Otuz Üçüncü Söz - Sayfa 930
bütün yıldızlara sahip olmak lâzım gelir. Hem, Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfında izah ve ispat edildiği üzere, semâvâtın halk ve tesviyesine muktedir olmayan, beşerin simasındaki teşahhusu yapamaz.
Demek, bütün semâvâtın rabbi olmayan, birtek insanın simasındaki alâmet-i farika olan nakş-ı simâvîyi yapamaz. İşte, kâinat kadar büyük bir pencere ki, onunla bakılsa,
âyetleri, büyük harflerle kâinat sahifelerinde yazılı olduğu gibi, akıl gözüyle de görülecek. Öyle ise, görmeyenin ya aklı yok, ya kalbi yok. Veya insan suretinde bir hayvandır.
Bir bahar mevsiminde, garibâne, mütefekkirâne seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken, parlak bir sarıçiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarıçiçekleri derhatır ettirdi. Şöyle bir mânâ kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler Onun mühürleridir, sikkeleridir.
Şu mühür tahayyülünden sonra şöyle bir tasavvur geldi ki: Nasıl bir mühürle mühürlenmiş bir mektup, o mühür, o mektubun sahibini gösterir. Öyle de, şu çiçek bir mühr-ü Rahmânîdir. Şu envâ-ı nakışlarla ve mânidar nebâtat satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi, bu çiçek Sâniinin mektubudur. Hem şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahrâ ve ova, bir mektub-u Rahmânî hey’âtını aldı.
İşbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki: Herbir şey, bir mühr-ü Rabbânî
[NOT]Dipnot-1
“Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir. Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir.” Zümer Sûresi, 39:62-63.
Dipnot-2
“Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.[/NOT]
<tbody>
</tbody>
bütün yıldızlara sahip olmak lâzım gelir. Hem, Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfında izah ve ispat edildiği üzere, semâvâtın halk ve tesviyesine muktedir olmayan, beşerin simasındaki teşahhusu yapamaz.
Demek, bütün semâvâtın rabbi olmayan, birtek insanın simasındaki alâmet-i farika olan nakş-ı simâvîyi yapamaz. İşte, kâinat kadar büyük bir pencere ki, onunla bakılsa,
اَللهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ لَهُ مَقَالِيدُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ
1
âyetleri, büyük harflerle kâinat sahifelerinde yazılı olduğu gibi, akıl gözüyle de görülecek. Öyle ise, görmeyenin ya aklı yok, ya kalbi yok. Veya insan suretinde bir hayvandır.
Yirmi Dokuzuncu Pencere
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
2
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
Bir bahar mevsiminde, garibâne, mütefekkirâne seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken, parlak bir sarıçiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarıçiçekleri derhatır ettirdi. Şöyle bir mânâ kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler Onun mühürleridir, sikkeleridir.
Şu mühür tahayyülünden sonra şöyle bir tasavvur geldi ki: Nasıl bir mühürle mühürlenmiş bir mektup, o mühür, o mektubun sahibini gösterir. Öyle de, şu çiçek bir mühr-ü Rahmânîdir. Şu envâ-ı nakışlarla ve mânidar nebâtat satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi, bu çiçek Sâniinin mektubudur. Hem şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahrâ ve ova, bir mektub-u Rahmânî hey’âtını aldı.
İşbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki: Herbir şey, bir mühr-ü Rabbânî
[NOT]Dipnot-1
“Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir. Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir.” Zümer Sûresi, 39:62-63.
Dipnot-2
“Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.[/NOT]
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a) | alâmet-i farika: ayırt edici işaret |
beşer: insanlar | derhatır: hatıra getirme |
envâ-ı nakış: nakış çeşitleri, türleri (bk. n-ḳ-ş) | garibâne: garip olarak |
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ) |
hey’ât: şekiller, suretler | kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) |
mektub-u Rahmânî: sonsuz rahmet sahibi Allah’a ait herbiri birer mektup gibi mânâlar ifade eden varlıklar (bk. k-t-b; r-ḥ-m) | muktedir: gücü yeten, iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r) |
mânidar: mânâlı, anlamlı (bk. a-n-y) | mühr-ü Rabbânî: Rabbe ait mühür (bk. r-b-b) |
mühr-ü Rahmânî: sonsuz rahmet sahibi olan Allah’ı gösteren mühür (bk. r-ḥ-m) | mütefekkirâne: tefekkür ederek, düşünerek (bk. f-k-r) |
nakş-ı simâvî: yüzdeki nakış, her insanın yüzüne Allah tarafından konulan nakış (bk. n-ḳ-ş) | nazar: dikkat, bakış (bk. n-ẓ-r) |
nebâtat: bitkiler | rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) |
sahrâ: ova, meydan | sair: diğer, başka |
semâvât: gökler (bk. s-m-v) | sikke: metal gibi maddî şeyler üzerine vurulan mühür, işaret |
sima: yüz, çehre | suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r) |
tahayyül: hayal etme (bk. ḥ-y-l) | tasavvur: düşünme, zihinde tasarlama (bk. ṣ-v-r) |
tesviye: düzenleme | teşahhus: şahıslanma, belirlenme |
turra: padişahın mührü, imzası | zemin: yer |
<tbody>
</tbody>