Barla Lahikası

Ahmet.1

Well-known member
(Osman Nuri'nin bir fıkrasıdır)

Kitabların en büyüğüsün Kelâm-ı Kadîm,
Hak kanunların anasısın Kur'an-ı Azîm,
Kudsî tarihlerin nur babasısın Kelâm-ı Kadîm,
Sen dinimizin bekçisisin Kur'an-ı Azîm.

Dört İlahî kitabın anası, yalnız sensin,
İftihar eder seninle bütün din-i İslâm,
Sensiz yaşamak isteyen kalbler gebersin,
Sen hakikatın ilk ve son güneşisin.

Her varlığın üstünde, sönmeyecek güneşsin,
Bütün gizli ve aşikârın miftahı sensin,
Seni tanımayan ve tâbi' olmayan, her yerde
Sahibinin gazabına uğrasın, gebersin.

Hükmün muhakkak kıyamete kadar bâkidir,
Sana inanmayanlar âdi, zelil, kâfirdir,
Sen her varlığın üstünde doğan güneşsin,
Seni istemeyenler dünyada Cehennem'e göçsün.

Hâşâ! Seni beğenmeyen ve yanlış diyenlerin,
Dilleri kesilsin, yere batsın.
Sana hor bakmak isteyenleri, Allah kahretsin,
Sen hakikatın ilk ve son güneşisin.

Osman Nuri
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hâfız Ali'nin bir fıkrasıdır)

Aziz Üstadım!

Otuzbirinci Mektub'un Onüçüncü Lem'ası, "Hikmet-ül İstiaze" nam-ı âlîyi taşıyan bir parça-i nuru aldım. Elhamdülillah istinsaha muvaffak oldum. Cenab-ı Hak hazine-i bînihayesinden emsal-i sairesini ihsan buyursun. Âmîn bi-hürmeti Seyyid-il Mürselîn.

Üstadım Efendim! Bu azîm hakikatı taşıyan risale, fakir talebenizde pek azîm tesirat yaparak, dimağım ve bütün duygu ve hâsselerim, o azîm hakaik üzerine serpilerek, toplanmaz bir hale geldiler. Gündüzde güneşin ziyası karşısında kalan yıldız böceği gibi, gerek güneşin tarifini ve gerekse kendi şavkıyla daire-i muhitinde bulunanları tarif edemediği gibi; fakir, aynı hâl kesbettim.

Evvelâ: Bu risale, diğer tevhide dair büyük risalelerin bir büyük kardeşi olabilir. Zira nasıl ki öbür kütle-i Nur, Cenab-ı Hakk'ın âlem-i kebirde cilve-i cemal ve kemal ve esma-i hüsnasını pek zahir bir tarzda a'ma olanlara da gösterdiler. Aynen bu parça-i Nur, âlem-i asgar olan ve esma-i hüsnaya âyine olan ve hilkat-i dünyanın ruhu mesabesindeki beşerin, kemal ve sukutuna, ebediyet ve ademine sebeb olan en büyük vesile ve desiseleri, pek yakînen keşfedip gösteriyorlar.

Sâniyen:
Bu hakikatleri düşünürken kalbime şöyle geldi ki; nasıl ki "Hüdhüd-ü Süleymanî, zeminin suyu meçhul olan yerlerinde hafriyatsız suyu bulmaya vesile idi" diyorlar. Aynen bu risale, Hüdhüd-ü Süleymanî tarzında, âlem-i asgar olan insanın ezdadlardan müteşekkil cism-i vücudunda nur-u iman yatağı olan kalbi, biaynihî gösteriyor. Zemin yüzünde zararlı ve zararsız otları teşhis eden kimyagerin âb-ı hayat bulduğu gibi, binde bir hakikatını ancak görebildiğimi anladığım bu eser-i âlî, bütün ehl-i iman ve zîşuura, menba'-ı hakikîsi olan Kur'an-ı Hakîm gibi, nurları ile âb-ı hayatı serpiyor.

Hâfız Ali (R.H.)
 

Ahmet.1

Well-known member
(Ahmed Hüsrev'in bir fıkrasıdır)

Üstadım Efendim!

Bir hafta evvel "Hikmet-ül İstiaze" isimli risalenin bir kısmını ve birkaç gün evvel de diğer kısmıyla, Ondördüncü Lem'anın Birinci Makamını aldım. "Hikmet-ül İstiaze"nin Birinci Kısmını müteaddid defalar kardeşlerimle okudum.

Ey sevgili Üstadım! Bu kıymetdar risale ile mücahid talebelerinize öyle güzel bir ilâç takdim ediyorsunuz ki, bu ilâçlarla manevî yaralarımızı o kadar güzel ve çabuk tedavi ediyorsunuz ki; o pek müdhiş yaralarımız bir anda iltiyam buluyor, ızdırablarımız o anda zâil oluyor; kalblerimiz serâpâ sürur ile doluyor. Rabb-i Kerimimize karşı taşımakta olduğumuz muhabbetimiz tezayüd ediyor. Ve Hâlık-ı Rahîm'e karşı olan âdâbımıza bile halel gelmeyeceğini okudukça, vazifedeki şevk ve gayretimizi artırıyor.

Evet aziz Üstadım! Ekser zamanlar ins ve cinn şeytanlarının hücumlarından ve terbiye edemediğim âsi nefsimden gelen bir takım havatır-ı şeytaniyeden kurtulmak için, pek çok çabaladığım zamanlarım oluyordu. Kalb, bu gibi haletten kurtulmak için inziva ararken, Nakşî kahramanlarının "Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hestî, terk-i terk" diye olan esasatı dimağıma ilişiyordu. Fakat bu söze cevab veren aziz üstadımın beyanı arasında, "İnsan bir kalbden ibaret olsa idi, bu söz doğru olabilirdi. Halbuki insanda, kalbden başka akıl, ruh, sır, nefis gibi mevcud olan letaif ve hâsseleri, kendilerine mahsus vezaife sevk ederek zengin bir dairede, kalbin kumandası altında îfa-yı ubudiyeti" tavsiye buyuruluyor. Güneş gibi böyle hakikatleri izhar eden böyle nurlu düsturlar talebelerinde esas olduğu için, salif-ül arz havatıra çare arıyordum.

Talebelerinin her an ihtiyaçlarını düşünüp çareler arayan, ilâçlar hazırlayan, ihzaratını zahmetsiz olarak talebelerine istimal ettiren, mukabilinde hiçbir şey istemeyerek minnet ve medhin Cenab-ı Hakk'a yapılmasını emreden sevgili Üstadım! Size evvelden beri "Lokman" nazarıyla bakmaktayım. Evet hakikaten bir Lokman'sınız. Lokman Hekim gibi, kalbî arzularımızı işiterek bu risaleler ile mualece uzatıyorsunuz. Bedî' olan Cenab-ı Hakk'ın bedayi'i içinde, kemaliyle her cihette derece-i nihayeye vâsıl olan bedî' kelâmından, bedî' bir kulu ile ihsan ettiği bu bedayi'i medhedebilmek, intak-ı bilhak olmadıkça elbette imkânsızdır. Bu vâdide ne kadar söz söylenilse yine azdır.

Sevgili Üstadım, herhangi bir risaleyi açıp okuyacak olsam, hissem kadar dersimi alıyorum. Halbuki evvelce bu risaleleri tamamen yazdığım için, okumağa pek az vakit bulabiliyordum ve el-ân da öyleyim. Evvelce okuduğum zamanlar istifadem az oluyordu. Şimdi ise, Nurların hakikatlerini gördükçe minnet ve şükrüm tezayüd ediyor, kalbim nurlar ile doluyor, ruhum nurlarla istirahat ediyor, letaifim bu Nurlar ile hisseleri kadar feyizyab oluyor. Ve yine Cenab-ı Hak'tan ümid ediyorum ki, hissem ve istifadem, gün geçtikçe çoğalacaktır ve nasîbim artacaktır.

Bu hâdisat gösteriyor ki, bedî' âsârın büyük bir hâsiyeti ve bir kerametidir ki, talebelerini başka ellere vermiyor ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor. Ağlayan kalblerimize teselliler veriyor. İmanlarımızı takviye ediyor. Lika-i İlahîyi iştiyakla istetiyor ve sonunda da, "Ya Rab! Sen üstadımızdan hoşnud olacağı tarzda razı ol!" nidalarını, lisanen ve kalben söylettiriyor.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Talebeniz
Ahmed Hüsrev
 

Ahmet.1

Well-known member
(Sabri'nin bir fıkrasıdır)

Eyyühe-l Üstad!

Eyyam-ı baharın her bir gününün, birer letafet ve taravet-i bîmisali ve acib tebeddülü; Fâtır-ı Akdes Hazretlerinin nihayetsiz kudret ve azametini irae eylediği gibi, derya-yı Nur'un da bînazir ve hayretbahş bir baharı; Minhaclar, Mirkatler, İstiazeler ve emsali latif, şirin, nuranî ezhar ve esmar-ı bînihayeleri, ehl-i iman ve tevhide taze hayat bahşediyorlar. Bu Nurlar öyle manevî gıdalar ki, herkesi, her an doyurmağa kâfi ve bu elmaslar öyle kıymetdar birer rida'lardır ki, herkesi her zaman ısıtmağa vâfidir.

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ

Aziz büyük üstadım! Bu risaleleri okudukça ruhum güller gibi açılıyor, hayat-ı fâniyeden gelen âlâm ve meşakkati kaldırıp atıyor. Yerine, kanaat gibi bir kenz-i mahfîyi iddihar ediyor. Ve diyorum: Ey ruh! Şimdiye kadar manevî taleb ve arzularını temin eden Nur fabrikasının elmas ve cevherlerinden her birerlerinin ayrı ayrı kıymet ve zarafetlerini görünce, bundan daha kıymetdar bir eser olamaz deyip, sen halen, ben kàlen hükmediyorduk. Envâr-ı Kur'aniye ve reşehat-ı Furkaniye ve lemaat-ı bekaiyenin işte nihayeti yokmuş. Elhamdülillah hakaik-i Kur'aniyeden yevmen feyevmen nasîbedar oluyoruz ve olacağız inşâallah. Hemen Cenab-ı Kibriya şu enhar-ı kevseri, hayat-ı bâkiye harmanı olan mahşere kadar akıtsın, âmîn.

Üstadım Efendim, bugün harekât-ı maziyem ile ahval-i hazıramı mukayese ciheti ihtar edildi. Alâ kadr-il istitaa tedkik ettim. Neticede ahval-i hazıramı "hamden sümme hamden" sıklet cihetinde pek hafif ve kıymet hususunda pek ağır buldum. Harekât-ı sâbıkam ise bunun hilafınadır. Elhamdülillah Cenab-ı Feyyaz-ı Hakikî, âciz, fakir, muhtaç kullarından rahmet-i Rabbaniyesini esirgemedi.

"Armut piş ağzıma düş" kabîlinden her nevi malzeme-i cerrahiye-i ruhiyeyi, hâzık bir operatörle beraber ihsan buyurdu. Eğer bizler, bu ameliyatı görmeseydik ve bu nurlu ve zevkli, şevkli ihrama girmeseydik, hubb-u câh yüzünden acaba hangi bid'attan geri duracaktık.

İşte lâyüadd ve lâyuhsa Nurların bîpâyan füyuzatı, zümre-i muvahhidîni medyun-u şükran bırakmıştır. "Elhamdülillahi Rabb-il Âlemîn"

Hemen Cenab-ı Hak cümle ümmet-i Muhammed'i (A.S.M.) envâr-ı Kur'aniyeden müstefid ve hakikî muvahhidîn sınıfına ilhak ve şimdiye kadar gafletle geçirdiğimiz zamanlardan, defter-i a'malimize yazılan seyyiatımızı, rahmetiyle afv buyursun, âmîn.

Hulusi-i Sâni Sabri
 

Ahmet.1

Well-known member
(Zekâi'nin bir fıkrasıdır)

Üstadım!

Bir meydan-ı mücadele ve imtihan olan şu dünyanın her köşesinde beşere ders-i ibret olacak bir hâdise, bir nümune eksik değil. Her yerde muhtelif-ül mizaç insanlarda ayrı ayrı temayülât-ı kalbiye bulunuyor. Hâdisat-ı dünyeviye içinde, en elîm olan şeyin, meslek-i uhreviye ve diniye perdesi altında vahşet ve hayvaniyet ruhlarıyla karşılaşmak olduğunu tecrübelerim ve müşahedelerim bana öğretiyor.

Evet ehl-i iman için mûcib-i teessür şeyler, kendisini ıslah-ı hale irca' etmek üzere, ubudiyetle Hâlıkına yalvarırken, bir mülhidin uysal bir mahluk gibi sokularak, birkaç zaman hileli etvar gösterdikten sonra, ruhunun çirkinliği ile karşısındakine hücum ederek, kendine onu benzetmek istemelerini ve hattâ karşısındaki mü'min hakkında, sû'-i zan ve sû'-i tefehhüme düştüğünü görmektir.

Ah üstadım, ne vardı, insanlar ya göründüğü gibi olsa, yahut olduğu gibi görünselerdi. Ehl-i irşad, ahkâm-ı Kur'aniyeyi tebliğ hususunda müşkilât çekmeyecek ve inkâr edilmeyecekti. Benim gibi henüz kendini ıslah edemeyenler de, bazı budalaların ruhlarında safiyet ve hüsn-ü insaniyet aramaya çalışmayacaktı.

Aziz üstadım, inşâallah Cenab-ı Hak hak ve hakikatın güneş gibi yükseldiğini size ve bize göstersin. Bir zindan hayatına benzeyen, birçok manevî mahrumiyetler içerisinde geçen şu günleri, sürurlu ve serbest günlere tebdil eylesin. Âmîn.

Talebeniz Zekâi
 

Ahmet.1

Well-known member
(Sabri'nin fıkrasıdır)

Üstad-ı Ekremim!

Hikmet-ül İstiaze'nin ikinci kısmı öyle kıymetdar bir hazine-i cevahir ve maraz-ı vesvesenin iksir bir ilâcıdır ki, âlem-i fâniden âlem-i bekaya göçünceye kadar, nefis ve şeytanın hücumuna maruz bulunan insan, kalbinin üzerine asıp beraberinde taşımalı. O iki düşman her zaman köpük gibi, zahirde birşeye benzeyip, hakikatte ele avuca girmeyen havaî itirazat-ı muannidane yaparlar. Onlara karşı en rasin tahassüngâh ve en güzel esliha ve bu uğurda sarfedilecek hâlis sikkeler bunlardır. Zira vücudumda tecrübe yaptım. Sualleri okuduğum vakit nefsim, sual cihetine mâil bulunuyor ve ehemmiyet veriyor. Fakat elhamdülillah akabinde, tevali eden Kur'anî elmas müdafaalar, o kabîl emraz-ı nefsaniyeyi çabuk çürütüyor ve kökünden kurutuyor. Şu nuranî ve Kur'anî hikmetleri, bihakkın takdir hususunda, zîruh ve zîşuurun mükemmeli bulunan nev'-i beşerin, bidayet-i vahiyden tâ haşre kadar, i'caz ve îcazında izhar-ı acz edegeldikleri, davamızın bâriz ve zahir bir delilidir.

Hülâsa: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın ahkâm-ı bî-nazirinden olan şu Risale-i İstiaze-yi Furkaniyeyi mütalaamda, derya-yı hakaikte sermest-i hayran kalarak kemal-i aşkla dedim: Yâ Rab, şu Kitab-ı Mübin'in infaz-ı ahkâmını teshil ü teysir ve dellâl-ı Kur'anı da âmâl ü makasıdında muvaffak ve cemi' ihvanımla beraber bu kemter kulunu da, hulûl-i ecelime değin, Kitab-ı Mübin'e hâdim buyur, duasıyla arîza-i âciziyeye hâtime veririm.

Sabri
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hâfız Ali'nin fıkrasıdır)

Sevgili Üstadım!

Bu defa irsaline inayet buyurulan Hikmet-ül İstiaze'nin İkinci Kısmını aldım. Sekizinci İşarette isbat edilip gösterilen hak ve hakikat, dalalet vâdilerinde uçan serseri mudıllerin yollarını pek vâzıh tenvir ile, onlara hem kendilerinin ne yaptıklarını, hem cadde-i hakikatı göstermekle îcazıyla azîm bir mes'ele tahlil buyuruluyor.

Dokuzuncu İşaret'te ise, bütün ehl-i iman ve bilhâssa risale-i envâr ile hilkat-i insaniyenin gaye-i hakikîsini anlamaya çalışan talebeleriniz, ruhen istikbale gittikçe, bu mes'ele pek geniş bir daire olarak, Hazret-i Âdem'den beri bütün Peygamberan-ı İzam hazeratının ehl-i dalalete karşı mağlubiyeti ve feci' hâdiseler çok düşündürüyor ve kalbi zedeliyordu.

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ

O geniş daire öyle tenvir ediliyor ki; içinde Üstad'dan, Fahr-ül Mürselîn'den, Hazret-i Âdem'e kadar müşkilât, hak ve hakikat kılıncıyla fethedilip, akıl ve kalb "sadakte ve bilhakkı natakte" diye tasdik ediyorlar.

Onuncu İşaret'i yazarken elimden kalemi bırakarak hazırûna okudum. İçinde temsilin misal değil, hakikat olduğunu ve böyle bir hakikatı, ism-i Hakîm ve ism-i Nur ve ism-i Bedî'in cilvesiyle görüleceğini derkettim ve hayalen tatbikine çıktım. Pek doğru bir esas olduğunu anladım, Cenab-ı Hakk'a şükrettim.

Onbirinci İşarette gösterilen zecr-i Kur'anî, kâinat tarlasının mahsulü, makinesinin mensucatı insan nev'i olduğu ve umum mevcudat semeratıyla o nev'e hizmet ettiklerinden insan hodgâmlığıyla, bedbînliğiyle o azîm gaye-i dünyayı hiçe indirmesiyle, büyük çarklar misillü anasır-ı külliyenin insan aleyhine hareket ettiklerini ve mühlik mes'uliyetten kurtulmak ancak Kur'an-ı Hakîm'in daire-i kudsiyesine girmek ve Fahr-ül Mürselîn'e ittiba etmekle olacağını beyan ile insanı kendine veznettiriyorsunuz.

Onikinci İşaret ve dört sualin cevabının ihtiva ettikleri hakikatlar; bizi arasıra kendi hesabına çalıştırmak isteyen ve cüz'-i ihtiyar ile kendisinde bir varlık görüp, istihkaka göz diken ve şöhret ve hodfüruşluk tahakkümüyle, hebaen çalışan nebatî ve hayvanî nefs ü heva zincirlerini, altun makaslarla keserek halas buyuruyorsunuz.

Onüçüncü İşaret ve üç nokta ile her zaman hususuyla mübarek vakitlerde bizimle uğraşan ve bazı ye'se düşüren, yüzümüzün siyahlığını görmeyip, mü'min kardeşlerimizin ufak tefek çizgiler nev'inden karalarıyla onları, bütün siyahlıkla ittiham ettiren, Cenab-ı Hakk'ın rahmetini ve Gaffar ve Rahîm isimlerini tenkide cür'et eden ve bu yüzden büyük tahribatlara sebebiyet verdiren hizb-üş şeytanın kuvveti gösteriliyor.

Muhterem Üstadım!

Bu işareti yazarken, vücud âlemine seyahata çıktım. İşarattaki noktalar bir müfettiş hükmüne geçti. İzah buyurulan kuvvetler yerinde görülüp, teslim-i silâh etmek üzere idiler. Bize bu kuvvetleri gösteren Kur'an-ı Hakîm'den istimdad ve feyzi, her hatvelerimde istiyordum. Ve bize bu esas hakikat-ı hayatın neticelerini, karanlıklarını gösteren üstadımız, muvaffakıyetimizi Cenab-ı Hak'tan dilemekte olduğu, her an kendini göstermektedir. Ve inşâallah halas edecektir.

Muhterem Üstadım! Bu onüç İşaret, onüç cevahir kümesini muhtevidir. Bunlardan bazılarını ipe çizip göstermekle ve çizmemekle ve görmemekle, o cevahir hazinesine ve cevherlerine bir nakîse gelmeyeceğinden eğri ve doğru çizmek istediğim cevherler, inşâallah hüsnünü zayi' etmez.

Ey sevgili Üstadım, ne kadar teşekkürat-ı vefîre îfa etsem ve hayli minnetdar olsam, yine îfa edemeyeceğime kail olduğumdan, dilerim Cenab-ı Hak'tan razı olacağınız kadar nail-i mükâfat eylesin. Âmîn bi-hürmeti Seyyid-il Mürselîn.

Hâfız Ali (R.H.)
 

Ahmet.1

Well-known member
(Vezirzade Mustafa'nın fıkrasıdır)

Aziz, kıymetdar Üstadım!

Hesabsız hamd ü şükür ol Hâlık-ı Mennan Hazretlerine ki, ben ümmi olduğum halde, hissiyat ve emellerimi, şu fâni ve âfil olan hayat-ı dünyadan tecrid ile, Risale-i Nur talebeleri içine girdim ve hizb-ül Kur'an âlimlerine arkadaş oldum. Hizmet-i neşriyede ve ilimde onlara yetişemiyorum. Fakat inşâallah irtibat ve muhabbet ve ihlasta yetişmeye çalışacağım. Ve dua ile onların kalemlerine yardım ediyorum. Risale-i Nur'a karşı hissiyatımı ümmiliğim münasebetiyle yalnız rü'yalarımla arzediyorum.

Bu defa rü'yada Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerini gördüğüm vakit, Sure-i Hacc'ın nihayetinde
ﻣَﺎ ﻗَﺪَﺭُﻭﺍ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺣَﻖَّ ﻗَﺪْﺭِﻩِ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻟَﻘَﻮِﻯٌّ ﻋَﺰِﻳﺰٌ ilh.. okuyarak ve Şah-ı Geylanî (kuddise sırruhu) Hazretlerini gördüğüm vakit, Sure-i Nur'da ﻟَﻴْﺲَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﺎَﻋْﻤَﻰ ﺣَﺮَﺝٌ âyetini kıraat ederek nevmden bîdar oldum. Ve anladım ki, bu âhirde Sünnet-i Seniyeye dair mühim bir risale yazıldığı için, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın makbulü olmuş ki, rü'yamda müşerref oldum. Ve o âyet Risale-i Nur'un hülâsasını ifade ettiği gibi, ehl-i gafleti şiddetli tehdid eder. Şah-ı Geylanî'yi gördüğümün sebebi, Risale-i Nur'un talebelerinin kudsî bir üstadı, beni de şakird kabul ettiğine dair bir işaret anladım ve bu âyetler havsalamın haricinde olduğu halde, o kudsî zâtların hürmetine, kuvve-i hâfızamda her zaman okur ve bir genişlik hasıl olurdu.

Diğer bir rü'yamda, pek geniş bir daire, temelleri henüz inşa ediliyor görmüştüm. Bu defa o büyük bina ikmal edilmiş, içine girdiğimde sağ cihetini câmi-i şerif olarak gördüm. Ve namaz kıldıktan sonra, bütün yazılan Risale-i Nur'u bana verdiler. Ben de yalnız bir adedini orada okumak üzere verdim. Binanın en yüksek ve ortasında bir dikmesinin değişmesi için ellerinde demir vinç ile çalışanlar üç kişi idiler, gördüm. Tabirini siz üstadıma havale ediyorum.

Ümmi talebeniz Mustafa
 

Ahmet.1

Well-known member
(Âsım Bey'in fıkrasıdır)

Üstad-ı Ekremim!

Bu kerre ikmaline muvaffak olabildiğim üç risale-i şerife ki; Yirmidördüncü, Yirmidokuzuncu Söz, Otuzbirinci Mektub'un Beşinci Lem'ası Mirkat-üs Sünne Risaleleri bera-yı tashih ve manzur-u üstadanelerine buyurulmak üzere takdim edildi. Risale-i şerifelerin cümlesi, birer hakikat nuru fışkıran birer gülistan-ı cinandır. Hele Otuzbirinci Mektub'un lem'aları ki, Minhac-üs Sünne ve gerekse Tiryak-ı Maraz-ıl Bid'a olan Mirkat-üs Sünne okunmaya doyulmaz. Okudukça hissedilen manevî sürur u füyuzatın hadd ü hududu bulunmaz bir umman-ı feyizdir. Bazı cümleler oluyor ki, namazdan evvel ve sonra fakirhaneye gelen ihvana müteaddid defalar okuyup feyizleniyoruz. Hele Giritli Hasan Efendi, gözyaşlarından kendisini alamıyor. Malûm-u üstadaneleri, kendisi Kàdirî şeyhidir. Zât-ı üstadanelerine ve bahusus Gavs-ı A'zam Şeyh Geylanî Hazretlerine merbutiyet ve muhabbeti derece-i nihayettedir.

Üstad-ı Ekremim! Bu defa risale-i şerifeler bir parça te'hire uğradı. Bunu, fakirin atalet, betalet ve kesaletine haml buyurmayınız. Şikayet değil müftehirane arzediyorum. Bu sene Cenab-ı Hakk'ın fakire lütf u ihsan ve keremi çok oldu. Lehülhamdü velminne yüzbinlerce müteşekkirim. Ramazan Bayramından beri iki defadır hastalığım ki, el-ân nekahet devrindeyim; Risale-i Nur-u Şerifelerin istinsahına oldukça bir fasıla vermiş oldu. Çok şükür elhamdülillah bu hastalıklar bir in'am-ı İlahîdir. Dua-yı üstadaneleriyle sıhhatım yerine gelmektedir.

Âsım
 

Ahmet.1

Well-known member
(Rüşdü Efendi'nin fıkrasıdır)

Ey aziz Üstadım!

Bu kadar azîm ihsanınız, beni sevgili üstadımızın nezdinde talebelerin en sonuncusu olmak şerefini kazandırdığını tahattur ettirdikçe, Cenab-ı Vâcib-ül Vücud Hazretlerine gece ve gündüz dua ediyorum. Ve bazı vakitlerde başım secdede olduğu halde, mütemadiyen ağlıyorum. Günahımın azameti, cürmümün hadsizliği, beni titretirken sevgili üstadımın duası, Cenab-ı Hakk'ın rahmeti, beni teselli ediyor.

Her gönderdiğiniz risaleyi kemal-i iştiyakla okuyorum. Kıymetli kardeşlerimle belki her gün bir yerdeyim. İstifadem pek çok. Siz üstadımın manevî feyizlerini her vakit risalelerden alıyorum.

Evet aziz üstadım, hissiyatımı yazabilsem her hafta mektublarımla mukabele edeceğim ve size mektub yazmak da, benim için en büyük meserrettir. Afvınıza istinad ederek, zahiren sükûtla ve manen dergâh-ı Huda'ya el açtığım vakitlerde, size âciz Rüşdü talebeniz, aczini takdim ettikçe, sevgili üstadımdan bilmukabele gördüğüm lütuflar karşısında, gözyaşlarımla cevablar i'ta eyliyorum, efendim.

Talebeniz Rüşdü
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hâfız Ali'nin dersini ne tarzda anladığını gösteren bir fıkrasıdır)

Muhterem Üstadım!

Otuzbirinci Mektub'un Ondördüncü Lem'asının İkinci Makamını bir defa kendim okudum. Pek cüz'î istifade ile, dimağımda bir lezzet hissettim. İkinci ve üçüncü tekrarlarımda öyle bir zevk-i ruhanî uyandırdı ki; eğer kalb ve kalemim ruhuma tercüman olabilseler, belki bir derece siz üstadıma minnetdarane arza cür'et eylerdim. Heyhat ne kalbim ve ne de kalemim ve ne ruhum, acz ile önüme çıktılar ve itiraf-ı kusur ediyordular.

Sevgili Hocam! Sözler ünvanıyla neşr-i envâr ve feth-i bâb-ı rahmet eden envâr-ı Kur'aniye esasen has, mahsus bir sikke-i hâtemi taşımaktadırlar. Her bir parçasından, şümullü rahmet-i İlahiyeye cüz'î, küllî bir kapısı var gösteriyor ve göstermekle kapıları açık bırakıyorlar. Bu mübarek risaleyi, Süleyman, Zeki Zekâi ve Lütfü kardeşlerimle okurken, hayalime bir büyük müzeyyen bir saray gösterildi. Aslı ve hakikatını ve vüs'atini ve müzeyyenatını temaşa için ruhen çıktım baktım ki, yorgun ve nazarım kesik bir tarzda geriye döndüm. Zekâi kardeşim devam ediyordu. Tekrar o saray şeklinde mutantan, revnaktar, kıymetçe, mahiyetçe aynı ufak bir saray-ı vücud âlemi gördüm. Ve feth-i bâb edip temaşa etmek istedim. Anahtarı yoktu. Birden kardeşimin ağzından "Bismillahirrahmanirrahîm" işittim. Kapı açıldı.

"Elhamdülillahi alâ nur-il iman ve hidayet-ir Rahman" dedim. Gördüm ki; büyük sarayın müştemilâtı ve tezyinatı, o küçük sarayda dercedilmiş. Âdeta çarklardan mürekkeb bir saat ve çok ipleri hâvi bir nessacdır. Dikkat ettim, o saati kuran ve işleteni ve o ipleri gûna-gûna boyayıp dokuyanı, gündüzü gündüz eden güneş olduğu gibi, pek parlak bir surette izah buyurulunca gördüm. Tekrar "Elhamdülillah" dedim ve şu âlem-i kübranın fihristesini ve nümunesini elime alınca artık pervasız seyahata çıktım.

Muhterem Üstadım! Şu söz öyle bir hakikatı ders veriyor ki, daha insana yabancı ve bilinmesi mümkün olmayan bir şey kalmıyor. Her gördüğü munis bir arkadaş oluyor ve susuz vâdiler ve geniş sahralar ve koca küre-i arz bir bahçe hükmünde Hâlık-ı Rahîm tarafından ihzar edilmiş ve tılsımı da "Bismillahirrahmanirrahîm" olduğu ve tılsımı bulunmazsa ve alınmazsa, o bahçede yaşamak mümkün olmadığı ve yaşasa da her tarafta yabancı olarak ve her hatvesinde istiskal edilerek, hayat değil, belki camid olarak bulunacağını izah buyuruyorsunuz. Hele bizi her zaman, günde kırk defa havsalamız almayarak "ah!" ile geri dönen mi'rac-ı mü'min olan namazda
ﺍِﻳَّﺎﻙَ ﻧَﻌْﺒُﺪُ ﻭَﺍِﻳَّﺎﻙَ ﻧَﺴْﺘَﻌِﻴﻦُ sırrı öyle bir düğme olarak gösteriliyor ki; her mü'min kendi vücud âleminde bir elektrik fabrikası görüyor. Ve düğmesini açınca bütün dünyayı ziya ile gösteriyor.

Sevgili Üstadım! Cenab-ı Hak bu kıymetli eserleri kıyamete kadar mü'min kullarına yetiştirsin, duasıyla hatm-i kelâm eylerim efendim.

Kusurlu Talebeniz
Hâfız Ali
 

Ahmet.1

Well-known member
(Yeni mühim bir kardeşimiz Müftü Ahmed Feyzi Efendi'nin fıkrasıdır. Bu fıkra çendan şahsıma bakıyor. O zât şahsımı görmemiş; dellâllığım eseri olan risaleleri gördüğünden, haddimden pek çok fazla olan sena ve medhi, risalelere ve esrar-ı Kur'ana aid olduğu için kabul ettim.)

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ

Hamd-i bînihaye Kerim-i Müteâl'e, salât ü selâm Habib-i Zülcelal'e ve onun âl ü ashabına.

Ey bâkiye vâsıl olmuş fâni! Ve ey matlubun bâb-ı rahmetinde oturan mahbub! Ve ey derecatın ekmeli olan sıfat-ı abdiyete sülûk edebilmiş bahtiyar! Ve ey Şems-i Tâbân-ı Zülcemal'in karanlıklara aksettirdiği ziya-yı hidayet! Ve ey Habib-i Kuddüs'ün tarîk-ı ulviyetinde karanlıkları yararak uçan şahab-ı şaşaanisar! Hatiat ve masiyet deryasının korkunç dalgaları arasında inleyen, Hâlık-ı Kerim'in bunca iltifatını nankörlükle karşılamaktan başka bir vaziyeti bulunmayan bu edna-yı mevcudat, nâil olduğun derece-i makbuliyetten bir katresinin olsun, kendine ihdasını senin şevket ü kereminden bekliyor. Ne olur beni kendine alıp, hizmetinle müşerref kılsan. Ne olur, Habib-i Kibriya'ya benim de kendisinin hizmetine intisabım için ve onun uşşakının asgarı ve hikmet ve nurunun dellâlı olmaklığım için yalvarsan ah!...

Her an ayaklarının altını öpmek ateşiyle mütehassir ve nâlân, ahkar-ı mahlukat

Ahmed Feyzi
 

Ahmet.1

Well-known member
(Ahmed Hüsrev'in Otuzbirinci Mektub'un, Ondördüncü Lem'asının İkinci Makamı münasebetiyle yazdığı fıkradır)

Sevgili Üstadım Efendim Hazretleri!

Üç-dört gün evvel Cenab-ı Hakk'ın o mukaddes kelâmından müjdeler çıkararak, aktar-ı âleme saçan coşkun denizlerin akıntıları gibi, feyizleriyle bizi mest eden, âfil güneşin her gündüze mahsus sönmez ziyası gibi, ardı arası kesilmeyen nurlarıyla bizi nurlandıran, hiçbir ferdi şübehatta boğmamak esası üzerine yürüyen, kendisine has belâgatıyla ukûlü teshir edecek bir kabiliyetle söyleyen, samiaları ve basıraları kendisine müteveccih kılan, o azametli külliyat-ı Nurdan bir Nur daha aldım.

Bu Nur, o güzel İslâm nişanı ve o büyük rahmet hazinesinin keşşafı olan "Bismillahirrahmanirrahîm"in binler esrarından, otuz sırra mukabil altı sırla nurlu şualarını ezhanımıza nakşetmiş ve rahmetin binbir esma-i İlahiyeden gelen şualarıyla, insana hadd ü hesaba gelmeyen niam-ı Sübhaniyenin, meded elleriyle yardıma gönderildiğini öğretmekle, bizi sonsuz bir derya-yı feyze gark etmiştir.

Bu kudsî mübarek kelimenin her sure başında zikriyle, ehemmiyet ve azameti ve her hayırlı işlerde tekrarıyla mübarek bir şefaatçı olması, ferşte gezen insana, arşa çıkacak kamet giydirmesi ve acz-i mutlakta çırpınan insanı, Kadîr-i Mutlak'a rabtetmekle, insanın kıymet ü izzeti gösterildikten sonra,

ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺧَﻠَﻖَ ﺍﻟْﺎِﻧْﺴَﺎﻥَ ﻋَﻠَﻰ ﺻُﻮﺭَﺓِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ

hadîs-i şerifiyle Mün'im-i Hakikî'nin binbir esma-i hüsnasının cilvelerinin şualarından tezahür eden rahmetiyle perverde edilmek suretiyle de, rahmetin bir cilve-i etemmi olduğu izah buyurulmuştur.

Sevgili Üstadım! Ruh-u insanın nazarını akıl ve kalbini ve muhayyilesini "Bismillah" ile kâinat sîmasına, "Er-Rahman" ile arz sîmasına, "Er-Rahîm" ile ebna-yı cinsinin sîma-yı manevîsine dağıtıyor. Oralardaki rahmet-i vasia-i külliyenin azametini, letafetini gösteriyor.

Aziz Üstadım! Nazarım nereye ilişse, aklım herhangi bir hali muhakeme etse, muhayyilem ne ile meşgul olsa, samiam ne duysa, kalbim nereye gitse, dolaştıkları yerlerde ve tesadüf ettikleri şeylerde, beşere bakan pek büyük âsâr-ı rahmeti görüyor. Semavat ve arş, bütün heybetiyle insanların seyrangâhı, cennet mesken-i hakikîsi oluyor. Zemin bir hane şekline giriyor. Mele-i A'lâ'nın sekeneleri ve zemin yüzüne serpilen yüzbinlerce mahlukat ve nebatat enva'ının insanların hacetleri için koşuştuklarını, sineklerden balıklara, zerrelerden yıldızlara kadar küçük büyük her bir masnu, insanların yüzüne vahşetle değil, gülerek baktıklarını görüyor.

Sonsuz Rahîm olan Hâlık-ı Azîm'in kusursuz olan bu kasrını temaşaya doyamayan ruh, kendine avdet ediyor. Rahmetin nihayet derecede incelikleriyle tanzim ve idare edilen cisme bakıyor. Duyguları arasında yalnız muhayyilesine hasr-ı nazar ediyor. Bu muhayyilenin dimağda kendisine tahsis edilen mahalli, bir hardal tanesi kadarken, her zaman bütün âlemi sinema şeritleri gibi hayal hanesinde dolaştırır. Hâfıza bir çeşit, akıl ayrı bir çeşit, fikir başka bir halde, kalb daha başka, kâmil insanlarda hal-i faaliyette olan diğer letaif daha başka bir şekilde, bâsıra, sâmia, zaika, lâmise, şâmme gibi havâss-ı zahirînin istiab ettikleri manevî sahalara nisbetle, nihayet derecede küçük bir dimağımda yerleştikleri halde, yekdiğerine karışmayarak, biri diğerinin vazifesine müdahale etmeyerek, ayrı ayrı vazifelerde, ayrı ayrı dairelerde gayet muntazam çalıştıklarını ve hattâ etibbanın bile senelerce tahsil ederek içinden çıkamadıkları vücud-u beşerin herbir kısmının, her bir uzvunun inceliklerini görüyor. Bu derece rahmetle tanzim edilen, bu kadar muhtelif vezaif ile çalıştırılan, bu muhayyir-il ukûl makineyi temaşa eden ruh, bu makine üzerindeki derece-i mâlikiyetini düşünüyor. Hükmünün hiçbir uzva tesir etmediğini görünce, sığınacak bir yer, iltica edecek bir mahal, perverde edilecek bir varlık arıyor. İşte o vakit bu kadar rahmetiyle perverde eden Hallak-ı Azîm'e karşı secde-i şükrana kapanarak ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor. Bütün dertlerini döküyor. Onun, yalnız onun lütf u keremine iltica ederek afv olunmak, dünyada olduğu gibi ukbada da sevdikleriyle birlikte va'dettiği Cennet'te bulundurulmasını istiyor ve yalvarıyor.

Ahmed Hüsrev
 

Ahmet.1

Well-known member
(Re'fet Bey'in fıkrasıdır)

Aziz ve muhterem Üstadım Efendim!

Geçen hafta aldığım mektubda, "Senin ve Şerif Efendi'nin ifadeleri kısadır, birşey anlaşılmıyor. Tenkid mi? Takdir mi?" buyurdunuz. Bütün eserlerinizi takdir ve kemal-i istihsan ile karşıladığımız malûm-u âlîleridir. Esasen tenkid edecek kudret-i ilmiye değil bizde, Türkiye ülemasında olmadığı hâdisat ile sabittir.

Sinn-i sabavetinizde şark ülemasını ilzam etmeniz ve ondan sonra İstanbul'a gelerek bil'umum ülemanın nazar-ı takdir ve hürmetini celbetmeniz, bu hususu isbata kâfidir. Gerek Şerif Efendi ve gerekse Hikmet-ül İstiaze ve Besmele sırrını okuyan diğer arkadaşlar duydukları hazz-ı manevîden gaşy olmuşlardır.

Fakire gelince, Sözler hakkında hiçbir şey yazmazsam bile o kemal-i takdirdendir. Zira şimdiye kadar büyük bir zevk ile mükerreren okuduğum ve daima okumaktan hâlî kalmadığım Sözler ve Mektubat hakkında kanaatlerimi daima üstadıma arzettiğimden, yazacak kelime bulamıyorum. O da âcizliğimden olsa gerektir. Bir risale ne kadar parlaksa, onu takib eden ondan çok ziyade parlaktır. Binaenaleyh ne yazsak hakkıyla ifade-i meram etmiş olamıyorum.

Şimdi hayatım çok zevklidir. Sözler'in tedkikatıyla meşgulüm. Evvelki okuyuşlarımda hazmedemiyordum. Şimdi gayet yavaş ve dikkatli okuyup anlamaya çalışıyorum. Takıldığım noktalar oluyor, soruyorum. Bu vesile ile istifade fazladır. Nitekim Yirmidördüncü Söz'ün Birinci ve İkinci Dalında çok tevakkuf ettim. Lâyıkıyla anlayamadım. Üstadımızla görüştüğümde bu iki Dal'ın şifahen izahını rica edeceğim.

Muhterem Üstadım, fakirin bir nokta çok hayretini mûcib oluyor. Sizden bir mes'elenin izahını rica ediyorum. İzah ediyorsunuz. O izahta da, muhtac-ı izah noktaları bulunuyor. Öyle latif ve şümullü cümlelerle cevab veriyorsunuz ki, o cümleleri de anlamak için sual îcab ediyor. Bundan şu netice çıkıyor ki; Sözlerinizin her satırı, bir kitab teşkil edecek kadar şümullü ve manidardır. İstenildiği kadar izah olunabilecektir.
Re'fet
 

Ahmet.1

Well-known member
(Doktor İbrahim'in fıkrasıdır)

Efendim!

Nuranî ve ziyadar cadde-i kübra-yı maneviyede seyr ü seyahat eden umum âhiret kardeşlerimle her hafta görüşüyor ve ârâmsız tulû' eden Risale-i Nur eczaları gibi, feyiz ve marifet güneşlerinin haberlerini işittikçe; ruhum güller gibi açılıyor, hubur u ibtihaca müstağrak oluyor. Ve istidadım nisbetinde bir-iki mes'elecik öğrenmeye sa'y ediyor isem de, bu envâr-ı bahr-i muhitten kardeşlerimin ruhlarına in'ikas eden mesailden bahis arîzaları tahrir ü takdim ettiklerini gördükçe, adem-i muvaffakıyetimden mütevellid esef ve kederim hasebiyle cehlimden el-eman çekiyorum. "Ümmilik ne güç imiş" diye ruhum ağlıyor. Mu'terifane, "İbrahim, müstehaksın" diyorum. Nihayet yine ümidimi Rabbimden kesmeyerek diyorum: "Bir müessesenin başmüdürü, muavini, kâtibi, müvezzii, tahsildarı, hademesi olur. Fakir kısmen müvezzilik, kısmen hademelik sıfatıyla bulunsam ne zararı var?" deyip müteselli oluyorum.

İbrahim
 

Ahmet.1

Well-known member
(Osman Nuri'nin fıkrasıdır)

KUR'AN-I AZÎM

Bir kelimeni, milyonlar defa tekrar okusam
İlk başladığım lezzeti, daima duyarım.
Sen İslâm ocaklarının sönmez bir lem'asısın
Sen o misilsiz zâtın, emsalsiz kelâmısın
Rabbin en sevgili Resulüne kısmet olan
Değerli binbir çeşit isbatlı kelâmısın.

Hangi kitab var ki, asırlarca böyle hürmetle okunsun
Nasıl bir nankör var ki, gelsin sana dokunsun
Hâşâ, sana inanmayanlar kâfirse bile
Gelsin onun dellâlının yanına otursun.

O dellâldan alınca ders-i ilhamı
Lanetler eder, inkâr ettiğine Kur'an'ı
İlmin en derin hocası, bürhanı
Zelil eder, karşısında seni tanımayanı.

Kudsî kitabın çok ünlü, onun dellâlı üstadım Said

Gönül ister ki, o ayarda bulunsun binler Said.

Aynı günün sabahı okuduğum, büyük ve kudsî kitabımız olan Kur'an-ı Azîmüşşan'dan aldığım nurlu ilham-ı İlahîden, dolayısıyla güneş gibi kuvvetli olan risale-i âliyelerinizin âcizde bıraktığı derin his ve tesirlerden doğmuştur.
Osman Nuri
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hulusi'nin fıkrasıdır)

Bu Mirkat-üs Sünnet olan mübarek mektub hakkındaki ihtisaslarımı arza maalesef muktedir değilim. Fakat istikametli tefsir, i'cazlı beyan, nurlu ilân gibi şanına lâyık tabirle tavsif edebileceğim Beşinci Lem'anın onbir nükteyi ihtiva edişini manidar buldum. Sanki manen diyor: Îfa-yı sünnet ile mükellef olduğumuz, ol Nebiyy-i Zîşan'ın taraf-ı İlahîden getirip haber verdiği yakînen malûm olan şeylerin hak olduğunu bilip, kalb ile tasdik ve dil ile ikrar etmek suretiyle, tarif olunan iman ve İslâmın şartlarının mecmuu olan onbir adediyle bu nurlu mektubdaki nüktelerde sarih tevafuk vardır. Madem böyledir, mü'minim diyen ittiba-ı sünnet etmeli. Elhamdülillah müslümanım, iddiasında bulunan ve ﻟِﻢَ ﺗَﻘُﻮﻟُﻮﻥَ ﻣَﺎ ﻟﺎَ ﺗَﻔْﻌَﻠُﻮﻥَ itabından kurtulmak isteyen sünnete yapışmalı, ilh.. hakaiki ders veriyor.

Bu mektubu almazdan evvel Allah hayretsin, bir gece rü'yamda büyük bir câmi'de bulunuyorum. Namaz kılındıktan sonra, ben kapıya yakın bir yerde ayakta duruyorum. Baktım, mihrabın sol tarafından küçük ve toplu bir cemaat geliyor. Bana yaklaştıkları zaman, "İşte Abdülkàdir-i Geylanî Hazretleri" diye kulağıma bir ses geldi. Gayr-ı ihtiyarî (Meded ya Gavs-ı A'zam) diyerek, ağlayarak ayağına kapandım. Mübarek sol elleriyle beni yerden kaldırdılar ve şefkat gösterdiler. Kendileri uzun boylu, çok mehib ve üzerlerinde siyah bir sako, mübarek sakalları siyah, pek az ağarmış. Beşûş ve nuranî bir çehre. Mübarek başlarında bir mahrut-u nâkıs şeklinde yüksek ve çok beyaz bir sarık vardı. Câmiden çıkınca, bitişik bir odada cemaatle beraber oturduğumuzu da hatırlıyorum. Bu rü'ya bana çok zevk vermekle beraber, dua ve himmetlerinin Hizb-ül Kur'an üzerinde her zaman mevcud bulunduğuna daha ziyade yakîn hasıl ettirdi.

Hulusi
 

Ahmet.1

Well-known member
(Sabri'nin fıkrasıdır)

Bu kerre bir kıt'a lütufname-i fâzılane-i mergubeleriyle tereşşuhat-ı Kitab-ı Mübin'in bir zübdesi bulunan, Fihriste-i Mübin'in Dördüncü Kısmını, Süleyman Efendi kardeşimiz yediyle aldım, okudum. Müellifine, kâtibine, naşirine, hâdimlerine binler dualar ettim. Hakikaten vakt-i kıraatım olan iki saat zarfında, Risalât-ün Nur ve Mektubat-ün Nur'un kâffesini icmalen okumuş kadar mütelezziz ve müstefid oldum. Ve şöyle dedim: Lütufname-i keremkârîlerinde işaret buyurulduğu üzere, dört nüsha değil, belki birkaç ay, her vazifeye tercihan fihristeyi teksir ve neşre sa'y etmeliyiz.

Madem ki, gayemiz neşr-i envâr-ı hakaik-i Kur'andır. Bu mübarek ve kıymetdar eser-i giranbaha ise hakaik-i Kur'aniyenin hülâsası ve zübdesi ve tabiri caiz ise, tam bir pişdarıdır. Miftah-ün nusret ve mirkat-ül fütuhtur.

Üstad-ı azizim! Mukaddemen bu kıymetdar eserleri avn-i İlahî ile vücuda getirdikçe, bu kusurlu talebenizi de, bir muhatab addederek her eseri irsal ve tenvir buyurmakta idiniz. Fakat o zamanlar, gayr-ı ihtiyarî nurla, zulümat karşısında bulunmaklığım hasebiyle, nurlar ile aramdaki perde açılmamıştı. Şimdi o semm-i kàtil tabirine lâyık muhalif, zıd, menfî cereyanların zevaliyle, envâr-ı bînihaye-i Kur'aniyenin elhamdülillah kapıları açıldı. Salif-ül arz zulümatın zebunu bulunduğum sıralarda münteşir âsârı tekrar okuyup yazıyorum.

Risalelerin derece-i kıymetlerini ve bahşettiği feyzi ve fevzi arzetmek, lisan ve kalemin fersah fersah iktidarının fevkindedir. Bu mübarek ve kudsî tereşşuhat-ı Kur'aniye ve lemaat-ı Furkaniyeyi, hakikî bir dellâl-ı Kur'an olmalı ki, hakkıyla takdir ve sena edebilsin. Zira bu hayat-ı hakikiye ve sermediye hazinelerindeki müsta'mel kelimat ve tabiratın kâffesi sairlerine min-küll-il vücuh faik ve bâkir beyanatı hâvi, kemal-i selaset ve cezalet ve şâyan-ı gıbta ve hayret, dirayeti müştemil ve câmi' ve cümel ve fıkarat ism-i Bedî' ve Hakîm'in bir cilve-i hâssa ve mümtazesidir, dersem binden bir hakkını bile vermiş olamam.

Hülâsa: Bu Nurların kâffesi deccallara mahsus ve müstahzar elmas gülleler ve ehl-i iman için menba'-ı envâr-ı hakaik olan Kur'an-ı Hakîm'den son asırda nebean etmiş, binler âb-ı hayat-ı bâkiye hazineleridir.

Sabri
 

Ahmet.1

Well-known member
(Hâfız Ali'nin fıkrasıdır)

Sevgili Üstadım Efendim Hazretleri!

Otuzbirinci Mektub'un Onbeşinci Lem'asının birinci kısmını, büyük bir meserretle aldım.

Sevgili Üstadım! Zâten fakir, âcizane nazarımda, "Şems-i Hidayet'ten neşr-i envâr eden Sözler" hak ve hem hakikat olarak, hakikat âleminin çarşısıdır. Hakikat âleminde ne varsa, o kadar zengin, o kadar mücehhez, o kadar bîpâyandır. Böyle bir çarşı-yı âlem mallarını almak lâzım ki, bir padişah kuvveti olsun. Eğer görmekse, öyle bir keskin nafiz, seyyar bir nazar olmalı ki, seyr-ü seyahat ile görebilsin. Bu da pek ender bulunduğundan, almak ve görmek için lâzım ki, bütün malların bir nümune levhası bulunsun.

Ey sevgili Üstad! Her nümune levhaları mukaddema görülüyordu ki, yalnız bir parça ile topların ve küllîlerin nevilerini gösterir. Daha bir şeye yaramaz. Fakat seraser nur olan hazine-i bînihayenin fihriste ve nümune levhasının her parçasından, "hanifen müslimen" gömleği çıkacak hârika derecede parçaları ve kıymetleri hâvidirler. Nasıl umuma muhalif külliyatla hârika olduğu gibi, cüz'iyatlarıyla hârika bir hâtemi taşıyorlar.

Evet Üstadım, bu mektubu istinsah ederken kalb ve ruhum cûş u huruşa gelerek bütün envâr-ı resaili kemal-i şevk ve tahassürle görmek istiyordular.

Demek Üstadım, umum risalelerin her parçasına ihtiyacımız olduğu gibi, her parçayı da birden görmeye şiddetle ihtiyaç varmış. Cenab-ı Vâcib-ül Vücud size kemal-i rahmet ve merhametinden, o rahmet ve merhametinin iktizasıyla nâil-i mükâfat buyursun. Âmîn.
Hâfız Ali
 

Ahmet.1

Well-known member
(Kardeşim Abdülmecid'in fıkrasıdır. Hulusi Bey'e yazdığı mektubdandır.)

Ey El-Aziz'in azizi, Hazret-i Seyda'nın muhterem tilmizi!

Teşnesi bulunduğum tebşirnamelerinizi memnuniyetle aldım. Var olunuz. Cevabları yazmak îcab eder amma ne yazayım. Ruh nâhoş, kalb bîhoş, kafam bomboş. Zira etraf-ı erbaamdan takattur eden vahşetler, kasavetler, yeisler, beisleri tasavvur ettikçe biri cinnete (yani cünuna), diğeri cennete (yani Şam'a) gitmek üzere, akl u ruhum seferber vaziyetini alıyorlar. Bunun içindir ki, ne Seyda'nın yani Üstad'ın talebeliğini ve ne de sizin kardeşliğinizi bihakkın îfa edemediğimden ne yazacağımı bilemiyorum.

Hem de sizden gelen mektublar saf, temiz, nurlu bir fikirden çıktığından, okuyanlara ışık veriyor. Zulmetli fikrimden çıkan arîzalar ise, size zulmet vereceği ihtimalinden korkarak titreye titreye takdime cesaret edemiyorum.
Abdülmecid
 
Üst