Lâsiyyemalar

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lâsiyyemalar - Sayfa: 68


ki, arz meydanında yapılan nebatî haşirler ve neşirler ve sair içtimâ ve iftiraklar maksud-u bizzat değildir. Çünkü, öteki âlemin meydan-ı kebîrinde yapılan o büyük ve mühim ihtifallerle kısa bir zamanda yapılan şu cüz’î, gayr-ı sabit bu semereler arasında münasebet yoktur. Ancak bu cüz’î semereler, birtakım misal ve nümunelerdir ki, bunların suret ve neticelerine o mecma-i kebirde muameleler tatbik ve icra edilsin. Demek bu fâni şeylerin suretleri, o âlemde bâki semereleri meyve verecektir.

Ve keza görüyoruz ki, Sâni-i Sermedî, Sultan-ı Ebedî, şu inhidama meyyal menzillerde ve zevale mahkûm meydanlarda öyle bir hikmet-i bâhirenin ve bir inayet-i zahirenin ve bir adalet-i âliyenin ve bir merhamet-i câmianın âsârını izhar ediyor ki, kalbi paslanmamış, gözü kör olmamış bir insan, aynelyakîn ile anlar ki, o hikmetten daha ekmel bir hikmet olamaz. Ve o âsârı görünen inayetten daha ecmel bir inayet kabil değil. Ve o emârâtı görünen adaletten daha ecell bir adalet yoktur. Ve o semeratı görünen merhametten daha eşmel bir merhamet tasavvur edilemez. Öyleyse, o Sultanın memleketinde daimî mekânlar, sâbit meskenler, daimî ve mukim sakinler bulunmazsa, şu görünen hikmet, inayet, merhamet ve adaletin, kalb ve fikir sahiplerince inkârları lâzım gelir. Ve aynı zamanda o ef’âl-i hakîme sahibinin—hâşa!—sefih, zâlim olmasını istilzam eder. Bu ise, hakikati zıddına kalb eden bir muhaldir.

Ey sözlerimi dinleyen arkadaş! Haşrin vücuduna ve vukuuna dair delillerin, şu zikredilen kısma, emârelere münhasır olduğunu zannetme. Kur’ân-ı Kerimin


Sultan: her şeyin hâkimi olan AllahSultan-ı Ebedî: varlığının sonu olmayan ve her şeyin hâkimi olan Allah
Sâni-i Sermedî: varlığı sürekli olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allahadalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi
adalet-i âliye: yüksek adalet; her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesiarz: dünya
aynelyakîn: gözle gömek suretiyle kesin bilgi edinmebâki: devamlı, kalıcı
cüz’î: küçük, sınırlıecell: daha görkemli ve haşmetli
ecmel: daha güzelef’âl-i hakîme: hikmetli fiiller; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olan işler, faaliyetler
ekmel: daha mükemmelemâre: belirti, işaret
emârât: emareler, belirtilereşmel: daha kapsamlı
fâni: geçicigayr-ı sabit: sabit olmayan
hakikat: asıl, gerçek, doğruhaşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmahikmet-i bâhire: ap açık hikmet; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmanın ap açık oluşu
hâşa: aslaicra etmek: yerine getirmek
iftirak: ayrılmaihtifal: merasim
inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilikinayet-i zahire: ap açık inayet; bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan ap açık düzenlilik
inhidam: yıkılma, harab olmainkâr: reddetme
istilzam etme: gerekli kılmaizhar etmek: göstermek, açığa çıkarmak
içtimâ: toplanmakabil: mümkün, olabilir
kalb eden: dönüştüren; değiştirenkeza: bunun gibi
maksud-u bizzat: asıl gaye, temel hedefmecma-i kebir: büyük toplanma yeri; haşir meydanı
menzil: durak, yer, mekânmerhamet: şefkat, acıma, iyilik etme
merhamet-i câmia: kapsamlı merhamet; her şeyi kuşatan şefkatmesken: ev, oturulan mekân
meydan-ı kebîr: en büyük meydanmeyyal: meyilli, eğilimli
misal: örnekmuamele: işlem
muhal: imkânsızmukim: ikamet eden, oturan
münasebet: ilişkimünhasır olmak: sınırlı olmak, yalnız bir şeye özel olmak, ait olmak
nebatî haşir: bitkilerin öldükten sonra bahar mevsiminde yeniden diriltilmelerineşir: yayılma
nümune: örneksair: başka
sakin: ikâmet eden, yerleşmiş olansefih: yararı ve zararı ayırt etme yeteneğinden mahrum, beyinsiz
semerat: meyveler, neticelersemere: meyve
suret: görüntütasavvur etmek: zihinde şekillendirmek, hayal etmek
tatbik etmek: uygulamakvuku: gerçekleşme, meydana gelme
vücud: varlıkzeval: yok olma, yokluk
zikredilen: ifade edilenâsâr: eserler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lâsiyyemalar - Sayfa: 69


gösterdiği gayr-ı mütenahi emârelerden istihraç edilen hakikat şudur ki: Hâlıkımız, şu muvakkat dünya meşherlerinde daimî olan rububiyetinin sabit karargâhına bizleri nakledecektir. Ve bu seyyal memleketi sermedî bir memlekete tebdil edecektir.

Ve yine zannetme ki, haşir ve âhireti iktiza eden, Esmâ-i Hüsnâdan yalnız Hakîm, Kerîm, Rahîm, Âdil, Hafîz isimleridir. Belki, kâinatın tedbiriyle alâkadar olan herbir isim, âhiret ve haşri iktiza eder.

Hülâsa: Haşir meselesi öyle bir hakikattir ki, celâliyle, cemâliyle, esmâsıyla Hâlık-ı Zîşan, bütün kütüb-ü semâviyeyle enbiya ve evliya ve asfiyanın icmâlarını tazammun eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan ve Fahr-i Kâinat Hazret-i Muhammed (a.s.m.), ekmelü’l-halk ve eşrefü’l-insan, haşrin geleceğine ittifakla hükmettikleri gibi, şu kâinat dahi, bütün âyatıyla ve kelimatıyla haşrin vücut ve icadına şehadet ediyor. Hattâ herbir cüzün, cüz’î olsun küllî olsun, cüz olsun küll olsun, iki veçhi vardır. Bir vecihle Hâlıka bakar, vahdaniyete delâlet eder. Diğer vecihle de âhirete nâzırdır ki, haşrin, âhiretin vücutlarını ister.

Meselâ, bir insan kendi vücuduyla, hüsn-ü san’atıyla Sâniin vücub-u vücuduna ve vahdetine delâlet ettiği gibi, âmâl ve istidatları ebede kadar uzandığı halde pek sür’atle ölüm ve zevali, âhiretin vücuduna delâlet eder. Bütün mevcudatta




Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleriFahr-i Kâinat: kâinatın kendisiyle övündüğü zât olan Peygamberimiz (a.s.m.)
Hafîz: herşeyi koruyup saklayan ve yarattıklarını esirgeyip gözeten AllahHakîm: herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahHâlık-ı Zîşan: şeref sahibi, her şeyi yaratan Allah
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi AllahKur'ân-ı Mucizü'l-Beyan: aynı seviyede bir açıklama yapmaktan başkalarını âciz bırakan Kur’ân-ı Kerim
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan ve her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren AllahSâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah
alâkadar: alâkalı, ilgiliasfiya: Hz. Peygamber yolundan giden ilim ve takvâ sahibi velî kullar
celâl: azamet, yücelik, haşmetcemâl: güzellik
cüz: parça, bölümcüz'î: bir sınıfın veya türün bir ferdi, bireyi
daimî: devamlı, süreklidelâlet etmek: göstermek, işaret etmek
ebed: sonsuzlukekmelü'l-halk: yaratıkların en mükemmeli
emâre: belirti, işaretenbiya: nebiler, peygamberler
esmâ: Allah’ın isimlerievliya: Allah’ın sevgili kulları, veliler
eşrefü'l-insan: insanın en şereflisigayr-ı mütenahi: sonu olmayan, sonsuz
hakikat: bir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyetihaşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
hülâsa: özet olarakhüsn-ü san'at: san’at güzelliği
icad: var etme, yaratmaicmâ: fikir birliği, birleşme
iktiza eden: gerektireniktiza etmek: gerektirmek
istidat: yetenek, kabiliyetistihraç edilen: çıkarılan
ittifak: anlaşma, birlikkarargâh: karar yeri
kelimat: kelimelerküll: bütün
küllî: bireylerden oluşan sınıf, türkütüb-ü semâviye: vahye dayanan mukkades kitaplar
mevcudat: varlıklarmeşher: sergi yeri; dünya
muvakkat: geçicinâzır: bakan
rububiyet: Allah’ın bütün varlıklar üzerindeki mâlikiyet ve egemenliği, her varlığı yaratılış amacına hikmetle ulaştıran terbiyesisermedî: daimî, sürekli
seyyal: akıcı; sürekli değişensür’at: hız
tazammun eden: içine alantebdil etmek: değiştirmek
tedbir: çekip çevirmek, ihtiyacını karşılamakvahdet: Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşuvecih: yön
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olmasıvücut: varlık, var olmak
zeval: yok olmaÂdil: adaletle iş gören, sonsuz adalet sahibi Allah
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayatâmâl: emeller, arzular
âyât: âyetler, delillerşehadet etmek: şahitlik yapmak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Lâsiyyemalar - Sayfa: 70


görünen intizam-ı hikmet, tezyin-i inayet, taltif-i rahmet, tevzin-i adalet, Sâni-i Hakîmin vücut ve vahdetine şahit oldukları gibi, âhiretin ve saadet-i ebediyenin de icad ve vücutlarına delâlet ederler.

اللّٰهُمَّ اجْعَلْنَا مِنْ اَهْلِ السَّعَادَةِ وَاحْشُرْنَا فِى زُمْرَةِ السُّعَدَاۤءِ وَاَدْخِلْنَا الْجَنَّةَ مَعَ السُّعَدَاءِ بِشَفَاعَةِ نَبِيِّكَ الْمُخْتَارِ فَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهِ اٰمِينَ اٰمِينَ اٰمِينَ
blank.gif
1


endOfSection.gif
endOfSection.gif





[NOT]Dipnot-1 Allah’ım, bizi saadet ehlinden kıl, Said’ler zümresinde haşret ve Said’lerle beraber, Nebiyy-i Muhtârının şefaatiyle Cennete idhal et. Ona ve Âline de, Senin rahmetine ve onun hürmetine lâyık şekilde salât ve selâm et. Âmin, âmin, âmin.
[/NOT]



Sâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allahdelâlet etmek: göstermek, işaret etmek
icad: var etme, yaratmaintizam-ı hikmet: hikmetin düzenlemesi; herbir şeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmasındaki düzenlilik
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk, âhiret mutluluğutaltif-i rahmet: şefkat ve merhametin lütfetmesi, iyilik ve güzellikle muamele etmesi
tevzin-i adalet: adaletin her şeyi teraziye alması; her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesindeki ölçü, tartı, dengetezyin-i inayet: İlâhî düzen ve özenin süslemesi
vahdet: Allah’ın birliğivücut: varlık, var olmak
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
 
Üst