
safsata: saçmalama, yanlış ve saçma kıyassaika: sebep, neden
salisen: üçüncü olaraksaniyen: ikinci olarak
sefih: cahil, ahmaksukut: düşme
süfeha: sefihler, ahmaklar, cahillertecvîz: câiz görme, izin verme
tefessüh etmek: bozulmaktemerrüt: inat
tevcih-i hitap: sözü birine yöneltme, birine hitap etme, konuşmavakta ki: ne zaman ki
zelil: hor, hakirıztırarî: zorunlu olarak, çaresizce

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 145


Birincisi:
Mecmaü’l-mesâkin, melceü’l-fukara, hakkı himaye, hakikatı muhafaza, gururu men’, tekebbürü def eden, yegâne İslâmiyettir. Evet, kemal ve şerefin mikyası İslâmiyettir.

İkincisi: Nifakı intaç eden, garaz, gurur, tekebbürdür.Üçüncüsü: İslâmiyet, ehl-i dünya ve ashab-ı meratip ellerinde tahakküm ve tagallübe vesile olamaz. Ancak sair dinlerin hilâfına olarak, ehl-i fakr ve hacet elinde ihkak-ı hak için kırılmaz elmas bir kılıçtır. Bu hakikate tarih güzel bir şahittir. أَلآٰ اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَآءُ
blank.gif
1
﴿: Bilinmesi lâzımdır ki, Kur’ân-ı Kerimin, nifakın aleyhine kesretle yaptığı şiddetli tehditler ve takbihlerin sebebi, ancak ve ancak âlem-i İslâmın nifak şubelerinden gördüğü darbelerdir.
أَلاَ ikaz âleti olup, sefahetlerini teşhir ve efkâr-ı âmmeyi sefahetlerine istişhad etmek için zikredilmiştir.Hakikati göstermek için bir âyine ve hakikate delâlet için bir delil vazifesini gören اِنَّ lisan-ı haliyle, “Hakikate bakınız, onların zahirî safsatalarının aslı yoktur, aldanmayınız” diyor.Hasrı ifade eden هُمْ
blank.gif
2
kelimesi, nefislerine iddia ettikleri tezkiyeyi red ve mü’minlere isnat ettikleri sefaheti def eder. Yani, bir lezzet-i faniye için âhiretini terk eden sefihtir. Bâki bir mülkü hevesat-ı faniyesinin terkiyle satın alan sefih değildir.



[NOT]Dipnot-1 “Biliniz ki akılsız ve ahmak olanlar yalnızca kendileridir.” Bakara Sûresi, 2:13.
Dipnot-2 Onlar (bk. n-ḥ-v: zamir).
[/NOT]

ashab-ı meratip: makam ve mevki sahipleri; siyasi, askeri ve ekonomik gücü elinde bulunduranlarbâki: kalıcı, devamlı
def etme: uzaklaştırmadelil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey
delâlet: delil olma, göstermeefkâr-ı âmme: genel düşünce, kamuoyu
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenlerehl-i fakr ve hacet: fakirler ve ihtiyaç sahipleri
garaz: kötü kasıt, kinhakikat: asıl, gerçek, doğru
hakkı himaye: hakkı korumahasr: sınırlandırma, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye veya bir şahsa verilmesi
hevesat-ı faniye: geçici arzu ve isteklerhilâfına: aksine, tersine
ihkak-ı hak: hak sahibine hakkını vermeintaç etme: netice verme, doğurma
isnad etmek: dayandırmakistişhad etme: şahit gösterme, şahit tutma, delil getirme
kemâl: mükemmellik, olgunlukkesret: çokluk
lezzet-i faniye: geçici olan lezzetlisan-ı hâl: hâl ve davranış dili
mecmaü'l-mesâkin: miskinlerin, büyük ihtiyaç sahiplerinin toplandığı yer, muhtaçlar evimelceü'l-fukara: fakirlerin sığınağı
men’: yasaklamamikyas: ölçek, ölçü
muhafaza: korumanefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nifak: münafıklık, ikiyüzlülüksafsata: saçmalama; doğru gibi görünen yanlış kıyas
sair: diğer, başkasefahet: ahmaklık, cahillik
sefih: ahmak, beyinsiztagallüb: üstünlük, galip gelme
tahakküm: baskı, zorlamatakbih: kötüleme, çirkin görme
tekebbür: büyüklenme, gururlanmatezkiye: temize çıkarma
teşhir: sergileme, göstermevesile: araç, vasıta
yegâne: yalnızcazahirî: dış görünüşe ait
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayatâlem-i İslâm: İslâm âlemi, dünyası
şahit: delil, tanıkاَلاَ: (bk. ḥ-r-f
اِنَّ: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 146

اَلسُّفَهَآءُ
blank.gif
1
deki elif ve lâm, hükmün malûmiyetine ve kemaline işarettir. Yani, onların sefaheti malûmdur. Ve sefahetin son sistemi onlardadır.


وَلٰكِنْ لاَيَعْلَمُونَ
blank.gif
2
﴿ cümlesinde üç işaret vardır:

Birincisi: Hakkı bâtıldan, iman mesleğini nifak mesleğinden temyiz etmek, ancak ilim ve nazar ile olur. Fakat yaptıkları fitne ve fesatları zahir olduğu için, ednâ bir şuuru olan farkında olur. Buna binaen, Kur’ân-ı Kerim birinci âyeti وَلٰكِنْ لاَيَشْعُرُونَ ile zeyillendirmiştir.

İkincisi: لاَيَعْلَمُونَ
blank.gif
3
gibi, âyetlerin sonunda zikredilen اَفَلاَ يَعْقِلُونَ اَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ اَفَلاَ تَتَذَكَّرُونَ
blank.gif
4
gibi cümleleriyle, İslâmiyetin akıl, hikmet ve mantık üzerine müesses olduğuna işaret etmiştir ki, İslâmiyeti herbir akl-ı selimin kabul etmesi, İslâmiyetin şânındandır.


Üçüncüsü: Onlardan iraz etmek ve onlara itimat etmemek lâzımdır. Çünkü cehillerini bilmediklerinden, nasihatin onlara tesiri olmuyor.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



﴿ وَاِذَا لَقُوا الَّذِينَ اٰمَنُوا قَالُوۤا اٰمَنَّا وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَياَطِينِهِمْ قَالُوۤا اِنَّا مَعَكُمْ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ اَللهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِى طُغْياَنِهِمْ يَعْمَهُونَ
blank.gif
5



[NOT]Dipnot-1 Sefihler, malını ve hayat sermayesini sorumsuzca harcayanlar, beyinsizler.
Dipnot-2 “Ancak onlar bilmezler.” Bakara Sûresi, 2:12.
Dipnot-3 Bilmezler.
Dipnot-4 Akletmezler mi? Düşünmezler mi? Akıllarını kullanmazlar mı?
Dipnot-5 “İman edenlere rastladıklarında ‘İnandık’ derler. Şeytanlaşmış reisleri ve arkadaşlarıyla baş başa kalınca da, ‘Aslında biz sizinle beraberiz; onlarla sadece alay ediyoruz’ derler. Alaylarına karşılık Allah onları maskaraya çevirir. Ve onlara mühlet verip azgınlıkları içinde bırakır da, şaşkın şaşkın bocalayıp dururlar.” Bakara Sûresi, 2:14-15.
[/NOT]

akl-ı selim: sağlam, sağlıklı düşünen akıl binaen: -dayanarak
bâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlışcehil: cahillik, bilgisizlik
ednâ: en ufak, en küçükelif ve lâm (harf-i târif): gr. Arapça’da isimlerin başına gelen ve böylece onu belirli ve bilinen hale getiren bir takı
fesat: bozgunculukfitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; baştan çıkarma
hak: gerçekhikmet: ilim, yüksek bilgi, fen
iraz etmek: yüz çevirmek, uzak durmakitimat etmek: güvenmek
kemâl: kusursuzluk, mükemmellikmalûm: bilinen, belli
malûmiyet: bilinmişlik; belli ve bilinir olmamüesses: kurulu
nasihat: öğütnazar: dikkatlice bakma, delilleri inceleme
nifak: münafıklık, ikiyüzlülük sefahet: zevk ve eğlenceye düşkün olma ve malını gereksiz yere harcama; beyinsizlik
temyiz etmek: ayırmak, ayırt etmekzeyillendirmek: ek bir sözle sonlandırmak
zâhir: açık, aşikârşuur: bilinç, anlayış, idrak
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 147


İstihza ve istihfaf gibi münafıkların dördüncü cinayetlerini beyan eden şu âyetin fesat, ifsat, tesfih gibi sebkat eden cinayetlerine atfını iktiza eden ayn-ı münasebetle bu âyetin meâliyle mâkablinin meâli arasında irtibat ve intizam hasıl olmuştur.

Bu âyetin cümleleri arasındaki vech-i irtibata gelince:

İnsanın musibet ve elemlere karşı nokta-i istinadı ve ihtiyaç ve emellerini tesviye için nokta-i istimdadı olan imanın üç hassası vardır.

Birincisi: Nokta-i istinadından neş’et eden izzet-i nefistir. İzzet-i nefsi olan, başkalarına kendisini zelil göstermeye tenezzül etmez.

İkincisi: Şefkattir. Şefkati olan, kimseyi tahkir ve tezlil etmez.


Üçüncüsü: Hakikatlere ihtiram etmek ve yüksek şeylerin kıymetini bilmekle istihfaf etmemektir.

Kezâlik, imanın zıddı olan nifakın da üç hassası vardır.

Birincisi: Zillettir.

İkincisi: İfsadata meyletmektir.

Üçüncüsü: Başkalarını tahkir etmekle gururlanıp zevk almaktır.

Binaenaleyh, iman, izzet-i nefsi intaç ettiği gibi, nifak da onun aksine zilleti intaç eder. Zilleti olan, herkese karşı kendisini zelil gösterir. Bu ise riyadır. Riya ise müdahenedir. Müdahene dahi kizbdir. Kur’ân-ı Kerim, şu silsileli kizbe وَاِذَا لَقُوا الَّذِينَ اٰمَنُوا قَالُوۤ اٰمَنَّا...
blank.gif
1
﴿ ile işaret etmiştir. Yani, “Mü’minlere rast geldikleri zaman, biz de imana geldik’ diyorlar.”

Sonra nifak, imanın hilâfına, kalbleri ifsad eder. Kalbin fesadı ise, yetimliği intaç eder. Yani, bozuk olan bir kalb kendisini sahipsiz, maliksiz, yetim bilir. Bu hâletten korku neş’et eder. O korku onu kaçıp gizlenmeye icbar eder. Kur’ân



[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:14.
[/NOT]
atf: (Ar. gr.) bağlama, ilişkilendirme; kelime veya cümle grubu arasındaki mânâ bütünlüğünü gösteren irtibat, ilişki
ayn-ı münâsebet: tam bir bağlantı, ilişki
beyan etmek: açıklamak, izah etmekbinaenaleyh: bundan dolayı
elem: acı, keder, sıkıntıemel: arzu, istek
fesat: bozgunculukhakikat: asıl, gerçek
hassa: özellik, nitelikhilâfına: aksine, tersine
hâlet: durum, hâlicbar etmek: zorlamak
ifsadat: başkalarını bozma faaliyetleri, işleriifsat: bozma, bozgunculuk yapma
ihtiram etmek: saygı göstermekiktiza etmek: gerektirmek
intaç etmek: netice vermek, doğurmakintizam: düzen, tertip
irtibat: bağ, ilişkiistihfaf: hafife alma, küçümseme
istihfaf etmek: küçümsemek, hafife almakistihza: alay etme
izzet-i nefis: insanın vakar, şeref ve haysiyetini koruma duygusukezâlik: bunun gibi, böylece
kizb: yalanmeâl: mânâ, anlam
musibet: belâ, sıkıntımâkabli: öncesi
mâlik: sahipmüdahene: dalkavukluk, içindekinin aksiyle muamele etme, aldatma
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimseneş’et etme: doğma, meydana gelme
nifak: münafıklık, ikiyüzlülüknokta-i istimdad: yardım dileme noktası, imdat noktası
nokta-i istinad: dayanak dileme noktasıriya: gösteriş
sebkat etmek: daha önce anlatımı geçmesilsile: sıra, dizi, zincir halkaları gibi birbirine bağlı
tahkir: aşağılama, hakaret etme, küçümsemetenezzül etmek: inmek, alçalmak
tesfih: ahmak olarak nitelemetesviye: düzenleme; gerçekleştirme, yoluna koyma
tezlil etmek: aşağılamak, hor ve hakir görmekvech-i irtibat: bağlantı, ilişki yönü
zelil gösterme: aşağılama, hor, hakir görmezillet: alçaklık, aşağılık
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 148

şu hallerine ﴿ وَاِذَا خَلَوْا
blank.gif
1
ile işaret etmiştir. Yani, “Kaçıp halvetlere gittikleri zaman...”
Sonra nifak, imanın aksine, akraba ve saireler arasında sıla-i rahmi kat’ eder, keser. Bu ise şefkati izale eder. Şefkatin zevâli ise ifsadata sebep olur. İfsaddan fitne çıkar. Fitneden hıyanet doğar. Hıyanet dahi zafiyeti mûciptir. Zafiyet de himaye edecek bir zahîre, bir arkaya iltica etmeye icbar eder. Kur’ân-ı Kerim buna اِلٰىشَياَطِينِهِمْ ﴿ ile işaret etmiştir. Yani, “Şeytanlarına kaçıp, şeytanlarının himayelerine giriyorlar.”
Sonra, imanın hilâfına, nifakta tereddüt vardır. Yani münafık olan kimse, kat’î bir hüküm sahibi değildir. Bu ise sebatsızlığı intaç eder. Bu da mesleksizliği. Bu dahi emniyetsizliği tevlid eder. Bu ise-kanunen maznunların hergün ispat-ı vücut etmeleri lüzumu gibi—daima şeytanlarına gidip küfürlerini, ahidlerini tazelemelerini icap ettirir. Kur’ân-ı Kerim bu silsileye قَالُوۤا اِنَّا مَعَكُمْ ﴿ ile işaret etmiştir. Yani, “Bizler sizinle beraberiz” diye ahidlerini tecdid ediyorlar.Sonra mü’minlere gidip geldiklerinden hasıl olan şüpheyi izale etmek için, and dilemeye mecbur oldular. Ve imanın hilâfına, hakikatlere adem-i hürmet ve istihfafta bulunarak kıymetli şeylere ihanet ettiler ki, kendilerine atfedilen ithamları defetsinler. İşte, Kur’ân-ı Kerim buna قَالُوۤا اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ ﴿ ile işaret etmiştir. Yani, “Bizim mü’minlerle olan ihtilâtımız, onlarla istihza içindir. Aramızda samimiyet yoktur. Ancak yüzlerine gülüyoruz.”
Sonra, münafıkların şu gidiş ve söyleyişlerini dinleyen sâmiîn mü’minlerin de mukabelede bulunmalarını intizar etmekte bulunduğu, siyak-ı kelâmdan anlaşıldı. Bunun için Kur’ân-ı Kerim de mü’minlere bedel اَ للهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ ﴿ diye

[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:14.
[/NOT]

adem-i hürmet: hürmetsizlik etme, saygısız olmaahid: sözleşme, andlaşma
and dileme: yemin etme, ahit dilemeatfetme: bağlama, göndermede bulunma
emniyet: güven, huzurfitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunluk; baştan çıkma
hakikat: asıl, gerçek, doğru halvet: yalnızlık, tek başına kalma
hasıl olma: meydana gelmehilâfına: aksine
himaye: koruma altına almahıyanet: hainlik, ihanet
icbar etmek: zorlamakifsad: bozma, bozgunculuk yapma
ifsadat: bozma çabaları, tahrip etmelerihanet etme: haksız yere aşağılama, küçük görme
ihtilât: birbiriyle iç içe olma, karışmailtica etme: sığınma
intaç etmek: sonuç vermekintizar etmek: beklemek
ispat-ı vücud: varlığını ispat etmeistihfaf: hafife alma, küçümseme
istihza: alay etmeitham: suçlama
izale etmek: gidermek, ortadan kaldırmakkat’etmek: kesmek, koparmak
maznun: zan altında olanmeslek: izlenen, yürünen yol
mucip: gerektirenmukabele: karşılık
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsenifak: münafıklık, ikiyüzlülük
saire: diğer, başkasebatsızlık: kararsızlık, istikrarlı olmama
silsile: zincir, dizi, sırasiyak-ı kelâm: sözün gidişatı; sözün söyleniş şekli, ifade tarzı
sâmiîn: işitenler, dinleyenlersıla-i rahm (rahim): akrabayla ilişki halinde olma, akrabalık bağı; insanlık, hemşehrilik bağı gibi
tecdid etmek: yenilemektevlid etmek: doğurmak, sebep olmak
zafiyet: zayıflık, güçsüzlükzahîr: yardımcı, arka çıkan, dayanak
zeval: yok olma, kaybolmaşefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 149


mukabelede bulunmuştur. Yani, “Cenâb-ı Hak, onların istihzaları üzerine eşedd‑i ceza ile dünya ve âhirette tecziye eder ve edecektir.” Cenâb-ı Hakkın şu mukabelesi, mü’minlerin şerefine ve münafıkların yaptıkları istihzanın, Cenâb-ı Hakkın tecziyesine karşı adem hükmünde kaldığına ve onların hamakatlerine işarettir.

Sonra Kur’ân-ı Kerim وَيَمُدُّهُمْ فِى طُغْياَنِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿ cümlesiyle cezalarını istihza suretiyle tasvir etmiştir. Yani, “Onlar dalâlet ve tuğyanı intaç eden esbaba su-i ihtiyarlarıyla ve arzularıyla tevessül ettikleri için, sanki lisan-ı halleriyle dalâletin talebinde bulunmuşlardır; Cenâb-ı Hak da onların talepleri üzerine, istediklerine yardım etmiştir.”

Bu âyetin tazammun ettiği cümlelerin heyetleri arasında intizam ciheti ise:Dahil olduğu hükmün kat’iyetini ifade eden وَاِذَا لَقُوا الَّذِينَ اٰمَنُوا
blank.gif
1
﴿’deki اِذَا onların mü’minlere olan mülâkatlarını amden ve kasten cezmettiklerine işarettir.
Alelekser yollarda rast gelmek mânâsını ifade eden لَقُوا
blank.gif
2
onların, yollarda halk içinde mü’minlere mülakatlarını taammüd ettiklerine işarettir.
اَلْمُؤْمِنُونَ
blank.gif
3 kelimesine tercihan اَلَّذِينَ اٰمَنُوا
blank.gif
4 kelimesinin zikri, onların mü’minlerle cihet-i irtibatları, yalnız iman sıfatı hasebiyle olduğuna ve bütün sıfatlar içinde de en mümtaz ve medar-ı nazar yalnız iman sıfatı olduğuna imadır.
قَالُوا
blank.gif
5
﴿ Bu ünvan, onların sözleriyle kalbleri bir olmadığına ve söyledikleri sözler mahzâ riya ve müdahene perdesi altında kendilerine yapılan ithamları



[NOT]Dipnot-1 “İman edenlerle karşılaştıkları zaman.” Bakara Sûresi, 2:14.
Dipnot-2 Karşılaştılar.
Dipnot-3 Mü’minler.
Dipnot-4 İman edenler.
Dipnot-5 Dediler.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahadem: hiçlik, yokluk
alelekser: çoğunlukla, genellikleamden: bizzat isteyerek, maksatlı olarak
cezmetmek: karar vermek, azimli olmakcihet: taraf, yön
cihet-i irtibat: bağlantı, ilişki yönüdalâlet: hak yoldan sapkınlık
esbab: sebeplereşedd-i ceza: en şiddetli, en ağır ceza
hamakat: ahmaklıkheyet: bileşenler, grup
intaç etmek: sonuç vermekintizam: düzen, tertip
istihza: alay etmeitham: suçlama
kat'iyet: kesinlik, şüphesizliklisan-ı hal: hal dili, beden dili
mahzâ: tam, sırfmedar-ı nazar: önem verilecek nokta
mukabele: karşılıkmüdahene: dalkavukluk, içindekinin aksiyle muamele etme, aldatma
mülâkat: karşılıklı görüşmemümtaz: seçkin, üstün
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsesu-i ihtiyar: iradenin kötüye kullanımı
taammüd etmek: bir işi kasıtlı olarak, bilerek ve isteyerek yapmatasvir etmek: canlandırarak anlatmak
tazammun etmek: içine almak, kapsamaktecziye: cezalandırma
tercihan: tercih ederektevessül etmek: girişmek, sarılmak
tuğyan: azgınlık, isyan ve inançsızlıkta çok ileri gitmeاِذَا: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 150


def etmek ve mü’minlerden celb-i menafi ile sırlarına vâkıf olmak azminde bulunduklarına işarettir.


اٰمَنَّا
blank.gif
1
﴿ Makamın iktizasıyla bu kelimenin tekitlerle müekked olarak zikredilmesi lâzım iken, tekitsiz zikri, kalblerinde tahrik edici bir şevkin ve bir aşkın bulunmamasıyla, sözlerini şiddetsiz ve tekitsiz, serseriyâne söylemiş olduklarına işarettir. Ve keza onların tekitleri adem hükmünde olup, mü’minleri inandıramadıklarına işarettir.

Ve keza اٰمَنَّا kelimesi ile nifaklarına örttükleri perde pek zayıf olduğundan tekit ve teşdit edildiği takdirde yırtılması ihtimali olduğuna işarettir. Çünkü tekit ve teşdit şüpheyi dâidir. Şüphe ise tahkikate bâistir. Tahkikat yapıldığı takdirde boyaları meydana çıkar. اٰمَنَّا ’nın cümle-yi fiiliye ile zikri ise imanlarının sabit ve devamlı olduğuna mü’minlere inandırmak imkânını bulamadıklarına ve yalnız menfaatleri celb ve esrara muttali olmak maksadıyla mü’minlere müdahene ve tasannu yapmakla ihdas-ı iman ettiklerine işarettir.

وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَياَطِينِهِمْ قَالُوۤا اِنَّا مَعَكُمْ
blank.gif
2
﴿ Evvelki âyetle bu âyetin birbirine olan atıfları, onların mesleksiz ve sebatsız olduklarına işarettir.

اِذَا ’nın ifade ettiği cezmiyet, itiyad ettikleri fesat ve ifsat iktizasıyla şeytanlarına gitmelerini zarurî bir vazife bildiklerine işarettir.

خَلَوْا
blank.gif
3
tabiri, cinayetlerinden korktuklarından tesettür ve gizlenmek istediklerine işarettir. اِلٰى kelimesinin خَ لَوْ ا kelimesiyle daha uygun olan مَعَ kelimesine tercihan zikredilmesi, iki şey içindir: Birisi, acz ve zaafları yüzünden iltica etmeye



[NOT]Dipnot-1 İman ettik.
Dipnot-2 “Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ‘Biz sizinle beraberiz’ derler.” Bakara Sûresi, 2:14.
Dipnot-3 Başbaşa kaldılar.
[/NOT]

acz: acizlik, güçsüzlükadem: hiçlik, yokluk
atıf: (Ar. gr.) bağlama, göndermede bulunma; kelime veya cümle grubu arasındaki mânâ bütünlüğünü gösteren irtibat, ilişkiazm: kararlılık, niyet
bâis: sebep, nedencelb: çekme
celb-i menafi: menfaatlerin celbedilmesi; yarar sağlama, çıkar elde etmecezmiyet: kesin kararlılık, azimli olma
cümle-i fiiliye: gr. fiil ile başlayan cümle, fiil cümlesidâi: sebep, neden
esrar: sırlar, gizli gerçeklerfesat: bozgunluk
ifsat: bozgunculuk yapma, fesada uğratma ihdâs-ı iman: yeni bir iman türü icat etme
iktiza: bir şeyin gereğiitiyad etmek: alışkanlık haline getirmek
keza: bunun gibimeslek: tutulan, gidilen yol
muttali olmak: haberdar olmakmüdahene: dalkavukluk, içindekinin aksiyle muamele etme, aldatma
müekked: pekiştirilmişnifak: münafıklık, ikiyüzlülük
sebatsız: kararsız, istikrarsızserseriyâne: serserice
tabir: ifade, açıklamatahkikat: araştırmalar
tahrik etmek: harekete geçirmektasannu yapmak: yapmacık harekette bulunmak, birşeyi zorla daha iyi göstermeye çalışmak
tekit: kuvvetlendirme, pekiştirmetercihan: tercih edilerek
tesettür: gizlenme, örtünmeteşdit etmek: şiddetlendirmek, baskı vs. artırma
vâfık olmak: etraflıca bilmek, tanımakzaaf: zayıflık, güçsüzlük
اِلٰى: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 151

mecbur olmalarıdır. İkincisi, fitne ve ifsat iktizasıyla mü’minlerin sırlarını kâfirlere îsal etmektir. Bu iki mânâyı مَعَ
blank.gif
1
ifade edemez.

شَياَطِينِهِمْ
blank.gif
2
Bu ünvan, reislerinin şeytanlar gibi gizlenip vesveseleri ilka ettiklerine ve şeytanlar kadar muzır olduklarına ve şeytanlar gibi şerden maada birşey tasavvur etmediklerine işarettir.
قَالُواِنَّا مَعَكُمْ Yani, “Sizinle beraberiz.” Bu cümle ile nefislerinin tezkiyesine, ahidlerinin tecdidine, mesleklerinde sabit kaldıklarına işaret etmişlerdir. Yalnız bu cümlenin muhataplarında münafıkların münkirleri bulunmadığı halde cümle tekitleştirilmiştir.وَاِذَا لَقُوا الَّذِينَ اٰمَنُوا قَالُوا اٰمَنَّا
blank.gif
3
cümlesinin muhatapları hep münkir oldukları halde, cümle tekitsiz bırakılmıştır. Bunun sebebi, birinci cümleyi şevksiz, aşksız, ikinci cümleyi ise aşk ve şevkle söylediklerine işarettir. Şeytanlarına söyledikleri cümleyi, ismiye şeklinde, mü’minlere karşı söylediklerini cümle-i fiiliye suretinde zikretmeleri, maksatlarının burada ahidlerine sabit ve devamlı kaldıklarını ispat ettiklerine, orada ise yalnız imana geldiklerini ihdas ettiklerine işarettir.
اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ ﴿ Yani, “Bizler mü’minlere karşı, ancak istihza edici insanlarız.” Bu cümlenin evvelki cümleye atfedilmediğinin esbabı:

İki kelime veya iki cümle arasında ya kemal-i ittisal ve ittihad vardır veya kemal-i inkıta ve infisal vardır. Bu iki surette, birbirine atıfları caiz değildir. Ancak aralarında orta derecede bir inkıta ve bir ittisal olan yerlerde atıfları caizdir. Bu cümle ise اِنَّا مَعَكُمْ
blank.gif
4
cümlesine bir cihetten tekittir, bir cihetten de bedeldir. Bu



[NOT]Dipnot-1 …inle beraber, birlikte.
Dipnot-2 Onların şeytanları.
Dipnot-3 İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “Biz de iman ettik” dediler. Bakara Sûresi, 2:14.
Dipnot-4 Sizinle beraberiz.
[/NOT]

ahid: sözleşme, andlaşmaatıf: (Ar. gr.) bağlama; bir mânâ bütünlüğünü korumak için, bir bağlaç vasıtasıyla kendinden önceki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı sağlama
bedel: bir şeyin yerini tutan, yerine geçen; gr. bir şey sıfatıyla (niteliğiyle) beraber söylenmişse ve kastedilen mânâ da o şeyin kendisiyse, sıfat bedel olur. Meselâ, “Kardeşin Ahmed’i gördüm.” cümlesinde “kardeşin” bedeldircaiz: sakıncasız, doğru
cihet: taraf, yöncümle-yi fiiliye: fiil cümlesi
esbab: sebeplerfitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; baştan çıkma, yanlışa kapılma
ifsat: bozma, bozgunculuk yapmaihdas etmek: yeni bir şey ortaya koymak
iktiza: gerektirmeilka etmek: kalbe atma, bırakma
inkıta: kopukluk, kesiklikistihza etmek: alay etmek
ittisal: bağlantı, bağlılık, ilişkikemal-i inkıta ve infisal: tam bir kopukluk ve ayrılmışlık
kemal-i ittisal ve ittihad: sıkı bir bağ, ilişki ve birlikmaadâ: başka, dışında
muzır: zararlımünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
münkir: inkar edennefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
tasavvur: düşünme, hayal etmetecdid: yenileme, tazeleme
tekit: gr. pekiştirme; vurgulama tezkiye: hatadan arındırma, temize çıkarma
vesvese: şüphe, kuruntu îsal etmek: ulaştırmak, eriştirmek
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 152


iki surette, her iki cümlenin arasında kemal-i ittisal vardır. Diğer bir cihetten dahi mukadder bir suale cevaptır. Bu surette de aralarında kemal-i inkıta vardır. Çünkü alelekser sual inşa, cevap ihbar olur. İşte bunun için aralarında atıf yapılmamıştır.

Sual: Bu cümlenin اِنَّا مَعَكُمْ
blank.gif
1
cümlesine tekit veya bedel olduğunun tevcihi?

Elcevap:اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ
blank.gif
2
cümlesi gerek hak ve hakikate ve gerek ehl-i hak ve ehl-i hidayete ihanete dairdir. Çünkü bundan dalâlet ve ehl-i dalâlete tâzim çıkıyor. Bu ise اِنَّا مَعَكُمْ cümlesinin meâlidir. Demek her iki cümlenin mealleri birdir veya birbirini tekit eder.

Mukadder bir suale cevap olduğunun tevcihi ise, sanki onların şeytanları tarafından şöyle bir sual varit olmuştur ki, “Yahu, eğer siz bizimle beraber ve bizim mesleğimizde olmuş olsaydınız, mü’minlere muvafakat etmezdiniz. Ya siz onların mezheplerine geçtiniz veyahut sizin için muayyen bir mezhep yoktur.” Bu suale karşı اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ diye, Müslümanlardan olmadıklarını sarahaten söyledikleri gibi, hasrı ifade eden اِنَّمَا ile, muayyen bir mezhebi olmayanlardan olmadıklarına işaret etmişlerdir. Ve keza, devamı ifade eden ism-i fail sigasıyla مُسْتَهْزِؤُنَ
blank.gif
3
demeleri, mü’minlere karşı yaptıkları istihzanın daimî bir sıfatları olup, bilâhare arız olmuş sıfatları olmadığına işarettir.



[NOT]Dipnot-1 Sizinle beraberiz.
Dipnot-2 “Şüphesiz ki biz onlarla alay edicileriz.” Bakara Sûresi, 2:14.
Dipnot-3 Alay edenler.
[/NOT]

alelekser: çoğunlukla, genelliklearız olma: aslî olmayıp sonradan ortaya çıkma, ilişme
atıf: (Ar. gr.) bir mânâ bütünlüğünü korumak için, bir bağlaç vasıtasıyla başka kelime veya cümle grubuna bağlama yapma, göndermede bulunmabedel: bir şeyin yerini tutan, yerine geçen; gr. bir şey sıfatıyla (niteliğiyle) beraber söylenmişse ve kastedilen mânâ da o şeyin kendisiyse, sıfat bedel olur. Meselâ, “Kardeşin Ahmed’i gördüm.” Cümlesinde “kardeşin” bedeldir
bilâhare: sonradanehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapan kimseler
ehl-i hak: hak ve doğru yolda olan kimselerehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman nimetine ermiş olanlar
hak: doğru, gerçekhakikat: asıl, gerçek
hasr: sınırlandırma, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye veya bir şahsa verilmesiihbar: bildirme, haber verme; belg. doğru veya yalan hükmün verilebileceği her sözdür
inşa: belğ. doğru veya yalan hükmünün verilemeyeceği her sözdür. Bunlardan bazıları emir, nehiy, soru, nidâ, temennidirism-i fâil: gr. bir iş, oluş veya durumu yüklenen şahsı bildiren kelimedir, meselâ; müstehzi; alay eden gibi
istihza: alay etmekemal-i inkıta: tam bir kopukluk, ayrılık
kemal-i ittisal: tam, sıkı bir bağlantı, ilişkikeza: bunun gibi
mezhep: takip edilen yolmuayyen: belirli
mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen söz veya kelimemuvafakat etme: uyma, uyuşma
sarahaten: açıkçasiga: kalıp, kip
sıfat: özellik, niteliktekit: pekiştirme, kuvvetlendirme
tevcih: yöneltmetâzim: büyüklüğünü dile getirme, yüceltme
varit olma: meydana gelme, doğmaاِنَّمَا: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 153

اَللهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ ﴿ Yani, “Allah onları istihza ediyor.” Bu cümlenin evvelki cümlelere atfedilmeyerek atıfsız zikredilmesinin esbabı:

Eğer atfedilmiş olsaydı, ya اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ
blank.gif
1
cümlesine atfolurdu; bu ise bu cümlenin de اِنَّا مَعَكُمْ
blank.gif
2
cümlesine tekit olmasını icap eder. Veya اِنَّا مَعَكُمْ cümlesine atfolurdu; bu dahi bu cümlenin onların sözlerinden biri olduğunu iktiza eder. Veya قَالُوا
blank.gif
3
ya atfolacaktı; o vakit Allah’ın onlara olan istihzası halvet zamanıyla mukayyet olacaktı. Halbuki Allah’ın istihzası daimîdir. Veyahut
وَاِذَا لَقُوا
blank.gif
4
cümlesine atıf yapılacaktı; bu ise her iki taraftan, yani mâtuf ve mâtufun-aleyhten maksadın, bir olduğunu istilzam eder. Halbuki birinci cümle amellerini beyan eder; ikinci cümle cezaları hakkındadır. Demek mahzursuz, münasip bir mâtufun-aleyh bulunmadığından müste’nife olarak, yani mâkabliyle bağlı olmayarak mukadder bir suale cevap kılınmıştır.


Evet, münafıkların fenalığı ve kötülüğü öyle bir dereceye baliğ olmuştur ki, hallerine vakıf olan her ruh, “Acaba böyle fena olanların cezası nedir ve cezaları verilmeyecek mi?” diye sormaya mecbur olur. İşte, Kur’ân-ı Kerim اَللهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ cümlesiyle şu mukadder suale cevap vermiştir. Demek bu cümlenin istinafı, atfından daha mühimdir.

Sonra, makamın iktizasıyla onların istihzalarına karşı mü’minlerin mukabelede bulunmaları icap ederken Cenâb-ı Hakkın mukabelede bulunması, mü’minlerin teşvikine ve terahhumlarına işaret olduğu gibi, münafıkları da istihza etmekten


[NOT]Dipnot-1 “Biz ancak onlarla alay ediyoruz.” Bakara Sûresi, 2:14.
Dipnot-2 Sizinle beraberiz.
Dipnot-3 Dediler.
Dipnot-4 Karşılaştıklarında.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahatıf: (Ar. gr.) bağ, bağlaç; kelime veya cümle grubu arasındaki mânâ bütünlüğünü korumak için onları “va” gibi bir bağlaçla bağlama, gönderme yapma
beyan etmek: açıklamakbâliğ: ulaşan
esbab: sebeplerfena: kötü
halvet: baş başa kalma, yalnız kalmaicap etmek: gerektirmek
iktiza etmek: gerektirmekistihza: alay etme, alaya alma
istilzam: gerektirmeisti’naf: önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerde gelecek sorulara cevap teşkil etme
mahzur: yasak, engelmukabele: karşılık
mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen mânâmukayyet: kayıtlı, sınırlı
mukteza: bir şeyin gereğimâkabli: öncesi
mâtuf: atfedilen, bağlanan mânâ, maksatmâtufun-aleyh: bir bağlama edâtı (bağlaç) ile kendisine bağlanan kelime, mânâ, maksat
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemüste’nife: yeni başlayan; önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerde gelecek sorulara cevap teşkil eden cümle
tekit: pekiştirme, kuvvetlendirmeterahhum: şefkat ve merhamet gösterme
vakıf olma: bir şeyi bütün yönleriyle bilme, haberdar olma
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 154


zecir ve men etmek içindir. Zira, istinatları Allâmü’l-Guyûba olanlar, istihza edilemezler.

Sonra, Cenâb-ı Hakkın tenkil ve tâzibini istihza ile tâbir etmek şe’n-i ulûhiyete yakışmadığından, istihzanın lâzımı olan tahkir irade edilmiştir.

Sual: Münafıkların istihzası, devamı ifade eden ism-i fail sigasıyla olduğu halde Cenâb-ı Hakkın mukabil istihzası, teceddüdü ifade eden fiil-i muzarî sigasıyla yapıldığında hikmet nedir?


Elcevap: Tazip ve tahkirler tebeddül ve teceddüt ettikçe tesirleri çoğalır. Zira bir tarzda devam eden bir elemin tesiri gittikçe azalır; tazelendikçe tesiri çok olur. Bu mânâyı ifade eden, ancak fiil-i muzaridir. İsm-i fail ise yalnız devamı ifade eder.

وَيَمُدُّهُمْ فِى طُغْياَنِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿ Yani, “Dalâletin esbabına tevessül etmeleriyle, dalâletin talebinde bulunmuşlardır. Allah da onlara dalâlet vermiştir.”

Allah tarafından yardımın yapılmasını ifade eden يَمُدُّ
blank.gif
1
kelimesi, abdin hâlık‑ı ef’âl olduğunu iddia eden İtizal mezhebinin reddine işarettir. Ve onların lisan-ı hal ile istekleri üzerine, Allah’ın onlara yardım ettiğine delâlet eden يَمُدُّ ’nün tazammun ettiği يَسْتَمِدُّ
blank.gif
2
cümlesi, abdin elinde birşey yok, hep Allah’tan olduğunu iddia eden mezheb-i Cebrin reddine işarettir. Zira, onlar su-i ihtiyarlarıyla ve arzularıyla dalâleti istemişlerdir. Allah da onların isteklerini vermiştir.


طُغْياَنٌ
blank.gif
3
kelimesinin هُمْ
blank.gif
4
zamirine izafesi, tuğyan cinayeti, onların ihtiyarlarıyla



[NOT]Dipnot-1 Müddet verir.
Dipnot-2 Müddet ister.
Dipnot-3 Azgınlık, isyan.
Dipnot-4 Onlar.[/NOT]

Allâmü’l-Guyûb: gayb âlemini ve her şeyi bilen ve ilminden hiçbir şey gizli kalmayan AllahCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
abd: kulabdin hâlık-ı ef’âl olması: “Kul kendi fiilinin yaratıcısıdır” anlamına gelen Mu’tezile Mezhebinin bir görüşü
dalâlet: hak yoldan sapkınlıkelem: acı, keder, sıkıntı
esbab: sebeplerfiil-i muzari: şimdiki ve geniş zaman kipi olan fiil
hikmet: fayda, gaye, sırirade etmek: dilemek, tercih etmek
ism-i fâil: gr. bir iş, oluş veya durumu yüklenen şahsı bildiren kelimedir, meselâ; müstehziistihza: alay etme
istinat: dayanma, dayanakizafe: isnad etmek, dayandırmak
lisan-ı hâl: hâl dilimezheb-i Cebr: Cebriye mezhebi
mukabil: karşılıkmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
siga: kalıp, kipsu-i ihtiyar: iradenin kötüye kullanımı
tabir etmek: ifade etmek, isimlendirmektahkir: aşağılama
tazammun etmek: içermek, içine almak, kapsamaktebeddül: başkalaşma, değişme, değişim
teceddüt: yenilenme, tazelenmetenkil: başkalarına ders ve ibret olacak ağır şekilde cezalandırma
tevessül etme: başvurma, sarılmatuğyan: azgınlık, isyan ve inançsızlıkta çok ileri gitme
tâzip: azap etme, cezalandırmazamir: gr. ismin yerini tutan kelime
zecir: sakındırma, menetme, yasaklamazira: çünkü
İtizal mezhebi: Mu’tezile Mezhebişe'n-i ulûhiyet: ilâhlığın şânı, gereği
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 155


husule gelip, cebr ile alâkadar olmadığından “Bizler Allah’ın cebriyle bu tuğyanı yapıyoruz” diye mazeretlerinin reddine işarettir.

طُغْياَنٌ
blank.gif
1
ünvanı ise onların zararı, tûfan gibi, bütün mehasin ve kemâlâtı tahrip ettiğine imadır.

يَعْمَهُونَ
blank.gif
2
Yani, “Tuğyan ve dalâletlerinde mütehayyir ve mütereddit şahıslardır. Onların ne meslekleri var ve ne de muayyen bir maksatları vardır.”

endOfSection.gif
endOfSection.gif



﴿اُولٰۤئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الضَّلاَلَةَ بِالْهُدٰى فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ
blank.gif
3

Yani: “Onlar, hidayeti verip dalâleti satın alan birtakım kafasızlardır ki, ticaretlerinden bir faide göremedikleri gibi o zarardan kurtulmak için yol da bulamıyorlar.”

Bu âyetin makabliyle cihet-i irtibatına gelince:

Bu ayet geçen tafsillere bir fezleke, bir hülâsadır. Ve o tafsilleri yüksek ve müessir bir üslûpla tasvir etmiştir. Lâkin muhataplarının saff-ı evvelinde ve tabaka-i ûlâsındakiler kışın Yemen cihetine, yazın da Şam cihetlerine giderek yaptıkları ticaretin kâr ve zararını, lezzet ve elemini gördüklerinden, tasvir için ticaret üslûbu intihap edilmiştir. Şöyle ki:


Nev-i beşerin dünyaya gönderilmesi, daimî bir tavattun için değildir. Ancak sermayeleri olan istidat ve kabiliyetlerini tenmiye ve inkişaf ettirmek üzere ticaret için gelmişlerdir. Fakat münafıklar bu ticaretlerinde sermayelerini batırıp âleme rezil oldular.

Sonra bu âyetin cümleleri arasında cihet-i nazım ve intizam ise: Bu âyetin cümleleri arasında ticaret üslûplarındaki tertipler gibi gayet fıtrî, selis ve muntazam bir tertip vardır. Şöyle ki:



[NOT]Dipnot-1 Azgınlık, isyan.
Dipnot-2 Başıboş dolaşırlar.
Dipnot-3 Bakara Sûresi, 2:16.
[/NOT]

Yemen: (bk. bilgiler)
cebr: zorlama
cihet: taraf, yöncihet-i irtibat: bağlantı, ilişki yönü
cihet-i nazım ve intizam: tertip ve düzen şeklidaimî: sürekli
dalâlet: hak yoldan sapkınlıkelem: acı, keder, sıkıntı
fezleke: fihriste, özetfıtrî: doğal
hidayet: doğru ve hak olan yol, İslâmiyethusule gelmek: meydana gelmek
hülâsa: öz, özetihtiyar: irade, dileme, tercih
inkişaf ettirmek: geliştirmek, ortaya çıkarmakintihap edilmek: seçilmek
istidat: ruhî yetenekler, özelliklerkabiliyet: yetenek, başkalarından bilgi ve becerileri alma yeteneği
kemâlât: faziletler, mükemellikler, olgunluklarmakabli: öncesi
mazeret: özür, bahanemehâsin: güzellikler, iyilikler
muayyen: belirlimuhatap: hitap edilen
muntazam: düzenli, tertiplimüessir: tesirli, etkili
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemütehayyir: şaşkın
mütereddit: teredütlü, kararsıznev-i beşer: insanlar, insanlık türü
saff-ı evvel: ilk saf, ön sıra; burada zaman olarak Kur’ân’ın ilk indiği dönemdekiler kastediliyorselis: düzgün ve akıcı
tabaka-i ûlâ: birinci tabaka, ilk dönem insanlarıtafsil: ayrıntılı, detaylı bilgi verme
tasvir: şekillendirerek anlatma, ifade etmetavattun: vatan edinme, yerleşme
tenmiye: geliştirmek, arttırmaktufan: büyük sel felâketi
tuğyan: azgınlık, isyan ve inançsızlıkta çok ileri gitmeîma: gizli ve ince bir mânâyı işaret etme
Şam: (bk. bilgiler)
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 156


Bir tüccara yüksek bir sermaye verilir. O da o sermaye ile zararlı ve zehirli şeyleri alır, satarsa, o tüccar alışverişinin sonunda ne bir faide görür ve ne de bir kâr görür. Bilâkis, hasaret içinde boğulmakla beraber, kaçmak için yolu da kaybeder. İşte, münafıkların yaptıkları muamele de aynen buna benziyor.

Sonra, mezkûr âyetteki cümlelerin heyetleri ise:

اُولٰۤئِكَ
blank.gif
1
﴿ kelimesi, uzaklarda bulunan şeyleri ihzar ederek mahsus ve meşhud olarak göstermek için kullanılan bir işaret aletidir.

Sual:
Münafıkların اُولٰۤئِكَ ile ihzarlarında ne faide vardır?


Elcevap: Onların mezkûr cinayetlerini işiten sâmiin kalbinde hasıl olan nefret ve adavet öyle bir dereceye baliğ olmuş ki, onları gözüyle göreceği ve yüzlerine tüküreceği gelir ki, yüzlerine tükürmekle kalbi rahat olsun. İşte bunun için onlar اُولٰۤئِكَ dürbünüyle ihzar edilmiştir ki, sâmi yüzlerine tükürsün.

Sual: Münafıkların mahsus ve meşhud olmadıkları halde اُولٰۤئِكَ ile mahsus olarak gösterilmeleri ne suretle olur? Ve ne gibi bir faidesi vardır?

Elcevap: Münafıkların mezkûr cinayetlerle ve acip sıfatlarla ittisafları, onları öyle tecessüm ettirmiştir ki, hayalce mahsus ve meşhud ve hazır görünmektedirler. Ve şu mahsusiyetlerinden, onlara isnat edilen hükmün illeti de anlaşılır. Evet, hidayeti verip dalâleti almak gibi bir hükme elbette bir illet ve bir sebep lâzımdır. O illet ise, onların sebkat eden cinayetleri ve sıfatlarıdır. İşte, Kur’ân-ı Kerim, onları o sıfatlarla muttasıf olarak اُولٰۤئِكَ ile ihzar etmiştir ki, bu âyette onlara yükletilen hükmün illet ve sebebi sâmice malûm olsun.


Sual: Uzaklık cihetini de ifade eden اُولٰۤئِكَ ile münafıkları uzak göstermekten maksat nedir?

Elcevap: Onların tarik-i haktan uzaklaşmalarına ve bir daha doğru yola rücuları mümkün olmadığına işarettir. Çünkü gitmek onların elinde ise, gelmek onların


[NOT]Dipnot-1 İşte onlar (bk. n-ḥ-v: ism-i işaret).
[/NOT]

acip: tuhaf, şaşırtıcıadavet: düşmanlık
baliğ: erişen, ulaşanbilâkis: aksine, tersine
cihet: yön, tarafdalâlet: hak yoldan sapkınlık
hasâret: zararhasıl olmak: oluşmak, meydana gelmek
heyet: bileşenler, bölümlerhidayet: doğru ve hak yol, İslâmiyet
ihzar etmek: hazıra getirmek, önüne getirmekillet: asıl sebep, maksat
isnat etmek: dayandırmakittisaf: vasıflandırılma, nitelendirilme
mahsus: hissedilen; beş duyudan herhangi biriyle bilinenmahsûs ve meşhud: hissedilir ve görülür olma, elle tutulur, gözle görülür hale getirme
malûm: bilinen, bellimezkûr: anılan, sözü geçen
meşhud: görünenmuamele: davranış, iş
muttasıf: vasıflanmış, nitelendirilmişmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
rücu: dönmesebkat etmek: daha önce geçmek, zikredilmek
sâmi: işiten, dinleyentarik-i hak: hak, doğru yol
tecessüm ettirmek: cisimleştirmek, maddî yapıya büründürmek
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 157

elinde değildir. Yeni, in’ikad ve teşekkül etmeye başlayan hakikatler hakkında kullanılan اَلَّذِينَ
blank.gif
1
ünvanı, hidayeti satıp dalâleti almak gibi şu pis muamelenin—bir nevi ticaret olmakla—zamanın insanları için esaslı bir meslek olmaya başlamış olduğuna işarettir.


اِشْتَرَوْا
blank.gif
2
﴿ Ünvanı ise, münafıkların “Hidayeti terk edip dalâleti aldığımız, fıtratımızın iktizasıdır, ihtiyarımızla değildir” diye yapacakları mâzeretin reddine işarettir. Evet, sanki Kur’ân-ı Kerim onlara diyor ki: “Cenâb-ı Hak re’sülmal olarak size uzun bir ömür vermiştir. Ve ruhlarınızda da kemâlât istidadını bırakmıştır. Ve hidayet-i fıtrıyenin çekirdeğini de vicdanınıza dikmiştir ki, saâdeti alasınız. Halbuki sizler saâdete bedel, lezâiz-i fâniye ve menafi-i dünyeviyeyi alıyorsunuz. Demek, su-i ihtiyarınızla, dalâlet mesleğini hidayet mesleğine ihtiyar ve tercih etmekle, hidayet-i fıtriyenizi ifsat, re’sülmalınızı da zayi ettiniz.”

اَلضَّلاَلَةَ بِالْهُدٰى
blank.gif
3
﴿ münafıkların iki hüsrana mâruz kaldıklarına işarettir. Birisi, dalâlet hüsranıdır. İkincisi, hidayet gibi büyük bir nimeti kaybetmektir.

فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ ﴿ Yani, “Ticaretlerinin kârı olmadı.”

Sual: Münafıkların bu ticaretlerinde re’sülmalları da zayi olduğu halde, yalnız kârlarının olmamasından bahsedilmesi neye işarettir?

Elcevap: Akıllı bir tüccarın, kârı olmayan bir alışverişe girişmemesi lâzım olduğuna ve kârı olmamasıyla beraber, re’sülmalın da zayi olması ihtimali olan ticaretlere girişmemesi elzem ve evlâ olduğuna işarettir.


Sual: Ribh fiili, hakikaten münafıkların fiili olduğu halde, bu cümlede ticarete isnat edilmiş olduğu neye işarettir?

Elcevap: Onların ne bu ticaretlerinde, ne eczasında, ne ahvalinde ve ne vesaitinde, ne cüz’î ve ne de küllî bir faide bulunmadığına işarettir. Evet, bazı ticaretlerde



[NOT]Dipnot-1 Öyle kimseler ki (bk. n-ḥ-v: İsm-i mevsûl).
Dipnot-2 Satın aldılar.
Dipnot-3 Hidayete karşılık inkârcılığı…[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahahvâl: haller, durumlar
cüz’î: az, küçük, ferdîdalâlet: hak yoldan sapkınlık
ecza: cüzler, bütünü oluşturan parçalarelzem: gerekli, lâzım
evlâ: daha iyifıtrat: yaratılış, mizaç
hakikat: esas, gerçek hidayet: doğru ve hak yol, İslâmiyet
hidayet-i fıtrıye: yaratılıştan gelen hidayet; kötü tercih ve telkinlerle bozulmamış olan insanı yaratılışındaki doğrulukhüsran: zarar, ziyan, kayıp
ifsat: bozmaihtiyar: irade, dileme, tercih
iktiza: bir şeyin gereğiin’ikad: oluşma, tamamlanma
isnat etmek: dayandırmakistidad: kabiliyet, yetenek
kemâlât: faziletler, olgunluklar, ahlâk ve huy güzellikleriküllî: temel; kapsamlı
lezâiz-i fâniye: gelip geçici zevkler, lezzetlermaruz kalma: uğrama, tesirinde kalma
mazeret: özür, bahanemenafi-i dünyeviye: dünyevî menfaatlar, faydalar
meslek: tutulan yol, tarzmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
nevi: türre’sülmal: sermaye, ana mal
ribh: kazanç, kârsaadet: mutluluk
su-i ihtiyar: iradenin kötüye kullanımı, kötüleşimteşekkül etme: oluşma, meydana gelme
vesait: araçlar, vasıtalar vicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynası
zayi olma: kaybolma, ziyan olma
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 158


matlup kâr olmasa da, ahvalinde veya vesaitinde az çok bir faide olabilir. Fakat bu ticaret ise şerr-i mahzdır, faidelerden tamamen mahrum bir zarardır.


وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ ﴿ Yani, “Re’sülmallarını zayi etmekle hüsrana maruz kaldıkları gibi, yollarını da kaybetmişlerdir.” Bu cümlede, sûrenin başındaki هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
blank.gif
1
cümlesine gizli bir remiz vardır ki: Kur’ân-ı Kerim hidayeti vermemiş değildir; hidayeti vermiş de bunlar kabul etmemişlerdir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif

[NOT]Dipnot-1 Takvâ sahipleri için bir hidayet kaynağı.[/NOT]
ahval: haller, durumlarhidayet: doğru ve hak yol
hüsran: zarar, ziyan, kayıpmahrum: yoksun
matlup: istek, istenilenremiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
re’sülmal: sermaye, ana malvesait: araçlar, vasıtalar
zayi etmek: kaybetmek, ziyan etmekşerr-i mahz: kötülüğün ta kendisi, katıksız kötülük
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 159


﴿
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا اَضَآءَ تْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِى ظُلُمَاتٍ لاَيُبْصِروُنَ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْىٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَآءِ فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِى اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ وَاللهُ مُحِيطٌ بِالْكَافِرِينَ يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ كُلَّمَا اَضَاۤءَ لَهُمْ مَشَوْا فِيهِ وَاِذَاۤ اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا وَلَوْ شَآءَ اللهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ اِنَّ اللهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
blank.gif
1



Bu uzun âyetle hem mâkabli arasında, hem cümleleri arasında, hem cümlelerinin keyfiyetlerinde bulunan cihet-i irtibat ve intizam ise:

Kur’ân-ı Kerim, evvelâ münafıkların hallerini, saniyen cinayetlerini sarahaten kaydettiği gibi, muamelelerinin kötülüğünü akla kabul ettirdikten sonra, hayale, vehme, hisse de gösterip onlara da kabul ettirilmesini bu temsille temin etmiştir. Evet aklî şeylerden fazla, temsillerle hayalî şeyleri kabule, hayal daha yakındır. Ve keza, akla muhalif olan ve hem gayr-ı melûf bulunan birşeyin me’nus bir şekilde gösterilmesiyle hayal çabuk kabul eder. Ve keza, gaip birşeyi hazır göstermekle, akıl ile his arasında mutabakat hasıl olur, his de kabul eder.

Hülâsa: Münafıkların kötülüğü şu temsille akla tasdik ettirildiği gibi, hayale, vehme, hisse de kabul ettirilmesi temin edilmiştir. Ve eyzan, münafıkların ayrı ayrı cinayetleri ve muhtelif sıfatları arasında hakikî bir irtibatın bulunması şu temsille gösterilmiştir. Ve eyzan, münafıkların muamelelerini hayalin gözü önüne şu temsille getirmekten maksat, lisanın söyleyemediği ince cihetleri bizzat hayal bakıp, görsün ve alsın ki, bir itiraz kalmasın.


Sonra bu temsilin cümlelerinin meâli, heyet-i mecmuasıyla münafıkların hikâyelerinin meâline muvafık geldiği gibi, ayrı ayrı da hikâyelerinin cümlelerine uygun gelir. Evet, münafıkların hikâyesi böyledir: Zâhiren imana gelmişlerdir.


[NOT]Dipnot-1 “O münafıkların hali, karanlık bir gecede ateş yakan kimsenin durumu gibidir ki, ateş tam onların çevresini aydınlatmışken, Allah birden nurlarını alıp götürür ve onları karanlıklar içinde bırakır; onlar da artık hiçbir şeyi göremez olurlar. Sağır, dilsiz ve kördürler; gece karanlığında bir ses işitmez, kimseye birşey işittiremez, bağırsalar da yardıma gelen olmaz, yollarını bulamazlar. Çabaladıkça batar, o musibetten kurtulup geri dönemezler. Yahut onların hali, şiddetle boşanan karanlıklı, gök gürültülü ve şimşekli bir yağmura tutulmuş yolcuların misaline benzer. Yıldırımdan ölme korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah o kâfirleri kudretiyle çepe çevre kuşatmıştır. Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır. Etraflarını aydınlatınca birkaç adım yürürler. Fakat üzerlerine karanlık çökünce oldukları yerde kalırlar. Eğer Allah dileseydi onlara verdiği işitme ve görme nimetlerini de alıverirdi. Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kàdirdir.” Bakara Sûresi, 2:17-20.[/NOT]

cihet-i irtibat: bağlantı, ilişki yönüeyzan: yine, aynı şekilde, önceki gibi
gaip: görünmeyen, o anda bulunmayangayr-ı melûf: alışılmışın dışında
hasıl olmak: meydana gelmekheyet-i mecmua: bütünü oluşturan unsurlar, bileşenler, genel yapı
hülâsa: özetle, kısacaintizam: düzen, tertip
keyfiyet: durum, nitelik, özellikkeza: bunun gibi, böylece
meâl: mânâ, anlamme’nus: alışılmış, yakınlık oluşmuş
muhalif: aykırı, zıtmuhtelif: çeşitli, farklı
mutabakat: uygunlukmuvafık: lâyık, uygun
mâkabli: öncesimünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
saniyen: ikinci, ikinci olaraksarahaten: açıkça
sıfat: özellik, vasıftemin etmek: sağlamak
temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetmevehm: kuruntu, zan
zahiren: görünüş itibariyle
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 160


Sonra kalben küfür ve inkâr etmişlerdir. Sonra hayret ve tereddüt içinde kalmışlardır. Sonra hakkı talep etmemişlerdir. Sonra o dalâletten rücua kàdir olmamışlardır ki, hakkı arasınlar.

Temsilin meâli ise: Evvelen ateş yakmışlardır. Sonra o ateşi muhafaza edememişlerdir. Sonra ateşleri sönmüştür. Sonra zulmet içinde kalmışlardır. Sonra herşey onlara görünmez olmuştur. Gece vakti ses sadâ olmadığından, sanki sağır olmuşlardır. Ateşleri söndüğünden, âmâ gibi olmuşlardır. Bir muhatap veya bir yardımcıları bulunmadığından, sanki lâl olmuşlardır. Ve o zulmetten çıkıp rücua kàdir olmadıklarından, sanki ruhsuz, heykel kesilmişlerdir. İşte temsildeki cümlelerle hikâyedeki cümleler arasında muvafakat tamamen tebaruz etmekle, aralarında bir muhalefet kalmadığı tebeyyün etti.

İhtar: Temsildeki zulmet, hayret, ateş, hikâyedeki küfür, adem-i sebat ve fitnelerine işarettir.

Sual: Temsilde nurdan bahsedilmiştir. Münafıkların nuru nerede?


Elcevap: Kendisinde nur olmayan bir insan, muhitinde bulunan nurdan istifade eder. Muhitinde bulunmasa kavminde, kavminde bulunmasa nev’inde, nev’inde bulunmasa fıtratında, fıtratında mümkün olmasa dünya menfaatleri için lisanında vardır. Bu da olmasa, evvelce iman edip sonra irtidat edenlerin evvelki nurlarına işarettir. Bu da olmasa dünyaya ait gördükleri istifadelerine işarettir. Ateşin, fitnelerine işaret olduğu gibi. Bu da olmadığı takdirde daire-i imkânda olan nurları, vücut dairesine indirilmiştir. اِشْتَرَوُا الضَّلاَلَةَ بِالْهُدٰى
blank.gif
1
’daki hidayet gibi.


Sonra cümlelerin arasındaki cihet-i irtibata gelince:

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَاراً
blank.gif
2
﴿ Yani, “Onların meseli, ateş yakan adamın meseli gibidir.” Bu cümlenin mevki ve makama olan münasebeti, şöyle tasvir edilebilir ki:

Âyette beyan edildiği şekil üzerine, ateş yakan adamın hali, Ceziretü’l Arapta sâkin Kur’ân’ın muhataplarından birinci tabakadaki adamların hallerine tetabuk


[NOT]Dipnot-1 “Onlar hidâyet karşılığında inkârcılığı satın aldılar.” Bakara Sûresi, 2:16.
Dipnot-2 Bakara Sûresi, 2:17.[/NOT]

Cezire-i Arap: Arap Yarımadasıadem-i sebat: kararsızlık, sabit olmama
cihet-i irtibat: irtibat, bağlantı yönüdaire-i imkân: varlığı da yokluğu da eşit olan daire, kâinat
dalâlet: hak yoldan sapkınlıkevvelen: ilk olarak
fitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; baştan çıkarmafıtrat: mizaç, karakter
hidayet: doğru ve hak yol, İslâmiyetihtar: hatırlatma, ikaz
irtidat etmek: imanından, dininden dönmekkavm: topluluk, millet
kàdir olma: gücü yetirme, yapabilmeküfür: inkâr, kabul etmeme
lisan: dillâl: dilsiz
mesel: örnek, benzermeâl: mânâ, anlam
muhalefet: farklılıkmuhit: etraf, çevre, civar
muvafakat: uygunlukmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
münasebet: bağlantı, ilişkinev’i: çeşit, tür
nur: ışık, aydınlıkrücu: geri dönme
sadâ: sessâkin: oturan, yerleşik
tasvir etmek: anlatmak, bildirmektebaruz etmek: açığa çıkmak, görünmek
tebeyyün etmek: anlaşılmak, ortaya çıkmaktemsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetme
vücut: beden, varlıkzulmet: karanlık
âmâ: gözleri görmeyen, görme engelli
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 161


ediyor. Zira o tabakadaki adamlar, bu ateşi yakan adamın halini ya bizzat görmüşler veya işitmişlerdir. Ve o halin ne derece müessir ve feci olduğunu hissetmişlerdir. Zira onlar çok defa güneşin zulmünden gecenin zulmetine kaçarak gecenin serinliğinde yollarına devam ettikleri sırada, şiddetli yağmurlara rast gelerek çok zahmetlere düşmüşlerdir. Ve keza çok defa yollarını kaybederek muzır hayvanlarla dolu mağaralara girmişlerdir. Ve arkadaşlarını görüp onlarla ferahlanmak ve eşyalarını görüp, muhafaza etmek veya muzır hayvanları görüp onlardan tahaffuz etmek için ateş yakmışlardır. Ateşin ziyasından istifade ederlerken, semavî bir âfetle ateşleri söner ve reca ve ümitleri tamamen ye’se ve hüsrana inkılâp eder. İşte, Kur’ân-ı Kerim onların bu durumuna
فَلَمَّا اَضَآءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللهُ بِنُورِهِمْ
blank.gif
1
﴿ cümlesiyle işaret etmiştir. Yani, “Vakta ki o ateş etrafı ışıklandırdı; birden bire Cenâb-ı Hak, nurlarını söndürerek ziyalarını zulmete çevirdi.”

فَلَمَّا
blank.gif
2
’da ف kelâmın siyakı, kelâmın şu şekilde olduğunu iktiza ettiğine işarettir ki, ziyasından istifade için ateş yaktılar. Ateş onları ziyalandırdı. Onlar da mutmain ve müferrah oldular. Sonra bir hüsrana uğrayıp yere düştüler.

Sonra bu cümle-i şartiyenin, şart ve ceza denilen her iki cümlesi arasında lüzumun vücudu lâzımken, izâe ile nurun zehabı arasında hiçbir lüzum görünmüyor. Binaenaleyh, bu gizli lüzumu dışarıya çıkarıp göstermek için bazı mukadder cümlelere ihtiyaç vardır. Şöyle ki:Vakta ki ateş onları ışıklandırdı. Onlar da ışıklandılar. Fakat ateşe ehemmiyet verip muhafaza etmediler ve o nimetin kadrini bilip devam ettirmediler, o da söndü gitti. Evet, ziyayı muhafaza etmekten gaflet, adem-i devamını istilzam eder. Adem-i devam ise intifasını, yani sönmesini istilzam eder.

Nurların sönmesiyle uğradıkları hüsrandan sonra وَتَرَكَهُمْ فِى ظُلُمَاتٍ
blank.gif
3
cümlesiyle, zulümata düşmek gibi ikinci bir hüsrana mâruz kaldıklarına işaret edilmiştir.


[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:17.
Dipnot-2 Ne zaman ki.
Dipnot-3 “Allah onları karanlıklar içine bırakır.” Bakara Sûresi, 2:17.[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahadem-i devam: devam etmeme
binaenaleyh: bundan dolayıceza: biri diğerinin şartına bağlı olan iki cümleden ikincisi
cümle-i şartiye: şart cümlesieşya: şeyler, varlıklar
feci: acıklıgaflet: gafil olma, vurdumduymazlık
hüsran: zarar, kayıphüsrana maruz kalma: zarara uğrama
iktiza etmek: gerektirmekinkılâp etmek: değişmek, dönüşmek
intifâ: sönmeistilzam etmek: gerektirmek
izâe: aydınlatma, ışıklandırmakadr: kıymet, değer
kelâm: ifade, sözkeza: bunun gibi, böylece
mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen mânâmutmain: şüphesiz, tam kanaatle inanma
muzır: zararlımüessir: tesirli, etkili
müferrah: ferahlamış, huzurlureca: ümit
semâvî: gökten gelen, İlâhîsiyak: ifade şekli ve tarzı, üslûp
tahaffuz etmek: korunmaktetabuk etme: uyma, uygun düşme
vakta ki: ne vakit kivücud: varlık, var oluş
ye’s: ümitsizlikzehab: gitme
zira: çünküziya: ışık
ziyalandırmak: ışıklandırmakzulmet: karanlık
zulümat: karanlıklarşart: biri diğerinin şartına bağlı olan iki cümleden ilki. Meselâ “Haber verirsen, gelirim” ifadesinde “Haber verirsen” şarttır, “gelirim” cezadır
ف: (bk. ḥ-r-f
 
Üst