Gıybet Bahsi

Nasıl ki bir ayna bakanı açıkca gösterir; ayet-i Kur’an-iye de hakikatleri aynen ayna gibi açık ve aşikar gösterir. Tabiiki bakabilene..

Gıybet bir ayıplamadır. Bu ayet- kerime de, altı kelimesiyle altı derece gıybeti ayıplamaktadır. Gıybetten altı mertebe şiddetle zecreder.

 giybet1

 

Bismillâhirrahmânirrahîm,

 

Yirmibeşinci Söz’ün Birinci Şu’lesinin Birinci Şuaının Beşinci Noktasının makam-ı zemm ve zecrin misallerinden olan birtek âyetin, mu’cizane altı tarzda gıybetten tenfir etmesi; Kur’an’ın nazarında gıybet ne kadar şeni’ bir şey olduğunu tamamıyla gösterdiğinden, başka beyana ihtiyaç bırakmamış. Evet Kur’anın beyanından sonra beyan olamaz, ihtiyaç da yoktur.

 

Nasıl ki bir ayna bakanı açıkca gösterir; ayet-i Kur’an-iye de hakikatleri aynen ayna gibi açık ve aşikar gösterir. Tabiiki bakabilene.. Üstadımız gıybetle ilgili ayetin zaten açık olan ifadelerini göze göstrecek inşallah.

 

İşte 

اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا

(“Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” Hucurât Sûresi, 49:12.)

âyetinde altı derece zemmi, zemmeder.

 

Gıybet bir ayıplamadır. Bu ayet- kerime de, altı kelimesiyle altı derece gıybeti ayıplamaktadır. Gıybetten altı mertebe şiddetle zecreder.

 

Malûmdur: Âyetin başındaki hemze, sormak (âyâ) manasındadır. O sormak manası, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer. Her kelimede bir hükm-ü zımnî var.

 

Yani ‘e yuhıbbü’ deki ‘e‘, sormak manasındadır ve her kelimenin başında bu kelimeyi mukadder olarak kabul ederek, meseleyi sorarak öğreneceğiz.

 

İşte birincisi, hemze ile der:

Âyâ, sual ve cevab mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şey’i anlamıyor?

 

‘e yuhıbbü’ deki e kelimesi, soruyorum, yani âyâ demektir. Soran Kur’an-ı Kerimdir, bizlere sormaktadır. Sormak ve cevab vermek mahalli akıldır.

O ‘e’ ile diyor ki, bu akıl sormayı anlıyor, cevabı anlıyor da; bu derece çirkin bir şey olan gıybeti neden anlamıyor?

 

Biz de sorulan bu soruya cevab bulalım arkadaşlar. Aklımızın çalışma tarzı sormak ve cevab mahalli olmaktır. Bu derece ciddi bir işi yapıyor, anlıyor ama gıybet gibi çirkin bir şeyi neden anlamıyor diye kendimize soralım.Ve herkes kendine cevabını verebilir.

 

İkincisi,

يُحِبُّ

lafzıyla der:

 

Ayetin yazılışına bakarsak ikinci kelime budur. Bu kelimenin başına âyâ yani sormak manasını koyarak, Kur’an-ı Kerim bir soru daha soracak bizlere;

 

Âyâ, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?

 

‘yühıbbü’ sevmek manasınadır. Sevmek ve nefret etmek kalbin bir hassasıdır; bu manalara kalb mahall dir. Kur’an-ı Kerim bize bu ikinci kelimeyle, “kalbiniz bozulmuşmi ki; yaradılışı harika olan bu kalb böyle menfur nefret edilecek bir şeyi sever” sorusunu yöneltyor.

 

Üçüncüsü,

اَحَدُكُمْ

 

Manası; sizden biriniz demektir. Bu kelimeninde başına sormak manasını koyarak Kur’an-ı Kerim bize üçüncü soruyu soracak.

 

Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?

 

Gıybet bulaşıcı bir hastalık gibidir toplumsal faciaya sebeb olabilir. Köyleri birbirinie kırdırtabilir.

Sizden biriniz derken, Siz kelimesi cemaati ifade eder, çünkü çoğulu ifade ediyor. ‘biriniz’ derken ferdi ifade ederki bu kelimenin başına da soruyorum kelimesi geliyor.

‘hayat-ı içtimaiye’ cemaatten hayatını alır. ‘Gıybet ise bu cemaatin hayatını zehirleyen bir illettir. Halbuki ictimai hayat ve medeniyet, gıybeti kabul etmez. O halde size ne olmuşki bu zehiri kabul ediyorsunuz?’

 

Dördüncüsü

اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ

 

kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?

 

‘lahm’ et demektir, ‘ekel’ ise yemek demektir. Bir arkadaşı yemek parçalamak canavarlıktır. Halbuki gıybeti yapılan kişi senin tanıdığın bir arkadaşındır.

 

Arkadaşının etini yemek canavarlıktır; demek gıybet bir canavarlıktır. Nasıl oluyorda bu canavarlığı kabul ediyorsunuz?

 

Beşincisi

اَخِيهِ

 

‘ehi’ kardeş demektir, kardeş kelimesi sevgi kelimesini beraberinde taşır.

 

‘ehi’ kelimesiyle der; Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsızca dişliyorsunuz?

 

Gıybet ise canavarın dişleri gibidir, onu ağzına alan, canavar dişlerini ağzına takmış olur ve çok cihetlerle kardeşi olan dostunu arkadaşını dişlemektedir. Kur’an-ı Kerim bizlere, sizin sıla-i rahminiz yokmu diyerek, hem cinsinize şefkatiniz yokmu diyerek, bu duygularımızı nazara veriyor ve gıybet bizdeki bu duyguları yok etmekte olduğunu ifade etmektedir.

 

Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?

 

Bu ilginç bir ifadedir. Bir insanın kendi kendini dişlemesi tabiiki akılsızlık. Ama gıybetle münasebeti nasıl olabilir derseniz?

 

Mahşerde, hesap gününde, bazı insanlar bakacaklarki, defterlerinde bir suru namaz niyaz, hac Kur’an-ı Kerim okumalar. Şaşıracaklar,

‘ya Rabbi ben bunlardan hiçbirini yapmadımki bu nasıl olabilir?’ diyecekler,

 

Cenab-ı Hakk’da ona,

‘falancalar senin gıybetini yaptılar bende onların ibadetini onların defterinden sildim senin defterine yazdım’ der.

 

Ve mahşerde bazı insanlarda amel defterlerin yaptıkları ibadetleri göremeyince şaşıracaklar ve hayret edecekler;

‘ya Rabbi yaptığımız ibadetlerimiz nerede?’

 

Allah’da onlara;

‘Siz falancanın gıybetini yaptınız, sizin amellleriniz onun defterine geçti.’ diyecek.

 

İşte kişinin kendi eliyle kendini azaba atması, cehennemdeki zebanilerin onu parçalamasına atması… Bu akıbet dünyadayken belliydi. Önce kişi kendi ağzıyla kendini dünyada parçaladı, sonra ahirette karşılığını gördü. Sizce bunu akıl kabul eder mi?

Tırnak kadar aklı olanın aklı bu zararı kabul etmez.

 

Altıncısı

مَيْتًا

 

Bu gerçekten çok diikkat edilmesi gereken bi husus arkadaşlar.

 

Özellikle bu zaman da ibadet etmek kolay mıdır? Çoğu kimse ibadet edemezken, zaten çok kusurlarla ancak yapabildiği, zar zor kazandğı ibadeti ne kadar kolay elimizden çıkarabiliyoruz. Ya ibadeti yapamayanlar ve gıybet edenlerin durumu.. Evet çok acı bir durum. Zaten yapılan ibadet ağızdan çıkna boş bir lafla nasıl heba ediliyor; ibadet edemediği halde gıybet edenlerde mahşerde sahifeler açıldığı zaman, bakacaklarlar hiç yapmadğı bir sürü günahlar defterine yazılmış. Kendinde sevab olmadığından gıybet ettiği kişinin günahları ona binmiş. Günahlar çok ağır bir yüktür. Bu yük sahibini aşağılara düşürür.

 

‘meyten’ manası ölmüş demektir.

 

kelâmıyla der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?

 

Bir kardeşiniz öldüğünde onun için üzülürsünüz ramet duaları edersiniz, halbuki öyle yapmayıp, yerine ölmüş kişi ziyafet sofrası gibi görüp, eline çatal bıcağı alıp, etini kesip kesip yiyorsunuz. Nerede vicdan? Nerede fıtrat?

 

İnsan etini hayvanlar canavarlar bile kolay kolay yemezler. Leş yiyen hayvanlar bile kolay kolay yemezler. Size ne olmuşki gıybetle ölmüş kardeşinizin etini iştahla yiyorsunuz?

 

Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delaletiyle: Zemm ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak nasıl şu âyet, îcazkârane altı mertebe zemmi zemmetmekle, i’cazkârane altı derece o cürümden zecreder.

 

Sual;

– Eskiden birinin hakkında gıybet yapıldığında etraf çiğ et kokusu yayılırmış. Aslında şimdi de yayılıyormuş fakat biz bu kokuya alışmısız?

 

El cevap; 

– Evet, bu durum peygamber efendimiz zamanında farklı şekilde yaşanmış;

 

Efendmiz asv. ashabına oruç tutmalarını emretmiş ve ben izin vermeden kimse orucunu bozmayacak demiş. Ashab, oruç tutmuş akşam olmuş herkes sırasıyla gelmiş efendimizden iftar için izin istemiş, herkese izin vermiş ama iki kadına izin vermemiş. Siz zaten orucunuzu bozmuşsunuz der.

 

Kadınlar şaşırırlar bişey yemek içmedik derler. Efendimizde yediklerini ağzınızda istifra ediniz der. İstifra ederle ki; Ağızlarından iğrenç parçalar çıkar. Kadınlarda hayret ederler. Bu nedir ey Allah’ın Rasulu derler. Efendimizde onlara; bu gördukleriniz sizin gıybetlerinizdir der.

 

 

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

el Fatiha

 

 


 

 

 

 

 

 

Bismillâhirrahmânirrahîm,

 

Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez. Nasıl meşhur bir zât demiş:

 

“Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünki gıybet; zaîf ve zelil ve aşağıların silâhıdır.”

 

Ne kadar guzel kelimeler. İçten pazarlıklı, korkak, kişinin kuyusunu arkadan kazan yalaka tipli insanlar gıybet ederler. İzzet i nefis sahibi karakterli şahsiyetli insanlar bu pis silaha ellerini sürmezler.

 

Üstadımız ‘nefs herşeyden edna’ der. Yani herşeyden aşağı diyor. Ama gıybetten yukarıdır. Gıybet nefsden de aşağı bir aşağılıktır.

 

Peki hangi durumlar gıybet olur yada gıybete benzer ama gıybet olmaz?

 

Gıybet odur ki; Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı.

 

Evet, bazıları gıybet ederler, Ona derlerki ”ya adamın arkasından konuşma’. Kişi de derki ben bunun onun yanındada söylerim. Bu mantık söylenenin gıybet olmasını engellemez. İfadeye bakarsak; gıybet edilen adam hazır olsa ve işitse, söylenenlerden memnun olmasa çirkin görüp darılsa, o takdirde söylenenler gıybet olur.

 

Peki ya söylediği doğruysa?

 

Üstadı dinleyelim;

 

Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.

 

Şeriatte iftiranın cezası vardır. Bu şartlarda cezaya çarptıralamayacağına göre, ona başka türlü cezayı kader-i ilahi verecektir. Bu durumda gıybet eden kişi heran bir belayı beklesin ve bir belanın gelmesinden hiç de şübhe etmesin. Zira bir bela gelirse şanslı sayılır çünkü bu ceza dünyada tahsil edilmiş olur, eğer bela gelmezse bu ceza ahirete kalır. Bu durum kadar talishsizlik olamaz..

 

Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir:

Birisi: Şekva suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.

 

Yani kişini polise gidip kendine haksız yapanın haksızlıklarını anlatması gıybet değildir. Diğer kurumlara müracaat da böyledir.

Veya hakkını alıp verecek bir muteber kişiye muracaat etmesi haksızlık edenin yaptıklarını anlatması ve hakkının kendine verilmesini istemesi gıybetin caiz olduğu bir durumdur.

 

Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesaî etmek ister. Senin ile meşveret eder. Sen de sırf maslahat için garazsız olarak, meşveretin hakkını eda etmek için desen: “Onun ile teşrik-i mesaî etme. Çünki zarar göreceksin.”

 

Siz, benim de tanıdığım biriyle ortak bir ticaret etmek istiyorsunuz, emin olmak için bana gelidniz ve şu kişiyle iş yacağız ama uygun mudur diye istişare ettiniz. Ben adamı iyi tanıyorum, yalancının, üç kağıtcının biri olduğunu biliyorum. Size diyorum ki; ‘ben bu adamı iyi tanıyorum ve onunla ortak iş yapmayın zira zarar görürsünüz’. Ama ben bunu derken, tanıdığım adama garazımdan dersem, gıybet etmiş olurum. Ama istişarenin hakkını eda etmek ve garaz katmadan dersem, gıybetin caiz olduğu bir iş yapmış olurum,

 

Birisi de: Maksadı, tahkir ve teşhir değil; belki maksadı, tarif ve tanıttırmak için dese: “O topal ve serseri adam filân yere gitti.”

 

Yada, kör hafız, topal şükrü gibi. Bu durum bu kişilerin tanınmaları için bir alem olmuştur, bunu onlarda kaubl etmişlerdir. Ama bunu diyen kişi onların kusurlarıyla alay niyetiyle derse gıybet etmiş olur. Ama tarif maksadıyla derse gıybet olmaz.

 

Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor.

 

Askerde arkadaşlarla dini sohbet etmek için istirahat vaktinde ağaçların altına gittik, bizden önce gelenler vardı içlerinden birisi işlediği zina gibi sefih fiillerini ballandıra ballandıra anlatıyordu. Diyerleri de pürdikkat onu dinliyorlardı. Bizler orada selam kelam dini konular konuşunca, adamın konsantrasyonu bozulda anlatacaklarını anlatamadı orayı terk etti.

Şimdi, bu süfliyatını anlatan adam benim bir dostumun evine gidebilir, onlara yakın olabilir. Bu durumda ben, bu adama garaz niyetiyle değil, belki arkadaşımı bu adamın şerrinden korumak niyetiyle; o kişi şöyle şöyle biridir diyerek yardımcı olabilirim. Eğer niyetimde garaz yoksa gıybet olmaz. Ama adama garazımdan dersem; doğru dersem gıybet olur, yalan dersem hem gıybet hem iftira olur.

 

İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir.

 

Bu durumlarda önce kişi kendi kalbini yoklasın. Niyetini belirlesin. Ne maksatla söylediğini bilsin. Bu mahsus maddeler haricinde niyetin halis olması diye bişey olmaz. Bu mahsus maddelerde niyetimiz çok önemli; maslah olmalı, garaz olmamalı.

 

Yoksa gıybet, nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi a’mal-i sâlihayı yer bitirir.

 

Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit

اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لَناَ وَلِمَنِ اغْتَبْنَاهُ

 (“Allahım, bizi ve gıybetini ettiğimiz zâtı mağfiret et.” Suyûtî, el-Fethu’l-Kebîr, 1:87)

demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, “Beni helâl et” demeli.

 

Evet, önce tevbe etmeli, sonra gıybet ettiği adama rast geldiğindede ondan helallik istemeli. Eğer adam yaşıyorsa ölmeden helallik almak lazım. Ama adam ölmüşse helallik nasıl alınır bilemiyorum. Yani gıybet ederken bunuda hesaba katmak lazımdır.

 

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

el Fatiha

 

 

Risale-i Nur Sohbetleri

Muhabbet-i Bakiye

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir