Menkıbeler ve Kıssadan Hisseler..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Sarık ve Sakal

Eski elbiseli, fakir ve köse bir alim, bir kadı'nın mahkemesinde alimler sırasında üst sırada oturur. Kadı gerek giyiminden gerese tanımadığından olacak sert sert bakar. Bunun üzerine, Kadının adamı fakir alimin yanına gelerek:
- Buradan kalk. Haddini bil burası senin yerin değil. Herkesmecliisn üst tarafına layık olamaz. Senin yerin aşağısı.Ya git oraya otur, ya da çık git, der.
Alim, bakarki olacak gibi değil, kalkar ve aşağılarda bir yere oturur. Derken alimler fıkıh konusunda tartışmaya başlarlar.
- Hayır, evet, kabul edemem, ben haklıyım, şeklinde her biri birbirine üstünlük kurma sevdasıyla mücadelelerini sürdürür her biri bir dövüş horozuna döner. Bir karmaşadır gider.
Fakir alim dayanamaz kalkarak:
- Lütfen bir kere de beni dinlermisiniz? Bu konuda benim de söyleyeceğim bir kaç söz var.
- Buyurun, iyi bir şeyle biliyorsan söyle.
Alim, çok güzel bir üslup ve konuya hakimiyeti ile onları ikna etmekle kalmaz aynı zamanda gönüllerinide fetheder. Sözünü öyle bir yere kadar götürürki, kadı, çamura saplanmış eşek gibi geride kalır.
Kadı, hatasını anlar, onun faziletinide takdir ederek, raftan cübbesiğni, sarığını indirip yakdim etmek ister ve:
- Yazık olsun, senin kıymetini bilemedik. Mecliismize teşrifinizden dolayı teşekkürlerimizi sunamadık. Sizin bu kadar fazilet ile meclisin son kısımlarında oturmanızdan dolayı çok müteessirim.
Kadının iltifatı üzerine adamı da koşar, gelir, iltifatlara başlar, gönlünüğ almağa çalışır. Kadı'nın takdim ettiği sarığı, fakir alimin başına sarmağa çalışır. Ancak alim:
- Dur, çekil o sarığı sarmak istemem. Çünkü elli arşınlık sarığı sararsam, bana kibir gelir. Yarın eski elbiseli birisini görürsem, onları beğenmemezlik yaparım. o sarık başımda oldukça, beni görenler bani görenler, halkı gözümde küçük göstermeğe uğraşırlar. Sen sen ol! Sarığa, sakala bakıp da kafa tutma. Çünkü sarık pamuktandır, sakal ise bir tutam ot gibidir. İnsan başına akıl ve beyin lazımdır. Böyle sarıklar senin ve senin gibilerin başına lazımdır, der ve verilenleri rededer.


Bostan ve Gülistan'dan uyarlanmıştır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
TAKKECİ İBRAHİM AĞA’YA HAZİNE BULDURAN RÜYÂ


Üç gündür hep aynı rüyayı görüyordu:
– Senin kısmetin Bağdat’da büyük meydandaki köprünün yanında, hurma ağacına sarılmış asmadadır. Git, o çubuktan üzüm ye, o ağaçtan hurma al. Kısmetin açılır!

Düşünüyordu:

– Arka arkaya devam eden bu rüyada bir hikmet olsa gerektir, şeytanî olsa tekrar edip durmaz!..

İbrahim Ağa, haram yemeyen, takva üzere dinî hayat yaşayan bir İstanbul’luydu. Mesleği başa giyilen takke yapmak, Takkeciler Çarşısı’ndaki dükkanında da bunları satıp geçimini sağlamaktı. Ona Arakiyeci İbrahim Ağa derlerdi.

Nihayet vesveselerini yendi ve Bağdad’ın yolunu tuttu. Günler, haftalar geçti. Ayları bulan yolculuktan sonra Bağdad’a vardı. Nihayet rüyada gösterilen meydandaki hurma ağacını ve ağaca sarılmış asmayı gördü. İlk işi ağacın dibine varıp, bir kaç hurma ve üzüm yemek oldu. Kısmetini almıştı. Hele bir yol yorgunluğunu gidermeliydi. Uygun bir köşede yattı, yorgunluktan hemen de uykuya daldı. Bir ara karşısında ak sakallı bir ihtiyar belirdi. Hem gülümsüyor, hem de soruyordu:

– Üç üzüm tanesi için tâ İstanbul’dan buraya gelinir mi?

İbrahim Ağa cevap verdi:

– Ne yapayım, her gün rüyamda, senin kısmetin Bağdat’tadır. Git, meydandaki üzüm ve hurmadan ye, kısmetin ondan sonra açılacak diye ısrar ettiler.

Aksakallı zat bu defa da kahkahayla gülüyordu:

– Birâder, sen de ne kadar safmışsın? Rüyada böyle dediler diye insan bu kadar yolu göze alır mı? Bana da kaç defadır benzerini söylüyorlar. İstanbul’un Topkapı semtinde İbrahim Ağa diye bilinen bir takkeci varmış, evinin kömürlüğünde üç küp altın gömülüymüş, git, eşip al, diyorlar. Ben güvenip de yola düşüyor muyum?

Heyecanla gözlerini açan İbrahim Ağa, işin içindeki hikmeti anlar gibi olur. Hemen gerisin geriye döner, nihayet İstanbul’daki evine gelir. İlk işi kömür kırmak bahanesiyle kömürlüğe inip, bodrumu eşmek olur. Daha ilk kazmada küpleri bulur, çıkarmaya cesaret edemez.

Başlar düşünmeye... Hanım bilse mi iyi bilmese mi?.. Acaba bilse etrafa ilân eder mi, etmez mi? Kendisini bir imtihan edeyim, diye düşünür. Sabah çağırıp der ki:

– Bu gece beni müthiş bir karın ağrısı tuttu, nihayet sabaha karşı işte şu yumurtayı yumurtladım, sakın kimselere söyleme. Başıma bu da geldi.

Kümesten aldığı yumurtayı gösterir.

Kadıncağız, söz verir:

– Efendi, ben sır saklarım, kimselere söylemem, sen rahat ol.

O gün öğlede cuma namazına giderken İbrahim Ağa’yı görenler, başlarlar tavuk gibi gıdaklamaya. Kimi görse, hemen:

– İbrahim Ağa! Gıt gıdak! Gıt gıdak!.. diye takılmaya başlarlar. Meğer kadıncağız. “Hû! Bizimki bu gece bir yumurta yumurtladı, sakın kimseye söylemeyin.” diyerek herkese duyurmuş. Anlar ki, bu geveze kadın bu sırrı saklayamayacak. Tutar, gizlice ustalarla anlaşır. Topkapı’nın girişine yakın yerdeki bugün halen hizmette bulunan Takkeci İbrahim Ağa Camii’ni inşa ettirir. Böylece hazinenin tek kuruşunu şahsına sarfetmeden bu ibadethaneye kullanır. Olayı çok sonra anlayan hanımı Emine, kızı Ayşe, oğulları Halil Çavuş ile Mustafa Subaşı miraslarından camiye bağışta bulunurlar. 1597 yılında tamamlanan cami, çinicilik sanatının da değerli örneğini yaşatan tarihî bir eser olarak halen hizmettedir.

İbrahim Ağa, caminin tamamlanmasından iki sene sonra Hakk’ın rahmetine kavuşur. Kendi gider, eseri baki kalır.
 

Livza

Well-known member
“Bir gün balıklar toplanarak demişler ki;
“Su, su…” dedikleri bir şey varmış. Yalnız ismini işitiyoruz, kendini
göremiyoruz. İçlerinden biri demiş ki;
“Falan denizde her şeyi bilen bir balık vardır. Gidelim de ona soralım…
Olsa olsa müşkülümüzü o halleder.”
Gidip dertlerini anlatmışlar ve:
“Su nerededir, bize göster!” demişler. Hazret de:
“Suyun olmadığı yeri, siz bana gösterin!” Cevabında bulunmuş.
Bunun gibi, her bir zerreyi nurun nuru olan Cenâb-ı Hakk’ın nuru ihata
etmiş, her şey onun vücudundan zuhur etmiş ve ona yakın olmuştur.
Nasıl ki, Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de:
“Sana benden soranlara de ki; Ben onların yakınındayım.” (Bakara,
186)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Sebe Kraliçesi - Belkis

Hz.Süleymanın haberdarı olan Hüdhüd kuşu ona bir gün şöyle haber getirir:
- Ben bugün şu ana kadar hiçbirimizin varlığından haberimiz olmadığı Sebe'yi gördüm onun kraliçesini gördüm. Büyüük mülkleri, geniş topraklar var. Ancak bunlar bu kadar dünyalığa rağmen Allah'ı bırakıp güneşe secde ediyorlar. Ne yaptıklarının farkında değiller.

Hz.Süleyman bu durumdan rahatsız olur. Hemen o kraliçeye ve kendi gibi Allah'a ortak koşan yöneticilerine bir mektup yazarak, hak yola, islama çağrıyor, yoksa ordularını sevk edeceğine değiniyor ve herşeyden önce ülkesine davet ediyordu. Kraliçe ülkesini akıllıca yönetiyor, acele kararların altına imza atmıyordu. Her şeyi ile mükemmeldi, sadece aklı ona Allah'ı bilmek ve sadece Allah'a ibadet etmek konusunda ihanet etmişti. Mektubu okuyunca öfkeye kapılmadı. Kendi başına bir karar almadı. Vezirlerine bu mektubu okuttu.

Bu mektup öyle sıradan bir mektup değildi. Zamanın en büyük kralından ve insanları Allah'a davet eden bir peygamberden gelmekteydi. Vezirler, güçlerinden, askerlerinden, teknojilerinin üstünlüğünden bahsetmeyue başladılar. Ancak bu konuda Kraliçe ikna olmayıp diğer yok olan krallıkları hatırlatıp, ülkenin ve halkının sonu olabileceğinide belirterek:

- Ben süleyman'a çok kıymetli hediyeler göndereceğim. Eğer bu hediyeleri kabul ederse, o gerçekten bir kraldır ve bu takdirde durmayın hemen ona savaş açın. Yok eğer hediyeleri kabul etmezse, bu takdirde o bir peygamberdir, o zaman hemen ona tabi olun!

Kraliçe, denemek içinHz.Süleyman' hediyeler gönderir. ancak Hz.Süleyman hediyelerine rağbet etmez, yüz çevirir.
- Beni dünya malı ile etkilyeceğinizi mi sanıyorsunuz? Mallarınız da, şirkiniz da sizin olsun. Bana Allah tarfından verilen çok daha hayırlıdır. Durum ciddidir. Mesele davet ve itaat meselesidir, alışveriş meselesi değil.

Hz.Süleyman daha sonra orduları ile üzerlerine söyler. Heyet gelip durumu kraliçelerine anlatırlar. Analtılanları dinleyen Kraliçe ve halkı Hz.süleyman'a itaat ederler ve Hz.Süleyman'ı ziyaret etmek üzere Kraliçe yola koyulur.

Hz.Süleymanonalrın itaat etmiş oldukalrına çok sevinir ve Allah'a hamd ü senalar eder. Kraliçeye Allah'ın mücizelerinden birini göstermek isterki bu mucize ile Kraliçe Allah'ın güç ve kuvvetine, Hz.Süleyman'a vermiş olduğu nimetlere daha fazla delalet etsin. Bunun için, kraliçenin kuvvetli ve emin ellere teslim ettiği tahtını, o gelmeden önce getirmek istedi. Bu isteği yerine geldi ve mucize gerçekleşmiş oldu. Bu arada tahtın bazı detayda kalan özelliklerininde değişmesin emretti, emri yerine getirildi.

Hz.Süleyman insanlardan ve cinlerden olan ustalara camdan büyük bir saray yapmalarını emretti, onlarda yaptılar, altından su akıttılar. Durumu bilmeyen herkes her tarafın su olduğunu sanırdı. Oysa su ile nehrin arasında cam vardı. Kraliçe Belkis onu gördüğünde, hiç kuşkusuz onu su zannedip, eteklerini sıyıracaktı. İşte o zaman da hatası ortaya çıkacak, bakışının kusurlu olduğu ve dış görünüşün kendisini aldattığını idrak edecekti. Bu yöntem bin delil getirmekten daha tesirliydi.

Evet, öyle de oldu. Belkis, onca aklı ve zekasına rağmen beklenen hataya düştü. Salonun döşemesinin cam değil akan bir su olduğunu sanarak eteklerini topladı ve öylece suya adım atmak istedi. Bu arada Hz.Süleyman kendisini hemen uyardı:
- Bu, pürüzsüz bir camdır sadece...
O anda kraliçenin gözündeki perde kalktı ve dış görünüşe alkdama hususundaki cehaletini anladı. Güneşe ibadet atmekle hata yaptığını idrak etti ve:
- Süleyman'la beraber alemlerin rabbi olan Allah'a teslim oldum, dedi.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Sen Namaz Kılmış Olmadın

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, bir gün mescitte ashabıyla birlikte otururken, isni Hallad olan, yeni öğrenmiş bir bedevi zat girdi. Rüku ve secdesini tam yapmadığı bir namaz kıldı.

Sonra huzura gelerek selam verdi. Resulullah Efendimiz selamını aldı ve.
- Dön namazını tekrar kıl, buyurdu.
O zat dönerek, önceki kıldığı gibi namazını tekrar kıldı. Resul-i Zişan (s.a.v.),
- Dön tekrar kıl; çünkü sen, namaz kılmış olmadın!, buyurdu.
Bu hal üç defa tekerrür edince Hallad (r.a.) :
- Ya Resulullah! Seni hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, ancak bu kadar biliyorum, doğrusunu bana öğretirmisin? dedi.
Bunun üzerine Efendimi z (s.a.v.):
- Namaz kılmak isteyince güzelce abdest al, kıbleye dön, iftitah tekbirini al, kolayına geldiği kadar Kur'an oku, sonra rükua varıp sukunet buluncaya kadar dur. Sonra başın büsbütün doğruluncaya kadar ayakta kal, sonra secdeye varıpmutmain oluncaya kadar dur, başını kaldırıp hareketsiz kalıncaya kadar otur. Bunları bütün namazlarda böylece yaparsan namazın tam olur, bundan neyi eksiltirsen namazı eksiltmiş olursun, buyurdu.
 
Üst