Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

teblið

Vefasýz
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

Sen olmasaydın, her türlü güce ve imkâna sâhip olduğu halde düşmanlarına bile beddua etmekten ve kahretmekten sakınarak;

“Allah’ım, bu kavmi doğru yola ilet! Ben bunların soyundan mü’min bir neslin gelmesini diliyorum!”

“Allah’ım, ümmetimi afvet, çünkü onlar bilmiyorlar!” diye kim duâ ederdi?
Sen olmasaydın, bize kim afv ve müsâmaha ile muâmele etmeyi tavsiye ederdi? Senin şu mübârek kelâmın bu konuda ne kadar anlamlı;

“Sana zulmedeni afvet, seninle ilgilenmeyen akrabana yardım et, sana kötülük yapana iyilikle mukabele eyle, aleyhine de olsa doğruyu söyle!”

Sen olmasaydın; Allah’ın varlığından, birliğinden, sonsuz kudret ve azametinden, dünyamızı cennete dönüştüren yüce dînimizden ve her biri bize ayrı bir haz ve fayda veren ibâdetlerden nasıl haberdâr olabilirdik?

Sen olmasaydın; inceliği, zerâfeti, tevâzûyu, güzel ahlâkı kim öğretir ve bu konuda bize kim örnek olabilirdi? Halbuki Sen, güzel ahlâkı yaşamak ve tamamlamak için gönderildin.

Sen olmasaydın, gönlünü hüzün ve ümitsizlik kaplamış yetîmin başını kim okşar; onu kucaklayıp şefkatle bağrına kim basardı? Sen ise yetîmi dâima gözettin ve:

“En güzel ev; içinde yetîme iyi muâmele edilen evdir. En kötü ev de, yetîme kötü muâmele edilen evdir.”buyurdun


Salât-ü selâm Sana, ey âlemlerin varlık sebebi!

Salât-ü selâm Sana, ey dünya ve âhiret hayatının kurtuluş vesîlesi
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz



İkinci Reşha'yı 19. Mektuba havale ederek Üçüncü Reşha'dan devam edelim...

[BILGI]
ÜÇÜNCÜ REŞHA:

Eğer istersen gel Asr-ı Saadet'e, Ceziret-ül Arab'a gideriz. Hayâlen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz. İşte bak: Hüsn-ü sîret ve cemâl-i sûret ile mümtaz bir zâtı görüyoruz ki; elinde mu'ciznümâ bir kitab, lisanında hakaik-âşina bir hitab, bütün benî-Âdeme, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcûdata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor.

Sırr-ı hilkat-ı âlem olan muamma-i acîbânesini hal ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını fetih ve keşfederek, bütün mevcûdâttan sorulan, bütün ukûlü hayret içinde meşgul eden üç müşkil ve müdhiş sual-i azîm olan "Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?" suallerine mukni, makbul cevab verir.

[/BILGI]

Anladıklarımızı paylaşalım inşallah...
 

faris

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz



İkinci Reşha'yı 19. Mektuba havale ederek Üçüncü Reşha'dan devam edelim...

[BILGI]
ÜÇÜNCÜ REŞHA:

Eğer istersen gel Asr-ı Saadet'e, Ceziret-ül Arab'a gideriz. Hayâlen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz. İşte bak: Hüsn-ü sîret ve cemâl-i sûret ile mümtaz bir zâtı görüyoruz ki; elinde mu'ciznümâ bir kitab, lisanında hakaik-âşina bir hitab, bütün benî-Âdeme, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcûdata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor.

Sırr-ı hilkat-ı âlem olan muamma-i acîbânesini hal ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını fetih ve keşfederek, bütün mevcûdâttan sorulan, bütün ukûlü hayret içinde meşgul eden üç müşkil ve müdhiş sual-i azîm olan "Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?" suallerine mukni, makbul cevab verir.

[/BILGI]

Anladıklarımızı paylaşalım inşallah...

Hayal alemi geniştir. Kendimizi orada bulabilmemiz mümkün.

Eğer bizler merakımızı dindirmek istiyor ve hayata geliş gayemizi öğrenmek istiyorsak; yapabileceğimiz tek bir şey vardır, oda; "Habibim sen olmasaydın kainatı yaratmazdım" kudsi hadisine mazhar olan Efendimiz a.s.v'ın hayatını ve sünnetini ve hadislerini keşfetmekten geçmektedir.

Evet O a.s.v efendimiz gelmeden önce kızlarını diri diri gömen vahşi bir toplum onun dersi ile harika bir topluma nasıl dönüşdüyse bizde o dersi öğrenmemiz gerekmektedir.
 

kasif1

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

kardeşlerden bir ricam olacak : Yazıların büyüklüğünü artırırlarsa daha iyi olacak.küçük
yazıları okurken göz yoruluyor.

1.syf dan bilhassa akna ,abdullah ve memlük kardeş başta olmak üzere bütün kardeşlerden ALLAH razı olsun. Çok güzel ve Öz açiklamalar mevcut.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

ÜÇÜNCÜ REŞHA:

Eğer istersen gel Asr-ı Saadet'e, Ceziret-ül Arab'a (ARAP YARIMADASINA)gideriz.

Hayâlen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz.

İşte bak: Hüsn-ü sîret(GÜZEL AHLAKLI) ve cemâl-i sûret(GÜZEL YÜZÜ) ile mümtaz(ÜSTÜN,SEÇKİN) bir zâtı görüyoruz ki;

elinde mu'ciznümâ(MUCİZE GÖSTEREN) bir kitab(KUR ANI KERİM), lisanında(DİLİNDE) hakaik-âşina(HAKİKATLARI AÇIKLAYAN) bir hitab,

bütün benî-Âdeme(ADEM OĞULLARINA), belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcûdata(VARLIKLARA) karşı bir hutbe-i ezeliyeyi(EZELİ HUTBEYİ YANİ KURANI KERİMİ) tebliğ ediyor.

Sırr-ı hilkat-ı âlem(ALEMİN YARATILIŞININ SIRRI) olan muamma-i acîbânesini (ACİP ANLAŞILMAZLIĞINI) hal ve şerh edip(AÇIKLAYIP) ve sırr-ı kâinat(KAİNATIN SIRRI) olan tılsım-ı muğlâkını (ANLAŞILMAZ GİZLİ SIRRINI) fetih(AÇARAK) ve keşfederek, bütün mevcûdâttan sorulan, bütün ukûlü (AKILLARI) hayret içinde meşgul eden üç müşkil ve müdhiş sual-i azîm(BÜYÜK SORU) olan

"Necisin?

Nereden geliyorsun?

Nereye gidiyorsun?" suallerine mukni(İKNA EDİCİ), makbul cevab verir.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

ÜÇÜNCÜ REŞHA:

Eğer istersen gel Asr-ı Saadet'e, Ceziret-ül Arab'a (ARAP YARIMADASINA)gideriz.

Hayâlen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz.

İşte bak: Hüsn-ü sîret(GÜZEL AHLAKLI) ve cemâl-i sûret(GÜZEL YÜZÜ) ile mümtaz(ÜSTÜN,SEÇKİN) bir zâtı görüyoruz ki;

elinde mu'ciznümâ(MUCİZE GÖSTEREN) bir kitab(KUR ANI KERİM), lisanında(DİLİNDE) hakaik-âşina(HAKİKATLARI AÇIKLAYAN) bir hitab,

bütün benî-Âdeme(ADEM OĞULLARINA), belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcûdata(VARLIKLARA) karşı bir hutbe-i ezeliyeyi(EZELİ HUTBEYİ YANİ KURANI KERİMİ) tebliğ ediyor.

Sırr-ı hilkat-ı âlem(ALEMİN YARATILIŞININ SIRRI) olan muamma-i acîbânesini (ACİP ANLAŞILMAZLIĞINI) hal ve şerh edip(AÇIKLAYIP) ve sırr-ı kâinat(KAİNATIN SIRRI) olan tılsım-ı muğlâkını (ANLAŞILMAZ GİZLİ SIRRINI) fetih(AÇARAK) ve keşfederek, bütün mevcûdâttan sorulan, bütün ukûlü (AKILLARI) hayret içinde meşgul eden üç müşkil ve müdhiş sual-i azîm(BÜYÜK SORU) olan

"Necisin?

Nereden geliyorsun?

Nereye gidiyorsun?" suallerine mukni(İKNA EDİCİ), makbul cevab verir.

Hikmet: "Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?

Bu suale, beni adem(ADEM OĞULLARI) namına, emsali olan(BENZERİ) büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselam, nev-i beşere(BÜTÜN İNSANLARA) vekaleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:
"Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelinin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık alemine çıkarılan mahluklardır.

Sultan-ı Ezeli, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı(BÜYÜK EMANETİ-30.SÖZE BAKILABİLİR ENE BAHSİ)) bize vermiştir.

Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye(EBEDİ SAADETE,CENNET HAYATINA) müteveccihen(YÖNELMİŞ OLARAK-GEREKLİ ÇALIŞMALARI YAPARAK) hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re'sü'l-malımız(SERMAYEMİZ ,ANAPARAMIZ YANİ EBEDİ SAADETİ KAZANMAK İÇİN BİZE VERİLEN SERMAYE) olan istidatlarımızı (KABİLİYETLERİMİZİ) nemalandırmaktır(OLGUNLAŞTIRIP KEMALAT ARŞINA ÇIKMAKLA HAKİKİ MÜMİN OLMAKTIR).

Ve şu azim insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezeliden risalet(PEYGAMBERLİK) vazifesiyle gelip riyaset eden(REİSLİK EDEN) benim. İşte o Sultan-ı Ezelinin risalet beratı olarak bana verdiği Kur'an-ı Azimüşşan elimdedir. Şüphen varsa al, oku!"

İŞARETÜL İCAZ KİTABINDAN BAŞ TARAFINDA VAR.
 

kasif1

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

Vilâdetin, insanlığın da vilâdeti oldu. Dost-düşman herkes doğrularını, yanlışlarını Senin neşrettiğin nur sayesinde görüp değerlendirme imkânını elde etti; etti ve belli ölçüde de olsa itmi'nâna ulaştı. Biz hepimiz, gönüllerimizde hissettiğimiz Cennet'i ve ondaki ebedî saadeti, ancak Senin o semavî beyanın vasıtasıyla doğru anlayıp doğru duyabildik; duyabildik ve o füsunlu beyan çağlayanın sayesinde Hak muradını anlama ufkuna yöneldik.

Eğer bugün şöyle böyle gözlerimiz Hakk'ı takdis ve takdirle açılıp kapanıyor ve gönüllerimiz vuslat heyecanıyla çarpıyorsa, bu yüksek duygu ve düşünceleri tetikleyen Sensin.. Sensin bize gerçek insan olma zirvelerini gösteren, ruhlarımıza sevda korları saçarak bize aşk u vuslat neşvesini birden tattıran; tattırıp iklimine saygıyla yönelenlere hakikî var olma sırrını duyuran.. dahası, milyonlarca, milyarlarca insanın takrîr, takdîr ve tasvîbini arkasına alarak, insaflı ruhlara bir kısım sâbiteler vererek herkese kendi olarak kalma yollarını gösteren.

Senin sayende mâneviyâta ve sevgiye uyanan gönüller, sanki sadece sevgi ve saygı solukluyormuşçasına ruhlarından yükselen ulvî sesler ve insanî enginliklerini dillendiren sözlerle asırlar ve asırlar boyu insanî değerlerin yanıltmayan temsilcileri oldular. Büyük çoğunluğu itibarıyla insanlık âlemi, onların seslerinde ve sözlerinde, o güne kadar keşfedemediği vicdanının heyecanlarını duydu ve kendi iç derinliğine muttali oldu. Evet, Senin sayende birbirinden oldukça farklı görünen bütün insanlar, hatta bir mânâda cinler ve ruhanîler, o zamana dek bir türlü hissedemedikleri, hissedip söyleyemedikleri, söylemeye muvaffak olup da yerli yerince dillendiremedikleri her şeyi seslendirebiliyor ve büyük ölçüde pek çok problemi çözebiliyordu...

Sen, –gönüllerimiz tahtın– dünyayı şereflendirdiğin andan itibaren insanoğlunun "ahsen-i takvîm" remziyle ifade edilen mânâ ve mahiyet derinliğindeki esrarı deşifre ederek dilleri çözdün; saksağanlara bülbül olma âdâbını öğrettin ve dost-düşman hemen herkeste farklı zâviyelerden de olsa kendilerini iç derinlikleriyle duyup ifade etme düşüncesini uyardın. Evrensel insanî müştereklerin ortaya çıkmasını sağlayarak binlerce yorumu ve anlayışı bir potada mezcedip, bir ruh etrafında toplayıp herkese kendi gönül ufkundan pek çok şeyler duyurdun. Bu sayede topyekün insanlık, hatta cinler ve ruhanîler Senin mesajından süzülen öz ve mânâlarla, kalıplaşmış anlayışlardan sıyrılarak bir değişimler vetîresine giriverdi. Herkes farkına varsın varmasın, büyük çoğunluğu itibarıyla insanlık, Senin ortaya koyduğun iman sistemi ve gösterdiğin insanî hedefler sayesinde pek çok yenilikler gerçekleştirdi ve pek çok başarıya imza attı.

Senin insanlık ufkunda tulû edeceğin güne kadar her yer karanlıktı; herkes yokluk vahşetiyle tir tir titriyordu ve üst üste çözüm bekleyen problemlerle de tedirgindi. Senin, bütün problemleri çözen, bütün ihtiyaçlara cevap veren ve bütün emelleri gerçekleştirme vaadiyle içlere inşirah salan mesajınla bir anda ruhlar ümitle şahlandı. Yeisle kıvranan gönüllerde ümit esintileri duyulmaya başladı ve her yanda teselli nağmeleri yankılandı. Öyle ki, artık her tarafta bir meltem tesiriyle duyulan bu sihirli nağmeler, mağmum gönüllere sürekli saadet vaad ediyor; hep sevmek ve sevilmekten dem vuruyor; sönmüş gibi görünen insanî alâka ve irtibatları canlandırıyor, aşk u muhabbeti körüklüyor; asırlardan beri sinelerde uyuyagelen yüksek insanî duyguları uyarıp harekete geçiriyor ve bütün insanları bir kere daha kendi iç derinlikleriyle buluşturarak onları kendi kadirlerini takdir etmeye yönlendiriyordu.

Senin o içten ve samimî solukların, sevgiye, ümide, mutluluğa susamış gönülleri canlandırıyor; mesajını saygıyla karşılayan teşne sinelerde kudsî bir heyecan meydana getiriyor, yüksek ruhları, Hakk'a kulluk hummasıyla ciddî mi ciddî tecessüslere, tefahhuslara sevk ediyor ve aydınlık arayan dimağların yürüdüğü yollarda par par parlıyordu.

Sen hemen her zaman herhangi bir bent ve engel tanımayan o müthiş imanın, azmin, cesaretin, kararlılığın ve arkana aldığın vefalı arkadaşlarınla bütün insanlığa sesini duyurma gibi seviyeler üstü ve aşkın emeller peşinde olmuştun. Öyle ki, hayat-ı seniyyenin hemen her faslında, şahsî imkân ve iktidarının çok çok üstünde bütün insanlığı ebedî saadete erdirme niyet ve cehdiyle hep soluk soluğa yaşadın ve o engin vefa ve sadakatin adına hiç mi hiç duraksamadın; duraksayamazdın da, zira Sen bütün insanî rüyaların gerçekleşmesi, çalışıp çabalamaların bir değer ifade etmesi, ebediyete teşne ruhların arzularının yerine getirilmesi mesajıyla gelmiştin. İnsanlığın kalbî, ruhî ve bedenî ihtiyaçlarının karşılanması, sevme-sevilme hülyalarının gerçekleşmesi, burada ve ötede mutlu olma emellerinin tahakkuk ettirilmesi vaadi, Senin mesajının önemli bir derinliğini teşkil ediyordu.. ve Sen bu hususlarda kararlıydın.

Mesajın evrenseldi ve hemen herkes duyup değerlendirdiği ölçüde onu kendi gönlünün hususî iklimine olabildiğine uygun buluyordu. O, özündeki tabiîliği, ihtiva ettiği teşriî emirlerin tekvînî kurallara uygun olması, kalb, ruh ve aklın birleşik noktasında bu letâife muvâfık bir hâl alması ve bunların hepsine ait bir şive hâline gelmesi sâyesinde, her vicdan onu fıtratına uygun buluyor ve onun aydınlık ikliminde varlığın sırlarına daha bir derince muttali oluyordu. Evet, Senden duyduğumuz, tavır ve davranışlarında okuduğumuz her şey, kaynağı onca müteâl olmasına rağmen, bizim kavrayıp zevk edeceğimiz, anlayıp yorumlayacağımız çerçevede tenezzül dalga boyuyla her zaman bizi kucakladı, hissiyatımızı okşayıverdi; gönül iklimimizde yetişmiş gibi yakınlığını bütün benliğimize duyurdu ve sinelerimizin bir yanından fışkırıyormuşçasına sıcaklığını hep hissettirdi. Mahiyet-i insaniyemizi kucakladı, gözlerimizin içine baktı, tat ve şivesiyle bizi tepeden tırnağa mest ederek âdeta büyüledi. Bunlar, Senin hususiyetlerindi ve bu konuda Sen bînazîrdin.

İnsanlar arasında özel karakterlerin ve hususî kültürlerin üstünde, hiç kimseye ters düşmeyecek şekilde fâik, hatta müteâl bir üslupla herkese seslenebilen, seslenip müstaid ruhları tesir altına alan ve kendine mahsus remizlerle, işaretlerle, îmalarla, sınırlı ifadeleri katlayıp muzaaflaştıran, daha derinleştirip birer mük'ap beyan hâline getiren Sen, arkadan gelenlere eşya ve hâdiselerin sihirli kapılarını araladın, hatta bazılarına o kapıları ardına kadar açtın ve inanan gönüllere ötelerin erişilmez neşvesini duyurdun. Hâlâ ruhlarımızda mahremiyetlerini koruyarak mahfuz bulunan semavî armağanların, çağın gereklerine göre bir kısım yeni açılımlarla her seslendirilişinde Seni bir kere, bin kere daha yâd ediyor, –tahtın sinelerimizin en mûtenâ tepesi– huzur-u mehâbetinde saygıyla iki büklüm oluyoruz. Bu Senin hakkın, sineleri vefa hisleriyle çarpan kapıkullarının da vazifesidir.

Sen, Yüce Yaratıcı'nın bütün kâinatlara eşi-menendi bulunmayan bir armağanısın; mesajın ve öğretilerin de O'nun emanetidir. Bunu böyle bilenler, Seni her zaman canlarından aziz saydı ve ömür boyu Sana karşı hep medyuniyet solukladılar; solukladı ve vefalarının karşılığını da kat kat buldular.

Ama bir gün geldi, nereden çıktıkları belli olmayan, bilmem hangi kültürün çocuğu bir kısım densizler, kalblerindeki küfrü telaffuz etmeye durdu ve Sana sataşmaya başladılar: Zâtına –yüz bin defa hâşâ– "bede..", öteler ötesinin sesi soluğu kutlu mesajına "çöl ka...." ve, Seni dar bir zaman dilimine hapsederek "o güne ve o kavme aitti" deme küstahlığında bulundular; cesaretlendirdiler kinle nefretle köpüren bir dünyayı.. kapı araladılar saygısızca karikatürlere ve küstahça resimlere. Sen, kendi dünyanın vefasızlığıyla, hasım bir cephenin saldırısına birden maruz kalmıştın. Atalarımızın mübeccel gayreti mahfuz, milletçe Seni anlatamamıştık. Şimdilerde küfür ve küfranın Senin dünyanda tetiklendiğini düşündükçe kendi kendimize hayıflanıyor, "Meğer ne kadar da vefasız insanlarmışız!" diye mırıldanıyoruz.

Her şeye rağmen, ruh ve mânâ kökleri sağlam; genlerinde atalarının safveti; suyu, toprağı, havası yeni bir gül devrine açık bu dünyanın er-geç dönüp-dolaşıp Senin şefkat ve merhamet ikliminde yeni bir "ba'sü ba'del mevt"e ereceğinde şüphem yok. Daha şimdiden, binler-yüz binler, böyle bir "eşref saat" beklentisiyle nefes alıp veriyorlar.

Ne benim ne de başkalarının Senden af dilemeye yüzümüz yok; ama kereminin enginliğinde de hiç şüpheye düşmedik. Ufkumuzun karardığı, her yanı hazanın sardığı, yolların yıkılıp köprülerin harap olduğu durumlarda bile gözlerimiz izlerini takipten hiçbir zaman dûr olmadı.
"Azîzim, rehberim, pîrim, efendim, şem'-i tâbânım
Ziya-i himmetimdir her iki âlemde devrânım
Benimle müttefiktir bu recâda cümle ihvanım."
(Ketencizâde)
deyip Sana karşı vefa ve sadakatimizi seslendirmeye çalıştık. Eksiğimiz, kusurumuz hadsizdi; ama yine de Senin engin müsamahan yanında deryada damla kalırdı. Öyle ise gel;

Kerem kıl, kesme Sultanım keremin bînevâlerden,
Keremkâne yakışır mı kerem kesmek gedâlerden!..
(M. Lütfî)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

zâtında gâyet Kemâldeki ahlâk-ı hamîdesini (OLGUNLUK DERECESİNDE ÖVÜLMÜŞ,TAKDİR EDİLMİŞ AHLAKI-oNUN AHLAKI KURAN AHLAKI İDİ DİYOR AİŞE ANNEMİZ.EBU CEHİL BİLE O (A.S.M.) YALAN SÖYLEMİYOR DİYOR.EL EMİN DİYORLAR ONA(S.A.V). MEKKENİN AZGIN REİSLERİ BİLE ONA MALLARINI EMANET ETMİŞLERDİ.ÇÜNKÜ O EMİN İDİ.TÜM ALEM ŞAHİD BUNA)

ve vazifesinde nihayet(SONSUZ) hüsnündeki (GÜZELLİĞİNDEKİ) secâya-yı galiyesini(YÜKSEK HUYLARI,KİMSEDEN KORKMAMASI,TEK BAŞIYLA BÜTÜN DÜNYAYA MEYDAN OKUMASI) ve kemâl-i emniyetini (EL EMİN OLMASI) ve kuvvet-i îmânını (TÜM DÜNYAYA MEYDAN OKUMASI TEK BAŞIYLA)ve gâyet itminanını (KENDİNDEN EMİN OLARAK)ve nihayet vüsûkunu(SAĞLAMLIĞINI) gösteren fevkalâde takvâsı,

fevkalâde ubûdiyeti(KULLUĞU,GECE BİR REKATTA BAKARA SÜRESİNİ,ALİ, İMRAN SÜRESİ,NİSA SÜRESİNİ OKUYUP RÜKUA GİTMESİ,ALLAHA EN ÇOK KULLUK EDEN OLMASI,EN ÇOK KURAN OKUYAN,KURANI TEFSİR EDEN OLMASI),
fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metâneti(SAĞLAMLIĞI,DAVADAN VAZGEÇMEMESİ,BİR ELİNE AY'I ,BİR ELİNE GÜNEŞİ VERSELER DAVADAN VAZGEÇMİYEREK SAĞLAM DURMASI);

dâvâsında nihayet (SONSUZ) derecede sâdık(BAĞLI) olduğunu güneş gibi âşikâre(AÇIKÇA) gösteriyor.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

B. Cahiliye O'nu "Emîn" Tanımıştı
Mekkeli O'na mücerret adıyla değil, ismine "el-Emîn" sıfatını ekliyor ve öyle hitap ediyordu.. evet, O bu sıfatıyla meşhurdu. Ne mutlu bizlere ki, bizler de sabah akşam söylenmesi müstahsen olan bir virdde O'nu böyle anıyor ve لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ الْمُبِينُ، مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ صَادِقُ الْوَعْدِ اْلأَمِينُ diyoruz.
Kâbe tamir edilmiş ve Hacerü'l-Esved'in (Biz Es'ad: Mutlu Taş diyelim) tekrar eski yerine konulması büyük bir mesele hâline gelmişti. Kabileler kılıçlarını yarıya kadar sıyırmış ve herkes bu şerefin kendine ait olmasını istiyordu. Sonunda şöyle bir karara vardılar. Kâbe'ye ilk girenin hakemliğini kabul edeceklerdir. Herkes merakla bekliyordu.. ve tabiî, Allah Resûlü'nün hiçbir şeyden haberi yoktu. O'nun dosta-düşmana güven telkin eden gül yüzü görününce, oradakiler sevinçlerinden havaya zıplayıp "Emîn" geliyor, dediler ve O'nun hükmüne kayıtsız şartsız razı olacaklarını söylediler...[15]
Zira O'na güvenleri tamdı. Allah Resûlü o gün henüz peygamber olarak vazifelendirilmemişti ama herkesin itimat edeceği bir insandı ve bir peygambere ait bütün vasıfları üzerinde taşıyordu.
Evet, fazilet odur ki, düşmanlar dahi kabul ve tasdik etsin. İşte, –o güne göre– Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) en azılı düşmanı Ebû Süfyan'ın, O'nun doğruluğunu tasdiki:
Allah Resûlü etraftaki hükümdarlara nâmeler gönderiyordu. Bu mektuplardan birini de, Roma imparatoru Hirakl'e (Hiraklius) göndermişti. Hirakl, mektubu baştan sona okudu. O sırada Şam bölgesinde bulunan Ebû Süfyan'ı çağırttı ve aralarında şu şekilde bir muhavere cereyan etti:
– O'na daha ziyade ittiba edenler kimlerdir, zenginler mi fakirler mi?
– Fakirler.
– Hiç O'na inananlardan dönenler oldu mu?
– Şimdiye kadar hayır.
– Artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?
– Her geçen gün biraz daha artıp çoğalıyorlar.
– Hayatında hiç yalan söylediğini duydunuz mu?
– Hayır, O'nu hiçbirimiz yalan söylerken duymadık.
Ve işte mektubun tesirinden sonra, henüz Müslümanların en amansız düşmanı olan Ebû Süfyan'dan aldığı bu cevaplarla çarpılan Hirakl, kendini tutamayarak şöyle dedi:
– Bir insanın bunca zaman, insanlara yalan söylemekten kaçınıp da Allah'a karşı yalan söylemesi düşünülemez.[16]
Sadece mevzumuzla alâkalı yönünü aktarmak için çok kısa temas ettiğimiz bu hâdisede, Allah Resûlü'nün doğruluğuna iki delil vardır. Birincisi, Bizans İmparatoru Hirakl'dir ki, yukarıda kaydettiğimiz sözü söylemiştir. İkincisi ise, o gün için henüz İslâm'la şereflenmemiş Ebû Süfyan'ın verdiği cevaptır ki, Allah Resûlü'nün doğruluğunu kabullenip tasdik etmiştir. Ne var ki, Hirakl, makam ve mansıp sevdasını aşıp, ayağının dibine kadar gelmiş bir hakikî ve ebedî mülkü elde edememiş; Müslüman olup bahtiyarlar zümresine girememişti. Buna rağmen Allah Resûlü'nün risaletini kabul edip saygılı davranması, onun namına bir basiret jesti, bizim hesabımıza da sevindirici bir itiraf olmuştur.. Resûlullah'ın sıdk u sadakatini itiraf.
Esasen, Hirakl'in söyledikleri çok derindir. Evet, kırk yaşına kadar sıradan insanlara karşı dahi, şakacıktan olsun yalan söylemeyen bir insan, ölüm koridoruna girdiği bir devrede, hem de Allah'a karşı yalan söylemesi nasıl mümkün görülebilir ki..?
Yâsir henüz Müslüman olmamıştı. Oğlu Ammar'a nereye gittiğini sordu. Ammar: Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanına.
Bu cevap Yâsir'e yetmişti.
– O emin bir insandır. Mekkeli O'nu böyle tanır. Eğer O, peygamber olduğunu söylüyorsa doğrudur. Çünkü O'nun yalan söylediğini kimse duymamıştır...
Bu sözler, bu kabullenmeler, sadece birkaç kişiye mahsus değildi.. ışık çağı ve ona takaddüm eden yıllarda, O'nu tanıyan hemen herkes, hem de ittifakla O'nun doğruluğunu tasdik ediyordu.(sonsuz nur)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

D. Sözünün Eriydi
Kırk yaşına kadar O'nun hilâf-ı vaki bir söz söylediğini veya sözünde durmadığını bir kimse ne görmüş ne de duymuştu. Daha sonra sahabe olma şerefine eren bir zat diyor ki: "Cahiliye devrinde Allah Resûlü'yle bir yerde buluşmak üzere anlaşmıştık." Yukarıda da arz ettim, cahiliye, yaşadığı devrin adıdır. Yoksa O gönlü apaydın insan hiçbir zaman cahiliye devri yaşamamıştır. O hep resûllere has bir hayat çizgisi takip etmiştir. Fakat, diyor bu sahabi: "Ben verdiğim sözü unuttum. Üç gün sonra hatırladığımda koşarak anlaştığım yere gittim.. baktım ki Allah Resûlü orada bekliyor. Bana ne kızdı ne de darıldı. Sadece: "Ey genç! Bana meşakkat verdin. Üç gündür seni burada bekliyorum." dedi.[25]
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz



Hikmet: "Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?


Bu suale, beni adem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselam, nev-i beşere vekaleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:

"Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelinin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık alemine çıkarılan mahluklardır.

Sultan-ı Ezeli, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz.

Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re'sü'l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azim insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezeliden risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim.

İşte o Sultan-ı Ezelinin risalet beratı olarak bana verdiği Kur'an-ı Azimüşşan elimdedir. Şüphen varsa al, oku!"

İşarat-ül İcaz
 

kasif1

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde, büyük bir hâkim, büyük bir himmet ve gayretle, ancak daimi alarak kaldırabilir

Hâlbuki bak, bu Zat (sav) büyük ve çok dertleri, hem inatçı, mutaassıp büyük kavimlerden, ahiri küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda kaldırıp, yerlerine âli seciyeleri dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak yerleştirip tespit eyliyor. Bunun gibi daha çok harika icraatı yapıyor. İşte şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere, Arap Yarımadasını gözlerine sokuyoruz! Haydi, yüzer filozofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar... O Zat’ın (sav) o zamana nispeten, bir senede yaptığının yüzde birisini acaba yapabilirler mi?
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

E. Söyledikleri O'nu Tasdik Etmektedir
O, doğuştan Hz. Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) idi. Onun için, peygamberliğinden sonra da ne dediyse herkes gönülden inandı ve tasdik etti. Evet, topyekün cihan O'na: "Doğru söylüyorsun yâ Resûlallah!" diye tasdike koştu. Değil sadece insanlar, mucizeler diliyle, her bir nevi kendi adına temsilci gönderdi. Âdeta O'na biat etti.
Burada bir parantez açıp şunları söylemekte fayda mülâhaza ediyorum: Kur'ân'ın ve Efendimiz'in nurlu beyanları, Cenâb-ı Hakk'ın zât, sıfât ve esmâsı arasındaki münasebete riayet keyfiyetiyle öyle üstün bir dereceye sahiptir ki, ne felsefecilerin akıl yoluyla, ne evliyânın kalb ayağıyla, ne de asfiyânın ruh buuduyla o seviyede bir anlayış ve beyana ulaşmaları mümkün olmamıştır ve olmayacaktır da.
Ancak, bu müterakki ruhların, melekleşmeye doğru tırmanışları, neticede hep şunu göstermiş ve gösterecektir ki, onlar gidecek; gidecek ve gittikleri yerin sonunda hep Kur'ân'ın ve Allah Resûlü'nün beyanlarının doğruluk ve hakkaniyetini anlayacak.. Resûlullah'ın söylediklerini keşif ve müşâhede ile zevk edeceklerdir.
Evet, bugün O'nun, ulûhiyete ait söylediği bütün sözler, o mevzuun ehilleri tarafından da tasdik görmekte ve birer esas olarak kabul edilmektedir. Hatta ulûhiyete, haşr u neşir ve kadere dair incelerden ince öyle meselelerden söz etmiştir ki, –hem de mevzular arası muvazeneyi koruyarak– değil öncekiler ve sonrakilerin akıllarının ermesi; O'nun aydınlık beyanlarını "yok" farz ettiğimiz takdirde, bu hususlarda bir tek kelime söylemeleri mümkün olmayacaktır.
Hz. Ömer ve Amr b. Ahtab (radıyallâhu anhumâ) anlatıyor: "Bir gün Allah Resûlü sabah namazından sonra minbere çıktı. Konuştu, konuştu, konuştu... Öğle ezanı okundu, namazı kıldırıp tekrar çıktı ve ikindi oluncaya kadar konuştu. İkindi namazını eda ettikten sonra konuşmaya başladı, konuşması akşama kadar sürdü. Neler konuştu, neler anlattı? Hepsini ihata zor ama, o güne kadar söylenmeyen her meseleye temas etmişti denebilir. Evet, ilk hilkattan başlamış, varlığın bağrına ilk hilkat tohumunun atılışını anlatmış, kâinatın teşekkülünden, insanın yaratılmasına kadar bütün yaratılışa ait devreleri bir bir sıralamış.. ve daha sonra da kıyamete kadar insanların başına gelecek hâdiseleri teker teker nakletmişti.[26]
Evet, mazinin derinliklerine dalmış ve Hz. Âdem'e kadar bütün enbiyâyı hem de şemâili ile anlatmış, istikbale nazarını çevirip mahşere, Cennet ve Cehennem'e kadar her şeyi göz önüne sermişti. Hâlbuki O ne bir kitap okumuş, ne birinin ders halkasına katılmıştı. Öyleyse bütün bunları nasıl bilebilirdi? Evet, O'na bütün bunları öğreten biri vardı; O da, hiç şüphesiz, her şeyi bilen Hz. Allah'tı...
O'nun, Arş'tan ferşe, oradan yerin derinliklerine kadar anlattığı bütün meseleleri O'na Mütekellim-i Ezelî'si öğretiyordu. Bunların başka şekilde öğrenilemeyeceği bugünün insanları tarafından da tasdik edilmektedir ki, bu da Allah Resûlü'nün sıdkına ayrı bir delildir.
Evet O, peygamberlerden bahsediyor.. onların tarifini yapıyor; yüz hatlarıyla onları tablolaştırıyor[27] ve o günün Ehl-i Kitab'ı, bütün bunların hiçbirine itiraz etmeden hepsini kabul edip: "Evet, kitaplarımızda, onları bahsettiğiniz şekliyle buluyoruz." diyorlardı.[28] Tevrat, İncil veya başka bir kitap okumamış bir insanın, oralarda zikredilen veya edilmeyen keyfiyetleriyle bütün kendinden evvel gelmiş-geçmiş peygamberleri hem de böyle tafsilatıyla anlatması ve bu işi bilenlerin de onu tasdik etmeleri, Allah Resûlü'nün sıdkına ve davasında doğruluğuna şahit ve delil değil midir!?
Bir parantez içinde arz etmeye çalıştığımız bu hususların takdimi, benim takatimin çok üzerindedir. Esasen hâli hâlime denk okuyucunun durumu da bundan daha farklı olmasa gerek. Bu gibi meseleleri anlayıp anlatabilmek için, insanın onları tasdik edebilecek seviyeyi kazanması gerektir. Ancak biz, bu seviyeleri ihraz ettiğine inandığımız şahısların sözlerine itimaden diyoruz ki, mertebe mertebe yükseliş kaydeden yüz binlerce evliyâ, asfiyâ ve kafasını ilimle aydınlatan filozof ve bilgelerin, Efendimiz'e ait beyanlarını gördükçe, sürekli o mevzuun zirvesinde, O'na ait beyanın bulunduğunu kabul etmeleri, O'nun sıdk ve doğruluğunun ayrı bir buudunu teşkil etmektedir.
Evet, en seçkin insanların bu tasdikleri de göstermektedir ki, O, hiçbir sözünde hilâf-ı vaki konuşmamıştır. Zaten O'nun konuştukları kendinden değildir ki.. O, hep ilâhî mesajlarla konuşmuş, vahyin tercümanlığını yapmış, onun için de bütün zamanların ve mekânların Söz Sultanı olmuştur.(sonsuz nurdan)
 

kasif1

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

Üstad Hazretleri Peygamberimizin peygamberlik delilleri noktasında şu cümlelere işaret etmiş.
''hâtiflerin meşhur beşâratı ve kâhinlerin mütevâtir şehâdâtı''
Bu cümleleri okuyan bir kardeşimin sorularını size de yöneltiyorum. Sizin de cevaplarınızı bekliyorum.

S-1= Kahinlerin gelecek hakkında verdiği bilgilere itimad edilmez , geleceği mutlak anlamda bilen Allahtır diyorsunuz ,
sizin Üstadınız bu konuda kahinleri delil gösterip davasını isbatlamaya çalışıyor . Bu çelişki değil mi ?

S-2= Hatifler kimlerdir? hatifler eğer melekler ise cüz i iradeleri olmayan melekler nasıl gaybdan haber verebilir ?
 

MiRAÇ2

Member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

İkinci Reşha'yı 19. Mektuba havale ederek Üçüncü Reşha'dan devam edelim...

[BILGI]
ÜÇÜNCÜ REŞHA:

Eğer istersen gel Asr-ı Saadet'e, Ceziret-ül Arab'a gideriz. Hayâlen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz. İşte bak: Hüsn-ü sîret ve cemâl-i sûret ile mümtaz bir zâtı görüyoruz ki; elinde mu'ciznümâ bir kitab, lisanında hakaik-âşina bir hitab, bütün benî-Âdeme, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcûdata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor.

Sırr-ı hilkat-ı âlem olan muamma-i acîbânesini hal ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını fetih ve keşfederek, bütün mevcûdâttan sorulan, bütün ukûlü hayret içinde meşgul eden üç müşkil ve müdhiş sual-i azîm olan "Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?" suallerine mukni, makbul cevab verir.

[/BILGI]

Anladıklarımızı paylaşalım inşallah...

Hz. muhammed (s.a.v) yaratılış muammasının ve Kainat Tılsımı'nın anahtarıdır!

Peygamberlerin temel vazifelerinden olan, yaratılış muammasını keşfetmek ve kainatın sırlarını açmak alanında, tüm asırları ve insanlık tabakalarını doyuracak ilim ve yeteneğe sahip, Hz. muhammed ( a.s.m )' dır. Çünkü sair Peygamberlerin (a.s) getirdikleri izahlar ve ilaçlar, kendi milletlerini ve kendi asırlarını doyuracak ve iyileştirecek nitelikteydi. Fakat kainatın efendisi olan Peygamberimiz ( a.s.m ), daha önce gelen tüm peygamberlerin ilim ve ibadetlerine mutlak varis ( Sözler; 428 ) olduğu gibi, kendisinden sonra kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlara da üstad ve muallim niteliğini taşıyor. Bu nedenle Cenab-ı Hak (c.c), Kainatın Efendisine ( a.s.m ) bütün kainatın sırlarını hem Kur'an ile ve hem de Miraç ile bildirdi.

Çünkü Kur'an-ı Hakim, kainatın gaye ve hakikati hakkında hem en doğru, hem de en açıklayıcı bilgiyi veren semavi bir kitaptır. Bu konuda, Bediüzzamanın şu sadeleştirerek vereceğimiz ifade ve tespitleri çok manidardır: “Gayet büyük ve garip ve fevkalade genişlikte acayîp bir ağaç farz edelim ki, o ağaç geniş bir gayb ve gizlilik perdesi altında saklanmıştır. Bilindiği gibi, insanın âzâları gibi, bir ağacın da dalları, meyveleri, yaprakları ve çiçekleri gibi bütün uzuvları arasında bir münâsebet, bir uygunluk, bir intizam lâzımdır. Her bir parçası, o ağacın mahiyetine göre bir şekil alır; bir sûret verilir.

Şimdi biri çıksa, hiç görülmeyen ve gizli olan o ağaca dâir perde üstünde onun her bir dalına, meyvesine, yapraklarına uygun bir resim çizse ve birbirinden çok uzak olan başlangıcı ve sonu arasında ki tüm uzuvlarının şekil ve sûretini gösterecek resimlerle doldursa, elbette O ressamın, o gizli ağacı gaybı gören nazarıyla görüp, ihâta ettikten sonra tasvir ettiği hususunda şüphe kalmaz.
Aynen bu örnekte olduğu gibi, Kur'ân-ı Hakim dahi, kainatın hakikatine dâir beyanlarında uygunluğu muhâfaza etmede ve her bir unsura lâyık bir sûret vermede çok dengeli ifadeler kullanmıştır. Kainatın hakikatı ise, dünyanın başlangıcından tut, tâ âhiretin en nihayetine kadar uzanmış ve en yukarı tabakadan en aşağılara, atomlardan ta güneşe kadar yayılmış olan konulardır. Bütün araştırmacılar, yaptıkları araştırmaların sonucunda Kurân'ın bu tasvirleri karşısında "Mâşallah, bârekallah" deyip, "Tılsım-ı kâinatı ve yaratılış sırlarını keşfeden ve açan yalnız sensin, ey Kur'ân-ı Kerîm!" demişler. ( Sözler; 435)
 

MiRAÇ2

Member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

Kainat bir kitaptır ve bu kitap okunmak ve anlaşılmak için yazılmıştır. Kelimeleri ise, mücessem harflerden teşekkül etmiştir. Bu kitap, mana dolu bir hazine gibidir. Çünkü, Rabbimizi bize tanıttıran tanıtıcıların başında, kainat kitabı gelmektedir. Nasıl ki Kur'an-ı Hakim her ayetiyle ve Hz. muhammed ( a.s.m ) gösterdiği her mucizesiyle, bize Allah'ı (c.c) tanıttırıyorlar. Öylede, kainat kitabında bulunan her şey bize Allah'ı gösteriyor. İşte kainat kitabının ayetlerini de bize doğru okuyan en büyük Üstad, Hz. muhammed ( a.s.m ) dır.

Mesela, insanların birbirlerine hayretle sordukları “ sen nesin? nereden geliyorsun? ve nereye gideceksin?” gibi dehşetli ve zor soruları, ancak ilahi vahiy ile beslenen peygamberler ve bunların başında Hz. muhammed ( a.s.m ) cevaplayabilmiştir. Çünkü her konunun ve her sorunun en ayrıntılı cevabı kur'an ve hadislerde mevcuttur. Ayrıca bu mevcudatın neyi ifade ettiği ve ne vazife ile meşgul oldukları, yine Peygamberimiz ( a.s.m ) tarafından izah edilmiştir. Mesela, güneşin büyük bir ateş parçası olmadığı, aksine bir lamba ve soba olduğu özellikle vurgulanmıştır.

Bu dünyaya gelip bir süre durduktan sonra kaybolan mevcudatın, ne için yaratıldıkları ve nereye gidecekleri hususunu, keskin ve ikna edici izahlarla ortaya koyan yine mahlukatın en şereflisi ve Allah'ın en sevgili kulu ve Allah'ı (c.c) en çok seven ve O'ndan en çok korkan Hz. muhammed (a.s.m)'dır.
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

Üstad Hazretleri Peygamberimizin peygamberlik delilleri noktasında şu cümlelere işaret etmiş.
''hâtiflerin meşhur beşâratı ve kâhinlerin mütevâtir şehâdâtı''
Bu cümleleri okuyan bir kardeşimin sorularını size de yöneltiyorum. Sizin de cevaplarınızı bekliyorum.

S-1= Kahinlerin gelecek hakkında verdiği bilgilere itimad edilmez , geleceği mutlak anlamda bilen Allahtır diyorsunuz ,
sizin Üstadınız bu konuda kahinleri delil gösterip davasını isbatlamaya çalışıyor . Bu çelişki değil mi ?

S-2= Hatifler kimlerdir? hatifler eğer melekler ise cüz i iradeleri olmayan melekler nasıl gaybdan haber verebilir ?

Üstad bu bahsi 19. mektub On altıncı işarette açıklıyor..

Onuncusu: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya geldikten sonra, bahusus veladet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki; şu hâdise Onbeşinci Söz'de kat'iyen bürhanlarıyla isbat ettiğimiz üzere; şu yıldızların sukutu, şeyatîn ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir.

İşte mâdem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm vahiy ile dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbaratına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe îras etmesinler ve vahye benzemesin.

Evet bi'setten evvel kâhinlik çoktu. Kur'an nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler îmana geldiler. Çünki daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur'an hâtime çekmişti.

De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur. [Neml 65, Hücurat 18]
Evet gaybı yalnız Allah bilir. Hatifler gaybilikten çıkmış ama daha insanlara malum olmamış hadiselerden haber verebilirler. Çünkü cinler yaratılış itibariyle insanlar gibi kesif değil. İnsanlar için gayb olan hadiseler onlar için gayb olmayabilir. Yani insanlardan önce öğrenebilirler. Şunu da belirtmek gerekir ki cinlerde insanlar gibi imtihanda. Onlarında yalan yanlış haber getirmesi muhtemel. Peygamber Efendimiz’in peygamberliğinden önce hatif denilen cinlerin semavattan haber çaldıkları 28. Lem’a’nın 28. nüktesinde anlatılıyor. Tafsilatlı bilgi için oraya başvurabilirsiniz. Peygamberlik indirildikten sonra vahye şüphe gelmemesi için bu haberler tamamen kesiliyor. Hatta muhbirlerini bulamayan kahinlerden iman edenler oldu.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

Üstad Hazretleri Peygamberimizin peygamberlik delilleri noktasında şu cümlelere işaret etmiş.
''hâtiflerin meşhur beşâratı ve kâhinlerin mütevâtir şehâdâtı''
Bu cümleleri okuyan bir kardeşimin sorularını size de yöneltiyorum. Sizin de cevaplarınızı bekliyorum.

S-1= Kahinlerin gelecek hakkında verdiği bilgilere itimad edilmez , geleceği mutlak anlamda bilen Allahtır diyorsunuz ,
sizin Üstadınız bu konuda kahinleri delil gösterip davasını isbatlamaya çalışıyor . Bu çelişki değil mi ?

S-2= Hatifler kimlerdir? hatifler eğer melekler ise cüz i iradeleri olmayan melekler nasıl gaybdan haber verebilir ?

Evvela soruyu soran konuyu anlamamış.

sonra kahinlerden delil getirmiş diyorsun.

Risaletten evvel ,peygamberlikten evvel kahinlik çoktu.cinlerden haber alıyorlardı.cinler de melekler gibi gayb alemine kadar çıkıp,ordan doğru haberleri alıyorlardı.cinlerde melekler gibi hafif,oraya kadar gidebiliyorlar(15.söz bunun ispatıdır.orda gayet güzel ispatlanıyor.niçin cinler yıldızlarla taşlanıyor güzel açıklıyor.dikkatli okumalı)

peygamberlikten evvel kahinler cinlerden aldıkları haberlerle bir peygamber geleceğini söylemişler.

o zaman kahinlik çok idi.kuran nazil olunca kahinlerin görevine set çekildi.çünkü kendilerine haber getiren hatifler yani cinler haber alamıyorlardı gaybdan.kuranın işaretiyle-15.sözde-anlatıldığı gibi taşlandılar.

taki kurana benzer söz getiremesinler.kuran izin vermedi.

sonra;o zamanda kahinler arasında bir peygamber geleceği,mekkede açığa çıkağını cinler bildirmişler.Bu o zamanda yaygın,kahinler bile onun geleceğini haber vermişler.

kahinlerin bu haberlerini ne yahudiler ne hiristiyanlar yalanlamadılar.çünkü onlarda bekliyorlardı.kahinlerin haberleri doğru çıkıyordu.çıktığı için yalanlamadılar.

kahinler bile onun geleceğini müjdelemişler.bunu o zamandaki peygamberlikten evvel ki durumu göz önüne alarak yorum yapılmalı ki ta sağlam sıhhatlı düşünelim.

demek ki;

gelen kim Muhammed mustafa (a.s.m) efendimizdir.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

DÖRDÜNCÜ REŞHA:
Bak, öyle bir ziyâ-i hakikat neşreder ki, eğer onun o nurânî daire-i hakikat-i irşâdından hariç bir sûrette kâinata baksan, elbette kâinatın şeklini bir mâtemhâne-i umumi hükmünde ve mevcudâtı birbirine ecnebî, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevi'l-hayatı zevâl ve firâkın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.


Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, mâtemhâne-i umumi, şevk u cezbe içinde bir zikirhâneye inkılâb etti. O ecnebî, düşman mevcudât, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretine girdi.
 
Üst