Resulullah’ın Amcası Ebu Talib Müslüman mı?

/, Makaleler, Makalelerde, Resulullah/Resulullah’ın Amcası Ebu Talib Müslüman mı?

Resûl-i Ekrem’in, Amcasını İslâm’a Daveti

Ebû Tâlib, müşriklerle arasında geçen konuşmadan sonra Peygamberimize, “Vallahi, ey kardeşimin oğlu! Senin onlardan istediğin şeyi, ben hak ve hakikatten uzak görmedim!” dedi.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, sevdiği ve saydığı amcasının Müslüman olacağı ümidiyle sevinç içinde, “Ey Amca!” dedi, “Gel, bari sen ‘Lâ ilahe İllallah.’ de de, onunla sana âhirette şefaat edebileyim!”

Fahr-i Kâinat’ın bu candan ve samimî arzusuna, ne yazık ki, amcası, gönlünü ferahlatıcı bir cevap vermedi.

“Yeğenim!” dedi, “Vallahi, benden sonra, sana ve atalarının oğluna, çok yaşlanmaktan dolayı bunaklık atfetmeleri korkusu olmasaydı, istediğin şeyi söyleyip sana tâbi olurdum. Kureyş, o istediğin sözü, ölümden korkarak söylediğimi zannedeceği için, söylemeyeceğim!”

Fakat, buna rağmen, Sevgili Peygamberimiz, amcasını İslâm’a davetten ve teşvikten vazgeçmedi. Mübarek kalbi, kendisini canı gibi seven amcasının îmansız gittiği takdirde uğrayacağı dehşetli akıbetin ızdırabıyla çarpıyor ve devamlı, “Ey amca! ‘Lâ ilahe illallah.’ de ki, onunla âhirette sana şefaat edebileyim.” diyordu.

Yine böyle bir davet ve teşvikte bulunduğu sırada, Ebû Tâlib’in başucunda Ebû Cehil ile Abdullah b. Ebî Ümeyye de vardı. İkisi de, “Yâ Ebâ Tâlib! Sen, Abdûlmuttâlib’in milletinden, onun dininden yüz mü çevireceksin?” dediler.

Resûl-i Ekrem, müşriklerin bu sözlerine aldırış etmedi ve Kelime-i Tevhid’i amcasına arza devam etti. Onlar da aynı şekilde sözlerini tekrarlayıp durdular. Sonunda Ebû Tâlib (kendisini kastederek), “O, Abdûlmuttâlib’in dini üzeredir!”328 dedi.

Buna rağmen Peygamber Efendimizin mübarek gönlü, kendisini candan seven amcasının, kendisine her türlü eziyet ve hakareti reva gören müşriklerle aynı akıbete uğramaktan derin ızdırap duyuyor ve, “Ey amca! Şunu bilmelisin ki, Allah tarafından alıkonuncaya kadar senin affedilmeni isteyip duracağım!”329 diyordu.

Nihayet, Ebû Tâlib, makbul bir îmana nail olamadan 87 yaşında iken dünyaya gözlerini yumdu.330

Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, indirdiği şu âyet-i kerîmeyle, Resûlullah’ın şahsında bütün mü’minlere hitab etti:

“Hakikat sen, her sevdiğin kişiyi hidâyete erdiremezsin. Fakat, Allah’tır ki, kimi dilerse ona hidâyet verir ve O, hidâyete erecekleri daha iyi bilendir.”331

Resûl-i Ekrem Efendimizin mübarek ve nâzik kalbi, amcasının vefatıyla fazlasıyla acı duydu. Gözleri yaşla doldu ve mübarek dudaklarından şu cümleler döküldü:

“Allah, ona rahmet etsin, mağfiretini ihsan buyursun!”

Vefatı sırasında Hz. Abbas da Ebû Tâlib’in başucunda bulunuyordu. Tam öldüğü sırada dudaklarının kımıldadığını görünce, kulak verip dinledi ve “Lâ ilahe illallah.” dediğini işitti. Resûl-i Ekrem Efendimize, “Ey kardeşimin oğlu! Vallahi, kardeşim Ebû Tâlib, senin söylemesini istediğin tevhid kelimesini söyledi.” dedi.

Resûl-i Kibriya, gözyaşları arasında, “Ben işitmedim.” buyurdu.332

Hz. Abbas’ın, henüz o sırada Müslüman olmadığını da hatırlatalım!

Amcasını kaybedişinden dolayı, bütün insanlığa rahmet hazinesi olan kalbi teessür içinde bulunan Rahmet Peygamberi Efendimiz, cenazesinin arkasından da, “Amca, Rabbim, seni rahmetine eriştirsin, hayırla mükâfatlandırsın!”333 diye dua etti.

Bu sırada yine mevzuyla ilgili şu âyet-i kerîme nazil oldu ve mü’minlere değişmez bir ölçü verdi:

“Ne Peygamber’e, ne de îman edenlere, akraba bile olsalar, Cehennemlik oldukları onlara açıktan açığa göründükten sonra, müşrikler için istiğfar doğru değildir!”334

Amcasının vefatı Resûl-i Ekrem’i hem üzdü, hem de derinden derine düşündürdü. Zîra, kendisine o âna kadar zahirî hâmîlik eden, müşriklerin şirretliklerinden muhafaza etmeye çalışan, o idi. Gerçekten, en zor ve çetin şartlar altında bile çok sevdiği yeğeninin üzerinden koruyuculuğunu esirgememiş, akrabalarının düşmanlıkları pahasına himayeden vazgeçmemişti.Bu himaye sebebiyle, Kureyş müşrikleri, Peygamberimize fazla ilişememişlerdi.

Ama, şimdi ortada Ebû Tâlib yoktu. Müşriklerin dinmek bilmez kin ve husumetlerinin eseri olan taşkınlıklarına karşı kendisini zahiren koruyacak kimse kalmamıştı. Ama, Cenâb-ı Hakk’ın muhafaza ve himâyesi de hiçbir maddî himayeci ve koruyucuya ihtiyaç bırakmayacak tarzda Sevgili Resûlünün üzerinde bundan böyle de eksik olmadı!

EBÛ TÂLİB’İN ÎMANI MESELESİ

Ebû Tâlib’in îmanı meselesinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Şîa âlimleri, îmanlı gittiğine kaildirler. Ehl-i Sünnet âlimlerinin ekserisi ise, îman etmediğini söylemektedirler.Bununla birlikte, Peygamber Efendimizle iftihar ettiği ve onun peygamberliğini kalben tasdik ettiğine dair bazı emareler, şiirlerinden anlaşılmaktadır!

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de, “Ehl-i Teşeyyu [Şîalar], îmanına kail; Ehl-i Sünnet’in ekserisi ise, îmanına kail değildir.” dedikten sonra şöyle bir izah tarzıyla meseleye açıklık getirmektedir:

“Fakat, benim kalbime gelen budur ki: Ebû Tâlib, Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) risâletini değil, şahsını, zâtını gayet ciddî severdi. Onun o gayet ciddî o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zâyie gitmeyecektir. Evet, ciddî bir surette Cenâb-ı Hakk’ın Habib’i Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebû Tâlib’in, inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyeti kavmiyye gibi hissiyata binâen makbul bir îman getirmemesi üzerine Cehennem’e gitse de, yine Cehennem içinde bir nevi hususî cenneti, onun hasenatına mükâfaten halkedebilir. Kışta bâzı yerde baharı halkettiği ve zindanda —uyku vasıtasıyla— bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususî Cehennem’i, hususî bir nevi Cennet’e çevirebilir.”335

Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 398-399.


Peygamberimizin Hayatı – 259

328 Buharî, Sahih, c. 2, s. 326; Taberî, Tarih, c. 2, s. 219-220.

329 Buharı, A.g.e., c. 2, s. 326; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 219-220.

330 Ibni Hişam, A.g.e., c. 1, s. 60.dJ Kasas, 56.

332 Ibni Hişam, A.g.e., c. 1, s. 59.

333 Süheylî, Ravdû’lÜnf, c. 1, s. 260. 334Tevbe, 113.
Peygamberimizin Hayatı – 261

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir