Tefeül

Huseyni

Müdavim
Mezhebimizde (mesleğimizde) firak yok. Sen nerede bulunsan, şu kardeşinle ellerinizdeki Sözler vasıtasıyla sohbet edebilirsin. Ben de istediğim zaman, seni yanımda dergâh-ı İlâhîye beraber el açıp niyaz etmek suretinde görebilirim. Eğer kader sizi başka bir yere gönderirse,
blank.gif
1 اَلْخَيْرُ فِيمَا اخْتَارَهُ اللهُ hükmünce, kemâl-i rızayla teslim ol. Hem senin gibi, inşaallah kalbi selîm, aklı müstakîm, hakikî iman dersini veren zâtlara başka yerler daha ziyade muhtaçtır.

Orada (Eğirdir’de) lillâhilhamd imana çok hizmet ettin. Eğirdir’den ziyade başka yerler belki daha muhtaçtır.
Saniyen: Sorduğun birinci suale senin kalbini tevkil ediyorum. Nasıl fetva verirse, ben de öyle razıyım. Merâtib-i dünya, nokta-i nazarımda pek ehemmiyetsiz olmakla beraber, senin gibi mertebesini hizmet-i Kur’ân’a medar edenler için, minnet altına ve zillete girmemek şartıyla hoş görüyorum. İkinci sualin ise, peder ve validenin arzuları pek mühimdir. Kur’ân-ı Hakîm bir âyet-i kerimede, beş tarzda onlara karşı şefkat ve hürmeti emreder. Eğer suhuletle arzuları yerine gelmek kabilse yaparsınız.

Salisen: Aziz kardeşlerim, bahar ve yazın meşgaleleri, hem gecelerin kısalması, hem şuhûr-u selâsenin gitmesi ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha sair bazı esbabın bulunması, elbette bir derece neş’eli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur, size fütur vermesin. Çünkü o dersler, ulûm-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bâhusus, siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz.

Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenâb-ı Hakkın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimâından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz çoktur.



Dipnot-1 Gerçek hayır, ancak Allah’ın kulları için seçtiğindedir.

Barla Lahikası

Devamı: http://erisale.com/#content.tr.8.362
 

Huseyni

Müdavim

Aziz, sıddık kardeşlerim,


Bu şiddetli kışta ve mânevî, dehşetli, ayrı tarz bir kışta ve nev-i beşer ictimaî hayatında müthiş kanlı diğer tarz bir kışta, çırpınan biçarelere rikkat-i cinsiye ve şefkat-i neviye cihetinden gayet derecede bir hüzün ve elem hissettim. Çok yerlerde beyan ettiğim gibi, yine Erhamürrâhimîn ve Ahkemülhâkimîn olan onların Hâlık-ı Kerîm ve Rahîmin hikmet ve rahmeti, benim kalbimin imdadına yetişti. Mânen denildi ki:

“Senin bu şiddet-i teessürün, o Hakîm ve Rahîmin hikmetini, rahmetini bir nevi tenkit hükmüne geçer. Rahmet-i İlâhiyeden ileri şefkat olunmaz. Hikmet-i Rabbaniyeden daha ekmel hikmet, dâire-i imkânda olamaz. Âsiler, cezalarını; mâsumlar, mazlumlar, zahmetlerinden on derece ziyade mükâfatlarını alacaklarını düşün. Senin daire-i iktidarının haricinde olan hâdisâta, Onun merhamet ve hikmet ve adaleti ve rububiyeti noktasında bakmalısın.” Ben de o lüzumsuz şiddetli elem-i şefkatten kurtuldum.

Kastamonu Lahikası


Devamı: Risale-i Nur

 

uður1

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 12.1.BEDİÜZZAMAN VE RİSALE-İ NUR
RİSALE-İ NUR NEDİR VE NASIL BİR TEFSİRDİR?
Kur’ân’ın hakikatlerini müspet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve ispat eden Risale-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan “Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatleri nedir?” gibi suallerin cevabını vâzıh ve kat’î bir şekilde, çekici bir üslûp ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor.

Yirminci asrın Kur’ân felsefesi olan bu eserler, bir taraftan teknik, fen ve san’at olarak maddiyatı, diğer taraftan iman ve ahlâk olarak mâneviyatı câmi ve hâvi olacak, Türk medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride bırakacağını da ispat ve ilân etmektedir.

Ecdadımızın bir zamanlar kalblerinde yerleşen iman ve itikad cihetiyle zemin yüzünde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı imanından gelen bir kahramanlıkla mukabele etmesi, İslâmiyet ve kemâlât-ı mâneviyenin bayrağını Asya, Afrika ve yarı Avrupa’da gezdirmesi ve “Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim” deyip ölümü gülerek karşılayarak, müteselsil düşman hâdisata karşı dayanması gibi, milletçe medar-ı iftihar âli seciyemizin bugün biz gençlerde inkişafı, vatan ve millet menfaati bakımından ve istikbalimizin selâmeti noktasından ne derece elzem olduğu malûmdur. Mutlaka her hareket ve hizmette maddî bir ücret ve şahsî menfaatler mülâhaza etmek, Türkün millî tarihinin şeref ve haysiyeti ile kabil-i telif olamaz. Bizler, ancak rıza-yı İlâhî için çalışıyoruz. Bizzat hizmetinde bulunmakla aldığımız telezzüz, kardeş ve vatandaşlarımıza, İslâmiyete ve insaniyete yardımda bulunabilmek mazhariyetinden gelen ebedî hayatımıza ait sürur ve ümit, bizim bu babda aldığımız ve alacağımız yegâne hakikî mukabele ve ücrettir.

Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir?

Tefsir iki kısımdır.


Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerin mânâlarını beyan ve izah ve ispat ederler.

İkinci kısım tefsir ise: Kur’ân’ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve ispat ve izah etmektir. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Zahir malûm tefsirler, bu kısmı bazan mücmel bir tarzda derc ediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları da susturan bir mânevî tefsirdir.

Risale-i Nur sübjektif nazariye ve mütalâalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur’ân’ın hakikatlerini rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arzedilen bir külliyattır.

Risale-i Nur: Kur’ân âyetlerinin nurlu bir tefsiri. Baştan başa iman ve tevhid hakikatleriyle müberhen. Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış. Müsbet ilimlerle mücehhez. Vesveseli şüphecileri ikna ediyor. En avamdan en havassa kadar herkese hitap edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor.

Risale-i Nur: Nurlu bir külliyat. Yüz otuz eser. Büyüklü küçüklü risaleler halinde. Asrın ihtiyaçlarına tam cevap verir. Aklı ve kalbi tatmin eder. Kur’ân-ı Kerim’in yirminci asırdaki—lâfzî değil—mânevî tefsiri...

İspat ediyor! Akla gelen bütün istifhamları... Zerreden güneşe kadar iman mertebelerini... Vahdaniyet-i İlâhiyeyi... Nübüvvetin hakikatini...

İspat ediyor! Arz ve semâvâtın tabakatından, melâike ve ruh bahsinden, zamanın hakikatinden, haşir ve âhiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mahiyet-i asliyesinden ebedî saadet ve şekavetin menbaına kadar, akla gelen ve gelmeyen bütün imanî meseleleri en kat’î delillerle, aklen, mantıken, ilmen ispat ediyor. Pozitif ilimlerin müşevviki... Riyazî meselelerden daha kat’î delillerle aklı ve kalbi ikna edip, merakları izale eden bir şaheser...
Az miktarda bastırılabilen, hiçbir ticarî gaye ve zihniyetle çalışılmayarak bayilere dahi verilmeyen bu eserlerin geliri, mütebaki eserlerin tab’ına hasredilecektir.

Büyük bir titizlik ve hassasiyetle üzerinde durduğumuz mühim bir husus da, Risale-i Nur’un lâyık ellere geçmesi ve onun hakikî fiyatı olarak en az yirmi beş kişinin istifade etmesinin temin edilmesidir.

Bu mânevî tefsir, Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şualar diye dört büyük kısımdan müteşekkil olup, yekûnu yüz otuz risaledir.

Neşrinde çalışanlar

Lügatler :
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
aklen : akla uygun olarak
âli : yüce, yüksek

arz : yer, dünya
arz etme : söyleme, ifade etme
avam : halk tabakası, sıradan insanlar
bab : bölüm, kısım

bahis : konu
beyan : açıklama
câmi : kapsamlı, birçok şeyi içine alan

derc : yerleştirme
ebedî : sonsuz, sonu olmayan
ecdad : atalar, cedler
elzem : çok gerekli olan

emsalsiz : benzersiz, eşsiz
fen : bilim

feylesof : filozof, felsefe ile uğraşan, felsefeci
gaye : maksat, amaç
gazi : savaşta yaralanan, sağ dönen kimse
hâdisat : hadiseler, olaylar
hakikat : gerçek, esas

hakikî : doğru, gerçek
hasretme : ayırma, özgü kılma
hassasiyet : duyarlılık
haşir : öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
havas : seçkinler sınıfı, âlimler, bilginler
hâvi : ihtiva eden, içine alan
haysiyet : itibar, özellik

husus : konu
hüccet : delil, kanıt
ibare : ifade, söz
imanî : imanla ilgili, imana dair
inkişaf : açığa çıkma, gelişme,
insaniyet : insanlık

ispat : delil göstererek doğruyu ortaya çıkarma, kanıtlama
istifade : faydalanma
istifham : soru
istikbal : gelecek
itikad : inanç
izah : açıklama

izale : giderme
kabil-i telif : uyuşabilir, bağdaşabilir
kat’î : şüphesiz, kesin bir şekilde
kemâlât-ı mâneviye : mânevî mükemmellikler, fazilet ve üstünlükler

külliyat : eserler topluluğu; Risale-i Nur Külliyatı
lâfzî tefsir : Kur’ân-ı Kerimin ibare, kelime ve cümlelerini belâgat, beyan, maânî ilmi gibi Arapça dilbilimi ve İslâmî ilimler çerçevesinde mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan eser
maddiyat : maddî şeyler
mahiyet : asıl özellik, temel nitelik

mahiyet-i asliye : gerçek mahiyet; bir şeyin aslı, temel özelliği
malûm : bilinen

mânevî tefsir : Kur’ân-ı Kerimin işaret ettiği hakikatleri asrın ilmî gelişmeleri ışığında ortaya koyarak, iman hakikatlerini güçlü ve sarsılmaz delillerle açıklayan, yorumlayan eser
mâneviyat : mânevî âleme ait olan şeyler, ahlâk ve fazilet gibi mânevi değerler
mantıken : mantığa uygun olarak
mazhariyet : bir nimete nail olma, erişme
medar-ı iftihar : iftihar vesilesi, övünç kaynağı

melâike : melekler
menba : kaynak
menfaat : yarar, fayda

mertebe : derece, basamak
mevcudat : varlıklar, yaratılan şeyler
misil : benzer, eş değer

muannid : inatçı; inanmamakta ısrar eden
mukabele : karşılık verme

mukaddes : her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış, kutsal, yüce
müberhen : delillendirilmiş, delillerle ispatlanmış
mücehhez : cihazlanmış, donanmış
mücmel : kısa, özet
mülâhaza : gözetme, düşünme
müspet ilim : pozitif ilim, ispata dayanan ilim

müşevvik : teşvik eden
mütalâa : bakış, görüş

mütebaki : geri kalan kısım
müteselsil : bir dizi, zincirleme, peş peşe gelen

müteşekkil : meydana gelmiş, oluşmuş
nazariye : teori
neşr : yayma, yayınlama
nübüvvet : peygamberlik
objektif : nesnel, tarafsız; hakikati olduğu gibi aksettirme

pozitif ilimler : deneye dayanan matematik, fizik gibi fen ilimleri
rasyonel : akla uygun, akılcı
rıza-yı İlâhî : Allah’ın rızası

risale : kitap, mektup; Risale-i Nur’dan her bir bölüm
riyazî : matematiksel, matematikle ilgili
saadet : mutluluk
sair : diğer, başka
seciye : huy, karakter
selâmet : esenlik, güven

semâvât : gökler
sübjektif : objektif olmayan, kişisel, duygusal; eşyanın hakikatine değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan
sürur : mutluluk, sevinç

şaheser : üstün, değerli eser
şehid : Allah yolunda canını feda eden Müslüman

şekavet : mutsuzluk, sıkıntı
tab’ : baskı, matbaada basma
tabakat : tabakalar, katmanlar
tatmin : doyurma, ikna etme
tefsir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan eser, kitap
telezzüz : lezzet alma

temin : sağlama
tenvir : aydınlatma, nurlandırma

tevhid : birleme, Allah’ı bir olarak bilme ve her şeyi bir olan Allah’a verme
ticarî : ticaretle ilgili
üslûp : ifade tarzı

Vahdaniyet-i İlâhiye : Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışı
vâzıh : açık, aşikâr

vesvese : kuruntu, şüphe
vuku : gerçekleşme, meydana gelme
yegâne : tek, yalnız

yekûn : bütün, toplam
zahir : açık
zemin : yer, dünya

zerre : atom, en küçük madde parçası
zihniyet : düşünce





 

uður1

Well-known member
90- Muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli; hoş geldin demeli. Geçmiş lezaiz, ah vah dedirtir. "Ah!" müstetir bir elemin tercümanıdır. Geçmiş alam, "Oh!" dedirtir. O "Oh" muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir.
91-
Nisyan dahi bir nimettir. Yalnız her günün alamını çektirir, müterakimi unutturur. (Bediüzzaman Said Nursi - Hakikat Çekirdekleri'nden 90-91)
Lügatler
Âlâm :
elemler, üzüntüler, acılar Elem :
üzüntü, acı, keder Lezâiz :
lezzetler Muhbir
:haber veren, haberci Muvakkat :
geçici, devamlı olmayan Muzmer
:gizli, saklı Müstetir
:örtülü, gizlenen Müterakim :
birikmiş, yığılmış Nisyan :
unutmak Tebessüm
: gülümseme, gülme Tercüman :
açıklayan, tercüme eden Ziyade :
daha çok
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member

Ben Van'da iken, hamiyetli Kürd bir talebeme dedim ki:

"Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?" dedim.

Dedi:

"Ben Müslüman bir Türk'ü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım.

Çünki tam imana hizmet ediyorlar." Bir zaman geçti (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul'da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aks-ül amel ile, o da Kürdçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş.

Bana dedi:

"Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürd'ü, sâlih bir Türk'e tercih ediyorum."

Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaatı geldi ki:

Türkler, bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur.

Emirdağ Lahikası-2 -Bediüzzaman Saidi Nursi


297403_10150381013999672_696779671_8061401_1806150458_n.jpg
 

uður1

Well-known member
DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ 8.3.HÜRRİYETE HİTAP(DEVAMI)
Bir mu’cize-i Peygamberîdir (a.s.m.) ve bu millet-i mazlumeye bir inayet-i İlâhîdir ve cemiyet-i milliyenin niyet-i hâlisânesinin bir kerametidir ki, bu maden-i saadet ve hürriyet olan şeriat dairesindeki ittihad-ı kulûb ve muhabbet-i millî elimize meccanen girdi. Milel-i saire, milyonlarla cevahir-i nüfus feda etmekle kazandılar. Ölmüş olan hissiyat ve âmâl ve müyülât-ı âliye-i milliyemizi ve ahlâk-ı hasene-i İslâmiyemizi bu küre-i arz denilen, cezbe tutmuş mevlevî gibi meczup cevvâlin simâhında tanin-endâz ve umum milleti sürur ile bir garip ihtizaza getiren sadâ-yı hürriyet ve adalet nefh-i sûr-u İsrâfil gibi hayatlandırıyor.

Sakın, ey ihvân-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde lâubaliliklerle tekrar öldürmeyiniz. Ve bütün efkâr-ı fâsideye ve ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı şeriat-ı garrâ üzerine müesses olan kanun-u esâsî Azrâil hükmüne geçti, onları öldürdü.

Ey hamiyetli ihvân-ı vatan! İsrâfât ve hilâf-ı şeriat ve lezaiz-i nâmeşrua ile tekrar ihyâ etmeyiniz.

Demek, şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi bu ittihâd-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı mâdere geçtik, neşvünemâ bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden, inşaallah mu’cize-i Peygamberî (a.s.m.) ile, şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiyeye amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz.


Lügatler :
ahlâk-ı hasene-i İslâmiye : İslâmiyetten gelen güzel ahlâk
ahlâk-ı rezile : aşağılık ahlâk
âmâl : emeller, istekler
amelen : iş ve emek bakımından, çalışma olarak
burak-ı meşveret-i şer'iye : şer’î meşveret burağı (Burak, çok hızlı bir araçtır ki, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) İsra ve Mirac yolculuğunda bu binekle kâinatı seyahat etmişti.)
cemiyet-i milliye : millî cemiyet, topluluk; din, şeriat, inanç birliği olan millet, topluluk
cevahir-i nüfus : nefisler cevherleri, değerli cevherler olan insanlar
cevvâl : sürekli hareket hâlinde olan
cezbe tutmak : Allah’ın aşkıyla kendinden geçer bir hale gelme
desais-i şeytaniye : şeytanın desiseleri, hileleri
efkâr-ı fâside : bozulmuş fikirler
elvan : renkler
fâl-i hayır : iyi alâmet ve işaret
hamiyetli : din, vatan, aile, hak, hukuk gibi değerleri koruma duygusu ve gayreti olan
hilâf-ı şeriat : şeriata zıt, aykırı
hissiyat : hisler, duygular
ihtizaz : sarsıntı, titreşim
ihvân-ı vatan : vatan kardeşleri
ihya etmek : diriltmek, hayat vermek
inâyet-i İlâhî : Allah’ın inâyeti, şefkat ve yardımı
isrâfât : israflar, savurganlıklar
ittihad-ı kulûb : kalplerin birleşmesi, kalp birliği
ittihâd-ı millet : milletin birleşmesi, birlik ve beraberliği
kanun-u esâsî : temel kanun, anayasa
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görülen olağanüstü şey
küre-i arz : yerküre, dünya
lâubalilik : vurdumduymazlık; saygısızlık
lezaiz-i nâmeşrûâ : İslâmın izin vermediği lezzetler, haram lezzetler
maden-i saadet ve hürriyet : mutluluk ve hürriyet madeni, kaynağı
meccanen : ücretiz, bedelsiz
meczup : cezbeye kapılmış, kendinden geçmiş
mesafe-i terakki : ilerleme, kalkınma mesafesi
milel-i saire : diğer milletler
millet-i mazlume : mazlum millet
mu’cize-i Peygamberî : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mu’cizesi
muhabbet-i millî : millî sevgi
müesses olan : kurulu olan
müyülât-ı âliye-i milliye : millî yüce meyiller, eğilimler
nefh-i sûr-u İsrâfil : ölümün ardından topyekun diriliş için Hz. İsrafil’in sûra üflemesi
neşvünemâ : büyüme ve gelişme
niyet-i hâlisâne : samimî, ihlâslı niyet
rahm-ı mâder : ana rahmi
sadâ-yı hürriyet ve adalet : hürriyet ve adaletin sesi
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, ahmaklık
simâh : kulak deliği, kulak
sürur : mutluluk, sevinç
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi
şeriat-ı garrâ : büyük ve parlak şeriat, İslâmiyet
şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiye : şer’î anayasa treni
tabasbusat : dalkavukluklar, kendini küçülterek başkasına kendini beğendirmeye çalışmalar
tanin-endâz : çınlayan, tınlayan
tezyin etmek : süslemek
umum : bütün


 

uður1

Well-known member
Adil ve Rahim, Kadir ve Hakim, neden hususi hatalara hususi ceza vermeyip, koca bir unsuru musallat eder. Bu hal cemal-i rahmetine ve şümul-ü kudretine nasıl muvafık düşer?
Elcevab: Kadir-i Zülcelâl, her bir unsura çok vazifeler vermiş ve her bir vazifede çok neticeler verdiriyor. Bir unsurun bir tek vazifesinde, bir tek neticesi çirkin ve şer ve musibet olsa da, sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer bu tek çirkin netice vücuda gelmemek için, insana karşı hiddete gelmiş o unsur, o vazifeden men edilse; o vakit o güzel neticeler adedince hayırlar terk edilir ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması haysiyetiyle, o hayırlar adedince şerler yapılır. Ta bir tek şer gelmesin gibi; gayet çirkin ve hilaf-ı hikmet ve hilaf-ı hakikat bir kusurdur. Kudret ve hikmet ve hakikat kusurdan münezzehtirler.
Madem bir kısım hatalar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümullü isyandır ve çok mahlûkatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette o cinayetin fevkalade çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, külli vazifesi içinde "Onları terbiye et" diye emir verilmesi ayn-ı hikmettir ve adalettir ve mazlumlara ayn-ı rahmettir.

Lügatler
Adalet :zulüm etmemek, hak sahibine hakkını vermek, haksızları terbiye etmek
Aded :sayı, tane, miktar
Âdil : adaletle iş gören, sonsuz adalet sahibi Allah
Arz : yeryüzü,dünya
Ayn-ı hikmet :hikmetin ta kendisi
Ayn-ı rahmet :adaletin ta kendisi
Cemal-i rahmet : Allah’ın rahmetinin güzelliği
Cinayet :birisine dokunan ve cezayı icap ettirecek suç işlemek
Elbette :kat’i, kesin, muhakkak
Elcevap :cevap şu ki
Emir :iş, husus, şey, hadise, madde, buyruk, talimat, kural
Fevkalade : adetin üstünde, yüksek bir şekilde
Gayet :çok, pek çok
Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti
Hakîm :iş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan(Allah)
Hal :durum, vaziyet
Hayır :iyilik, güzellik
Haysiyet : itibar, değer, kıymet
Hiddet :öfke, kızgınlık, hışım
Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması
Hilâf-ı hakikat :gerçeğe aykırı
Hilâf-ı hikmet : yaratılıştaki hikmete, İlâhî gayeye zıt
Hukuk :haklar, kurallar, esaslar
Hususi :özel, bir şeye ait olan
Hükmüne :eek:nun yerine, onun gibi olarak
İsyan : İtaatsizlik. Emre karşı gelmek. Ayaklanmak.

Kadîr : her şeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi(Allah)
Kadîr-i Zülcelâl :her türlü eksiklikten yüce, kuvvet ve kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
Kısım :parça, bölüm
Kudret : güç, kuvvet, iktidar
Kusur :noksanlık, eksiklik, acizlik, tedbirsizlik
Küllî :bütüne ait, tamamen, geniş, kapsamlı
Lüzum :gereklilik, lazım olmak
Mahlûkat :yaratılmışlar, yaratıklar
Mazlum :zulüm görmüş, sakin, sessiz
Men edilmek :engellenmek, yasak edilmek, durdurulmak
Musallat :rahatsız eden, sataşan
Musibet :bela, felaket, afet, dert
Muvafık :uygun,yerinde, denk
Münezzeh :pak, kusur ve noksanlıklardan uzak
Netice :sonuç, son, gaye, semere, hülâsa, özet
Rahîm :rahmet edici, merhamet eden, rahmeti herşeyi kuşatan sonsuz merhamet sahibi(Allah)
Sair :diğeri, başkası, gerisi, kalanı
Şer :kötü,kötülük, fenalık, Allah’a isyan
Şümul : kapsama, kuşatma
Şümûl-ü kudret :kudretin her şeyi kapsaması
Tahkir :hakir görme, küçümseme, alçaltma
Tecavüz :haddini aşmak, zorlamak, söz veya hareketle ileri gitmek
Terbiye : belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma
Terk :bırakmak, salıvermek, vazgeçmek
Unsur :madde, parça, tam olan şeyin parçaları
Vakit :zaman, saat, çağ, mevsim
Vazife :bir kimsenin yapmaya mecbur olduğu iş, görev
Vücud: beden, varlık, var olmak



 

NİSANUR

Well-known member
Evet, şu kâinatta görünen mevsimlerin değişmesi gibi haşmetli icraat ve seyyârâtın tayyâre-misâl hareketleri gibi azametli harekât ve arzı insana beşik, güneşi halka lâmba yapmak gibi dehşetli teshîrât ve ölmüş, kurumuş küre-i arzı diriltmek, süslendirmek gibi geniş tahvilât gösteriyor ki; perde arkasında böyle muazzam bir Rubûbiyet var, muhteşem bir saltanatla hükmediyor. Böyle bir saltanat-ı Rubûbiyet, kendine lâyık bir raiyyet ister ve şâyeste bir mazhar ister.

Onuncu Söz
 

Huseyni

Müdavim

EY ÂHİRET KARDEŞLERİM ve ey hizmet-i Kur'âniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz:

Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-i hakikat, en makbul bir dua-yı mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.

Yirmi Birinci Lem'a
 

NİSANUR

Well-known member
İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsanın bir ferdi, ihata-i fikriyesiyle, aklıyla, kalbinin vüs'atiyle bir nevi külliyet kesb eder. Ve keza, insanın bir ferdi, hilâfet hususunda âlemin eczâsıyla şuurca alâkadar olduğundan, nebatî olsun, hayvanî olsun, pek çok nevilerde tasarruf sahibi bulunduğundan, nevi gibidir. Ve bu itibarla, insanın bir ferdi, neviler sırasına geçer. Binaenaleyh, gerek hayvanatın, gerek semeratın nevilerinde vukua gelen mükerrer kıyametler, hevâm ve haşeratta vücuda gelen senevî haşir ve neşirler, insanın da herbir ferdinde câridir.

mesnev-i nuriye
 

NİSANUR

Well-known member
Üçüncü hakikat:
Şu gördüğün dünyayı, bütün lezâiziyle, sefahetleriyle, safâlarıyla pek ağır ve büyük bir yük gördüm. Ruhu fâsit, kalbi hasta olanlardan başka kimse o ağır yükün altına giremez. Çünkü, bütün kâinatla alâkadar olmaktansa ve herşeyin minnetine girmektense ve bütün esbab ve vesaite el açıp arz-ı ihtiyaç etmektense, bir Rabb-i Vâhid, Semî ve Basîre iltica etmek daha rahat ve daha kârlı değil midir?

Mesnev-i nuriye
 

NİSANUR

Well-known member
b556.gif
Yani, hayat veren yalnız Odur. Öyleyse, herşeyin Hâlıkı dahi yalnız Odur. Çünkü, kâinatın ruhu, nuru, mayası, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlıkı da Odur. Hayatı veren elbette Odur, Hayy u Kayyumdur.

Mektubat
 

Huseyni

Müdavim


Azîz, Sıddık kardeşlerimiz,

Mektubunuzdan İslâm güneşinin bir ziyâsını sezer gibi olduk. Yüzlerce seneden beri insâniyet aleyhine, İslâmiyet zararına mütecâviz fikir neşreden ehl-i küfrün tahriplerini tâmir için ortaya atılan Risâle-i Nur'un, sizlerin mektubunuzdan, gençlerin arasına yayıldığını sezdik. Ebedî hayat yolunun hakperest yolcuları hayalî boş lâflan terk edip, Risâle-i Nur'la küfür tohumlarını eriteceklerdir. Nurun talebeleri, ehl-i kalb ve imanın hakîki kardeşleridirler. Siz kardeşlerimizin mektupları bizlere hız veriyor ve verecek.

Kur'ân'ın tefsiri olan Risâle-i Nur, bize, dalâlette kalmanın ve küfürle mücâdele etmemenin bu zamanda büyük ahmaklık olduğunu bildiriyor. Komünistliğin, anarşistliğin, masonluğun kuvvet kazandığı bir devirde, en mühim bir vazife, Nura hizmet etmek ve rızâ-yi İlâhîyi tahsil için, onu isteyene vermektir. Bu en baş ve en ehemmiyetli, en kıymetli ve mübârek vazifemizden bizi döndürmek isteyen en ağır hücumlar dahi bizlerin hızını arttıracaktır.



Asay-ı Musa
 

NİSANUR

Well-known member
Evet, herkes kâinatı kendi aynasıyla görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor. Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neşeli, müjdeli ve kemâl-i neşesinden gülen bir adam, kâinatı neşeli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder.

Lemalar
 

NİSANUR

Well-known member
Birinci Sebep:
Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: "Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir."
Birden, o hâlette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: "İ'câz-ı Kur'ân'ı beyan et."
Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur'ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ân'a hücum edilecek; i'câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'câzın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.
Madem i'câz-ı Kur'ân'ı bir derece beyan, Sözlerle oldu. Elbette, o i'câzın hesabına geçen ve onun reşehâtı ve berekâtı nevinden olan hizmetimizdeki inâyâtı izhar etmek, i'câza yardımdır ve izhar etmek gerektir.

Mektubat
 
Üst