5-MÂİDE SÛRESİ(1-60)
Adını, Hz. İsa’nın gökten bir sofra indirmesi için Allah’a duâ ettiğini anlatan 112 ve 114. âyetlerde geçen ve ‘sofra’ anlamına gelen ‘mâide’ kelimesinden almıştır. Peygambere gönderilen en son sûrelerdendir. 120 âyettir.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla!
Beni yoktan var edip üstün yeteneklerle donatan ve kulluk göreviyle yeryüzüne gönderen sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Rabb’imin adıyla, O’nun verdiği güç ve yetkiye dayanarak ve yalnızca O’nun adına okuyor, söylüyorum:
1-Ey iman edenler! Gerek Allah ile, gerek insanlarla ve gerekse bizzat kendinizle yapmış olduğunuz bütün antlaşmaları titizlikle yerine getirin!
İşte, Rabb’inize karşı yerine getirmeniz gereken bazı yükümlülükler:
Aşağıdaki üçüncü âyette size bildirilecek olanlar hariç, etobur olmayan bütün hayvanların eti size helâl kılınmıştır; ancak hac veya umre için ihramda bulunduğunuz sürece, karada avlanmanıza izin verilmemiştir.
Sizi hem bu dünyada, hem de âhirette kurtuluşa ulaştıracak olan bu kurallara, -bazen hoşunuza gitmese bile- uymalı, haram ve helâlleri belirleme yetkisinin yalnızca Allah’a ait olduğunu bilmelisiniz. Çünkü Allah, insanların arzu ve heveslerine göre değil, sonsuz ilim ve hikmetine uygun olarak, dilediği şekilde hüküm verir:
2-Ey iman edenler!
a-Allah’ın şiarlarına, yâni O’na itaati temsil eden mescit, ezan, Mushaf, başörtüsü ve benzeri kutsal işâret ve sembollere karşı saygısızca davranmayın!
b-Savaşmanın yasak edildiği (2-Bakara: 194) kutsal aylara tam olarak riayet edin!
c-Hac amacıyla Mekke’ye giden hacıların, Kâbe’de kurban etmek üzere yanlarında getirdikleri kurbanlıklara saygısızlık etmeyin! Meselâ, onların hac kafilelerine saldırmaya, kurbanlık hayvanlarını ellerinden almaya kalkmayın.
d-Ayrıca, hac ve umre dışında, Allah’a adandıklarının bir belirtisi olarak boyunlarına işâretler takılarak süslenen kurbanlıklara da aynı şekilde saygılı davranın!
e-Bir de, hem ticâret yaparak Rab’lerinin lütfedeceği nîmetleri elde etmek ve hem de hac ibâdetini yerine getirerek O’nun rızasını kazanmak amacıyla Kutsal Kâbe’ye gelen hacılara karşı -bunlar, bir zamanlar sizi hacdan alıkoymuş düşmanlarınız bile olsalar- saygısızlık etmeyin! Onların huzur ve güven içinde topraklarınızdan geçmelerine izin verin. Çünkü sizler, yeryüzünde barış ve adâleti sağlamakla yükümlüsünüz. Kaldı ki, Allah’a ibâdeti simgeleyen sembollere -onu taşıyan bir kâfir bile olsa- saygı göstermelisiniz.
Kabe’yi ziyaret amacıyla ihrama girerseniz -deniz avı hariç- avlanmayın. Fakat hacibâdetlerinibitirip ihramdan çıktığınız zaman, Mekke’deki yasak bölge dışında ve hayvanların etinden, derisinden vs. faydalanmak veya zararından korunmak amacıyla avlanabilirsiniz. Fakat sırf zevk için avlanmak doğru değildir.
Bir zamanlar Kâbe’yi ziyaret etmenize engel oldukları için bu insanlara karşı duyduğunuz öfke, sizi asla adâletsizliğe sevk etmesin! Geçmişten kaynaklanan intikam duygularıyla onlara saldırmaya, eziyet etmeye kalkmayın! İlâhî dâvet onlara açık ve net olarak ulaşıncaya kadar da, Kâbe’yi haccetmelerine engel olmayın.
Ayrıca, yeryüzünde zulüm ve haksızlığı ortadan kaldırmak ve İslâm’ın ortaya koyduğu iman ve hayat sistemini egemen kılmak için birleşin:Ahlâkî değerleri yeniden yücelterek iyilikleri yaygınlaştırma ve zulme karşı tek yumruk olarak kötülükleri engelleme konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işlemek ve düşmanlıkları körüklemek amacıyla yardımlaşmayın! Allah yolunda mücâdeleyi terk ettiğiniz takdirde, meydan kötülere kalır ve zulüm, sistemleşerek insanlığın başına bir kâbus gibi çöker.
O hâlde, Allah’tan gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının! Şunu hiç unutmayın ki, Allah’ın cezâlandırması çok çetindir!
Eti yenilmesi haram kılınan hayvanlara gelince:
3- Boğazlanmadan ölmüş olan leş, akan, akıtılmış kan, domuz eti yağı, kemiği vb herşeyini ve Allah’tan başkası adına kesilenler, size haram kılınmıştır.
Herhangi bir sebeple nefesi tıkanıp boğularak, ok, mızrak, kurşun, saçma ve benzeri av aletleri ile değil de; odun, kaya ve benzeri bir şeyle vurularak, yüksek bir yerden veya uçurumdan düşerek, başka bir hayvan tarafından ezilerek veya boynuzlanarak ve av için eğitilmemiş aslan, kaplan, kurt, köpek, kartal gibi yırtıcı bir hayvan tarafından parçalanarak öldürülen hayvanlar da leş kapsamına girer. Ancak onlardan, canları çıkmadan yetişip besmele çekerek boğazladıklarınız hariç. Onların etini yiyebilirsiniz.
5-Ayrıca, eti yenen cinsten olsa ve kesilirken Allah’ın adı anılsa bile, putların önünde kesilen hayvanların etlerini yemeniz ve bu tarz bir kesim yapmanız da haramdır.
6-Bir de, fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır.Ancak, eşit derecede meşrû iki şey bulunup da, aralarında hiçbir aklî seçim yapma imkânı olmadığı zaman kura çekmek helâldir.
İşte, bütün bu haram kılınanlar, kişiyi ve toplumu doğru yoldan saptıran zararlı ve kötü işlerdir.
O hâlde, asıl savaşmanız gereken şey, din adına -veya dinsizlik adına- uydurulan hurâfeler olacaktır. Zira:
Bugün kâfirler, dininizi yok edip sizi yeniden küfre çevirmekten ümitlerini tamamen kesmişlerdir. Öyleyse, onlardan korkup da hak uğrunda mücâdeleyi bırakmayın, fakat Benden gelecek azaptan ve Benim sevgimi kaybetmekten korkun!
Bugün, kıyâmete kadar hiçbir değişim ve düzeltmeye ihtiyaç bırakmayacak mükemmel bir inanç sistemi ortaya koyarak ve bütün çağlara, kültürlere ve toplumlara uyarlanabilecek temel prensipler belirleyerek dininizi kemale erdirdim; böylece size vaad ettiğim nîmetimi tamamladım ve size din olarak, bir tek Allah’a kulluk etme esasına dayanan ve bütün Peygamberlerin insanlığa getirdikleri inanç sistemini, İslâm’ı seçip beğendim.
O hâlde, bu ilâhî kanunlara sımsıkı sarılacak ve size yasaklanan her şeyden uzak duracaksınız! Ancak;
Her kim, bir hastalık, zorlanma veya ciddî bir açlıktan dolayı çaresiz kalır ve günaha istekle yönelmeksizin bunlardan yemeye mecbur kalırsa, -zaruret miktarını aşmamak ve başkasının hayatını tehlikeye düşürmemek şartıyla- elbette günahı bağışlanacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
Buraya kadar, haram olanlar sayıldı. Şimdi de:
4-Ey Peygamber! Müminler sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Faydalı, temiz ve güzel olan her şey size helâl kılınmıştır.”
Allah’ın size bahşettiği bilgi ve yetenek sayesinde eğitip yetiştirdiğiniz av köpeği, tazı, atmaca ve benzeri av hayvanlarının sizin için yakaladığı helâl cinsten hayvanların etinden de yiyebilirsiniz. Yeter ki,onlarıavın üzerine salarken “Bismillah!” diyerek Allah’ın adını anın. Ava başlarken çektiğiniz besmele de bunun için yeterlidir. Gönderdiğiniz hayvan, avı öldürmüş bile olsa, bu av leş sayılmaz, helâldir. Av henüz canlıysa, onu besmele çekerek boğazlamalısınız. Bütün bunları yaparken, Allah’tan gelen emirleri uygulamakta son derece dikkatli davranın ve O’na karşı gelmekten titizlikle sakının! Unutmayın ki Allah, yeri ve zamanı geldiğinde hesâbı çabuk görendir.
5-Evet! Bugün, temiz ve güzel olan her şey size helâl kılınmıştır. Daha önce kendilerine Kitap verilmiş olan Yahudi ve Hıristiyanların yiyecekleri size helâldir. Onların, Allah’ın adını anarak kesmiş oldukları eti helâl olan hayvanlardan ve ürettikleri bütün temiz ve helâl yiyeceklerden yiyebilirsiniz. Aynı şekilde, sizin yiyecekleriniz de onlara ve diğer bütün insanlara helâldir.
Ayrıca, gerek Müslümanlardan, gerekse sizden önce Kitap verilen Hıristiyan ve Yahudilerden Allah’ın varlığına ve birliğe inanan, ahlâklı, terbiyeli ve namuslu kadınlar da, -iffetinizi korumanız; yâni onlarla evlilik dışı ilişkilere tevessül etmemeniz ve metres hayatı yaşamamanız şartıyla- evlilik bedeli olan mehirlerini verdiğiniz takdirde onlarla evlenmeniz size helâldir. Fakat Müslüman bir kadın, Yahudi veya Hıristiyan bir erkekle evlenmemelidir.
Bu âyetlerin ortaya koyduğu prensiplere uymak, sizin imanınızın bir gereğidir. Unutmayın ki:
Her kim Allah’ın hükümlerini reddederek iman edilmesi gereken ilke ve kuralları inkâr ederse, bütün yaptıkları iyilikler boşa gidecek ve âhirette de o, kesinlikle hüsrana uğrayacaktır!
İmanın da en temel prensibi namaz, namazın ön şartı da abdesttir:
6-Ey iman edenler! Namaz kılmak istediğiniz zaman, eğer abdestli değilseniz, ellerinizi, yüzünüzü ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın, sonra başınızı ıslak elle sıvazlayarak meshedin ve bileklere kadar ayaklarınızı yıkayın. Fakat abdestli iken ayağınıza mest giymişseniz, abdest alırken, onları meshetmeniz de ayak yıkama yerine geçer.
Eğer cinsel ilişki veya şehvetle meni boşalması sebebiyle boy abdesti gerektiren bir durumda, yâni cünüp iseniz, namaz kılmak, Kurân okumak, Kâbe’yi tavaf etmek veya mescide girmek için tepeden tırnağa yıkanarak tamamen temizlenmelisiniz. Ayrıca, kadınlar da, bu ibadetleri yerine getirmek için hayızdan sonra temizlenip boy abdesti almalıdırlar.
Ama eğer hasta veya yolculuk hâlinde iken abdest almanız veya yıkanmanız gerektiği hâlde, buna imkân bulamamış iseniz, yâhut hasta veya yolcu değilken tuvalet ihtiyacınızı gidermiş veya bir kadınla aşırı derecede şehvet uyandıracak şekilde temasta bulunmuş olur da, abdest alacak veya yıkanacak su bulamazsanız, ya dabulduğunuz suyu kullanmanıza bir engel varsa, o zaman şöyle teyemmüm alın; temiz bir toprak veya taş, kireç, kum ve benzeri toprak cinsinden bir madde bulun ve ellerinizi ona hafifçe sürüp çırptıktan sonra, onu yüzünüze ve ellerinize, kollarınıza sürün. Bu da abdest veya gusül, boy abdesti yerine geçer.
Bütün bunları bir zorluk, bir meşakkat sanmayın:
Allah, bu emirleri vermekle sizi sıkıntıya sokmak istemez; ancak sizi maddî ve mânevî kirlerden arındırıp tertemiz kılmak ve size vermiş olduğu iman, sağlık, güzellik gibi nîmetlerini tamamlamak ister ki, böylece şükredesiniz. Bunun için:
7-Allah’ın size bahşettiği bunca nîmetleri ve İslâm’ı kabul ettiğiniz sırada sizden almış olduğu sözü hatırlayın; hani kelime-i şehâdet getirirken, “İşittik ve itaat ettik!” diye Allah’a söz vermiştiniz. O hâlde, Allah’tan gelen ilkeler doğrultusunda yaşayarak kötülüklerden titizlikle sakının! Unutmayın; Allah, kalplerin içindeki bütün gizli niyet ve düşünceleri bilmektedir.
Kötülüklerden sakınmak için uymanız gereken en önemli kural şudur:
8-Ey iman edenler! Allah için gerçeğe şâhitlik ederek adâleti tam yerine getiren dosdoğru şâhitler ve hâkimler olun; bir kişi veya topluma karşı duyduğunuz öfke, onlarla ilgili vereceğiniz kararlarda sizi adâletsizliğe sevk etmesin! Siz her zaman, herkese karşı âdil davranın! Çünkü Allah’ın sevgisini kazanmak, yâni iyilik ve takvâya ulaşmak için en uygun olan davranış, düşmanlarınıza karşı bile olsa, adâletten zerre kadar ayrılmamaktır.
O hâlde, Allah’tan gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek, kötülüklerden titizlikle sakının! İyi bilin ki Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.
Adâletli davranmanız, başkalarından çok size fayda verecektir:
9-Allah, iman edip doğru ve yararlı işler yapanlara söz vermiştir: Onlar için bağışlanma ve muhteşem bir ödül vardır: Cennet!
10-Hakikati inkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da cehennem halkıdır ve sonsuza dek orada kalacaklardır!
Allah’ın müminlere vaadi, yalnızca âhirete yönelik de değildir:
11-Ey iman edenler! Allah’ın size bahşettiği şu nîmetini hatırlayın: Hani siz zayıf ve çaresiz durumdayken, düşmanlarınızdan bir grup size fenâlık etmek istemişti de, Allah sizi onların şerrinden korumuştu. Bu nîmetin devâm etmesini istiyorsanız, Allah’tan gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının! Ve inananlar, başkasına değil, yalnızca Allah’a güvensinler.
Bakın; Allah’a güvenen bir toplumun ne büyük lütuflara nâil olacağını, O’na tevekkül etmeyip ahdini bozan bir toplumun da başına neler geleceğini görmek için, şu iki örneği dikkatle dinleyin:
12-Andolsun ki Allah, İsrail Oğulları arasından on iki önder seçmiş ve onlardan şöyle söz almıştı:
“Gerçek şu ki, Ben tüm kudret ve azametimle zâlimlerin karşısında, sizin yanınızdayım! Fakat bunun için yapmanız gereken şeyler var: Eğer namazı güzelce kılar, zekâtı verirseniz; bütün elçilerime iman eder, görevlerinde onlara yardımcı olur ve mükâfâtını âhirette almak üzere malınızdan, canınızdan fedâkârlık ederek Allah’a güzel bir borç verirseniz, bireysel ve toplumsal hayatınızda her türlü zulmü, haksızlığı, kötülüğü yok ederek günahlarınızı silecek ve âhirette sizleri, içinden ırmaklar çağıldayan cennet bahçelerine yerleştireceğim!”
“Artık içinizden her kim, bütün bunlardan sonra nankörcedavranıp inkâr edecek olursa, kurtuluşa erme fırsatını yakalamışken, göz göre göre doğru yoldan sapmış demektir!”
13-Fakat İsrail Oğulları, ilâhî nîmeti ellerinin tersiyle iterek dâvâyı terk ettiler! Biz de, sözlerinden döndükleri için onları rahmetimizden uzaklaştırarak lânetledik ve ilâhî yasalar gereğince, hakîkati idrâk etme yeteneklerini körelterek kalplerini katılaştırdık. O kadar ki, onlar kelimeleri yerinden oynatıp anlamlarını değiştirirler. Yâni Yahudi din adamları, Tevrat âyetlerini yorumlarken, sözleri asıl bağlamından kopararak kasten çarpıtırlar. Bu yüzdendir ki, peygamberler tarafından kendilerine sıkı sıkıya tembih edilen öğütlerden bir çoğunu unutmuşlardır!
İçlerinden pek azı hariç, onların sürekli ihânet içerisinde olduklarını göreceksin. Ey şanlı Elçi! Bu gibi durumlarda en etkili çözüm yolu nedir, bilir misin:
Her şeye rağmen onları bağışla, kaba ve kırıcı olma. Onları rencide etmeden, tatlı dille, hikmetli sözlerle Rabb’inin yoluna çağırmaya devâm et ve densizliklerine şimdilik sabret. Sen dâimâ iyilikten, güzellikten yana ol. Hiç kuşkusuz Allah, iyilik yapanları sever.
14-Hz. İsa’nın tebliğ ettiği inanç sistemini değiştirip tanınmaz hâle getiren ve buna rağmen, “Biz İsa Mesih’in yolundan giden Hıristiyanlarız!” diyenlerden de buna benzer bir söz almıştık. Ne var ki, onlar da kendilerine tembih edilen öğütlerden bir çoğunu göz ardı ettiler. Bu yüzden onların arasına, tâ Kıyâmet Gününe kadar sürecek bir kin ve düşmanlık soktuk. Zaman zaman Müslümanlara karşı “haçlı seferleri” dürtüsüyle bir araya gelseler bile, çok geçmeden birbirlerine düşüp parçalanacaklar. Ve sonunda:
Allah, yaptıkları her şeyi onlara Mahşer günü haber verecektir.
O hâlde, Allah’ın azâbından korkun da, ilâhî kurtuluş reçetesine kulak verin:
15-Ey Tevrat’a ve İncil’e inandığını iddia eden Kitap Ehli! İşte size, elinizdeki Kitapta bulunan, fakat sizin yüzyıllardan beri halktan gizleyip durduğunuz bir çok hükümleri size açıkça bildiren, bir kısmını da gerekli görmediği için yüzünüze vurmayıp affeden Son Elçimiz Muhammed, nihâyet gelmiş bulunuyor!
Evet, Allah’tan size aydınlatıcı bir nur ve apaçık bir Kitap olan Kurân-ı Kerim gelmiş bulunuyor!
16-Allah bu Kitap sayesinde, hoşnutluğunu kazanmak isteyenleri barış, esenlik ve kurtuluş yollarına ulaştıracak, inayeti ve izniyle onları inkâr ve cehâlet karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkaracak ve dosdoğru cennete götüren bir yola iletecektir.
İlâhî rehberlikten yüz çevirenler ise, cehâlet bataklığında bocalayıp duracaklar. İşte, bir insana -peygamber bile olsa- gereğinden fazla sevgi besleyip onu aşırı yüceltmek, bakın dindar bir toplumu bile nasıl yoldan çıkarıyor:
17-“Allah, Meryem oğlu İsa Mesih’tir!” diyenler, hem Allah’ı, hem de kulu ve elçisi olan İsa’yı inkâr ederek kesinlikle kâfir olmuşlardır! Ey Müslüman! Bu şaşkınlara de ki:
“Şâyet Allah, Meryem oğlu İsa Mesih’i, annesini ve hattâ bütün yeryüzündekileri yok etmek isteseydi, kim O’na engel olabilirdi?”
Öyle ya; göklerin, yerin ve onlar arasında bulunan her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah’a aittir; O dilediğini dilediği şekilde; ister sizi yarattığı gibi bir ana babadan, ister İsa’da olduğu gibi babasız, isterse de Âdem gibi annesiz ve babasız yaratır. Çünkü Allah, her şeye kadirdir.
Fakat tövbe edip uslanacakları yerde, bakın neler söylüyorlar:
18-Yahudiler ve Hıristiyanlar, “Bizler Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız, dolayısıyla her ne yaparsak yapalım, Son Elçiyi inkâr etsek bile, kesinlikle cennete gireceğiz!” diyorlar.
Onlara de ki: “Öyleyse Allah, günahlarınızdan dolayı sizi niçin cezâlandırıyor? Kutsal kitabınızın bildirdiğine göre nice belâlara, musîbetlere uğrayanlar sizler değil misiniz? Baba oğluna, sevgili sevgiliye böyle azap eder mi? Hayır, siz de Allah’ın yarattığı diğer insanlardan hiç bir ayrıcalığı olmayan sıradan insanlarsınız.
Gerçek şu ki, Allah dilediğini bağışlar, dilediğini cezâlandırır. Fakat O’nun dilemesi, mutlak adâlet ve hikmet ölçülerine göredir. İlâhî lütfa nâil olmak isteyen ve bu yolda gereken çabayı harcayan her kuluna rahmet kapılarını sonuna kadar açar. Zulüm ve haksızlığı tercih edenleri ise, kim olursa olsun cezâlandırır. Unutmayın ki, Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mutlak hükümranlığı Allah’a aittir ve hepiniz dönüp dolaşıp, eninde sonunda O’nun huzuruna varacaksınız.
19-Ey Tevrat’a ve İncil’e bağlı olduklarını iddia eden Kitap Ehli! Hiçbir peygamberin gönderilmediği ve ilâhî vahyin bozulup unutulmaya yüz tuttuğu uzun bir aradan sonra, işte size hakîkati açık ve net olarak bildiren Elçimiz Muhammed geldi ki, yarın mahşer gününde hesâba çekilirken:
“Bize herhangi bir müjdeci veya uyarıcı gelmemişti, önceki kitaplar ise zaten bozulmuştu, bu yüzden hakîkati bilemezdik!” demeyesiniz. Artık böyle bir mâzeretiniz kalmadı. İşte, size ilâhî nimetleri muştulayan bir müjdeleyici, hak ve hakikati tüm açıklığıyla ortaya koyan bir uyarıcı gelmiş bulunuyor!
O hâlde, hakikatin sesine kulak vermeli ve şu anlamsız inâdı bırakarak Son Elçiye ve Kurân’a iman etmelisiniz. Aksi hâlde, bir zamanlar sizi insanlığın önderleri yaparak yücelten Allah, inkârınızdan dolayı sizi zillet ve perişanlığa mahkûm edecektir. Zira Allah, dilediği her şeyi yapmaya kadirdir.
Bakın, geçmişte yaşananlar bu güne nasıl ışık tutuyor:
20-Hani bir zamanlar Mûsâ, halkına demişti ki:
“Ey halkım! Allah’ın size geçmişte lutfedip bahşettiği nîmetleri bir düşünün; hani aranızdan peygamberler çıkarmış, sizi özellikle Yûsuf peygamber zamanında yöneticiler, hükümdarlar yapmış ve dünyada başka hiç kimseye vermediği nîmetleri size vermişti. İşte, bugün yine bu nîmetlere sahip olabilirsiniz.”
21-“O hâlde, ey halkım; Allah’ın size vatan olmak üzere vaad ettiği Filistin diyarındaki şu kutsal topraklara girin veO’nun yardımıyla orayı fethedin! Sakın arkanızı dönüp kaçmayın, yoksa dünyada da, âhirette de hüsrana uğrarsınız!”
22-Ama onlar, “Ey Mûsâ!” demişlerdi, “Sen de biliyorsun ki, orada son derece zorba ve acımasız bir halk var! Onlar oradan çıkmadıkça, biz oraya asla girmeyeceğiz! Ne zaman onlar kendiliklerinden çıkıp giderlerse, ancak o zaman oraya gireriz!”
23-Bunun üzerine, Rablerinin azâbından korkan ve Allah’ın iman ve ilim nîmeti bahşettiği iki adam, müslümanca ileri atılıp dediler ki:
“Arkadaşlar! İnkârcılar, ekonomik ve sosyal açıdan, silah ve sayı bakımından bizden güçlü görünseler de, unutmayın, Allah bizimle beraberdir. O hâlde, düşman üzerine yürüyün. Şehre kapıdan girin. Kapıyı tutun ve üzerlerine hücum edin, saldırın. Size düşen görev bu kadar. Bunu yaptınız, kapıdan girdiniz mi korkmayın.Artık kesinlikle siz galipsiniz. Eğer gerçekten inanmış iseniz, haydi, yalnızca Allah’ı vekil kabul edin ve sadece ona güvenin, sözlerini dinleyin, dediğini yapın!”
24-Ama onlar, hâlâ direterek, “Ey Mûsâ, onlar orada bulundukları sürece, biz o şehre asla girmeyeceğiz; fakat ille de istiyorsan, sen ve Rabb’in gidin ve onlarla kendiniz savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz!” dediler.
25-Bu küstahça davranış karşısında Mûsâ, üzüntü ve çaresizlik içinde “Ey Rabb’im, görüyorsun ki, benim kendimden ve kardeşimden başka hiç kimseye sözüm geçmiyor! O hâlde, şu isyankâr insanlarla yollarımızı ayır yâ Rab!” diye yalvardı.
26-Bunun üzerine Allah, “Öyleyse, kırk yıl boyunca o topraklara girmek onlara yasaklanmıştır; bu süre içinde çöllerde şaşkın şaşkın dolaşıp duracaklar! Artık şu yoldan çıkmış toplum için kendini üzme ey Mûsâ!” buyurdu.
27-Ey Muhammed! Onlara, yâni kibir ve azgınlıkları yüzünden Allah’ın Elçisini öldürmek için fırsat kollayan Yahudilere ve masum bir cana kıymayı göze alan bütün zâlimlere, Âdem’in iki oğlu arasında geçen şu ibret verici öyküyü hak ile, yâni hak ve hakikati ortaya koymak üzere anlat: Hani onlar, Allah’a birer kurban sunmuşlardı. Fakat birinin kurbanı kabul edilmiş, diğerininki ise geri çevrilmişti. Zira Hâbil en değerli hayvanlarından birini kurban olarak sunarken, kardeşi Kâbil, çürük ve döküntü ürünleri vermeye kalkmıştı.
Bunun üzerine Kâbil, kıskançlık ve öfkeye kapılarak kardeşine, “Seni mutlaka öldüreceğim!” dedi. Hâbil şöyle cevap verdi: “Senin kurbanının kabul edilmeme sebebi ben değilim ki, beni suçluyorsun. Asıl suçu kendinde aramalısın. Çünkü Allah, kalbi kötülükle dolu olduğu hâlde, gösteriş amacıyla ibâdet edenlerin değil, ancak dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek, çirkin davranışlardan uzak durmaya çalışan o takvâ sahiplerinin sunduğu kurbanı kabul eder.”
28-“Sen beni öldürmek için bana el kaldırsan bile, ben kendimi savunmakla beraber, seni öldürmek amacıyla sana el kaldıracak değilim! Seni öldürmek değil, aksine diriltmek isterim. Çünkü ben, âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım!”
29-“Bununla beraber, eğer beni öldürecek olursan, dileğim odur ki; hem benim günahlarımı, hem de kendi günahlarını yüklenesin de, cehennem halkından olasın! İşte, zâlimlerin cezâsı budur! O hâlde kardeşim, gel bu zulümden vazgeç!”
30-Ama bütün bu uyarılara rağmen, Kâbil’in gözünü kör eden kıskançlık, ihtirâs ve bencillik duyguları, onu tahrik ederek kardeşini öldürmeye sevk etti; ve sonunda onu öldürdü de. Böylece, dünya ve âhirette en büyük zarar ve hüsrana uğrayanlardan oldu!
31-İlkönce, cesedi ne yapacağını bilemedi. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek üzere, toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Kâbil, hayvancağızın ölü bir kargayı toprağa gömdüğünü görünce, “Vah, yazıklar olsun bana!” dedi, “Ben şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemeyecek kadar âciz miyim?” O anda ne kadar âciz, ne kadar zavallı bir durumda olduğunu anladı. Derken, kalbinde bir burukluk hissetti ve büyük bir pişmanlık duydu. Ama artıkiş işten geçmişti.
32-Bunun için, İsrail Oğullarına ve dolayısıyla size şöyle emrettik: “Her kim, bir cana kıymamış veya yeryüzünde yol kesme, eşkıyalık, ırza tecavüz ve benzeri fesat çıkarmamış bir insanı haksız yere öldürecek olursa, adeta bütün insanlığı öldürmüştür ve kim de cinayeti engelleyerek bir hayat kurtarırsa, adeta bütün insanlığı kurtarmıştır.”
Ama İsrail Oğulları, öğüt ve uyarıları dinlemedi. Elçilerimiz onlara, hakîkati ortaya koyan nice mûcizeler ve apaçık belgeler getirmiş olmalarına rağmen, yine de içlerinden birçokları, yeryüzünde cinâyetler işlemekten ve azgınlık etmekten bir türlü vazgeçmediler.
Öğüt ve uyarılarla uslanmayan bu gibi azgınları, ancak cezalarla durdurabilirsiniz:
33-Allah’a ve dolayısıyla, Elçisine ve Müslümanlara karşı topyekun savaş açanların ve terör, soygunculuk, yol kesme, adam kaçırma, ırza tecavüz... gibi suçlar işleyerek yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezâsı, işledikleri suça göre; bunlar eğer sâdece adam öldürmüş veya ırza tecavüz etmişlerse, en az acı çekecekleri şekilde öldürülmek, eğerhem adam öldürmüş, hem de mala veya ırza tecavüz etmişlerse, ibret için halka teşhir edilmek üzere asılarak idam edilmek, eğeradam öldürmemişler, sâdece yol kesip mal almışlarsa el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, eğer bunlardan hiçbirini yapmayıp, sâdece terör havası estirerek insanları tehdit edip korkutmuşlarsa, hapse atılmak veya sürgüne gönderilmekten başka bir şey olamaz.
Bu, onlara bu dünyada peşinen verilen bir rezilliktir; öteki dünyada ise, onları çok daha büyük bir azap beklemektedir.
34-Ancak, siz onları ele geçirmeden önce pişmanlık duyup tövbe eden ve kendiliklerinden teslim olanlar bunun dışındadır. Bunlar, kul haklarıyla ilgili bir suç işlememişlerse, İslâm devletine karşı işledikleri suçlardan dolayı cezâlandırılmazlar. Bilin ki Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
İşte hem bu suçların kökünü kazımak, hem de dünya ve âhirette saâdete ulaşmak için:
35-Ey iman edenler! Allah’tan gelen ilkeler doğrultusunda hayatınıza yön vererek, her türlü kötülükten titizlikle sakının ve yaptığınız iyiliklerle yetinmeyerek, sizi O’na yaklaştıracak daha güzel ve yararlı davranışlar sergilemeye çalışın! Bunun için, karşınıza çıkacak her fırsatı, her imkânı ganîmet bilin! O’nun sevgisini kazanmak için türlü sebepler, vesîleler arayın ve O’nun yolunda malınızı ve canınızı fedâ ederek,yeryüzünde ilâhî adâleti egemen kılmak için var gücünüzle mücadele ve cihâd edin ki, dünyada ve âhirette kurtuluşa erebilesiniz! Bunun için, asıl yatırımı âhirete yapmalı, dünyanın gelip geçici güzelliklerine kapılıp da, sizi bekleyen gerçek hayatı ihmal etmemelisiniz:
36-Bu dünyanın gelip geçici nîmetlerine tamah ederek bütün insânî ve ahlâkî değerleri reddeden, böylece, bu değerlerin biricik kaynağı ve varlık sebebi olan ilâhî mesajı inkâr eden o zâlimler, Diriliş Günü azaptan kurtulmak için yeryüzündeki bütün nîmetleri ve bir o kadarını fidye olarak verseler bile, bu onlardan asla kabul edilmeyecektir. Onların hakkı, can yakıcı bir azaptır!
37-Cehenneme atıldıklarında, can havliyle ateşten çıkmak isteyecekler, fakat oradan asla çıkamayacaklar; çünkü onların hakkı, sürekli bir azaptır!
İşte, hem sizi bu korkunç azaptan kurtaracak, hem de mal ve can güvenliğinizi garanti altına alacak güzel bir vesîle:
38-Ey iman edenler! Hırsızlık edenlerin -ister erkek ister kadın olsun- işledikleri bu çirkin suça karşılık Allah tarafından ibret verici ve caydırıcı bir cezâ olarak sağ ellerini bilekten kesin! Zira açgözlülük ederek mazlumların kanını emen soyguncuları, hırsızları, dolandırıcıları ancak bu şekilde caydırabilirsiniz. O hâlde, sakın bu hükmü uygulama konusunda zâlimlere acımanız tutmasın. Unutmayın ki, Allah hem sizden çok daha merhametli ve âdildir, hem de sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.
39-Ama kim de, yaptığı haksızlıktan sonra tövbe eder de, gücü yettiğince hatâsını telâfî etmeye çalışır ve hayatında tertemiz bir sayfa açarak kendisini düzeltirse, elbette Allah onun tövbesini kabul edecektir. Çünkü Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
Yakalanmadan önce kendiliğinden teslim olan hırsıza el kesme cezâsı verilmez. Yakalandıktan sonra tövbe eden hırsıza gelince; Allah katında günahı bağışlansa bile, İslâm’ın bu dünyada vereceği cezâdan kurtulamaz. Çünkü Allah’tan başka hiç kimse, onun tövbesinde samîmî olup olmadığını bilemez.
Ey insanoğlu! Yüce Rabb’inin ilim, hikmet ve adâletine güven:
40-Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı yalnızca Allah’a aittir? O, dilediğini cezâlandırır, dilediğini bağışlar. Fakat O’nun dilemesi, mutlak adâlet ve hikmet ölçülerine göredir. Şöyle ki, zulüm ve haksızlık yapanları cezâlandırır, iman edip güzel ve yararlı davranış gösterenleri bağışlar. Unutma ki, Allah her şeye kâdirdir.
Bunun için, zâlimlere karşı mücâdeleye devâm et:
41-Ey şanlı Peygamber! Gerek kalben inanmadıkları hâlde, sırf sizi kandırmak için ağızlarıyla “Biz de inanıyoruz!” diyen -fakat ortaya koydukları hayat tarzıyla İslâm’ı inkâr eden- ikiyüzlüler ve gerekse onlara akıl hocalığı yapan Yahudiler olsun; Allah’ın âyetlerini inkâr etmekte birbirleriyle âdetâ yarışa giren bu zâlimlerin yaptıkları, sakın seni ümitsizlik ve yılgınlığa düşürüp üzmesin!
Onlar, doğru söze tahammül edemezken, her türlü yalana kulak verirler; sana değer vermedikleri için yanına gelmeye bile tenezzül etmeyen diğer kâfirlerin görüşlerini dikkate alır, onların sözlerini dinler ve onlar adına casusluk faaliyeti yürütürler.
Kutsal Kitaptaki sözlerin anlamlarını kasten çarpıtarak değiştirirler.
Kurân’ın hakemliğine başvurmak isteyenlere, “Size şu hüküm verilirse onu kabul edin, fakat işinize gelecek bir hüküm verilmezse uzak durun!” diye tembih ederler.
Ve bu davranışlarının doğal sonucu olarak, sapıklığı hak etmiş olurlar: Allah kimi saptırmayı dilemişse, artık onun kurtulması için Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.
İşte bunlar, kalplerini Allah’ın arındırmak istemediği kimselerdir. Onların hakkı, bu dünyada zillet ve alçaklığa düşmek, âhirette ise korkunç bir azâba uğramaktır!
42-Onlar, doğru sözden hoşlanmaz, her türlü yalana kulak verirler, haram yemeye de pek düşkündürler. Eğer bu tür insanlar, aralarında hakemlik etmen için sana gelirlerse serbestsin; ister aralarında hüküm ver, ister onları kendi başlarına bırak, ne hâlleri varsa görsünler. Eğer haklarında hükmetmekten kaçınarak onlardan yüz çevirirsen, sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Yâni bu yüzden günaha girmiş olmazsın. Fakat aralarında hükmedeceğin zaman, adâletle hüküm ver! Kuşkusuz Allah, âdil davrananları sever.
Gerçi bu Yahudiler, hiçbir zaman Allah’ın hükmüne boyun eğmeye yanaşmazlar:
43-İçinde Allah’ın hükümleri bulunan Tevrat ellerinde dururken, nasıl oluyor da, kendi ırkları dışında bir peygamber kabul etmedikleri hâlde, arzularına uygun bir hüküm vermeni umarak senin hükmüne başvuruyorlar, sonra da hem Kurân’ın, hem Tevrat’ın ortak hükmü olan kararından yüz çeviriyorlar? Aslında bunlar, kendi kitapları olan Tevrat’a da inanmıyorlar!
Tevrat, her ne kadar Yahudiler tarafından tahrifata uğramış ve bazı bölümleri değiştirilmiş olsa da, aslı hak olan bir kitaptır:
44-Gerçek şu ki, içerisinde hikmet dolu öğütler, hidâyet ve aydınlatıcı nur bulunan o Tevrat’ı Biz indirdik. Nitekim, Musa’dan sonra gönderilen ve Allah’a içtenlikle boyun eğmiş olan Peygamberler, Yahudiler arasında onunla hükmederlerdi. Ayrıca, kendilerini Allah’a adamış olan âdil yöneticiler, yâni rabbânîler ve âlimler de ona göre hüküm verirlerdi. Çünkü onlar, Allah’ın kitabını öğrenmek, öğretmek ve uygulamak sûretiyle koruyup gözetmekle görevliydiler ve tüm hâl ve hareketleriyle, onun hak bir kitap olduğuna
şehadet eden hakikat şahitleri idiler.
Öyleyse insanlardan değil, Benden korkun! Benim gerek Tevrat, gerek İncil ve gerekse Kurân’daki âyetlerimi, -özellikle de, Son Elçiyi müjdeleyen Tevrat âyetlerini- servet, makam, şan, şöhret gibi basit menfaatlerle değiştirmeyin! Unutmayın ki, her kim Allah’ın egemenlik yetkisini reddederek O’nun indirdikleriyle hükmetmeyecek olursa, işte onlar, kâfirlerin ta kendileridir!
45-Biz onlar için -ve dolayısıyla sizin için de-cinâyet ve yaralamalarla ilgili olarak Tevrat’taşuhükümleri yazdık: Cana karşılık can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve diğer yaralamalarda benzer şekilde kısas yapılacaktır. Fakat kim suçluyu affedip kısas hakkından vazgeçerse, bu da onun günahlarının bağışlanması için bir kefaret olacaktır.
Dikkat edin, bunlar Allah’ın hükümleridir. Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyecek olursa, işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir!
Fakat Allah’ın hükmü, yalnızca Tevrat’tan ibâret değildir:
46-Derken o peygamberlerin izleri üzerinde, kendisinden önceki Tevrat’ı onaylayan ve çarpıtılan hükümlerini düzelterek onu hurâfelerden arındıran Meryem oğlu İsa’yı gönderdik.
Ve ona, Rablerinin emrine saygıyla bağlanan o takvâ sahipleri için bir yol gösterici ve bir öğüt olmak üzere, kendisinden önceki Tevrat’ı tasdik eden ve içerisinde hidâyet ve aydınlık bulunan İncil’i verdik.
47-O hâlde İncil’e iman edenler, uydurdukları hurâfelere değil, Allah’ın onda indirdiklerine göre hükmetsinler. İncil ve Tevrat, uğradıkları tahrifâta rağmen Allah’ın varlığını, birliğini ve Son Elçiye imanın gerekliliğini açıkça ortaya koyar. Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyecek olursa, işte onlar, doğru yoldan sapan fâsıkların ta kendileridir!
Fakat Allah’ın hükmü, yalnızca Tevrat ve İncil’den de ibâret değildir:
48-Ey Muhammed! Sana da, daha önceki kutsal kitapları tasdik edici ve tahrif edilmiş, çarpıtılmış hükümlerini düzelterek onları hurâfelerden ayıklayan bir denetleyici olarak, hak ve hakîkati ortaya koyan ve doğrunun, gerçeğin ta kendisi olan bu Kitabı hak ile indirdik.
Öyleyse, Allah’ın bu Kitapta indirdikleriyle insanların aralarında hükmet! Sakın sana gelen hakîkati bırakıp da, onların arzu ve heveslerine uyma! Şunu bil ki:
Biz, bütün Peygamberleri ve ümmetlerini aynı inanç ve ahlâk kuralları etrafında birleşen bir tek ümmet yaptıysak da, ayrıntılı hukuk kuralları konusunda her biriniz için farklı bir yol ve yöntem belirledik. Eğer Allah dileseydi, bütün ümmetlere aynı şeriatı emrederek hepinizi tek tip bir toplum yapabilirdi; fakat sizlere verdiği farklı imkânlar, yetenekler, eğilimler, nîmetler ve belâlar çerçevesinde sizi imtihân etmek için her ümmete, kendi ihtiyaçlarına, ortam ve şartlarına, kültürel gelişimine uygun farklı bir şeriat, farklı bir hukuk sistemi belirledi.
O hâlde, dosdoğru hükümleri içinde barındıran bu Son Kitabın ışığında, en güzel toplumu oluşturmaya çalışın!İnkârcıların aldatıcı propagandalarına kulak asmadan, kendi yolunuzda kararlılıkla ilerleyin. En iyiyi, en güzeli ortaya koymak için çalışarak, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Unutmayın ki, hepiniz eninde sonunda Allah’ın huzuruna varacaksınız. O zaman Allah, anlaşmazlığa düştüğünüz her konuda aranızda hükmünü verecektir!
49-Evet, ey Muhammed, sana bu Kitabı indirdik ve “Hangi dinden olurlarsa olsunlar, onların arasında Allah’ın indirdikleriyle hükmet, sakın onların heveslerine uyma! Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından bile seni saptırmamaları için, onlara karşı son derece dikkatli ol!” diye emrettik.
Eğer bütün bu uyarılara rağmen, yine de Allah’ın Kitabından yüz çevirecek olurlarsa; bil ki Allah, bazı günahları yüzünden onları bu şekilde cezâlandırmak istiyordur. Zaten insanların çoğu, yoldan çıkmaya eğilimlidir.
Peki bu zâlimler, Kurân’ın rehberliğinden uzak kaldığı zaman, insanlığın başına neler geleceğini bilmiyorlar mı?
50-Yoksa onlar, İslâm öncesi câhiliye döneminin, hak hukuk tanımayan kanun ve hükümlerini mi hayata egemen kılmak istiyorlar? Allah’ın yegane rab ve tek ilah olduğu gerçeğinin yok sayıldığı sadece O’na kul köle olma imkanlarının yok edildiği, vahyin hayata hakimiyet hakkının kaldırıldığı bir hayat tarzı mı istiyorlar? Hâlbuki, yürekten inanan bir toplum için, Allah’tan daha iyi kim hüküm verebilir? O hâlde:
51-Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları yani bâtıl ideolojilerin mimarlarını, samîmî ve güvenilecek bir dost, sözü dinlenecek bir yönetici, himayesine sığınılacak bir koruyucu, kısaca veli edinmeyin! Unutmayın ki onlar, ancak birbirlerinin dostlarıdır. İçinizden her kim onları dost edinecek olursa, o da onlardandır. Çünkü Allah, kâfirlerle böyle sıkı fıkı ilişkiler içinde olan zâlimleri doğru yola iletmez!
52-Kalplerinde hastalık olan şu münâfıkların, “Kâfirlerin günün birinde gâlip gelmeyeceği ne malum? İyisi mi, biz şimdiden tedbirimizi alalım, zira başımıza bir belâ gelmesinden korkuyoruz!” diyerek kâfirlereşirin gözükmek için çırpındıklarını, hep onlara yöneldiklerini görürsün.
Fakat yakında Allah, kâfirleri hezimete uğratarak size vaadettiği zaferi nasip edecek, yâhut katından bir buyruk göndererekmünâfıkların bütün plânlarını suya düşürecektir; işte o za