Muvahhid1
Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 219
vazife-i fıtriyesini tekmil etmek gibi, çok cihetü’l-vahdet noktalarında, bedahetderecesinde tevhidi ilân ve Sânilerinin vâhid olduğunu ispat etmek ve kâinatınrububiyet cihetinde tecezzî ve inkısam kabul etmez bir küll ve küllî hükmünde bulunduğunu izhar etmektir.
Evet, meselâ her baharda, nebatattan ve hayvanattan dört yüz bin nev’in hadsizefradlarını, beraber ve birbiri içinde, bir anda ve bir tarzda, yanlışsız, hatasızkemâl-i hikmet ve hüsn-ü san’atla icad etmek ve idare ve iaşe etmek; hem kuşların misâl-i musağğarları olan sineklerden tâ nümune-i ekberleri olan kartallara kadar hadsiz efradlarını yaratmak ve hava âleminde, seyahat ve yaşamalarına yardım eden cihazatı verip gezdirmek ve havayı şenlendirmekle beraber, yüzlerinde mu’cizâne birer sikke-i san’at ve cisimlerinde müdebbirânebirer hâtem-i hikmet ve mâhiyetlerinde mürebbiyâne birer turra-i ehadiyetkoymak; hem zerrât-ı taamiyeyi hüceyrat-ı bedeniyenin imdadına ve nebatatıhayvanatın imdadına ve hayvanatı insanların yardımına ve umum valideleriiktidarsız yavruların muavenetine hakîmâne, rahîmâne koşturmak, göndermek; hem dâire-i kehkeşandan ve manzume-i şemsiyeden ve anâsır-ı arziyeden, tâ gözhadekasının perdelerine ve gül goncasının yapraklarına ve mısır sümbülünün gömleklerine ve kavunun çekirdeklerine kadar mütedâhil dâireler gibi cüz’î ve küllîhükmünde aynı intizam ve hüsn-ü san’at ve aynı fiil ve kemâl-i hikmetle tasarruf etmek, elbette bedahet derecesinde ispat eder ki:
Bu işleri yapan hem vâhiddir, birdir; herşeyde sikkesi var.
Hem de hiçbir mekânda olmadığı gibi her mekânda hazırdır.
Hem, güneş gibi, herşey Ondan uzak, O ise herşeye yakındır.
vazife-i fıtriyesini tekmil etmek gibi, çok cihetü’l-vahdet noktalarında, bedahetderecesinde tevhidi ilân ve Sânilerinin vâhid olduğunu ispat etmek ve kâinatınrububiyet cihetinde tecezzî ve inkısam kabul etmez bir küll ve küllî hükmünde bulunduğunu izhar etmektir.
Evet, meselâ her baharda, nebatattan ve hayvanattan dört yüz bin nev’in hadsizefradlarını, beraber ve birbiri içinde, bir anda ve bir tarzda, yanlışsız, hatasızkemâl-i hikmet ve hüsn-ü san’atla icad etmek ve idare ve iaşe etmek; hem kuşların misâl-i musağğarları olan sineklerden tâ nümune-i ekberleri olan kartallara kadar hadsiz efradlarını yaratmak ve hava âleminde, seyahat ve yaşamalarına yardım eden cihazatı verip gezdirmek ve havayı şenlendirmekle beraber, yüzlerinde mu’cizâne birer sikke-i san’at ve cisimlerinde müdebbirânebirer hâtem-i hikmet ve mâhiyetlerinde mürebbiyâne birer turra-i ehadiyetkoymak; hem zerrât-ı taamiyeyi hüceyrat-ı bedeniyenin imdadına ve nebatatıhayvanatın imdadına ve hayvanatı insanların yardımına ve umum valideleriiktidarsız yavruların muavenetine hakîmâne, rahîmâne koşturmak, göndermek; hem dâire-i kehkeşandan ve manzume-i şemsiyeden ve anâsır-ı arziyeden, tâ gözhadekasının perdelerine ve gül goncasının yapraklarına ve mısır sümbülünün gömleklerine ve kavunun çekirdeklerine kadar mütedâhil dâireler gibi cüz’î ve küllîhükmünde aynı intizam ve hüsn-ü san’at ve aynı fiil ve kemâl-i hikmetle tasarruf etmek, elbette bedahet derecesinde ispat eder ki:
Bu işleri yapan hem vâhiddir, birdir; herşeyde sikkesi var.
Hem de hiçbir mekânda olmadığı gibi her mekânda hazırdır.
Hem, güneş gibi, herşey Ondan uzak, O ise herşeye yakındır.
Sâni: her şeyi san’atla yaratan Allah | anâsır-ı arziye: dünyadaki unsurlar; toprak, hava, su, ateş |
bedâhet: açıklık, aşikâr olma | cihazat: cihazlar, âletler |
cihet: şekil, yön | cihetü’l-vahdet: birlik ciheti, yönü |
cüz’î: ferdî, birey | dâire-i kehkeşan: samanyolu galaksisinin bulunduğu daire |
efrad: fertler, bireyler | gonca: henüz açılmamış gül |
hadeka: göz bebeği | hadsiz: sınırsız |
hakîmâne: hikmetle, bir maksat ve gayeye yönelik bir şekilde | hayvanat: hayvanlar |
hâtem-i hikmet: hikmet mührü | hüceyrât-ı bedeniye: beden hücreleri |
hüsn-ü san’at: san’at güzelliği | icad etmek: yaratmak, var etmek |
iktidar: güç, iktidar | imdad: yardım |
inkısam: bölünme, parçalanma | intizam: disiplin, düzen |
izhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmak | iâşe etmek: beslemek |
kemâl-i hikmet: tam ve eksiksiz hikmet | kâinat: evren, bütün yaratılmışlar |
küll: bütün | küllî: bütün fertleri içine alan; tür, cins; kapsamlı varlık |
manzume-i şemsiye: güneş sistemi | misal-i musağğar: küçültülmüş nümune |
muavenet: yardım | mu’cizane: mu’cizeli bir şekilde |
mâhiyet: özellik, nitelik, esas | müdebbirâne: tedbirli bir şekilde, herşeyi önceden düşünerek |
mürebbiyâne: terbiye ederek ve yetiştirerek | mütedahil: iç içe, birbiri içinde |
nebatat: bitkiler | nev’i: çeşit, tür |
nümune-i ekber: en büyük örnek | rahîmâne: merhametli bir şekilde |
rububiyet: rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması | sikke: damga, mühür |
sikke-i san’at: sanat damgası | tasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak, faaliyet, icraat yapmak |
tecezzî: bölünme, parçalanma | tekmil etmek: tamamlamak |
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma | turra-i ehadiyet: Allah’ın birliğini herbir şeyde ayrı ayrı gösteren mühür, özel imza |
umum: bütün, genel | vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev |
vâhid: bir | zerrât-ı taamiye: yiyecek zerreleri |