Barla Lahikası

Ahmet.1

Well-known member
(Sözler'i müştakların ellerine yetiştiren kardeşim Bekir Ağa'nın fıkrasıdır)

Elimizdeki hakaik-i Kur'aniyeyi câmi' Nur Risaleleri, her ân u zaman bizi tarîk-ı hakikatın nurlarına istiğrak ederek, şu zaman-ı hazıranın ehl-i imanın kalbine verdiği ızdırabı izale etmektedir.

Hakk'a şükürler olsun ki, ehl-i imanın üzerine musallat olan ve gayr-ı kabil-i tahammül olan hâlât karşısında, iman ve irşadın nuranî dairesi dâhilinde, hak ve hakikata lâyık bir vazifede istihdam ediliyoruz. Şu zamanda yegâne medar-ı tesellimiz olan şey, ancak Erhamürrâhimîn'in tavassutunuzla bizi kavuşturduğu hakikatlardır. Lisanım, şükranlarıma tercüman olamıyor. Ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Ancak söyleyebildiğim şey, beklediğim ümid, benim ve ehl-i imanın, bilhâssa risalelerle alâkadar kardeşlerimin iki cihanda mesrur olmalarını ve bilhâssa başta Üstadımızın kudsî ve pek azîm hizmetinden, Hâlık-ı Kâinat hazretlerinin razı olmasını temenniden ibaret kalıyor. Bugünkü ahval-i müessifeden müteessir olmamak mümkün değil. Allah iyi yapar, inşâallah. Ben cahilim, bu kadar yazabildim. O Sözlerin kıymetini tariften âcizim. Ne kadar yazsam, o eserlerin kıymetinden binde bir nebzesini gösteremez.

Talebeniz, Emrullah oğlu
Bekir
 

Ahmet.1

Well-known member
(Tarîkat hakkında olan Telvihat-ı Tis'a münasebetiyle yazılmış.)

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Sevgili ve kıymetdar Üstadım, Efendim!

Hâfız Ali Efendi kardeşimle irsal buyurulan Yirmidokuzuncu Mektub'un Dokuzuncu Kısmını pek büyük bir sevinçle aldım ve okudum. Kısmen kardeşlerimle, kısmen de yalnız başıma, beş-altı defa okuduğum halde, bu risalenin ruhuma ilka eylediği nuranî feyizleri karşısında, okudukça okumak ihtiyacım artıyordu. Ve senelerden beri müştakı bulunduğum tarîkatın böyle ulvî, nezih, âlî hakikatlarını öğreten bu kıymetdar risaleyi elimden bırakamıyorum. Her okudukça başka bir zevki veren ve kendi arkadaşları olan diğer risaleler gibi, her bakışta başka bir güzellik ve letafet gösteren bu risaleyi ve içindeki ulvî ve âlî hakikatları bize okuyan levhaların münderecatını belki dört-beş seneden beri arıyor, bulamıyordum.

Sevgili Üstadım, Allah sizden ebediyen razı olsun. Nasılki bahr-i muhit içerisinde yaşadıkları halde, susuz kalmalarından dolayı değil, belki kendilerinde zîkıymet şeylerin husulü için, nisan yağmuruna şiddetli bir alâka ile ihtiyaç gösteren balıklar gibi, benim de bu risaleye ihtiyacım şiddetli idi. Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak hazretlerine bînihaye şükür olsun ki, hayatımın bu karanlık sahifesini de arzularımın pek fevkinde olarak nurlandırdı.

Evet bu risalenin fakir talebenizde hasıl ettiği tesir ve intibalarını, kalemle ifadeden her vakit için âcizim. Küçük küçük cümleleri ve anahtarlarıyla pek büyük define ve hazineleri açan ve azîm girdabları kapatan ve tarîkatın nezih, âlî ve çok yüksek feyizli, sürurlu, zevkli, doyulmaz ve bırakılmaz bir yol olduğunu ders veren bu kıymetdar risaleyi çok ehemmiyetli buluyorum. Ve bilhâssa tarîkata mensub olup da, haricin ittihamından kaçınan veyahut öğrenmek ve anlamak istedikleri halde muvaffak olamayan ve alâkadar olmak isteyen kardeşlerimi, bu risaleye mâlikiyetlerinden dolayı tebrik etmekte, kendimi çok haklı görüyorum.

Kıymetdar Üstadım!

Risalenin geri kalan kısmının da, bir an evvel ikmaliyle, istifade ve istifazamız için irsal buyurulmasını, dest ü damenlerinizi öperek niyaz etmekteyim. Ve ikmal ü irsaline de, arkadaşlarımla birlikte sabırsızlıkla intizarımızı arzediyorum, Efendim Hazretleri.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰHakir Talebeniz
Ahmed Hüsrev
 

Ahmet.1

Well-known member
YİRMİYEDİNCİ MEKTUB'UN ÜÇÜNCÜ KISMI VE ÜÇÜNCÜ ZEYLİN NİHAYETİDİR

(İkinci Sabri ve İkinci Hüsrev ve Birinci Ali'nin fıkrasıdır)

Ey Yüce Üstad!

Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e çok şükürler ki, size, o muazzam Kitab-ı Mübin'in hazine-i hakaikının miftahını, rahmetiyle ihsan buyurmuş. O hakaik-i azîme ki, bütün dünya halkının eşedd-i ihtiyaç ve atş ile, sabırsızlıkla, mütereddid, mütehayyir, "Acaba bir âb-ı hayat bulacak mıyız?" diye bir halette iken, o mahfuz ve mestur zemzeme-i azîmenin musluklarını açarak, her meşreb ehlinin müracaatlarında içirilmemek kabil olmayan bir tarzda, cüz'î küllî hattâ pek âmi olanlar bile bir damla ile hararetini kestirecek derecede vazife-i âliyenizde münteşir, tekellüfsüz, tasannusuz, çok cihetlerle kanaat-ı kâmile ile şahid olabildiğimiz bu vazife ile muvazzaf ve ancak ilm-i bînihayeden lemaan eden, arş-ı Huda'ya nazar ile âleme rahmete vesile olduğunuz hengâmda ne diyebilmek mümkün ve ne cesaret!

Hem bütün mümkinatla alâkadar, o muhit ve ehass-ı havassın bile tam faik derecesinde massedebilmesi bence baîd diyebileceğim seraser nur olan eserlere, fakir gibi her hususta nısf değil hiçin hiçi olanların, bu hususta mütalaa değil, elime kalem alıp o mübarek fikr-i âlînin içine müşevveş fikrimi karıştırmaktan korkuyorum ve cesaret edemiyorum. Gaye-i maksad olan, yalnız üstadım, her hususta muvaffakıyete kısa nazarım ile bakıyorum. Muvaffakıyetler neticesi, bizim için bir eyyam-ı mübareke uzaktan uzağa görünüyor. İnşâallah o yevm-i mev'udu, duanız himmetiyle göreceğiz ve biz görmezsek, fütuhat-ı azîmeye nâil olan eserleriniz pek bâlâ bir mevkide kahramanane müşahede edecekleri şübhesizdir. Cenab-ı Hak sizden ebedî razı olsun, dua-yı âciziyeden başka bir mütalaa dermeyan edemeyeceğimden o hususu fikr-i âlî, kalb-i safi kardeşlerime havale edip, el ve eteklerinize yüzlerim sürerek, kırık dökük sözlerimden afvınızı dilerim. Üstadım, bu Üçüncü Nükte-i Kenziyeyi mütalaa ettim. Sure-i Alak-ı Mübarekin hurufatının îma ettiği sırlar karşısında hayretimden gayr-ı ihtiyarî, "Allah, Allah" lafz-ı celali ağzımdan çıkmakla öz ve gözlerim hazîn hazîn yaşarıyordu ve şöyle düşünüyordum: Evet nasılki kâinatın her zerresi Hâlık-ı Kâinat'a şehadet ve gülümseyerek haber veriyorlar. Öyle de, kâinatın haritası olan Kur'an-ı Hakîm'in vücudunu teşkil eden harfleri de, hâdisat-ı kevniyenin mazi, hal ve müstakbeline lisan-ı halleriyle şehadet edecekleri bedihîdir diyorum. Bu düşüncemin izahını nihayetteki ihtarında buldum, elhamdülillah dedim.

Hele mübarek Sure-i Rahman, şu zamanın efkâr-ı bâtıla ve firavunmeşreb kafalara yıldırım-misal sâıka ile pek sarih bir surette, her işi Rahmanürrahîm'in diye isbat ve otuzbir defa bir cümle tekrar ile, çör-çöpten ibaret olan tabiiyyun ve maddiyyun tahassüngâhlarını, o kudsî harflerinin remziyle zîr ü zeber ediyor. Zâten Üstadım, çok yerlerde beyan buyurduğunuz gibi, bu kâinat kitabını açan Kadîr-i Zülcelal ve Hakîm-i Zülkemal, o kitabı kapayıncaya kadar, o kitabın sahife, satır, harf ve noktalarını hakkıyla izah edecek ve hikmetini gösterecek bir müfessir, bir muarrifi ve o muarrifin verese-i hakikîsini rahmeti muktezası ile eksik etmeyecek.

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ

Evet Üstadım! Şahidim ki, çok yorgunsunuz ve yoruluyorsunuz. Fakat o vazifenin kudsiyeti yorgunluğa değil, her şeye tercih edileceğini buyuruyorsunuz. Madem şu zamanda iki mühim cereyan-ı azîmenin birisinin kumandasını Cenab-ı Hak size tahmil etmiş oluyor ki, bütün dünya Kur'an'ın beyan ve esrarından manen sizi dinliyor, inşâallah her vakit dinleyecek. Bu manevî muharebe zamanında netice-i muharebe yalnız insanların izmihlaline değil, belki bütün mevcudatın netice-i tahribini taşıyan ve istimal eden muharriblerledir. Öyle ise siz yalnız bize değil, ilâ yevm-il kıyam bâki kalacak müslüman yavrularının yaralanmaması için zırh; ve bir endahtta dünyayı sarsan, güruh-u hazeleyi boğucu dumanlar içinde bırakan, Kur'an-ı Hakîm'in son sistem malzeme-i mübarekelerini icada vesilesiniz. Var ol ey sevgili Üstadım! Hemen, Rabbim yorgunluğunuza bedel bin ehl-i gazâ sevabı ihsan buyursun, âmîn. Afvınıza mağruren şunu diyeceğim ki: Madem manevî cihad zamanıdır, muvazzaf askeriz ve askerlikten lezzet aldığımızı söylüyoruz; düşman hem dessas, hem surî kuvvetlicedir. Kılınç hasma göre çekilir düsturuyla, sizin telaşsız ve ârâmsız sa'yiniz göz önünde iken cephemize hile tuzağı addedilen hubb-u câh ve sermaye-i dünya gibi çok cazibedar şeylerle bizi aldattıklarını bilmeliyiz. Ve cepheyi bırakıp, âfil şeylere aldanıp, çok mübarek ve mukaddes şeylerin ayak altında kalmasına sebebiyet vermemek için, ancak ve ancak Cenab-ı Kibriya'nın azamet ve kudretinden ve şümullü rahmetinden ve Şah-ı Levlâk'in himmet-i âmmesinden ve Zât-ı Üstadanelerinin makbul ed'iyelerinden gece ve gündüz hissemend olmamızı niyaz ediyorum ve böyle imanım var ve her dakika ârâmsız bekliyorum.

Hâfız Ali
(Rahmetullahi Aleyh)
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hulusi Bey'in bir fıkrasıdır)

Yirmidokuzuncu Mektub'un Yedinci Kısmı

1- Şeair-i İslâmiyenin tağyirine aslâ razı olmayan ve tahammül edemeyerek kulaklarını tıkayanların kanaatlerindeki isabete kat'î bir hüccet.

2- Tevilkârane "zahirî muvafakat gösteriyorum" iddiasında bulunanları, birinci zümreye ilhak ettirecek müessir bir kuvvet.

3- Ülema-üs sû' ahzabına şedid bir tokat.

4- Muhtelif nam ve vesilelerle, dinsizlik gayesiyle bid'alar çıkaranlara, kahir bir darbe-i kudret ve tavk-ı lanet.

5- Beşinci ve Altıncı İşaretler, ıslah-ı âlemin bizzât Hazret-i Mehdi'nin zuhuruna vâbeste olduğuna kanaat eden zümreden, bu zât-ı âlîşanın dahi bu emirde muktedir olmasında şübhe duyanların, bu vehimlerini bertaraf edecek, itimadlarını temin edecek, gayet kuvvetli güneş gibi bir hakikat.

6- Yedinci İşaret, bu asrın en makul mücahedesinin nasıl yapılmak iktiza ettiğine delalet eden, mahz-ı hikmet gibi hâssaları câmi'dir. Âciz kardeşinizin bu kısa vasfı da, elbette aczine şehadet eder. Yoksa bu hakaiki lâyıkıyla vasfeylemek, bu bîçarenin haddi değildir.

Dünyevî meşgalem, hususî işlerimiz ve pederime yardım gibi mecburî ahval ve duygular, evvel ve âhir arzettiğim gibi, hizmet-i Kur'aniyedeki vazifeme çok mani' oluyor. Ne yapayım? "Elhamdülillahi alâküllihal" diyorum. Duanıza çok muhtacım ve muhtacız. Biz her vakit sevgili Üstadımıza duada bulunuyoruz.
Hulusi
 

Ahmet.1

Well-known member
(Sabri'nin fıkrasıdır)

Üstad-ı Ekremim Efendim Hazretleri!

Ekalli, kırk seneden beri hakikat âleminde nurlar saçan nuranî, kudsî, feyizli sözlerin kâffesi, bütün safahatında tarîkat ve seyr-i sülûke ait pencereleri küşad ile, müştaklara temaşa ve berk-i hâtıf-misal
ﺗَﻌَﺎﻟَﻮْﺍ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟْﺎِﺧْﻮَﺍﻥِ nida-i beligi ile davet etmekte iken, dûrbînî bir nazara mâlik olanlar, pek aşikâre görüp ve dinleyip iltica etmekte iseler de, bu abd-i pür-kusur onlarla omuz omuza yürüyen, tarîkatın ne demek olduğunu, matla'-ı şems-i füyuzat ve menba'-ı fevz-i necat olan, Yirmidokuzuncu Mektub'un dokuz levha-i saadeti câmi' Dokuzuncu Nüktesini okuduktan sonra, alâ kadr-il istitaa öğrendim. Nihayetsiz füyuzat ve hadsiz ezvak-ı mütenevviayı hâvi olduğunu, bir kat daha tasdik ettim. Elhamdülillah, şu nüktede nura muhtaç kalbime lâyüadd nurlar bahşedildi.

Kalbimin hissedip, lisanımın ifadeye muktedir olamadığı derya-yı hakikata dalarak, şu eser-i giranbahanın şâyan-ı menn ü şükran olduğunu arz ve mâba'dinin tevali ve temadisini can u yürekten taleb ve temenni etmekte iken, işte tetimmesi olan üç telvih de ihsan buyuruldu.

Bu hâtime kısmı, vartalardan kurtulmak çaresini gösteren irşad ve ikazlarıyla, cidden bir levha-i saadet ve bâis-i hayat-ı mücedded olmuştur. Acaba her an, en az binbir nevi semere-i saadet ile tegaddi etmekten kaçan ve o cadde-i kübraya aslâ lâyık olmayan, iftira ve isnadat perdelerini görüp, şu meş'ale-i adîm-ül misali söndürmek, zulümat ve dalalât vâdilerine yol açmak isteyen bakar-körlere, ne demeli?

Nazirsiz şu'leleriyle asr-ı hazırı ihya ve tenvir ve istikbalin krokisini bihakkın tanzim ve tahkim eden Nurlar, ilelebed payidar olsun. Dilerim Bâri-i Teâlâ Hazretlerinden ki, şu âsâr-ı pür-nurun bütün ümmet-i Muhammed (A.S.M.)a tamimine muvaffakıyet ve müyesseriyet ihsan buyursun. Âmîn.

Sabri
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hüsrev'in fıkrasıdır)

Sevgili Üstadım Efendim!

Kenz-ül Arş duasının feyzinden gelen bir nükte-i Kur'aniye'de, yanlışlığın tarafımızdan nasıl karşılandığını sual eden ve hatasının esbabını bize izah eden sevimli mektubunuzu aldım. Bu kısmı, Sure-i Kevser'in latif ve yüksek tevafukatını gösteren Altıncı Remiz'le ve bir de büyük bir fatihten daha büyük olan tarîkata ait kısımla beraber okudum.

Bu hafta sevincim ve şevkim pek ziyade idi. Bir taraftan, senelerden beri tab'edilmesi ve âlem-i İslâma neşredilmesi için istinsah edilen, o kıymetdar mahzen-i hakaik emin vâdilere gönderiliyordu. Diğer taraftan, şu baharın cazibedar güzelliğinden pek çok yüksek bir nuraniyetle karşımıza çıkan Yirmidokuzuncu Mektub'un her bir kısmının verdiği zevk-i manevî içerisinde yaşıyorduk.

Kenz-ül Arş duasının feyzinden gelen ikinci bir nükte-i Kur'aniyeyi, mektubunuz gelmeden evvel arkadaşlarla birlikte tekrar okuduk. Tedkik gayesi hiçbirimizde olmadığı için, on dakika içerisinde, yazılan bu kısmın nuranî şu'leleri arasında kaldık. Okurken, ağzımızdan arada sırada çıkan sadâ-yı hayret ve taaccübden başka bir şey işitilmiyor ve yüzümüzden akan beşaşet, duyduğumuz manevî zevki tarife kâfi geliyordu.

Sevgili Üstadım! Her bir risale aramızda pek büyük bir sevinçle karşılandığı ve hayretle okunduğu ve lâyık olduğu şekilde hürmet gördüğü için, her nasılsa vaki' olan hatam hakkındaki mektubunuzu aldığım vakit, kıymetdar Üstadım bu hali bize ihtar etmeseydiniz, biz hiçbir vakit böyle şeyle meşgul olmayacaktık ve yanlış var diyenlere karşı da hak dava edeceğimizde hiç tereddüd etmeyecektik. Sure-i Kevser'in ve Sekizinci Remzin tevafukat-ı hurufiyeleri üzerinde birer birer tedkikatta bulunmuş ve hiçbirinde noksan bulamamıştık. Esasen bu tedkikatımız, noksan aramak gayesiyle değil, belki tevsi'-i malûmat ve bir de manevî gıdamızı almak için vuku buluyordu. Bu akşam fakirhanede Re'fet, Lütfü, Rüşdü Efendi kardeşlerimle oturmuş bu hususta tekrar konuşmuştuk. Hepimiz diyorduk: Üstadımız bize söylemekte, hiçbir şeyden çekinmediğini biliyoruz.

İşte bu hal bizlere kâfidir. Şimdiye kadar da böyle bir şey vuku bulmuş değildir. Bu hususta en büyük şahid; bu risaleler, ilmi kendilerine isnad eden zâtların ellerinde gezdiği halde, onları da tasdike mecbur etmiştir.

İşte sevgili Üstadım! Bu hâdisat dimağımızı daha ziyade takviye etmiş bulunuyor ve bizi size daha ziyade rabtediyor. Her hususta bizi himaye ve vikaye etmekte olduğunuza kâfi ve daha kat'î bir bürhan yerine geçmiş bulunuyor.

Sevgili Üstadım! Bu hafta hatt-ı destinizle pek çok zahmet çekerek, bin müşkilât içerisinde yazdığınız, bütün Kur'andaki tevafukatı gösterir bir nükteyi daha aldım. Bundan başka bu nükte gibi umumî olup, yalnız tarzları ayrı olmak üzere iki tevafukat listesi daha yazılacağı iş'ar buyuruluyor. Onları da sabırsızlıkla bekliyoruz ve yorgunluğunuzu hatırladıkça, yüreklerimiz sızlıyor. Cenab-ı Hak sizlere lâyık bir tarzda hayr-ı kesîr ihsan eylesin. Âmîn!

Hüsrev
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hüsrev'in fıkrasıdır)

Sevgili Üstadım, Muhterem Efendim!

Kur'an-ı Kerim'in âyât ve kelimat ve hurufatında görünen ihtilaf bertaraf edilmek üzere, yeniden hakikî ve esaslı bir surette âyât ve kelimat ve hurufatın tesbit edileceği hakkındaki iş'ar-ı fâzılaneleri, cidden şâyan-ı tebşirdir. Bu ve bu gibi ahval, bizi Üstadımızın ulvî ve umumî olan vazifesinde her vakit için Cenab-ı Hak'tan muvaffakıyet talebinde bulunmaklığa sevk ediyor. Bilhâssa kardeşimiz Hacı Nuh Bey'e yazılan mektub sureti ve buna mümasil diğer mektubat, bizim hayatımızı değiştirmiş ve müstakbeldeki hayatımıza nurlar serptiği gibi, bugünkü insanlığın giriftar olduğu riyakârlık, tabasbus ve temelluk ve emsali gibi pek çok ahlâk-ı rezileden kurtarmış ve herbirerlerinin yerlerine de ahlâk-ı hasene fidanları gars ederek, birer şecere-i âliye ve nafizenin vücuda gelmesine sebebiyet vermiştir. Hattâ o kadar diyebilirim ki, bugünkü beşeriyetin duygularından bambaşka bir hayata sevk etmiş ve her an "Hâlıkımız bizden ne suretle razı olacak ve bugün ne gibi bir sa'y ile sahife-i hayatımı kapatacağım? Acaba ümmeti bulunduğumuz o sevgili Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin, dalalet yolunu tutan veyahut dalalete gidenlerin arkalarından giden ümmetlerini, ne suretle tarîk-ı hidayete getirmek için sa'y etsek hoşnudiyet-i Peygamberî'yi (A.S.M.) celbedebiliriz?" duyguları ve mefkûreleriyle yaşatmaktadır.

Kıymetdar üstadlarına her hatvede ittibaı seven o talebelerinizin ruhlarında, üstadlarının en güzel fıkrası olan "Kur'an-ı Azîmüşşan'a feda olan bu baş, başkalara eğilmeyecek." sözü hayatımızda en güzel ve en büyük bir miftah ve bir düstur olmuştur.

İşte bu hayatta, bu zevkle yaşadığımız için, bu vâdideki korku denilen mevhum kuvvet, talebelerinizin hak uğrunda gösterdikleri cesaretten korkmaktadır. Rıza-i İlahî uğrunda her gelecek hale memnuniyetle göğüs germeyi, üstadlarının halinden her gün ve her an ders alan talebelerinize ve kardeşlerime, hayırlı muvaffakıyetler ve saadetler temenni ederken; sevgili Üstadım size de lâyık olduğunuzdan daha güzel bir şekilde ve daha elyak bir tarzda eltâf-ı Sübhaniyeye nailiyetiniz için dua eder ve damenlerinizi kemal-i hürmet ve ta'zimle öperim, Efendim Hazretleri!

Hüsrev
 

Ahmet.1

Well-known member
(Nasuhizade Şeyh Mehmed Efendi'nin fıkrasıdır)

Bülbül-ü Bağistan-ı Kur'an, Üstad-ı Ekremim, Efendim Hazretleri!

Mürşid-i ekmel, şeyhim Hacı Rahmi Sultan Hazretleri, seferberliğin ikinci senesinde irtihal-i dâr-ı beka buyurdular. Burdur'u teşrifinizden bir ay evvel, merhum Rahmi Sultan ile beraber bir câmi-i şerifte birkaç cemaatla bulunmakta iken, sükût-u hal-i murakabeye varıldı. Bazı veliler ruhanî teşrif buyurdular. Nihayette, siz Üstadım teşrif buyurdunuz. Bir cezbe-i Rahman zuhuruyla uyandım, kendime geldim. Bir ay sonra Burdur'u teşrif ile, bazı yevm sohbet-i irfaniyenizde bulunup ruhlarımıza gıda bahşolundu.

Şu tulûatımı arza ictisar ediyorum:
Halka-i hakikatta devrandadır ol mübarek Üstad

Kavuşturdular ruhunu, ervah-ı Enbiyaya ânın
Mest-i müstağrak olup hayrettedir ol mübarek Üstad

Mübarek Kur'an'ın dellâlısın dediler âna
Sözleri cândır, onu tutmayan ruhsuzdur hemân

Bütün söylediği nur-u hikmettir ânın
Mi'rac-ı ruhanîde devrandadır ol mübarek Üstad

Kalbim içre feyz-i Nur'un görmüşem hemân
İçi umman-ı vahdette, dışı sahra-yı kesrette görünür Üstad

Dünyada, uhrada refik olalım âna
Umarım Mevlâm ihsan eder biz âciz kullarına

Nasuhizade Mehmed, söyledi hemân bu sırları
Hazine-i Kur'an'ın bir miftahıdır Hazret-i Üstad.

Nasuhizade Şeyh Mehmed
 

Ahmet.1

Well-known member
(Âsım Bey'in fıkrasıdır)

Muhterem Üstadım Efendim Hazretleri!

Bu arîzamı takdim ve tasdîa iki sebeb-i mücbir hasıl oldu:

Birincisi: Sevgili Üstadımın geçenki iltifatnamelerinin bir fıkrasında buyuruluyor ki: "Bu fakir ile aziz kardeşim Hüsrev gibi yüksek, ciddî, hâlis kardeş ve talebelerimi, âhir-i ömrümüze kadar hizmet-i Kur'an'da daim eylesin."

Muazzez Üstadımın bu dua, bu niyaz ve himmetlerine bütün mevcudiyetimle âmîn dedim ve daima da diyorum. Ve Cenab-ı Lemyezel Hazretlerine de daima niyazım budur. Ve pek muhterem ve pek sevdiğim Üstadımın dua ve himmeti sürur, sevinç gözyaşlarımı akıttırıyordu. Bu fıkra ve cümleyi takib eden ikinci fıkra ki; aynen yazıyorum:

"Ve ben öldüğümde sizi arkamda vâris bırakarak ferah ile kedersiz kabrime girmek rahmet-i İlahiyeden ümid ederim." Burası beni çok düşündürdü ve hiçbir dakika üstadımın bu arzu, bu taleb ve rahmet-i İlahiyeden bu ümidi, zihnimden ve fikrimden ve kuvve-i hayalimden hiç çıkmıyor. Binaenaleyh bu fıkraya bütün zerrat-ı mevcudiyetimle âmîn dedim ve Cenab-ı Hakk'ın fazl u keremini tazarru' ve niyaz ettim.

Bununla beraber -ya Hazret riya değil, tasannu' değil, içimden doğuyor- gönül şöyle istiyor ve arzu ediyor: Bu fakir, Üstadımdan evvel kabre girsin ve siz dâr-ı bekanın ilk kapısına gelinceye kadar, dâr-ı dünyada bulununuz ki; bu fakir ve muhtaç olan talebenize arkasından göndereceğiniz dua ve hediyenizle mütena'im, şâd ve mesrur olsun. Ve sizin teşrifinizde -ki Erhamürrâhimîn olan Rabb-ül Âlemîn'den dua ve niyazım budur- ruhum sizi istikbal etmek şerefiyle müşerref olabilmek gibi, gönül arzu ve hayatı hasıl oluyor

{(Haşiye): Hakikaten merhumun münacatı karin-i icabet olmuş ki, aynı yıl içinde Üstadına bedel, mahkemede, Üstadına zarar gelmemek için "Yarabbi canımı al, Lâ ilahe illallah" diyerek mahkemede vefat edip irtihal-i dâr-ı beka etmiştir. (Rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsiaten.) Sabri}

ve çok düşündürüyor. Ve bu arzu ve niyazımdan daha büyüğü ve şedidi şudur ki: Üstadımın dâr-ı dünyada daha pek çok zamanlar kalması, dolayısıyla vazife-i kudsiyenizin devamı ve hakikat ve hidayet nurları olan Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur'ların teksiri ve intişarıyla, hâb-ı gaflette olanların, dalalette kalanların, ehl-i bid'a ve mülhidlerin tarîk-ı hak ve hidayete girmeleri için siz üstadımın çok zaman daha yaşamaklığınızı ve başımızdan eksik olmamanızı ve sizin gaybubetinizle, bizlerin yetim ve öksüz kalmamaklığımızı gönül arzu ediyor.

Daha çok söylemek isterim, fakat iktidar ve kifayetsizliğimden kalemim, kalbimin tercümanı olamıyor. Her iş gibi, bu arzumu da Cenab-ı Kibriya'ya havale ederiz.

Âsım
(Rahmetullahi Aleyh)
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hâfız Ali'nin bir fıkrasıdır ki küçük bir mes'elede, "Gücendin mi?" diye istifsar münasebetiyle yazılmıştır)

Eyyühe-l Üstad-ül Muhterem!

Hayatımın her safhasından kıymetli ve o hayatı, pervane-misal, bir emrinin infazına ateşte yakmağa her an hazır olduğum kıymetli Üstadım!

Evet değil böyle hakikat uğrunda, hattâ bir kıymetli hediyeyi ihsan eden Padişah-ı Zîşan için, o hediyeyi sarfetmekte tereddüd edilmez. Öyle de Üstadım, bize emanet olarak ve ne zaman alınacağı meçhul olan hayatın ve her zaman emrine âmâde ve hazır olduğum Cenab-ı Mün'im'in, o emanet üzerine ne gibi emri vaki' olsa, inşâallah bilâ-tereddüd emanetini iadeye hazırız. Madem siz, o Padişah-ı Bîzeval'in kurbiyet-i İlahiyesinde, aynı emrini tebliğe memur bulunuyorsunuz; öyle ise, hem mübarek sözünüz hak ve aynı rahmettir.

Hem Efendim bahçıvan-misal fidanları büyütmek üzere, hayvanat-ı muzırranın taarruzundan bir an evvel kurtarmak için, aşağı dallar kesilir ki; tâ yükselsin. O fidanların hiçbir cihetle hakları yoktur ki, "Bizi tımar eden ve hayatımıza sebeb olan, bizi bazan rencide ediyor" diyemezler. Zira hal-i asılları ile kalsaydılar, bir muzır hayvan dahi koparacaktı ve topraktaki kökü de tefessüh edecekti, yok olacaktı.

Evet Üstadım, mübalağasız, pür-kusurlukta mislim olmadığını nefsime bile bazan kabul ettirdiğim yalnız pür-zünub talebenizi; dizlerime değil, belime değil, boğaz çukuruma değil, belki de boyumdan aşan ve belki dâhilimin de siyah çamurlara mezcolduğu ve tefessüh etmeye başladığı bir zamanda Hızır gibi yetişip ve misl-i Lokman, Kur'an-ı Hakîm'in şifahanesinden lemaan eden mualecelerle, tedaviye başladınız. Hayat ismine lâyık bir hayat bahşına vesilesiniz. O hayatı ihsan edene ve vesile olan uğruna, o hayatı ifna etmemek

{(Haşiye): Benim bedelime şehid olacağını hissetmiş. Kuvvet-i ihlasının kerameti olarak haber veriyor. Haber verdiği gibi şehid oldu. Said Nursî}

kâr-ı akıl değildir. Hem bir hasta, ameliyata muhtaç olduğunu bilmelidir. Ve hastasını gece gündüz tedavi altında bulunduran eczacıya karşı yüzbinlerle teşekkür ve o eczacıya eczahaneyi teslim eden Hakîm-i Pür-kemal, Kadîr-i Bîmisal Hazretlerine nihayetsiz hamd ü şükre borçluyuz. Ve bu borcumu îfa edemediğimden pek mükedderim. Allahü Teâlâ sizden ebeden razı olsun.

Hâfız Ali (R.H.)
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hulusi Bey'in bir fıkrasıdır)

Aziz Üstad, Müşfik Kardeş, Muhterem Mücahid!

Son iki hafta içinde, iki defada vürûd eden Yirmidokuzuncu Mektub'un Altıncı Kısmı ile Kenz-ül Arş duasının feyzinden gelen bir nükte-i Kur'aniye ve Yirmidokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmının Sekizinci Remzi ve Altıncı Remzi isimlerini taşıyan mu'ciznüma eserleri aldım.

Birinci Mektub, hasb-el beşeriye çok sıkıldığım bugünün hemen saatinde elime geçti. Evet gözlerim böyle bir nura, aklım böyle bir derse, hasta vücudum böyle bir ilâca, muzdarib ruhum böyle bir teselliye, nihayet zalim nefsim böyle bir manevî terbiyeye çok muhtaç olduğu bir zamanda bu eserin yetişmesi; hem hakikatte üç gün sonra postaya verilen ikinci eserden dokuz gün evvel gelmesi, kat'iyyetle gösteriyor ki; bu iş kendi kendine veya tesadüfî olmuş değil. Belki gelmiş değil, gönderilmiş. Yetişmiş değil, yetiştirilmiş. Maksadsız değil, bu hizmete koşturulmuş. Hattâ bir dest-i gaybî tarafından en lüzumlu bir anda, en muhtaç ve Kur'an hâdimlerinin en zaîfi, en âcizi, en liyakatsızı, en zebunu bulunan bu bîçare kardeşinize mahz-ı eser-i rahmet ve inayet olarak sunulmuştur.

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ

Yirmidokuzuncu Mektub'un Altıncı Kısmı'nı pederim, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman ve diğer bir zât hazır iken, geçen cuma okudum. Ben birkaç defa sırf kendi hesabıma mütalaa ettim. Okuyacak ve okunması îcab edecek mahdud zevatın da inşâallah istifadesine çalışacağım. Bu nurlu eserler hem okşamak, hem korkutmak gibi iki zıd tesiri haizdir. İnsanlara bu iki vasıtadan birinin müessir olacağı da şübhesizdir. İşte bu hakikatı göz önünde bulunduran şerait-i imandaki esaslara müşabih bir tarzda, Kur'an-ı Hakîm'in tilmizlerini ve hâdimlerini hakikaten ikaz ediyor ve aldanmamaları için altı esası kendilerine bihakkın ders veriyorsunuz:

1- Hubb-u câh yerine, Allah'a imanın bir manası olan rıza-i İlahîyi...

2- Havf ve vehim yerine kadere imanı...

3- Hırs ve tama' yerine
ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻫُﻮَ ﺍﻟﺮَّﺯَّﺍﻕُ ﺫُﻭ ﺍﻟْﻘُﻮَّﺓِ ﺍﻟْﻤَﺘِﻴﻦُ âyet-i celilesi delaletiyle Kur'an'a, kütüb-ü İlahiyeye imanı...

4- Menfî milliyetçilik hissi yerine bütün cinn ve inse mürsel, Nebiyy-i Efham (Sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazretlerinin mesleğini;
ﺍِﻧَّﻤَﺎ ﺍﻟْﻤُﺆْﻣِﻨُﻮﻥَ ﺍِﺧْﻮَﺓٌ ve ﻭَﺍﻋْﺘَﺼِﻤُﻮﺍ ﺑِﺤَﺒْﻞِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺟَﻤِﻴﻌًﺎ ﻭَﻟﺎَ ﺗَﻔَﺮَّﻗُﻮﺍ gibi âyât-ı mübarekeyi derhatır ettirmek suretiyle Peygamberlere imanı...

5- Enaniyet yerine, acze.. noksanımızı itiraf ve Kur'an'ın tereşşuhatının neşr ü muhafazası bâbında hissemize düşen hizmeti yapmak ve hizmetle mükellef olduğumuzu bilerek neticeyi hesablamamak. Yani bir nevi beşeriyetten çıkmak. Kütüb ve Suhuf-u Enbiyayı inzale vasıta olan melaikeye benzemek suretiyle meleklere imanı...

6- Tenbellik ve tenperverlik yerine vazifedarlık... Kudsî ve her saatı bir gün ibadet hükmüne geçecek kıymette olduğuna şübhe edilmemek lâzım gelen Kur'anî hizmete vakit bırakmayacak hallere karşı, bu hizmetin ulviyetini dahi düşünerek, elden çıkmazdan evvel gözü dört açmayı, yani ölmezden evvel hayatın kadrini bilmek gibi, kat'î bir lisanla âhirete imanı delaleten, remzen, işareten, sarahaten ders veriyorsunuz ve ikaz lütfunda bulunuyorsunuz.

Allah-u Zülcelal Hazretleri sizden ebeden razı olsun ve ümmet-i merhume-i Muhammediyeyi (A.S.M.) dalaletten kurtarmak ve şahrâh-ı Kur'an'a delalet eylemek hususundaki ihlaslı mücahede ve hizmetinizde daim ve muvaffak buyursun, âmîn bi-hürmet-i Seyyid-il Mürselîn ve bi-hürmet-i Kur'an-il Mübin! "Kenz-ül Arş duasının feyzinden gelen bir nükte-i Kur'aniye" serlevhalı eserle, Yirmidokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı'nın Sekizinci Remzi'ndeki füyuzat, tarif ve tavsif edilmeyecek âlî ve müstesna bir vaziyettedirler.

Birincide: Bütün hurufat-ı Kur'aniyenin aded itibariyle işaret ve izah buyurulan tevafukları, garîk-ı beht ü hayret etti. Dört küçük suredeki hurufatın tevafukat vechine kısmen işaret eden ikinci eser; hakkan ki mu'ciznümadır. Nebiyy-i Âhirzaman, medar-ı fahr-i cihan, sebeb-i hilkat-i ekvan ve nüzul-i Kur'an, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (Sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve ashabihi ve ezvacihi) Efendimiz Hazretlerinin eser-i hikmet ve rahmet olarak, şimdiye kadar mahfî kalmış mu'cizelerinden i'caz-ı Kur'ana taalluk eden ve gaybî tevafuk namıyla sevgili Üstadımız tarafından mevki-i intişara vaz'olunan bu emsalsiz eserlere karşı duyduğum manevî zevk ve feyzin binden birini bile arzedemeyeceğim. Ve mazhar olduğumuz bu kadar azîm niam-ı İlahiyeye ve kerem-i Sübhaniyeye karşı şükürden âcizim.

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺣَﺼِّﻞْ ﻣُﺮَﺍﺩَﻧَﺎ ﻭَ ﻣَﻘْﺼُﻮﺩَ ﺍُﺳْﺘَﺎﺫِﻧَﺎ ﺳَﻌِﻴﺪِ ﺍﻟﻨُّﻮﺭْﺳِﻰ ﺑِﺤُﺮْﻣَﺔِ ﺣَﺒِﻴﺒِﻚَ ﺍﻟْﻤَﻜِّﻰِّ ﺍﻟْﻤَﺪَﻧِﻰِّ ﺍﻟْﻬَﺎﺷِﻤِﻰِّ ﺍﻟْﻘُﺮَﻳْﺸِﻰِّ

Yirmidokuzuncu Mektub'un Yedinci Kısmı'ndan bir suret Abdülmecid Efendi kardeşimize göndermiştim. Cevabında ezcümle diyor ki:

"Seyda'nın bint-ül fikri o güzel kıza, Hulusi ile Abdülmecid'den maada her kim bakarsa caiz değildir. Mahrem olanlar da, bu hususta nâmahremdir. Bu gibi kızların dışarıya çıkmaları, hiçbir menfaatı temin etmediğini ve bilakis büyük bir mazarratı intac edeceği ihtimal-i kavîsini Seyda'ya yazsan iyi olur. Eski Said'in hiddeti, yenisinde de vardır. Halbuki Yeni Said, insan oğullarıyla izaa-i vakt etmemeli. Meslek ve meşrebi öyle iktiza ediyor. Her ne ise... Cenab-ı Hak hâfız-ı hakikîdir."

Bendeniz de kısaca şu mealde cevab vermiştim:

Bu mütalaa bizler için doğrudur. Fakat dünyaya arkasını çeviren ve manevî vazife-i memuresini îfa ederken insanlarla -Nurlarla alâkadar olanları vasıtasıyla- meşgul olan Üstad Hazretleri için bu fikri muvafık bulmuyorum. Çünki o zâtı bu emr-i azîmde istihdam eden, elbette muhafaza buyurur. Bana öyle kat'î kanaat gelmiş ki, eğer bizler Nurlarla alâkamızı kesersek, Üstad Hazretleri bize arkasını çevirir.

Aziz kardeşimizin endişesi, zahire bakılırsa haklı ve çok samimîdir. Fakat zâten cemaatı çok mahdud olan Nurlarla alâkadar zevatın, bu hakaikten mahrum edilmelerini ve bu kudsî eserin tamamen hapsedilmelerini lâyık görmüyor ve esasa mugayir buluyorum. Nâsırımız, hâmimiz, muinimiz, hâfızımız Allah'tır. Bütün desaisi bertaraf ederek, muhterem üstadın vazife-i kudsiyesine safi niyet, samimî his ve ciddî şevk ile yardım etmekte olan kardeşlerime selâm ve muvaffakıyetlerine dua eder, dualarını rica ederim. Pederim, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman Efendi, sâbık Müftü Kemaleddin Efendi, imam Hâfız Ömer Efendi ve diğer Sözler'le alâkadar olanlar selâm ve dua ediyor, hayır duanızı istiyorlar.

Devam-ı âfiyet ve muvaffakıyetinizi tekrar eltâf-ı İlahiyeden tazarru' ve niyaz eyler, mübarek ellerinizi kemal-i hürmet ve ta'zimle takbil eyler, kusurumun afvını ve hayır duanızdan bu bîçare sıddıkınızı çıkarmamanızı hâssaten arz u istirham eylerim.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﺍَﻟْﺤُﺐُّ ﻓِﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Hulusi
 

Ahmet.1

Well-known member
(Said'in fıkrasıdır)

(Hulusi gibi mühim bir talebemin bana gönderdiği hediyesinin iadesine dair yazdığım bir mektubu, arkadaşlarımın tensiblerine binaen onların fıkraları içine dercedildi.)

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, vefadar âhiret kardeşlerim Hacı Nuh Bey, Molla Hamid!

Sizler benim için çok ehemmiyetlisiniz. "Sıddık-ı vefiy bu zamanda yoktur" diyenlere karşı sizleri gösteriyorum. Yirmi sene Van'da geçirdiğim hayat-ı ilmiye.. benim için Van çok kıymetdardır. Lillahilhamd sizler o kıymetdarlığı gösterdiniz. Ve Van'a karşı şedid hissiyatıma tam mukabele ediyorsunuz. Size medar-ı ibret bir vakıa söyleyeceğim, şöyle ki:

Geçen sene Barla'lı, İstanbul ticaretinde bulunan Bekir Efendi'nin şeriki Mehmed Efendi vasıtasıyla bir mektub aldım. Mektub hârika olarak bana göründü. Çünki Hulusi Bey, "Nuh Bey'le görüştüm" diye o mektubda bana yazıyor. Aynı mektubda, kardeşim Abdülmecid de, Molla Hamid'in selâm ve duasını bana yazıyor. Aynı mektubda Nurşin-i Süflâ'da Molla Abdülmecid'in yazısı ve imzası vardı. Fesübhanallah dedim. En ziyade sevdiğim bu insanların ayrı ayrı memlekette bulunmakla beraber, bir mektubda bunların içtimaları tevafuklu bir levha-i temaşadır.

Bu sene yine o Mehmed Efendi Eğirdir'e gelmiş. Yine Nuh Bey'in aynı telgrafını, o zât bana getirdi. Fesübhanallah dedim. Nuh Bey'in lisan-ı hali, güya Mehmed Efendi'ye "Dostum ben seninle beraber Üstadımla görüşeceğim" diyor, tahayyül ettim. Sonra yine o Mehmed Efendi'nin hizmetkârı Eğirdir'e gidip Mehmed Efendi'nin mektublarını getirmiş. Yine Nuh Bey'in hediyeye ait, bana olan mektubunu getirdi. Dedim, kat'iyyen bu iş tesadüfî değil. Sonra mektubun müştemilâtına dikkat ettim. Tahmin ettim, Van'da Nuh Bey'in bana hazırladığı hediyeyi göndermek tarihinde, ben de aynı tarihte, aynı fiatta {(Haşiye): Maddeten otuz liralık, manen belki üç yüz liralıktır.} bir hediye-i azîmeyi Nuh Bey'in namına Van'daki ihvanıma gönderiyordum. İşte bu iki tevafuk, bana işarettir ki: Nuh ile Hamid, talebelik ve kardeşlik için min-tarafillah intihab edilmişler. Çünki tevafuk bizim için bir emare-i tevfik-i İlahî olduğuna kanaatım gelmiş. Risalelerde tevafukatın bazı nümunelerini göreceksiniz.

Fakat çok rica ederim ki gücenmeyiniz, hediyeyi kabul edemedim. Adem-i kabulün esbabı çoktur. En mühim bir sebeb, benim kardeşlerim ve talebelerimle olan münasebetin samimiyetini ve ihlası zedelememektir. Hem iktisad, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olmadığı halde, dünya malına el uzatmak elimde değil, ihtiyarım haricindedir. Hem bir misal ile ince bir sebebi anlatacağım:

Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim. "İstanbul'dan senin için getirdim, beni kırma" dedi. Kabul ettim, fakat iki kat fiatını verdim.

Dedi: "Ne için böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?"

Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatın için, menfaatımı terkediyorum. Çünki dünyaya tenezzül etmez, tama' ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise.. sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tama' zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, âhiret meyvelerini dünyada yemeğe cevaz göstermiş bir üstaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner. İşte sana manen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruşluk menfaatımı aramak, bana ağır geliyor ve vicdansızlık telakki ediyorum. Sen madem fedakârsın; ben de o fedakârlığa mukabil, menfaatınızı menfaatıma tercih ediyorum, gücenme!

O da bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi.

Ey Nuh Bey ve Hamid Kardeşlerim! Siz de gücenmeyiniz.

Hem Nuh Bey, biliniz ki; şu zamanda o havalide vefadarane, şefkatkârane beni aramaklığınız öyle bir hediyedir ki, bunun gibi binler hediyeden kıymetdardır.

Hem size gönderdiğim risaleleri muhafaza etmek ve sahib çıkmak ve benim yerimde onları himaye etmek binler lira kıymetinde bana karşı büyük bir hediyedir. Çünki netice-i hayatımı ve vazife-i vataniyemi ve o havalideki kardeşlerimin uhuvvet ve muhabbetlerine karşı borçlarımı eda eden o risalelere ciddî sahib çıkmak, tam muhafaza etmek ve ehline yetiştirmeğe vasıta olmak öyle bir hediyedir ki; dünyevî hediyelerin binlerine mukabildir.

Hem emin olunuz ki; manevî zararım büyük olmasa idi Nuh Bey'in hatırını kırmayacaktım. Şimdiye kadar, Cenab-ı Hakk'a şükür, hediyeleri kabul etmeğe mecbur olmadım ve şu zamanda ehl-i ilmin bir sebeb-i sukutu olan tama'a girmeye ihtiyar benden selbedildi. Hem eğer sizin hediyenizi kabul etseydim, çok zâtların ya kalbi kırılacaktı veyahut elli senelik kaidem bozulacaktı.

Orada ve civarınızda bulunan eski talebelerim ve kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyorum ve onların dualarını istiyorum.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
(Said Nursî'nin bir fıkrasıdır)

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, sadık, çalışkan kardeşim, hizmet-i Kur'an'da arkadaşım Re'fet Bey!

Senin gördüğün vazife-i Kur'aniyenin hepsi mübarektir. Cenab-ı Hak sizi muvaffak etsin, fütur vermesin, şevkinizi artırsın.

Senin vazifen yazıdan daha mühimdir. Yalnız, yazıyı terk etmeyiniz.

Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki; o düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârane ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider.

ﻭَ ﻟﺎَ ﺗَﻨَﺎﺯَﻋُﻮﺍ ﻓَﺘَﻔْﺸَﻠُﻮﺍ ﻭَ ﺗَﺬْﻫَﺐَ ﺭِﻳﺤُﻜُﻢْ işaret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatın tadı kaçar. Bilirsiniz ki; üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedî ile içtima etse, yüzonbir kıymetinde olduğu gibi.. sizin gibi üç-dört hâdim-i hak, ayrı ayrı ve taksim-ül a'mal olmamak cihetiyle hareket etse, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefani sırrıyla hareket etseler; o dört adam, dörtyüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.

Sizler koca Isparta'yı değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur. Hem birbirini kıskanmak değil, belki bilakis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farzettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünki vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatın, Kur'an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnetdar olur, şükreder. Sakın birbirinize tenkid kapısını açmayınız. Tenkid edilecek şeyler, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telakki ediyorum. Siz de üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Âdeta her biriniz ötekinin faziletlerine naşir olunuz. Kardeşlerimizden İslâmköy'lü Hâfız Ali Efendi, kendine rakib olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymetdar gördüğüm için size beyan ediyorum:

O zât yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlas ile, onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim; gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah'a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var. İnşâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillah yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor. Küçük bir latife:

Sohbet içinde sizden bahis geçti. Şükre dair mes'eleyi sordum: "Hüsrev'in yazdığını Re'fet Bey gördü mü?"

Bekir Ağa dedi: "Evet gördü ve dedi: "Çok güzel, fakat acaba sen kalem karıştırmadın mı?"

Hüsrev dedi: "Yok, kendi nüshamda tam bütün gelmedi. Fakat kendilerine yazdığım tam geldi."

Biraz münakaşa oldu...

Bu münasebetle kardeşim Re'fet Bey'e derim ki: Aslında tevafuk noksan olsaydı, zâten ben tavsiye etmiştim ki, kalem karıştırmasınlar. Asıl vaziyet bozulmasın. Bekir Ağa da gördü ki; asıl müsveddede çıkıntı olduğu halde, tevafuk Hüsrev'in tarzında var. Onun için Hüsrev'in bir mehareti varsa tevafuku bozmamış. Hattâ Mu'cizat-ı Ahmediye'deki salavat tevafukunda tavsiye etmiştim ki; kimse meharetini karıştırmasın. Fakat asıl müsveddelerde, en acemî bir müstensihin nüshasında birkaçı müstesna bütün tevafuktadır. Onun için sekiz ayrı ayrı müstensihin setredemediği bir tevafuk, elbette kuvvetlidir. Müstensihler bozmasınlar, tevafuku getiremeyen bozuyor. Demek en büyük meharet odur ki, tevafuku bozmasın. Çünki tevafuk var. Sen de Hüsrev'e yardım et ki, hakikaten mevcud ve matlub tevafuku denk getirebilsin. Çünki yoktan var etmiyorsunuz, hakikî var'ı yok etmeyin.

Sözler'le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum.


Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hâfız Ali'nin fıkrasıdır)

Eyyühe-l Üstad-ül Muhterem!

Yirmidokuzuncu Mektub'un Üçüncü Kısmının Dokuzuncu Mes'elesinde emir buyurulan hizmet-i Kur'an'dan fakirin hissesine iki erkek ve bir kız çocuğu düşmüş imiş. Aynı emri alıp gelirken düşünüyordum; acaba akraba-i taallukatımda çocuklar var, hangisini intihab edeyim? Benim bu düşünceme manen denilmiş ki: Hay Ali! Kendi re'yine muhtar değilsin. Onun intihabı başka kapıya aittir. Üç gün sonra Yaşar ve Necati isminde iki çocuk, bana hem refik, hem ders arkadaşı ve bir derece onlara kalfa olarak tayin edildim. Çocuklar hurufatı tam bilmedikleri için bazan yazı ile, bazan kitabdan gösteriyordum. Bir ay sonra Kur'an okumaya başladılar. Beşinci ay içinde
ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ hatme muvaffak oldular.

Mübarek Üstadım, bu hususu çok düşünüyordum ki; lâakal bir-iki senede Kur'an okumağa liyakat kesbedilirken, me'mulün hilafında meydana gelen bu emr-i azîm kimseye verilmez, ancak ve ancak i'caz-ı Kur'an'ın o büyük denizinin reşhasıdır ve iki cihan fahri, Nebiyy-i Âhirzaman Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm'ın himmet-i maneviyeleriyle o i'cazın izhar ve intişarına memur edilen üstadımın duası gibi, çok büyük kuvvetlerle hasıl olduğuna, ben değil bu hale şahid, karyemizin ekserîsi iman edip, tasdik ediyorlar. Bütün köy ehl-i imanı namına, bu emr-i hayra vesile olan Üstadımıza, lâyüadd ve lâyuhsa teşekkürlerle "Cenab-ı Hak sizlerden ebeden razı olsun" duasını âciz lisanımla daima söylüyorum.

Üstadım, bir şey daha var ki, emr-i üstadanelerine intizardayım. O da şudur: Cenab-ı Hak ihsan ederse, dairenizin şakirdini (Hâfız Yaşar) bu kışta bahara sebeb olup, mütenevvi çiçekleri açmasına nisan yağmuru misillü, vücudunuz o çiçekler arasında, bir gül-ü Muhammedî (A.S.M.) yetiştirmekte inşâallah vesile olacağınıza şübhe yoktur. Mübarek dairenin mübarek talebesine, mübarek Cum'a gecesinde hatminin duasıyla, hıfzının ibtida duasını ve fakir-i pür-kusurun afv duasını, bütün hâsse ve duygularımla, hürmetle el ve eteklerinizden öper ve kusurlarımın afvını niyaz ederim, Efendim Hazretleri.

Hâfız Ali
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hüsrev'in fıkrasıdır)

Sevgili Üstadım!

Evvelki hafta irsal buyurduğunuz, "Bir Sırr-ı İnna A'tayna" serlevhasını taşıyan risalenizi aldık. Esasen hiçbir hafta geçmiyor, sürurlarımızı tezyid eden, yeni ve hem gayet derecede şirin bir risale elimize gelmemiş bulunsun. İşte, iki haftadır bu kıymetdar risaleyi okuyor ve elimizden bırakmıyoruz.

Evet bu risale, Cenab-ı Hakk'ın istikbalde bu ümmete va'd ettiği güneşin tulûuna intizarımızı teşdid etmekle kalmadığı gibi, bir taraftan içindeki hakikata bizi meftun ediyor. Ve diğer taraftan, acaba fezası zulmet bulutlarıyla dolu olan bu âlemin, o güneş neresinden ve ne suretle doğacak ve ne şekilde bu zulmet ve âfet saçan bulutları dağıtacak diye tahayyül ederken; ikinci feyyaz, bir diğer zeyl, o güneşin vaktini tayin etmekle bizi pek büyük bir bâr-ı sakilden kurtarmış ve senelerden beri almak istediğimiz halde alamadığımız derin bir nefesi vermiş ve bizi dilşâd eylemiştir.

Ahmed Hüsrev
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hulusi Bey'in fıkrasıdır)

Bu defa, Kenz-ül Arş duasının feyzinden gelen İkinci ve Üçüncü Nüktelerle, Zeylini hâvi mübarek mektubunuzu almakla cidden bahtiyarım. Bu âciz kardeşiniz, gelen mektubunuzun, gerek muhterem Üstadıma ve gerekse o havalideki kıymetli arkadaşlarıma olan tesiri bana ait olmadığına ve belki benim bir vasıta olduğuma delildir. Çok tecrübe ettim, zât-ı fâzılanelerine mektub yazmak için bazan üç kelimeyi bir araya getiremiyorum. Ekseriyetle gaybî bir zâtın ifadatını zabtına kàdir olduğum kadar yazdığımı hissediyorum, demek yazdırılıyor. Maamafih vaki' takdirleri, bir dua olarak telakki ile teşekkür etmekteyim. Kur'an hizmetini dünyevî ve maddî menfaate sarahaten tercih eden, Hüsrev namındaki kardeşimi tebrik ederim. Cenab-ı Hak, böyle Hüsrev'lerin adedini çoğaltsın ve daim artırsın. Âmîn! Bu kudsî hizmete candan iştirak eden zevatı bilmek, bana en büyük müjde oluyor.

Müftü Kemal Efendi, ol mektubu mütalaa etmişti. İki gün evvel ziyaretine gittim, "Hiç kimsenin bugüne kadar muktedir olmadığı dekaik ve hakaikı, Kur'an'dan bulup çıkarmışlar" diyerek takdirlerini beyan, selâm ve dualarını tebliğ etmekliğimi söylediler. Bu dakikaya kadar mübarek mektubu Fethi Bey, Hacı Baha Efendi, pederim ve eniştem ve Hacı Abdurrahman Efendi dinlemeğe muvaffak oldular. Hâfız Ömer Efendi'ye de inşâallah ilk fırsatta okumaya çalışacağım.

Her mektubunuz, bana yeniden hayat verecek kadar müessir oluyor. Bu mübarek mektub, Dördüncü Remzin yazılışını ve bu fakire de ihsan edileceğini mübeşşir oluşu itibariyle, bilhâssa memnuniyet ve sürurumu mûcib olmuştur.

Hayli zaman evvel Kur'andaki tevafuk sırrını açmaya başlamıştınız. Bugüne kadar lihikmetin mahfî kalmış olan i'caz-ı Kur'an'dan, böyle çok mühim bir faslının keşfine ve neşrine muvaffak oluşunuza, ne kadar hamd ü şükr edilse yeridir. İzn-i Bâri ile açtığınız bu yolda ilerledikçe, daha ne kadar hârikalar meşhudunuz olacak ve bunlardan muhtaç kardeşlerinize ne âlî müjdeler vereceğiniz; geceden sonra gündüz, kıştan sonra bahar, dünyadan sonra âhiretin vücudları gibi kat'î hissedilmektedir. Ne büyük bahtiyarlıktır ki, bu saadetlere mazharız. Ne kadar bedbahtlıktır ki; bu nurlara göz yumarlar. Ne derece hatadır ki, bu hakaika lâyıkı vechile alâkadar olunmaz. Ne câniyane ve ahmakane bir ruhtur ki, üflemekle bu güneşi söndürmek düşünürler.

İşte bu ışıklı yolunuzda, Sahib-i Kevser'in delaletiyle Kevser'i buldunuz. Şefî-ul Mahşer'in izniyle Kevser ırmağının menbaında durarak,
ﻭَ ﺳَﻘَﻴﻬُﻢْ ﺭَﺑُّﻬُﻢْ ﺷَﺮَﺍﺑًﺎ ﻃَﻬُﻮﺭًﺍ âyet-i celilesini okuyor ve "Ey nâs! Kim ki ebedî hayat ister, işte âb-ı hayat; kim ki yolunu şaşırmış, işte vesile-i necat; kim ki küfür ve inadından dönmez, onu bekliyor şedid azab ve ikab" ilââhir.. gibi nurlu beyanatınızla her taifeyi ihya, ikaz ediyorsunuz.

Sizi kudsî hizmetinizde, alâ kadr-it tâka takibe çalışan dost, kardeş ve talebelerinize birer maşraba vererek; muhtaçlara gıda, zaîf ve marizlere ilâç, zalim ve kâfirlere semm-i kàtil olan mâ-i kevserden ulaştırmayı emrediyorsunuz. Sizin kudsî hizmetinizle, irşadınızla açılan hakikat ufkuna bakınca, Kur'an'ın hududları tayin ve tahdid edilmeyecek kadar vasi' bir havz-ı ekber olduğunu; Fatiha besmelesinin
menba'ından gelen, her birisi ayrı lezzette, ayrı şiddette, ayrı kuvvette Sureler namında, yüz ondört âb-ı hayat şubelerinin kevser musluğundan bu havuza akmakta olduğunu görür gibi oluyoruz.

"İdrak-i maâlî, bu küçük akla gerekmez

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez!"

El ele, omuz omuza vererek himmet ve gayret-i Hudapesendaneleriyle mazhar-ı takdir olan uhrevî kardeşlerime selâm ve dualar eder ve muvaffakıyetler temenni ile dualarını istirham eylerim.

Hulusi
 

Ahmet.1

Well-known member
(Âsım Bey'in fıkrasıdır. Telvihat-ı Tis'a münasebetiyle yazmış.)

Sevgili Üstadım!

Ne diyeyim, müştakı olduğum bu risale-i şerife, bu sözler, bu hakikat, bu nur; bu fakire, lütf u kerem-i İlahî olarak ihsan buyuruldu.
ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ Cenab-ı Kàdir-i Mutlak Hazretlerine hadsiz ve hesabsız hamd ü sena ediyorum ki; siz Üstadıma kavuştum ve binnetice bu nurları, bu hakikatları gördüm, okudum, yazdım ve gerdenbeste-i inkıyad oldum. Binaenaleyh tavsiye ve dua-i üstadaneleriyle feyizyâb olmak için, Cenab-ı Zülcelal Velkemal Hazretlerinden ve Mefhar-i Mevcudat Aleyhi Ekmelüttahiyyat Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinden ve bütün pîr, pîran ve mürşidan ve Şah-ı Nakşibend Kuddise Sırruhu Hazretlerinden ve bilhâssa bütün mevcudiyetiyle gerdendade-i inkıyad ve teslim olduğum siz Üstadımdan tazarru' ve niyaz ve istimdad ediyorum ki; mütevekkilen alallah, ya Üstad-ı A'zam, Tarîkat-ı Muhammediye'nin (A.S.M.) maksad, gaye ve esasını, teferruat ve füruatını zikr ü beyan eden bu Dokuzuncu Kısım, bir nur-u tarîkat ve hakikattır. Okumağa doyulmaz. Okudukça hasıl olan şevk u lezzet hesaba gelmez. Hele Dokuzuncu Telvih, hülâsa ve icmal edilerek bütün hakikatlar toplanmış. Temsilde hata olmasın, Hazret-i Mevlâna'nın üfürdüğü neyden tuğyan ve feyezan eden, Hazret-i Ali'nin (Kerremallahü Veche) kuyuya söylediği esrar-ı hakikattan başka nedir? Farkı nerededir ki o ney, o kuyuda hasıl olan kamıştandır.

Kariham dar, kalemim âciz, kalbime tercüman olamıyor. Şu kadar diyebilirim ki; benim gibi fakir ve mübtedilere büyük ve pek büyük bir ders, bir mürşid ve mutmainneye erişmiş ve daha yukarı çıkmış safilere bir düstur ve ders-i ibrettir. Kıymet takdir edilmez bir şaheser-i tarîkattır, bir nur-u hakikat-feşan, bir gülistandır. Daha doğrusu, sırf bir ilham-ı Rabbanîdir. Cenab-ı Lemyezel Hazretleri siz Üstadımı, bu ve bunun emsali âsâr-ı bergüzide te'lifinde, envâr ve hakikatlar neşr ü dellâllığında çok zamanlar daim ve kaim buyursun. Ve siz Üstadımı, sizi sevenlerin ve dellâllığında bulunduğunuz nidalarınızı işitmek ve dinlemek, okuyup yazmak, mûcibince hareket ve amel etmek heves ve iştiyakında bulunan kardeşlerimin başından eksik buyurmasın. Âmîn bi-hürmet-i Seyyid-il Mürselîn!

Âsım (R.H.)
 

Ahmet.1

Well-known member
(Re'fet Bey'in fıkrasıdır)

Muhterem Üstadım!

Bu remizler, öyle hayret-bahş ve hârikanüma eserlerdir ki; okuyan ilim âşıklarına ezvak-ı nâmütenahî ve hissiyat-ı ulviye-i rakika bahşetmektedir. Bu hissiyat-ı âliye ile hayatımız o kadar tazelendi ki, -yeni hayatımızda sabit-kadem olmak şartıyla- Hallak-ı Azîm'den uzun ömürler temenni ediyorum. Zira mütalaasına doyamıyorum. Ne kadar okursam okuyayım, diğer bir okuyuşumda okumamış gibi oluyorum ve yeni bir eser okur gibi oluyorum. Hadsiz bir zevk-i manevî ve nihayetsiz bir hazz-ı ruhî ile okuyorum.

İşte gerek Sözler ve Mektubat ve gerekse remizlerin en hârika vasfı, zannedersem bu ince noktada olsa gerektir. Âsâr-ı saireyi bir defa okuyunca, ikinci bir defa okumağa o kadar heves uyanmıyor. Kur'an-ı Hakîm'in envârını ne kadar okursam okuyayım, def'-i cû' edemiyorum. Bilhâssa Remizler, fakiri çok teshir ve hayrete müstağrak kıldı. Ve onları derhal yazıyorum.

Re'fet
 

Ahmet.1

Well-known member
(Ahmed Hüsrev'in fıkrasıdır)

Bizi tarîk-i Hak'ta dolaştıran, manevî yaralarımızı tedavi eden, hakikat uğrundaki düşüncelerimize bir kat daha metanet veren, bugünün şeytankârane tehdidatına rağmen cesaretimizi takviye eden ve her hususta ruh ve kalblerimizi iman ve hakikat nuruyla nurlandıran ve sa'yimizde teşci' eden ve Kur'an-ı Hakîm'in iki âyetini ihtiva eden Otuzbirinci Mektub'un Birinci ve İkinci Lem'alarını ve Yirmidokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmından İkinci Remzi'ne ait mühim bir i'cazı da aldık, okuduk. Aldığımız manevî feyzi, benim gibi yoksul bir talebenizin kalb ve kaleminin haddi değildir ki tarif etsin.

Kıymetdar Üstadım! Nasıl o Hâlık-ı Zülcelal'e nihayetsiz bir minnetdarlıkta bulunmayalım ki; aziz Üstadımızı vasıta kılarak en büyük nimetlerini, pek ziyade muhtaç olduğumuz bir vakitte veriyor, bizi teselli ediyor. Hem memnun ediyor, hem istikbalin nurlu yüzünü göstererek bizi o nura koşturuyor. Bir taraftan kardeşlerimizi çoğaltıyor, muhabbetlerimizi teksir ediyor. Maddî ve manevî kuvvetlerimizi takviye ediyor. Diğer taraftan saadet hazinelerinin anahtarlarını ellerimize veriyor.

Ey aziz Üstadım! Allah sizden ebeden razı olsun.
Ahmed Hüsrev
 

Ahmet.1

Well-known member
(Zeki'nin fıkrasıdır)

Ben istiyorum ki; bir an evvel bir yere çekileyim de, mesaîden hariç zamanlarımı, o ulvî ve mukaddes hazine-i hakikat ve âsâr-ı giran-baha hizmetinde devama başlayayım. Fakat bugünlük bu yüce emelimin husulünden, bizzarure ve bilmecburiye mahrum kalıyorum. Hiç olmazsa şu günlerde elimde, o mütalaası gönüllere ve kalblere bir safa-yı sermedî ve cavidanî bahşeden kitab-ı kâinatın birer lem'ası ve birer nur-u timsali olan eserlerinizden bir-iki tanesi elimde bulunsa idi, benim için nâkabil-i tarif bir sürur u saadet menba'ı olacaktı ve ne bulunmaz bir nimet, ne ele geçmez bir define olacaktı.

Çok zaman evvel Sabri Efendi ağabeyim, yeni çıkan kudsî ve esrarlı nurlardan, bir cüz'ü bari olsun göndermek fikrinde olduklarını bildiriyorlardı. Galiba müsaid vakit bulamadıklarından, yazıp gönderemediler. Hem bazı eserleri beraberimde getirmediğimden çok pişman oluyorum; onlardan başkalarını istifade ettirmek fırsatını bulamazsam da, mütalaa eder, manen mücadeleye bir medar-ı kuvvet olurdu.

Netice itibariyle madem ki şimdilik o hazinelerden istifade edemiyorum; o halde, kendimi zararlı görmekte haklıyım. İnşâallah duanız himmetiyle, yakın bir zaman zarfında, o zararları telafiye kâfi bir zaman ve bir fırsat ele geçer.

Bir ömr-ü mukadderden ma'dud olan şu günlerim, şükür ve hamd ile geçmektedir. Bana öyle bir kanaat geldi ki, kalbimi yokladıkça, kalbim bu kanaatı takviye ediyor.. nefsimle mücadelede muzaffer olacağımı ümid ediyorum.

Aziz Üstadım! Şu hicrana ve firaka, muvakkat olduğu için tahammül ediyorum. Ayrılığımız her ne kadar muvakkat olsa, yine beni müteessir ediyor. Bizzarure malayani şeylere maruz kaldıkça, ah diyorum, Üstadımın yanında olsaydım ve kendi kendime, daha doğrusu kalbime ümid ve cesaret tavsiye ediyorum. Reddedilen bir arzu nasıl kesb-i şiddet ederse, emellerimin şimdilik husule gelmemesiyle, iman ve emellerim de aynı nisbette kesb-i kuvvet ediyor, ruhum yükseliyor; kalbimde açılan pencereden, manen daha serin ve daha geniş nefes alıyorum.
Zeki
 
Üst