a. İnâyet ve Gaye Delili
Said Nursî, risalelerinde Allah’ın varlığı konusunda daha çok inayet ve gaye delili üzerinde durmuş ve Kur’an’ın da önem verdiği bu delile yönelmek gerektiğini ısrarla vurgulamıştır ki, çağdaş düşünürlerin de aynı yöneliş içinde olduğu görülmektedir.
Bu delilin özeti, kâinatın mükemmel nizamının gösterdiği üzere, yaratılışta kusursuz bir sanat sergilenmiş ve hikmetli faydalar gözetilmiş olmasıdır. Bu ise kâinatın Saniinin kasd ve hikmetini ispat etmekte; tesadüfen yaratılmış olma vehmini kesinlikle reddetmektedir. Çünkü, mükemmellik ve kasd, irade ve ihtiyarsız olamaz. Kâinatın bütününde ve ayrıca her bir parçasında bulunan inayet ve gaye, bu düzeni onlarda düzenleyen varlığa, her varlıkta görülen hikmetli işler ve güzellikler bunları yaratan bir Zât’a açıkça işaret etmektedir. Bu varlığın üstün sıfatlara, sınırsız ilme, sonsuz kudrete sahip olması gerekir ki kâinatta hüküm süren hayret verici intizam ve hikmet dolu işler makul bir şekilde açıklanabilsin. Üstün nitelikleri bulunan bir yaratıcıyı inkar etmek, kâinattaki düzeni, insanı hayrette bırakan engin sanatı, varlıklardaki gaye ve hikmeti inkar etmek anlamına gelir ki, bu mümkün değildir. Diğer İslam düşünürleri gibi Said Nursî de, inayet ve gaye delilini takrir ederken güneş, ay ve yıldızların belli bir yörüngede dönmelerine, çekim gücüyle birbirlerine bağlı bulunmalarına, dünyanın her bakımdan insan hayatının yanısıra, bitki ve hayvanların yaşaması için elverişli bir mekan oluşuna dikkat çekerek bunun Allah’ın varlığına dair çok açık bir delil teşkil ettiğini göstermeye çalışmıştır.
Said Nursî, kainatta böylesine muhteşem bir nizam oldugu halde niçin insanlarin bu nizami görmeyip Allah’in varligini inkar ettikleri mevzuunda güneş örnegini vermektedir. Zira güneşin varligi o kadar açik ve belirgindir ki, bu açiklik onun görünmesine mani olmaktadir. O, kainata hikmet gözüyle bakilmasi gerektigini ifade etmekte ve bu şekilde kainatta görülen nizamin bir nizam koyucunun varligina delil teşkil edecegini belirtmektedir.
Said Nursî, risalelerinde Allah’ın varlığı konusunda daha çok inayet ve gaye delili üzerinde durmuş ve Kur’an’ın da önem verdiği bu delile yönelmek gerektiğini ısrarla vurgulamıştır ki, çağdaş düşünürlerin de aynı yöneliş içinde olduğu görülmektedir.
Bu delilin özeti, kâinatın mükemmel nizamının gösterdiği üzere, yaratılışta kusursuz bir sanat sergilenmiş ve hikmetli faydalar gözetilmiş olmasıdır. Bu ise kâinatın Saniinin kasd ve hikmetini ispat etmekte; tesadüfen yaratılmış olma vehmini kesinlikle reddetmektedir. Çünkü, mükemmellik ve kasd, irade ve ihtiyarsız olamaz. Kâinatın bütününde ve ayrıca her bir parçasında bulunan inayet ve gaye, bu düzeni onlarda düzenleyen varlığa, her varlıkta görülen hikmetli işler ve güzellikler bunları yaratan bir Zât’a açıkça işaret etmektedir. Bu varlığın üstün sıfatlara, sınırsız ilme, sonsuz kudrete sahip olması gerekir ki kâinatta hüküm süren hayret verici intizam ve hikmet dolu işler makul bir şekilde açıklanabilsin. Üstün nitelikleri bulunan bir yaratıcıyı inkar etmek, kâinattaki düzeni, insanı hayrette bırakan engin sanatı, varlıklardaki gaye ve hikmeti inkar etmek anlamına gelir ki, bu mümkün değildir. Diğer İslam düşünürleri gibi Said Nursî de, inayet ve gaye delilini takrir ederken güneş, ay ve yıldızların belli bir yörüngede dönmelerine, çekim gücüyle birbirlerine bağlı bulunmalarına, dünyanın her bakımdan insan hayatının yanısıra, bitki ve hayvanların yaşaması için elverişli bir mekan oluşuna dikkat çekerek bunun Allah’ın varlığına dair çok açık bir delil teşkil ettiğini göstermeye çalışmıştır.
Said Nursî, kainatta böylesine muhteşem bir nizam oldugu halde niçin insanlarin bu nizami görmeyip Allah’in varligini inkar ettikleri mevzuunda güneş örnegini vermektedir. Zira güneşin varligi o kadar açik ve belirgindir ki, bu açiklik onun görünmesine mani olmaktadir. O, kainata hikmet gözüyle bakilmasi gerektigini ifade etmekte ve bu şekilde kainatta görülen nizamin bir nizam koyucunun varligina delil teşkil edecegini belirtmektedir.