Ölümden Sonraki Üc Ayrı Şık

T

Tarihci19

Misafir
Çok tartışılacak bir tesbit!

Şualar ' Alıntı:
Abi bunu yani 20 milyon kısmında ne demek istediniz ben anlıyamadım biraz acıklar mısın? Bende sarıklı gencin bi tanesinin kim olduğunu biliyorum acaba aynı kişi mi?

sarıklı genc bir kişi zaten muhtemelen aynıdr ama söylemek olmaz. efendimizin ümmetim yanlış üzere karar kılmaz hadisine muhalif 20 milyon müslümanın yanlışa prestij edebileceği söylenmiş ben söyleyeceklerimi söylersem kaos çıkar ;) en iyisi bende kalsın..
 

Sungurlu

Member
Çok tartışılacak bir tesbit!

Tarihçi :)
Nevi beni ademin kıyamete kadar en dehşetli meselesi olacak.
Nifak perdesi altında.Dikkat edin Nifak...O kadar şedid bir perde ki nas kendini ondan kurtaramayacak.
Bu hadislerin ışığında olaya bakarsanız problem kalmayacaktır.
Ama kardeşlerden soruları her zaman bekliyoruz._________________________________________________Belki faidesi olur diye konuyu tam taşıyalım. Cümleler daha açık olsun.

Bir zaman, ben bir kısım ehl-i dalâlete mühim bir vakitte kahr ile dua ettim. Bedduama karşı, müthiş bir kuvvet-i mâneviye çıktı. Hem duamı geri çeviriyordu, hem beni men etti.

Sonra gördüm ki, o kısım ehl-i dalâlet, hilâf-ı hak icraatında bir kuvve-i mâneviyenin teshilâtıyla arkasına aldığı halkı sürükleyip gidiyor, muvaffak oluyor. Yalnız cebirle değil, belki velâyet kuvvetinden gelen bir arzuyla imtizaç ettiği için, ehl-i imanın bir kısmı o arzuya kapılıp hoş görüyorlar, çok fena telâkki etmiyorlar.

_________________________________________________İşte bu iki sırrı hissettiğim vakit dehşet aldım. "Fesübhânallah," dedim. "Tarik-i haktan başka velâyet bulunabilir mi? Hususan müthiş bir cereyan-ı dalâlete ehl-i hakikat taraftar çıkar mı?" dedim.
Ve ihlas suresinin bereketiyle gerekli cevab gelir.

Demek beşer hakikatı hali bilemeyebilir. Hel hele bu imtihan
Zamanı Ademden kıyamete kadar nevi beni ademin daha dehşetli bir hadisesi yoktur.ev kema kal
Hadisinde işaret olunduğu imtihansa .
:) Selamla_________________________________________________Bir ilave daha
Sungur abi dilinden "Sarıklı genç Risale-i Nur'un şahsı manevisidir kardeşlerim"
 

hulusi

Well-known member
Çok tartışılacak bir tesbit!

Bir ilave daha
Sungur abi dilind en "Sarıklı genç Risale-i Nur'un şahsı manevi sidir kardeşlerim"
hım..ozaman risale-i nur eline alıp ona ihlas ile sıkıca sarılan bundan nasıbını alırmı..
 

Garib

Well-known member
Çok tartışılacak bir tesbit!

Sakın birbirinize tenkid kapısını açmayınız.
Tenkid edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var.
Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telâkki ediyorum. Siz de üstadınızın nazariyle birbirinize bakmalısınız. Âdeta, her biriniz ötekinin faziletlerine nâşir olunuz. Kardeşlerimizden İslâm Köylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum:

O zât yanıma geldi, ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali Kemâl-i samimiyet ve ihlâs ile, onun tefevvuku ile iftihâr etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği
için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil... samimî olduğunu hissettim.
Cenâb-ı Allah'a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var.
inşâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillâh, yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor. Küçük bir lâtife:
Sohbet içinde sizden bahis geçti... Şükre dair mes'eleyi sordum: "Husrev'in yazdığını Re'fet Bey gördü mü?" Bekir Ağa dedi: "Evet gördü ve dedi "Çok güzel, fakat acaba sen kalem karıştırmadın mı?" Hüsrev dedi: "Yok, kendi nüshamda, tam bütün gelmedi. Fakat kendilerine yazdığım tam geldi." Biraz münakaşa oldu... Bu münasebetle kardeşim Re'fet Bey'e derim ki: Aslında tevâfuk noksan olsaydı, zaten ben tavsiye etmiştim ki; kalem karıştırmasınlar. Asıl vaziyet bozulmasın. Bekir Ağa da gördü ki; asıl müsveddede çıkıntı olduğu halde tevâfuk Hüsrev'in tarzında var. Onun için Hüsrev'in bir mahareti varsa tevâfuku bozmamış. Hattâ Mu'cizat-ı Ahmediye'deki Salâvat tevâfukunda tavsiye etmiştim ki: Kimse maharetini karıştırmasın. Fakat asıl müsveddelerde, en acemi bir müstensihin nüshasında birkaçı müstesna bütün tevâfuktadır. Onun için sekiz ayrı ayrı müstensihin setredemediği bir tevâfuk, elbette kuvvetlidir. Müstensihler bozmasınlar, tevâfuku getiremeyen bozuyor.
demek en büyük maharet odur ki; tevâfuku bozmasın
. Çünkü tevâfuk var. Sen de Hüsrev'e yardım et ki, hakikaten mevcut ve matlub tevâfuku denk getirebilsin. Çünki; yoktan var etmiyorsunuz. Hakikî var'ı yok etmeyin.

Sözler'le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum...
SON SÖZÜ ÜSTADIN ACIKLIYOR DEMİ ABİ SÖZLERLE ALAKADAR OLANLARA SELAM VE DUA EDİYORUM YETMEMİ :d
 

muvafýk

Member
Çok tartışılacak bir tesbit!

habib ' Alıntı:
İdam-ı ebedî, daimî haps-i münferid...

[Metin Karabaşoğlu]

RİSALE-İ NUR müellifi, Denizli hapsinin bir meyvesi olarak yazdığı Meyve Risalesi’nin “İkinci Mes’ele”sinde, ölüm ve sonrasına dair üçlü bir tarifte bulunur. Dünya ahiretin tarlası olduğuna göre, insan cennetini veya cehennemini bu dünyada inşa eder ve ölümden sonra hangi hal üzere olacağını bu dünyadaki hali belirler. Bu dünyadaki haline göre, insanları ölümden sonra bekleyen, üç ayrı şık vardır: (1) idam-ı ebedî, (2) daimî haps-i münferid, (3) saadet-i ebediye.

Bu üç şıktan birincisi ve üçüncüsü daha kolay kavranır bir keyfiyette olmakla birlikte, ilgili risaleyi okuyan insanlar arasında ortadaki şıkkın muhatapları hakkında bir ihtilaf ve tereddüt bulunmaktadır.


Birinci şıkka kimlerin gireceği açıktır. Bu şık, ‘kâfir’leri, ‘münkir’leri, yani fıtratları onlara hakkı gösterdiği ve üstelik hakkın mübelliği olarak vahiyden de haberdar oldukları halde hakikatın üstünü örtenleri kapsar. Allah’ın kevnî ve kelamî âyetlerini red ve inkâr edenlerdir ‘idam-ı ebedî’ üzere olacakları belirtilen. Yani, sürekli bir yokoluş tedirginliği içinde bir varoluş ki, ‘beka’ insanın en birinci arzusu olduğu ve aşk-ı beka aşkların en şedidi olduğuna göre, azaplar içinde en birinci azap işte böylesi bir ruh hali olsa gerektir. Gelin görün ki, kâfir, bu dünyadaki yaşayışıyla buna hak kesbetmiştir; çünkü bu dünyada o her dakika önünde duran, karşısına gelen, gördüğü, hissettiği veya tattığı bunca ilâhî işareti yok saymış, onları görmezden gelerek veya üstlerini örterek, her defasında ‘hiçlik’ ve ‘yokluk’ denizine itelemek istemiştir. Bu dünyada Allah’ın kevnî ve kelamî âyetlerini yok sayanların cezası, öte dünyada daimî bir yokoluş endişesi içinde varolmaktır.

Üçüncü şıkka kimlerin gireceği de açıktır. Bu şık, ‘mü’min’leri, yani fıtratlarının gösterdiği ve vahyin de haber verdiği hakkı kabul ve tasdik edip, ellerinden geldiği kadar bu hakikat mucibince yaşamaya çalışan, başaramadıkları yerde ise istiğfar ve tevbe ile Rablerinden bağışlanma dileyenleri kapsar. Bu dünyayı O’nun adına yaşama gayretlerinin mükâfatı olarak, Allah mülkünün dairelerini ebediyen onlara açacak; ve en önemlisi, kalb ve ruhlarına daimî bir sürur ve saadet ihsan edecektir.

Peki, ortadaki bu grubu kimler teşkil eder? Bütün sınıflamalar biraraya toplana toplana en sonunda elimizde sadece mü’minler ve kâfirler kümesi kaldığına göre, bu ortadaki şıkkın muhatapları kimlerdir? Kâfirler desek, kâfirlerin cezası zaten bellidir: idam-ı ebedi. Mü’minlerin günahkârları desek, günahı sevabından fazla bir mü’min bir azaba duçar olsa bile, âyetlerin ve hadislerin bildiği üzere bu azap geçicidir. Oysa Bediüzzaman ilgili tasnifinde, ‘daimî haps-i münferid’ demektedir!

Kendi namıma, hatırı sayılır bir sıklıkla muhatap olduğum bu müşkile, Bediüzzaman’ın ilgili tarifin ardından parantez içinde kullandığı ‘beka-i ruha inanan ve sefahette gidenler’ tarifinden de cesaret alarak, şu şekilde cevap veriyorum:

Saadet-i ebediyeden mahrum olduğu gibi, ‘idam-ı ebedî’ye de duçar olmayacak bu üçüncü grup, kat’iyetle ‘günahı sevabından ziyade’ mü’minleri tarif etmiyor. Çünkü, son tahlilde imanın âlemlerin Rabbi katında ne kadar da değerli olduğunu, hakikî bir imanın haşir mizanında bunca kusur ve günaha rağmen nasıl bir mağfiret vesilesi olabileceğini bildiren hadisler biliyoruz. Keza, Allah’ın iman edenlere, günahlarından dolayı geçici olarak cehennemde cezalandırılmayı hak ettikleri durumda bile, ‘kalıcı olarak’ cehennemi haram ettiğini de...

Peki o halde, kim bu üçüncü grubu oluşturan ‘daimî haps-i münferid’ cezalıları?

Bu üçüncü grubu, imanın hakikatini akılları kabul edip kalbleri derkettiği halde, bunu ilan ve ikrar etmeyenler teşkil ediyor. Bu kişilere kelimenin tam anlamıyla ‘kâfir’ diyemiyoruz; çünkü Allah’ın birliğini, ahiretin varlığını, peygamberleri... biliyorlar ve iç dünyalarında bunun hakikat olduğunun da idraki içindeler. Ama yaşadıkları bir hayat var; bu hayatın içinde nefislerinin nemalandığı haller ve keyfiyetler var. İçlerinde kabul ve derk ettikleri bu iman hakikatlerini dilleriyle de ilan ve ikrar ettiklerinde, hem bu hallerden uzak düşeceklerini, hem de imanları dolayısıyla mihnet ve meşakkate duçar olabileceklerini düşünüyorlar. Kimisi nefsinin hazcılığına, kimi edindiği şöhrete, kimi ulaşacağı makama uzak kalacağı düşüncesinde; kimi bırakmak zorunda kalacağı ‘haram’ kazanç yollarını terke yanaşmıyor, kimisi muktedirlerin hışmına uğramaktan çekiniyor... Her hâlükârda, ortada doğru olduğu bilinen bir iman hakikati sözkonusu; ama şu dünyaya ilişkin hesaplar aklın kabul ve kalbin idrak ettiği bu hakikati ‘ilan ve ikrar’dan kişiyi alıkoyuyor. Dolayısıyla, ‘ilan ve ikrar’dan alıkoymanın paralelinde, buna göre yaşama çabasından da...


Tabir yerindeyse, aklı ve kalbi içten içe “Lâ ilâhe illallah” diyen, ama dilinden “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” tasdiki ve şehadeti çıkmayan insanlar var işte bu şıkta karşımızda. Bilen ama iman etmeyen; doğruluğunu kabul eden ama bunu ikrar etmeyen; nefsü’l-emirde gördüğüne, yani ‘objektif gerçeklik’e “Eşhedü” diyerek katılmayan bir zümre...

Ortadaki ‘daimî haps-i münferid,’ idrakimce, işte bu durumdaki kişilere bakıyor.

Üstelik, vicdanımdaki hiss-i adaletin de tastamam kabul ve tasdik ettiği bir denkleştirme bu.

Onlar doğru olduğunu bildikleri şeyi şu veya bu hesapla bu dünyada akıllarında ve kalblerinde saklamayı tercih ettiler, “Eşhedü” deyip dilleriyle ikrar ve yaşayışlarıyla ilan etmediler. Allah da, bu dünyada akıl ve kalblerinde sakladıkları bu doğru hatırına onları ‘idam-ı ebedî’yi hakedenlerle bir tutmadı, ama bu dünyadaki duruşlarıyla haketmedikleri cennetle de mükâfatlandırmadı.

Hak ettiklerini buldular.

Gerçeği bu dünyada hep ‘içeride’ hapsettiler, karşılığı olarak öte dünyada ‘daimî bir haps-i münferid’e mahkum edildiler...

28.08.2007

© 2007 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu
Konu bu ama tartışılan şeylerin bunla alakası yok.
 

Garib

Well-known member
Çok tartışılacak bir tesbit!

iyide üstad kasem ederim ki nur talebeleri imanla kabre girecekler diyor zate ama nur talebesi olarsa öle iki risale okudum tememdir deil hakiki talebe olursa hani zübeyir abinin hatıralarını okumussunuzdur afyon hapsinde iken abiler kapıda yatmıs benide alın ben onlardan ayrı duramam diye veya bekirberk abinin her mahkemeye koşması bayram abinin ihlası...gibi sadece abilere bakarsak ne demek istediğini anlarız demi :Dnasıl renkli felan yazıyorum aferin bana ;D
 

Sungurlu

Member
Çok tartışılacak bir tesbit!

Kardeşler :) konu başka yerlere doğru gitmiş. Ve her tartışma menfi değildir. Bazen müsbet manada da tartışma olur ki ihtilafu ümmeti rahmeti bu münazarayı anlatır.
Burda fitne ateşleri değil uhuvvet hakim merak etmeyiniz. :)
 
T

Tarihci19

Misafir
Çok tartışılacak bir tesbit!

Sungurlu, zaten efendimizin Allah tan dilediği üç şeyden biri olan ümmetin içine ayrılık girmemesi isteği kabul edilmemiş ve girecektir ve zaten girmiştir, mesele bu değil. üstad o beddua yı kimlere etmiş? o insanlar ne yapıyorlarmışki üstadın bedduasını almışlar? ve o insanlar acaba kaç milyon kişiymiş? üstad gibi birinin bedduasını alacak iş yapan o insanlarla benim kastettiğim insanların yaptığı iş aynı mıdır?

abiler şahsı manevidir demişler, eyvallah.. bunu sölerken eminimki ayrılığa sebeb olmamak için söylemişlerdir aksi halde üstadın talebeleri bir yana o sarıklı genc bir yana gibi bir resm ortaya çıkar, meselenin ne, sarıklı gencin kim olduğunu siz de ben de biliyoruz ama abiler sölemeyi uygun görmemişler, o sarıklı gencte tevazusundan benim demiyor ve demezde o demezse biz hiç demeyiz..
 

hasret

Well-known member
--------Hel hele bu imtiha n
Zamanı Ademde n kıyamete kadar nevi beni ademin daha dehşetli bir hadise si yoktur ------------

----------Bir zaman, ben bir kısım ehl-i dalâlete mühim bir vakitt e kahr ile dua ettim. Beddua ma karşı, müthiş bir kuvvet-i mâneviye çıktı. Hem duamı geri çeviriyordu, hem beni men etti. --------------

Ben şimdi diyicem abi üstad neye beddua etmiş,ve o imtihan nedir?Tabi siz yine cevap vermiyeceksiniz :(
Ama bende birgün abi olcam ve sizin gibi zulmetmiycem şakirtlere :)

-
 

Sungurlu

Member
Bu soruya cevap vermemek olmaz. Ancak Üstadımız 5.Şua ve Şapka ve sırrı inna a'tayna gibi Risaleleri umumi olarak izah edilmesinitasvip etmemişlerdir.
Bu konuyu başka vakte bırakalım inş.
El katretu tedulle alel bahr. diyelim. gerisi firasetinize havale_________________________________________________
hulusi ' Alıntı:
Bir ilave daha
Sungur abi dilind en "Sarıklı genç Risale-i Nur'un şahsı manevi sidir kardeşlerim"
hım..ozaman risale-i nur eline alıp ona ihlas ile sıkıca sarılan bundan nasıbını alırmı..
sıdk sadakat ihlas samimiyet hasbilik hatta elden gelirse uhuvvet ve hatta ittisal peyda etmek ve bu dairei Nuraniye dahil olmak inş. o şahsı manevinin bir azası olmak.
Amenna
 
Üst