Günün Risale-i Nur Dersi

harp

Well-known member
Uzayda her vakit kıyameti gösteren...
13 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Ey Fa’âlün limâ Yürid,
Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir nümune-i haşir ve kıyamet göstermek, bir saatte yazı kışa ve kışı yaza döndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem gayba göndermek misilli şuûnatta bulunan kudretin, dünyayı âhirete çevirecek ve âhirette şuûnat-ı sermediyeyi gösterecek işaretini veriyor.
Ey Kadîr-i Zülcelâl,
Cevv-i fezadaki hava, bulut ve yağmur, berk ve ra’d Senin mülkünde, Senin emrin ve havlinle, Senin kuvvet ve kudretinle musahhar ve vazifedardırlar. Mahiyetçe birbirinden uzak olan bu feza mahlûkatı, gayet sür’atli ve âni emirlere ve çabuk ve acele kumandalara itaat ettiren Âmir ve Hâkimlerini takdis ederek rahmetini medh ü senâ ederler.
Ey arz ve semâvâtın Hâlık-ı Zülcelâli,
Senin Kur’ân-ı Hakîminin talimiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle iman ettim ve bildim ki:
Nasıl semâvât yıldızlarıyla ve cevv-i feza müştemilâtıyla Senin vücub-u vücuduna ve Senin birliğine ve vahdetine şehadet ediyorlar. Öyle de, arz, bütün mahlûkatıyla ve ahvâliyle Senin mevcudiyetine ve vahdetine, mevcudatı adedince şehadetler ve işaretler ederler.
Evet, zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanlarında her senede urbasını değiştirmek gibi hiçbir tebeddül—cüz’î olsun, küllî olsun—yoktur ki, intizamıyla Senin vücuduna ve vahdetine işaret etmesin.
Hem hiç bir hayvan yoktur ki, zaafiyet ve ihtiyacının derecesine göre verilen rahîmâne rızkıyla ve yaşamasına lüzumlu bulunan cihazatın hakîmâne verilmesiyle, Senin varlığına ve birliğine şehadeti olmasın.
Hem her baharda gözümüz önünde icad edilen nebatat ve hayvanâttan hiçbir tanesi yoktur ki, san’at-ı acîbesiyle ve lâtif ziynetiyle ve tam temeyyüzüyle ve intizamıyla ve mevzuniyetiyle Seni bildirmesin.
Ve zemin yüzünü dolduran ve nebatat ve hayvanat denilen kudretinin hârikaları ve mucizeleri, mahdut ve maddeleri bir ve müteşabih olan yumurta ve yumurtacıklardan ve katrelerden ve habbe ve habbeciklerden ve çekirdeklerden yanlışsız, mükemmel, süslü, alâmet-i fârikalı olarak yaratılışları, Sâni-i Hakîmlerinin vücuduna ve vahdetine ve hikmetine ve hadsiz kudretine öyle bir şehadettir ki, ziyanın güneşe şehadetinden daha kuvvetli ve parlaktır.
Hem, hava, su, nur, ateş toprak gibi hiçbir unsur yoktur ki, şuursuzluklarıyla beraber şuurkârâne, mükemmel vazifeleri görmesiyle; basit ve istilâ edici, intizamsız, her yere dağılmakla beraber, gayet muntazam ve mütenevvi meyveleri ve mahsulleri hazine-i gaybdan getirmesiyle, Senin birliğine ve varlığına şehadeti bulunmasın. (Lemalar, Münacat)
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
Ahvâl : Haller, Vaziyetler
Alâmet-İ Farika : Ayırt Edici İşaret
Aleyhissalatü Vesselâm : Allah’ın Salât Ve Selâmı Onun Üzerine Olsun
Alîmâne : Herşeyi Çok İyi Bilerek
Âmir : Emreden
Arz : Dünya
Berk : Şimşek
Cevv : Hava, Gök Boşluğu
Cevv-İ Feza : Uzay Boşluğu
Cihâzât : Donanım, Cihazlar
Cüz’î : Az, Küçük
Delâlet Etmek : Delil Olmak, İşaret Etmek
Ehadiyet : Allah’ın Birliğinin Ve İsimlerinin Herbir Varlıkta Ayrı Ayrı Tecellî Etmesi
Fa’âl-İ Hallâk : Herşeyi Yaratan, Dilediğini Dilediği Yapan Allah
Fa’âlün Limâ Yürid : Dilediğini Mükemmel Şekilde Yapan
Faide : Fayda
Fâtır-I Kàdir : Herşeye Gücü Yeten Yaratıcı; Allah (C.C.)
Fettâh-I Alâm : Herşeyi En İnce Ayrıntılarına Varıncaya Kadar Bilen Ver Her Şeye Ayrı Ayrı Sûretler Veren; Allah
Feza : Uzay
Gayb : Bilinmeyen Ve Görünmeyen Âlem
Habbe : Tane, Tohum
Hadsiz : Sınırsız
Hâkim : Herşeye Hükmeden, Herşeyi Hükmü Altında Tutan, Herşeye Galip Olan Allah
Hâkimiyet : Egemenlik, Hükümranlık
Hâlık : Her Şeyi Yaratan Allah
Hâlık-I Zülcelâl : Sonsuz Ve Haşmet Ve Şeref Sahibi Yaratıcı, Allah
Hannân-I Mennân : Rahmetlerin En Hoş Cilvesini Kullarına Bağışlayan Ve Sonsuz Minnete Lâyık Olduğunu Gösterecek Şekilde Kullarını Nimetlendiren Allah
Havl : Güç, İktidar
Hayvanât : Hayvanlar
Hazine-İ Gayb : Gayb Hazinesi
Hikmet : Fayda, Gaye
İcad Etmek : Yaratmak, Var Etmek
İhata Etmek : Kuşatmak, Kapsamak
İntizam : Düzen, Tertip
İntizamsız : Düzensiz
İstihdam : Çalıştırma, Kullanma
İstilâ Edici : Kuşatıcı
İstimâl : Kullanma
Kadîr-İ Zülcelâl : Kudreti Herşeyi Kuşatan Ve Sonsuz Haşmet Ve Yücelik Sahibi Olan Allah
Katre : Damla
Kudret : Allah’ın Güç, Kuvvet Ve İktidarı
Kur’ân-I Hakîm : Her Âyet Ve Sûresinde Sayısız Hikmet Ve Faydalar Bulunan Kur’ân
Küllî : Kapsamlılık; Tür
Lâtif : İnce, Güzel, Hoş
Mahdut : Sınırlanmış
Mahiyet : Nitelik, Özellik, Esas
Mahlukât : Yaratılmışlar
Medh Ü Senâ : Övme Ve Yüceltme
Mevcudat : Varlıklar
Mevcudiyet : Varlık
Mevzuniyet : Ölçülü Olma
Misilli : Gibi
Mu’cize : Bir Benzerini Yapma Konusunda Başkalarını Âciz Bırakan Olağanüstü Şey
Muntazam : Düzenli, İntizamlı
Musahhar : Boyun Eğdirilmiş, Emre Verilmiş
Müştemilât : İçindekiler
Mütenevvi : Çeşitli
Müteşâbih : Birbirine Çok Benzeyen
Nebatat : Bitkiler
Nümune-İ Haşir : Dirilme Örneği
Ra’d : Gök Gürültüsü
Rahîmâne : Şefkatli Ve Merhametli Şekilde
Rahmet : İlâhî Şefkat, Merhamet
Resul-İ Ekrem : Allah’ın En Şerefli Ve Değerli Elçisi Olan Hz. Muhammed (A.S.M.)
Rızık : Allah’ın İhsan Ettiği Nimetler, Yiyecekler
San’at-I Acîbe : Hayrette Bırakan Ve Hayranlık Veren San’at
Sâni-İ Hakîm : Herşeyi San’atla Ve Hikmetle Yaratan Allah
Semâvât : Gökler
Sür’atli : Hızlı
Şâmil : Kapsayan
Şehadet : Şahitlik
Şuûnat : Cenâb-I Hakkın Yüce Sıfatlarının Mahiyetlerinde Bulunan Ve Onları Tecellîye Sevk Eden Zâtına Ait Kutsal Özellikler
Şuûnat-I Sermediye : Sonsuz Olan Allah’ın Zâtına Mahsus İşleri
Şuurkârâne : Şuurlu Ve Bilinçli Bir Şekilde
Şuursuzluk : Bilinçsizlik, İdraksizlik
Tahavvül : Değişim, Başkalaşma
Takdis Etmek : Allah’ın Her Türlü Eksiklik Ve Çirkinlikten Yüce Olduğunu İlân Etmek
Tebeddül : Değişim
Temeyyüz : Benzerlerinden Farklı, Üstün Olan
Urba : Elbise
Vâcibü’l-Vücud : Varlığı Gerekli Olan, Var Olmak İçin Hiçbir Sebebe İhtiyacı Bulunmayan Allah
Vahdet : Allah’ın Birliği
Vahdet : Birlik
Vâhid-İ Ehad : Bir Olan Ve Birliği Her Bir Şeyde Görülen Allah
Vazifedar : Vazifeli
Vehhâb-I Rezzâk : Çok Fazla Bağışta Bulunan Ve Bütün Yaratılmışların Rızkını Veren; Allah
Vücub-U Vücud : Allah’ın Varlığının Zorunlu Olması
Vücud : Varlık, Var Oluş
Zaafiyet : Zayıflık, İhtiyaç Hâli
Zemin : Yer
Ziya : Işık, Parlaklık
Ziynet : Süsâhiret : Öteki Dünya, Öldükten Sonraki Hayat
 

harp

Well-known member
Risalelerin hedefi dünya değildir
14 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
“Sen ve bir iki risalen rejime ve usulümüze muhalif gidiyorsunuz.”
Elcevap: Evvelen, bu yeni usulünüzün, münzevîlerin çilehanelerine girmeye hiçbir hakkı yoktur.
Saniyen: Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır.
Ehl-i hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz. İdare ve âsâyişe ilişmeyen şiddetli muhalifler, her hükûmette bulunur. Hattâ, Hazret-i Ömer’in (r.a.) taht-ı hâkimiyetindeki Hıristiyanlara kanun-u şeriatı ve Kur’ân’ı inkâr ettikleri halde ilişilmiyordu.
Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile, Risale-i Nur’un bir kısım şakirtleri, idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usulünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse, hattâ rejimin sahibine adavet etse, onlara kanunen ilişilmez.
Risaleler ise, o gibi risalelere mahrem demişiz, neşrini men etmişiz. Hattâ bu defa bu hâdiseye sebebiyet veren risale, Kastamonu’da sekiz sene zarfında bir veya iki defa birtek nüsha birisi bana getirdi. Aynı günde kaybettirdik. Şimdi siz onu zorla teşhir ediyorsunuz ve iştihar da etti.
Malûmdur ki, bir mektupta kusur olsa, yalnız o kusurlu kelimeler sansür edilir, mütebâkisine izin verilir. Eskişehir Mahkemesinde dört ay tetkikat neticesinde, yüz Nur Risalelerinde medar-ı tenkit yalnız on beş kelime bulmaları ve şimdi dört yüz sahifeli Zülfikar’ın yalnız iki sahifesinde irsiyet ve tesettür âyetlerinin otuz sene evvel yazılmış tefsiri bulunması ve şimdiki kanun-u medenîye uygun gelmemesi kat’î ispat eder ki, onun hedefi dünya değil. Herkes ona muhtaçtır. O dört yüz sahifelik herkese menfaatli Zülfikar iki sahife için müsadere edilmez. O iki sahife çıkarılsın, o mecmuamız bize iade edilsin; ve onun iadesi hakkımızdır.
Eğer dinsizliği bir nevi siyaset zannedip, bu hâdisede bazılarının dedikleri gibi derseniz, “Bu risalelerinle medeniyetimizi, keyfimizi bozuyorsun;” ben de derim: “Dinsiz bir millet yaşayamaz” dünyaca bir umumî düsturdur. Ve bilhassa küfr-ü mutlak olsa Cehennemden daha ziyade elîm bir azabı dünyada dahi verdiğini, Risale-i Nur’dan Gençlik Rehberi gayet kat’î bir surette ispat etmiş. O risale ise, şimdi resmen tab edildi.
Bir Müslüman el-iyâzü billâh, eğer irtidat etse, küfr-ü mutlaka düşer; bir derece yaşatan küfr-ü meşkûkte kalmaz. Ecnebi dinsizleri gibi de olmaz. Ve lezzet-i hayat noktasında, mâzi ve müstakbeli olmayan hayvandan yüz derece aşağı düşer. Çünkü, geçmiş ve gelecek mevcudatın ölümleri ve ebedî müfarakatları, onun dalâleti cihetiyle, onun kalbine mütemadiyen hadsiz firakları ve elemleri yağdırıyor. Eğer iman gelse, kalbe girse, birden o hadsiz dostlar diriliyorlar. “Biz ölmemişiz, mahvolmamışız” lisan-ı halleriyle diyerek, o Cehennemî hâlet, Cennet lezzetine çevrilir.
Madem hakikat budur. Size ihtar ediyorum: Kur’ân’a dayanan Risale-i Nur ile mübareze etmeyiniz. O mağlûp olmaz, bu memlekete yazık olur. O başka yere gider, yine tenvir eder.
Hem eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem. (Şualar)
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
Adâvet : Düşmanlık
Âyet : Kur’ân’ın Her Bir Cümlesi
Azab : Acı, Sıkıntı
Cihet : Yön, Taraf
Dalâlet : Hak Yoldan Ayrılma, Sapkınlık
Düstur : Kural, Prensip
Ebedî : Sonu Olmayan, Sonsuz
Ecnebi : Yabancı
Elem : Acı, Keder, Sıkıntı
Elîm : Elemli, Acı Verici
El-İyâzü Billâh : Allah Korusun; Allah’a Sığınırım
Firak : Ayrılık
Hadsiz : Sonsuz
Hâlet : Vaziyet, Durum, Hâl
İrsiyet : Miras Meselesi
İrtidat : Hak Dinden Çıkma
İştihar : Meşhur Olma
Kanun-U Medenîye : Medeni Kanun
Küfr-Ü Meşkûk : İnkârda, Küfürde Şüpheye Düşme; Şüpheli Küfür
Küfr-Ü Mutlak : Tam Bir Küfür, İnkâr Ve Hiçbir Kutsal Değere İnanmama
Lezzet-İ Hayat : Hayatın Zevk Ve Lezzeti
Lisan-I Hâl : Hâl Ve Beden Dili
Mahrem : Gizli, Kişiye Özel
Mâzi : Geçmiş Zaman
Mecmua : Kitap
Medar-I Tenkit : Tenkide Sebep
Men Etme : Engelleme, Yasaklama
Mevcudat : Varlıklar
Muhalif : Aykırı, Zıt
Müfarakat : Ayrılıklar
Müsâdere : Yasak Edilen Bir Şeyin Kanuna Göre Elden Alınması
Müstakbel : Gelecek Zaman
Mütebâki : Geri Kalan Kısım
Mütemadiyen : Sürekli Olarak
Neşr : Yayma
Nevi : Tür, Çeşit
Nüsha : Kopya
Risale : Küçük Kitap, Mektup
Sansür : Yayınlanacak Bir Şeyin Kontrol Edilmesi Ve Gereken Düzeltmelerin Yapılması
Sebebiyet Veren : Sebep Olan
Suret : Şekil, Biçim
Şakirt : Öğrenci, Talebe
Tab Edilmek : Basılmak
Tefsir : Açıklama, Yorum
Tesettür : Örtünme
Teşhir : Sergileme
Tetkikat : Araştırma, İnceleme
Umumî : Genel, Yaygın
Usul : Temel Prensipler
Zarfında : İçinde
Ziyade : Fazla
Zülfikar : Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân’a Ve Peygamberimize (A.S.M.) Dair Bir Eseri
 

harp

Well-known member
Baskıya karşı hiç boyun eğmedim
16 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Aziz kardeşlerim,
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir.
Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır.
Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.
Meselâ, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hâdiselerle sabit olmuş.
Meselâ, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak,
Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor.
Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.
Evet, meselâ seksen bir hatâsını mahkemede ispat ettiğim bir müdde-i umumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. düsturu ile—ki “Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk—çocuğu mesul olamaz”—işte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım.
Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir.
Mezkûr âyetin düsturuyla vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, “Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.”
Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, “Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenâb-ı Hakkın vazifesidir” deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur’ân’dan ders almışım. (Emirdağ Lahikası 2, En son mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
Âlem-İ İslâm : İslâm Âlemi
Aleyhisselâm : Allah Selâmı Onun Üzerine Olsun
Âsâyiş : Bir Yerin Düzen Ve Güvenlik İçinde Bulunması Durumu, Güvenlik
Aziz : Çok Değerli, İzzetli
Cenâb-I Hak : Hakkın Ta Kendisi Olan Şeref Ve Yücelik Sahibi Allah
Cihad : Allah İçin Kutsal Şeyleri Koruma Gayret Ve Mücadelesi
Cihad-İ Mânevî : İlim, Fikir, Dua Gibi Mânevi Unsurlarla Din Düşmanlarına Karşı Mücadele
Dahilî : İçe Ait
Düstur : Kural, Prensip
Hakikat : Doğru, Gerçek
Hakikî : Gerçek
Hâricî : Dışarıya Ait, Dış İle Alâkalı
Hizmet-İ İmaniye : İman Hizmeti
İçtihad : Dinen Kesin Olarak Belirtilmeyen Bir Konuda Kur’ân Ve Hâdise Dayanarak Hüküm Çıkarma
İhlâl Edici : Bozucu, Karıştırıcı
İhlâs : İbadet Ve Davranışlarda Sadece Allah Rızasını Gözetme; Samimiyet
İnayet : Allah’ın Yardım Ve Şefkati
İnâyet-İ İlâhiye : Allah’ın İnâyeti, Şefkat Ve Yardımı
İntişar : Yayılma
İstimal Edilme : Kullanılma
Kemâl-İ Ferah : Mükemmel Bir Rahatlık, Huzur, Neşe
Menfî Hareket : Yıkmak, Yakmak, Saptırmak, İnkâr Etmek Gibi Olumsuz Ve Yıkıcı Hareket, Davranış
Meslek : Hizmet Yolu, Ekolü
Mesrurâne : Sevinçli Bir Şekilde
Mezkûr : Adı Geçen
Misal : Örnek
Muamele : Davranış
Muhafaza : Koruma
Muhafaza Etmek : Korumak
Muhafız : Koruyan
Muharebat : Harpler, Savaşlar
Mukabele Etmek : Karşılık Vermek
Muvaffak Etmek : Başarıyı Sağlamak, Oluşturmak
Mücahid : Cihad Eden
Müdde-İ Umumî : Savcı
Mükellef : Birşeyi Yapmaya Mecbur Olan, Yükümlü
Müsbet : Olumlu, Yapıcı
Müsbet Hareket : Yapmak, Yol Göstermek, Yardım Etmek Gibi Olumlu Ve Yapıcı Hareket, Davranış
Müştak : Arzulu, Çok İstekli
Rahmet-İ İlâhiye : Allah’ın Her Şeyi Kuşatan Sonsuz Rahmeti
Rıza-Yı İlâhî : Allah’ın Rızası
Salisen : Üçüncü Olarak
Şükür : Allah’ın (C.C.) Nimetlerine Karşı Memnunluk Gösterme; Allah’a Teşekkür Etme
Tab Edilmek : Basılmak
Tahakküm : Baskı, Zorbalık
Tahribat : Tahripler, Yıkıp Bozmalar
Tecavüz : Saldırı, Haddi Aşma
Terzil : Rezil Ve Alçak Gösterme
Umum : Bütün
Vazife-İ İlâhiye : Allah’a Ait Olan İş
Zaruret : Zorunluluk, Mecburiyet
 

harp

Well-known member
İslamiyet aleminin güneşi Kur'an'dır
17 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Kur’ân;
• Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi,
• ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi,
• ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri,
• ve zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlâhiyenin mânevî hazinelerinin keşşâfı,
• ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikın miftahı,
• ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı,
• ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan ve âlem-i gayb cihetinden gelen iltifâtât-ı ebediye-i Rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hazinesi,
• ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi,
• ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritası,
• ve zat ve sıfât ve esmâ ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı kàtıı, tercüman-ı sâtıı,
• ve şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin mâ ve ziyâsı,
• ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi,
• ve insaniyeti saadete sevk eden hakikî mürşidi ve hâdîsi,
• ve insanlara
hem bir kitab-ı şeriat,
hem bir kitab-ı dua,
hem bir kitab-ı hikmet,
hem bir kitab-ı ubudiyet,
hem bir kitab-ı emir ve dâvet,
hem bir kitab-ı zikir,
hem bir kitab-ı fikir,
• hem insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi bir kitâb-ı mukaddes,
• hem bütün evliya ve sıddîkînin ve urefa ve muhakkıkînin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitâb-ı semavîdir.
Kur’ân, Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi, Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır.
• Hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır.
• Hem bütün semavât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır.
• Hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir.
• Hem saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir.
• Hem rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir.
• Hem ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır.
• Hem İsm-i Âzamın muhîtinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmet-feşan bir kitab-ı mukaddestir.
• Ve şu sırdandır ki, Kelâmullah ünvanı, kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş ve daima da veriliyor. (İşaratül İcaz)
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
Âlem-İ Gayb : Görünmeyen Âlem, Âhiret Âlemi Ve Mânevî Âlemler
Âlem-İ Gayb Ve Şehadet : Görünen Ve Görünmeyen Âlem
Âlem-İ İnsaniyet : İnsanlık Dünyası
Âlem-İ Mânevî : Mânevî Âlem, Madde Ötesi Âlem
Âlem-İ Şehadet : Görünen Âlem, Dünya
Arş-I Âzam : Allah’ın Büyüklük Ve Yüceliğinin Ve Herşeyi Kuşatan Sınırsız Egemenliğinin Tecelli Ettiği Yer, Makam
Arz : Dünya
Avâlim-İ Uhreviye : Öldükten Sonraki Hayata Ait Dünyalar, Âhiret Âlemleri
Âyât-I Tekvîniye : Kâinattaki Allah’ın Varlığına Ve Birliğine Olan Deliller
Beyan : Açıklama, Anlatım
Bürhan-I Kàtı : Kesin Delil
Câmi : Kapsamlı
Cihet : Şekil, Yön
Esmâ : Allah’ın İsimleri
Esma-İ İlâhiye : Allah’ın İsimleri
Evliya : Veliler, Allah Dostları
Ferman : Buyruk, Emir
Hâcât-I Mâneviye : Mânevî İhtiyaçlar
Hâdî : Doğru Ve Hak Yolu Gösteren
Hakàik : Hakikatler, Gerçekler
Hakikî : Doğru, Gerçek
Hâlık : Her Şeyi Yaratan Allah
Hendese : Plân, Proje
Hikmet-İ Hakikiye : Kâinatın Yaratılışındaki İlâhi Gaye, Sır Ve Gerçekleri Bildiren İlim
Hitâbât-I Ezeliye-İ Sübhâniye : Kusur Ve Aczden Yüce Olan Allah’ın Ezelî Konuşmaları
İbraz Etmek : Ortaya Koymak, Göstermek
İltifâtât-I Ebediye-İ Rahmâniye : Allah’ın Sonsuz Rahmetiyle Kullarına Ebediyen Lütuf Ve İyilikte Bulunması
İnsaniyet : İnsanlık
İnsaniyet-İ Kübrâ : En Büyük İnsanlık, İnsana Yakışır Hâl Ve Davranış Prensiplerinin Tümünü Üzerinde tOplayan İslâmiyet
İsm-İ Âzam : Cenâb-I Hakkın Bin Bir İsminden En Büyük Ve Mânâca Diğer İsimleri Kuşatmış Olanı
Kavl-İ Şârih : Açıklayıcı Söz; Kesin Delil
Kelâm : İfade, Söz
Keşşâf : Keşfeden, Gizli Şeyleri Bulup Meydana Çıkaran
Kitab-I Dua : Dua Kitabı
Kitab-I Emir Ve Dâvet : Emir Ve Hakikate Çağrı Kitabı
Kitab-I Fikir : Fikir Kitabı
Kitab-I Hikmet : Hikmet Kitabı
Kitab-I Kebir-İ Kâinat : Büyük Kâinat Kitabı
Kitab-I Mukaddes : Kutsal Kitap
Kitab-I Semâvî : Semâdan Gelmiş İlâhî Kitap
Kitab-I Şeriat : Din Ve Hukuk Kitabı
Kitab-I Ubûdiyet : Kulluk Kitabı
Kitab-I Zikir : Zikir Kitabı
Lisan : Dil
Mâ : Su
Merci : Kaynak, Merkez
Mertebe-İ Âzam : En Büyük Mertebe, Derece
Mesâk : Sevk Edilecek Yer; Hedef Ve Gayeye Ulaştıran Yollar
Meşrep : Hareket Tarzı, Metot
Mevcudat : Varlıklar, Var Edilenler
Mezâk : Zevk, Anlayış
Miftah : Anahtar
Muhakkıkîn : Gerçekleri Araştıran Ve Hakikatleri Delilleriyle Bilen Âlimler
Muhtelif : Çeşitli, Farklı
Mukaddes : Her Türlü Çirkinlik Ve Eksiklikten Yüce, Kutsal
Mukaddes : Kutsal
Muvafık : Lâyık, Uygun
Muzmer : Gizli, Saklı
Müfessir : Bir Şeyi Mânâ Bakımından Tefsir Eden, Yorumlayan
Mükâleme : Konuşma
Mürebbî : Terbiye Edici, Eğitici, Öğretici
Mürşid : İrşad Eden, Doğru Yolu Gösteren
Mütenevvi : Çeşitli
Namına : Adına
Nev-İ Beşer : İnsanlar, İnsanlık Türü
Rab : Herbir Varlığa Muhtaç Olduğu Şeyleri Veren, Onları Terbiye Edip İdaresi Ve Egemenliği Altında Bulunduran Allah
Risale : Mektup
Rubûbiyet-İ Mutlaka : Mutlak Rablık; Allah’ın Bütün Varlıklara Yaratılış Gayelerine Ulaşmaları İçin Muhtaç Olduğu Şeyleri Vermesi, Onları Terbiye Edip İdaresi Ve Egemenliği Altında Bulundurması
Saadet : Mutluluk
Semavat : Gökler
Sıddıkîn : Daima Doğruluk Üzere Olan, Allah’a Ve Peygambere Bağlılıkta En İleride Olanlar
Sıfât : Sıfatlar; Allah’ın Yüce Zâtını Niteleyen İlâhî Özellikler, İlim, Kudret, Hayat Gibi
Sutûr-U Hâdisât : Cenab-I Hak Tarafından Kâinat Kitabında Satırlar Gibi Yazılan Olaylar Zinciri
Şuûn-U İlâhiye : Allah’ın Yüce Sıfatlarının Mahiyetlerinde Bulunan Ve Onları Tecelliye Sevk Eden Âtına Ait Mukaddes Özellikler
Tasvir Etmek : Anlatmak, İfade Etmek
Tazammun Etmek : İçine Almak
Tefsir-İ Vâzıh : Açık Tefsir
Tenvir Etmek : Aydınlatmak, Işıklandırmak
Tercüman-I Ebedî : Ebedî Tercüman
Tercüman-I Sâtı : Parlak, Güçlü Tercüman
Tercüme-İ Ezeliye : Ezelî Tercüme
Urefâ : Ârifler, İsim Ve Sıfatlarıyla Allah’ı Hakkıyla Tanıyanlar
Zemin : Yeryüzü, Dünya
Ziyâ : Işık; Parlaklık
 

harp

Well-known member
Kur'an'daki yeminlerin hikmeti nedir?
18 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Meselâ, “Yemin olsun güneşe ve aydınlığına.” (Şems Sûresi, 91:1.) daki kasem, On Birinci Sözdeki muhteşem temsilin esasına işaret eder; kâinatı bir saray ve bir şehir suretinde gösterir.
Hem “Yâsin. Hikmet dolu Kur’ân’a yemin olsun.” (Yâsin Sûresi, 36:1-2.) deki kasemle, i’câzât-ı Kur’âniyenin kudsiyetini ve ona kasem edilecek bir derece-i hürmette olduğunu ihtar eder.
“Kayan yıldıza yemin olsun.” (Necm Sûresi, 53:1.) “Yemin ederim yıldızların mevkilerine. Bu bir yemin ki, bilseniz, ne büyüktür!” (Vâkıa Sûresi, 56:75-76.)
deki kasem, yıldızların sukutuyla, vahye şüphe îras etmemek için cin ve şeytanların gaybî haberlerden kesilmelerine alâmet olduğuna işaret etmekle beraber, yıldızları dehşetli azametleriyle ve kemâl-i intizamla yerlerine yerleştirmek ve seyyaratları hayret-engiz bir surette döndürmekteki azamet-i kudret ve kemâl-i hikmeti, o kasemle ihtar ediyor.
“Yemin olsun rüzgâra.” (Zâriyât Sûresi, 51:1.)“Yemin olsun gönderilen meleklere.” (Mürselât Sûresi, 77:1.) deki kasemde, havanın temevvücâtı ve tasrifâtı içinde mühim hikmetleri ihtar etmek için, rüzgârlara memur melâikelere kasemle nazar-ı dikkati celb ediyor ki, tesadüfî zannolunan unsurlar, çok nazik hikmetleri ve ehemmiyetli vazifeleri görüyorlar.
Ve hâkezâ, herbir mevkiin, ayrı ayrı nüktesi ve faidesi vardır. Vakit müsait olmadığı için, yalnız icmâlen “Yemin olsun incire ve zeytine.” (Tîn Sûresi, 95:1.) kasemindeki çok nüktelerinden bir nükteye işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Cenâb-ı Hak, tîn ve zeytinle kasem vasıtasıyla azamet-i kudretini ve kemâl-i rahmetini ve büyük nimetlerini ihtar ederek, esfel-i sâfilîn tarafına giden insanın yüzünü o taraftan çevirip, şükür ve fikir ve iman ve amel-i salih ile, tâ âlâ-yı illiyyîne kadar terakkiyât-ı mâneviyeye mazhar olabilmesine işaret ediyor. Nimetler içinde tîn ve zeytinin tahsisinin sebebi, o iki meyvenin çok mübarek ve nâfi olması ve hilkatlerinde de medar-ı dikkat ve nimet çok şeyler bulunmasıdır. Çünkü, hayat-ı içtimaiye ve ticariye ve tenviriye ve gıda-yı insaniye için zeytin en büyük bir esas teşkil ettiği gibi; incirin hilkati, zerre gibi bir çekirdekte koca incir ağacının cihazatını saklayıp derc etmek gibi bir harika mucize-i kudreti gösterdiği gibi, taamında, menfaatinde ve ekser meyvelere muhalif olarak devamında ve daha sair menâfiindeki nimet-i İlâhiyeyi kasemle hatıra getiriyor. Buna mukàbil, insanı iman ve amel-i salihe çıkarmak ve esfel-i sâfilîne düşürmemek için bir ders veriyor. (Mektubat, 29. Mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
Alâmet : Belirti, İşaret
Azamet : Büyüklük, Yücelik
Azamet-İ Kudret : Allah’ın Kudretinin Büyüklüğü
Celb Etme : Çekme
Cenâb-I Hak : Hakkın Ta Kendisi Olan Şeref Ve Yücelik Sahibi Allah
Derece-İ Hürmet : Hürmet Ve Saygıya Lâyık Mertebe, Derece
Ehemmiyet : Önem
Faide : Fayda
Gaybî : Bilinmeyen, Gayb Âlemine Ait
Hâkezâ : Böylece, Bunun Gibi
Hayret-Engiz : Hayret Verici
Hikmet : İlâhî Gaye Ve Fayda
İ’câzât-I Kur’âniye : Kur’ân’ın Mu’cizeleri
İcmâlen : Kısaca
İhtar Etmek : Hatırlatmak, Uyarmak
Îras Etmek : Netice Vermek, Getirmek
Kâinat : Evren, Yaratılan Herşey
Kasem : Yemin
Kemâl-İ Hikmet : Eksiksiz, Tam Ve Mükemmel Bir Hikmet
Kemâl-İ İntizam : Mükemmel Derecede Düzenlilik
Kudsiyet : Kutsallık, Her Türlü Kusur Ve Noksandan Uzak Oluş
Melâike : Melekler
Mevki : Yer, Konum
Müsait : Uygun
Nazar-I Dikkat : Dikkatle Bakış
Nükte : İnce Ve Anlamlı Söz
Seyyarat : Gezegenler
Sukut : Düşme
Suret : Biçim, Şekil
Tasrifât : İstediği Şekilde Kullanma Ve İdare Etme
Temevvücât : Dalgalanmalar
Temsil : Analoji, Kıyaslama Tarzında Benzetme
Tesadüfî : Rastgele, Tesadüfen
Tîn : İncir
Vahy : Allah Tarafından Bir Peygambere Bildirilen Emirler Ve Bilgiler
 

harp

Well-known member
Kul, kusurlarını görüp Rabbine yönelmeli
19 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
İbadetin mânâsı şudur ki:
Dergâh-ı İlâhîde abd kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemâl-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Yani, Rububiyetin saltanatı, nasıl ki ubûdiyeti ve itaati ister. Rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki, abd, kendi kusurunu görüp, istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı batılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarra olduğunu, tesbih ile, Sübhanallah ile ilân etsin.
Hem de Rububiyetin kemâl-i kudreti dahi ister ki, abd, kendi zaafını ve mahlûkatın aczini görmekle, kudret-i Samedâniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahu ekber deyip, huzû ile rükûa gidip, Ona iltica ve tevekkül etsin.
Hem Rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki, abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyâcâtını sual ve dua lisanıyla izhar ve Rabbinin ihsan ve in’âmâtını şükür ve senâ ile ve Elhamdülillâh ile ilân etsin.
Demek, namazın ef’âl ve akvâli bu mânâları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlâhîden vaz edilmişler. (Sözler, 9. Söz )
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
Abd : Kul
Acz : Güçsüzlük
Allahu Ekber : “Allah En Büyüktür”
Azamet-İ Âsar : Eserlerin Büyüklüğü
Cemâl : Sonsuz Güzellik
Dergâh-I İlâhî : Cenab-I Allah’ın Rahmet Kapısı
Dua : Yalvarma, Yakarma
Efkâr-I Bâtıla : Asılsız, Boş Düşünceler
Ehl-İ Dalâlet : Hak Yoldan Sapmış, İnançsız Kimseler
Elhamdü Lillâh : “Her Türlü Teşekkür Ve Övgü Allah’a Aittir”
Ezkâr : Zikirler
Fakr : Fakirlik, İhtiyaç Hali
Hamd : Şükür Ve Övgü
Harekât : Hareketler
Hazine-İ Rahmet : Allah’ın Rahmet Hazinesi
Huzû : Allah’ın Büyüklüğünü Düşünerek Boyun Eğme
Hülâsa : Esas, Öz
İhsan : İyilik, Bağış
İhtiyâcât : İhtiyaçlar
İltica : Sığınma
İn’âmat : Nimetler
İstiğfar : Bağışlanma Dileme
İstihsan : Beğenme, Güzel Bulma
İzhar : Gösterme
Kâinat : Evren, Yaratılmış Herşey
Kelimât-I Mübâreke : Mübarek Kelimeler, Sözler
Kemâl-İ Kudret : Kudretin Mükemmelliği
Kudsiyet : Kusur Ve Noksandan Uzak Oluş, Kutsallık
Kusurât : Kusurlar
Lisanen : Dille
Mahlûkat : Yaratıklar
Muâllâ : Yüce
Muarrâ : Temiz, Pak, Arınmış
Muhabbet : Sevgi
Mukaddes : Kusur Ve Eksiklikten Yüce, Kutsal
Müberrâ : Arınmış, Temiz
Mücmel : Özetlenmiş
Münezzeh : Kusur Ve Eksiklikten Arınmış, Temiz
Nekâis : Noksanlıklar, Eksiklikler
Rahmet-İ İlâhiye : Allah’ın Şefkat Ve Merhameti
Saltanat : Egemenlik
Senâ : Övgü
Sual : İsteme
Sübhanallah : Allah Her Türlü Eksiklikten Sonsuz Derecede Yücedir
Takviye : Güçlendirme, Destekleme
Tekbir : Allah’ın Büyüklüğünü Dile Getirme
Tekid : Kuvvetlendirme
Tesbih : Allah’ı Her Türlü Kusurdan Yüce Tutarak Şanına Layık İfadelerle Anma
Tevekkül : Allah’a Dayanma Ve Güvenme
Ubûdiyet : Allah’a Kulluk
 

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.41.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Afyon Emniyet Müdürüne derim ki:

Müdür Bey,
Dünyada, eski zamandan beri görülmemiş bu derece kanunsuz ve mânâsız ve maslahatsız tecavüzler bana geldiği halde neden aldırmıyorsunuz? Bir misâli:

Camiye, hâlî zamanda, cemaat hayrına sahip olmak için, bazı bir iki adamdan başka kimseyi yanıma kabul etmediğim halde, resmen “Kat’iyen camiye gitmeyeceksiniz” deyip, bu gurbette, hastalık ve ihtiyarlık ve yoksulluk içinde bu ihanet hangi kanunladır? Hangi maslahat var? Haberim olmadan, camiin hâlî bir yerinde iki üç tahta, bir kilimle beni üşütmemek fikriyle bir zatın yaptığı iki kişilik bir settare yüzünden, ehemmiyetli bir mesele şeklinde, hem bana, hem umum halka mânâsız telâş vermek hangi kanunladır? Hangi maslahat var? Soruyorum.

Bana bu ihanetleri yapanların hiçbir bahaneleri yoktur. Yalnız teveccüh-ü âmmeyi bahane edip, “Bu menfî adama neden hürmet ediyorsunuz?” Ben de derim:

Bütün dostlarım biliyorlar ki, ben şahsıma karşı hürmeti ve teveccüh-ü âmmeyi istemiyorum, reddediyorum. Benim hakkımda başkalarının hüsn-ü zannını kabul etmediğim halde, hangi kanun beni mesul eder ki, ihtiyarım ve rızam haricinde, başkasının hüsn-ü zannıyla bana ihanet ediliyor? Farz-ı muhal olarak, bu teveccüh-ü âmme hakikat de olsa, vatana, millete fâidesi var, zararı olmaz.

Hem eğer bir parçasını ben de kabul etsem, bu ihtiyarlık, hastalık, yoksulluk ve soğuk bir oda içerisinde, dehşetli bir haps-i münferitte, zarurî hizmetlerimi görmek için bir-iki insanın dostluğunu kabul etmekliğimde hangi fenalık var? Hangi kanun bunu men eder? Bir iki işçi çocuktan başkasını benimle temas ettirmemek hangi kanunladır? O işçi çocuklar her vakit bulunmadığı için, kendim işimi göremiyorum. Bu dehşetli vaziyeti, elbette bu memlekette inzibat ve hükûmet ve idare adamları nazar-ı ehemmiyete almak borçlarıdır. Cidden alâkadar eder diye size beyan ediyorum.
Emirdağı’nda bir tecrid-i mutlakta

Said Nursî

Lügatler :
alâkadar : alâkalı, ilgili
beyan : açıklama, izah
bilfiil : fiilen, gerçekte, uygulamada
cemaat hayrı : namazın toplu olarak kılınmasıyla elde edilen sevap
def etme : ortadan kaldırma
emare : belirti, işaret
farz-ı muhal : olmayacak bir şeyi varmış gibi düşünme, varsayma
hakikat : asıl, gerçek, doğru
hâlî yer : ıssız, boş yer
hâlî zaman : hiç kimsenin olmadığı zaman
haps-i münferit : tek başına hapis, hücre hapsi
haricinde : dışında
hariç : dış
hüsn-ü zan : güzel düşünce
ihanet : hakaret, aşağılama
ihtiyar ve rıza : serbest bir şekilde ve kendi istediği tarzda hareket edebilme
inzibat : âsâyiş, düzen
istikbal : gelecek
maslahat : fayda, gaye
medâr-ı mesuliyet : bazı suçlardan sorumlu tutulma sebebi
men etme : yasaklama
menfî : sürgün; yabancı bir yerde mecburî ikâmete tabi tutulan kişi
mesul etme : sorumlu tutma
misal : örnek
nazar-ı ehemmiyet : önem vererek bakma
nokta-i istinad : dayanak noktası
sed çekmek : engel olmak
settâre : dışarıdan gelecek soğuk veya olumsuz şeylerden koruyacak şekilde yapılan küçük kulübe
sûret : biçim, şekil
tecavüz : haddi aşma, haksız uygulamalarda bulunma
tecrid-i mutlak : bütün insanlardan tamamen soyutlanmak
teveccüh-ü âmme : herkesin ilgisi ve sevgisi
vaziyet : durum
zarurî : zorunlu, gerekli
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ 2.2.İKİNCİ MEBHAS(DEVAMI)
DÖRDÜNCÜSÜ(DEVAMI)
Hem ezel, mazi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki ezel, mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir. Öyle ise, daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mazi tarafında bir uç tahayyül edip, ona “ezel” deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertiple girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir.

Şu sırrın keşfi için şu misale bak: Senin elinde bir âyine bulunsa, sağ tarafındaki mesafe mazi, sol tarafındaki mesafe müstakbel farz edilse, o âyine yalnız mukabilini tutar. Sonra o iki tarafı bir tertiple tutar, çoğunu tutamaz. O âyine ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat o âyine ile yükseğe çıktıkça, o âyinenin mukabil dairesi genişlenir. Git gide, bütün iki taraf mesafeyi birden, bir anda tutar. İşte, şu âyine, şu vaziyette, onun irtisamında, o mesafelerde cereyan eden hâlât birbirine mukaddem, muahhar, muvafık, muhalif denilmez.

İşte, kader, ilm-i ezelîden olduğu için; ilm-i ezelî, hadisin tabiriyle, manzar-ı âlâdan, ezelden ebede kadar herşey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı âlâdadır. Biz ve muhakemâtımız onun haricinde olamaz ki, mazi mesafesinde bir âyine tarzında olsun.

BEŞİNCİSİ:
Kader, sebeple müsebbebe bir taallûku var. Yani, “Şu müsebbep, şu sebeple vukua gelecek.” Öyle ise, denilmesin ki, “Madem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir. Cüz-ü ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var? Atmasaydı yine ölecekti.”

Sual: Niçin denilmesin?

Elcevap: Çünkü, kader onun ölmesini onun tüfeğiyle tayin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farz etsen, o vakit kaderin adem-i taallûkunu farz ediyorsun. O vakit ölmesini neyle hükmedeceksin? Ya, Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen; veyahut Mutezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin.

Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul.” Cebrî der: “Atmasaydı yine ölecekti.” Mutezile der: “Atmasaydı ölmeyecekti.”

Lügatler :

âyine : ayna
âyine-misal : ayna gibi
cereyan etmek : meydana gelmek
cüz-ü ihtiyari : insanın elindeki seçim gücü, irade
daire-i mümkinat : varlığı ile yokluğu eşit olan şeyler dairesi, yaratılanlar âlemi
desâtir : düsturlar, prensipler
ebed : sonu olmayan; sonsuz
eşya : varlıklar
ezel : başlangıcı olmayan, sonsuz
farz edilmek : varsayılmak
Hadîs : Peygamberimize ait veya onun onayladığı söz, emir veya davranış
hakikat : gerçek, doğru
hal : şimdiki zaman
hâlât : haller, durumlar
haricî : dışa ait
haricinde : dışında
ihata etmek : kuşatmak
ilm-i ezelî : Allah’ın herşeyi ve bütün zamanları kuşatan sonsuz ilmi
irade : seçim yapma gücü, dileme
irtisam : görüntü
istikbal : gelecek zaman
istinad etmek : dayanmak
kader : Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
keşf : açığa çıkarma
kudret : güç, iktidar
makam-ı âlâ : en yüce makam
malûm : bilinen
manzar-ı âlâ : en yüce gözetleme yeri
mazi : geçmiş zaman
mecburiyet : zorunluluk
muahhar : sonra olma
muhakemât : akıl yürütmeler, değerlendirmeler
muhakeme etmek : değerlendirmek
muhalif : zıt, aykırı
mukabil : karşılık
mukaddem : önce olma
mukadder : takdir olunmuş
muvafık : uygun, yerinde
müsebbeb : sebep olunan şey, sebebin sonucu
müstakbel : gelecek zaman
nev’ : tür, çeşit
silsile : zincir
taallûk : ilgili olmak
tâbi : bağlı
tabir : ifade
tahayyül : hayal etme
tasavvur : düşünme, hayal etme
tertip : düzen
tevehhüm etmek : sanmak, zannetmek
vaziyet : durum
vukua gelme : meydana gelme
vücud-u haricî : maddî varlık, haricî varlık
vücut : varlık
zâtı : kendisi
 

harp

Well-known member
Adalet-i mahza-i Kur'aniye; bir masumun hayatını ve kanını, hatta umum beşer için de olsa, heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Hodgamlık ile, öyle insan olur ki; ihtirasına mani herşey'i, hatta elinden gelirse dünyayı harab ve nev'-i beşeri mahvetmek ister.

(Bediüzzaman Said Nursi - Hakikat Çekirdekleri'nden 64)

Lügatler
Adalet-i mahza-i Kur’aniye :Kur’an’a uygun tam adalet, gerçek islam adaleti
Beşer: insan
Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti
Harap :yıkık, perişan, ıssız
Heder :boşa gitme, yok yere faydasız giden
Hodgam :kendini beğenmiş, kendi keyfini düşünen
İhtiras : Aşırı istek sahibi olmak, hırs duymak, şiddetli arzu
Mahvetmek :harap etmek, yıkmak, ortadan kaldırmak, bozmak
Mani :engel, özür, men etme, engelleme
Masum :suçu olmayan, suçsuz
Nazar-ı adalet :adalet karşısında, adalet açısından
Nazar-ı kudret :kudrete göre, güç açısından
Nev’-i beşer :insan cinsi, insanlar
Şey :madde, eşya, varlık
Umum : bütün,tüm, tamam, hepsi
 

harp

Well-known member
12 gezegen, O (c.c)'nun varlığına şehadet eder
20 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Yâ İlâhî ve yâ Rabbî,
Ben imanın gözüyle ve Kur’ân’ın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle ve ism-i Hakîmin göstermesiyle görüyorum ki, semâvâtta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki, böyle intizamıyla Senin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin.
Ve hiçbir ecram-ı semâviye yoktur ki, sükûtuyla, gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, Senin rubûbiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın.
Ve hiçbir yıldız yoktur ki, mevzun hilkatiyle, muntazam vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümâselet ve müşabehet sikkesiyle Senin haşmet-i ulûhiyetine ve vahdâniyetine işaret ve şehadette bulunmasın.
Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki, hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı ulûhiyetine işaret etmesin.
Evet, gökler sekeneleriyle, herbiri tek başıyla şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, derece-i bedahette, ey zemin ve gökleri yaratan Yaratıcı, Senin vücub-u vücûduna öyle zâhir şehadet, ve ey zerrâtı muntazam mürekkebatıyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren, Senin vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nuranî burhanlar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler.
Hem bu sâfi, temiz, güzel gökler, fevkalâde büyük ve fevkalâde sür’atli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve herşeyi icad eden kudretinin azametine zâhir delâlet ve hadsiz semâvâtı ihâta eden hâkimiyetinin ve herbir zîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret ve bütün mahlûkat-ı semâviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taallûk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin her işe şümûlüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve delâlet o kadar zâhirdir ki, güya yıldızlar, şahit olan göklerin şehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nuranî delilleridirler. (Lemalar, Münacat)
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
Âhir : Son
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın Salât Ve Selâm Üzerine Olsun
Azamet-İ Kudret : Güç Ve İktidarın Büyüklüğü
Delâlet Etmek : İşaret Etmek
Deveran : Dönme, Dolaşma
Ehadiyet : Allah’ın Birliğinin Ve İsimlerinin Herbir Varlıkta Ayrı Ayrı Tecellî Etmesi
Esâsât-I İmaniye : İmanın Esasları
Fevkalâde : Olağanüstü
Hâlisiyet : Samimilik
Haşmet-İ Rububiyet : Allah’ın Bütün Varlıkları Terbiye Ve İdare Ediciliğinin Büyüklüğü
Haşr : Yeniden Diriliş; İnsanların Öldükten Sonra Tekrar Diriltilip Allah’ın Huzurunda Toplanması
Îcaz : Veciz Söz Söyleme, Az Sözle Çok Mânâlar Anlatma
İhata-İ İlim : İlmin Kuşatıcılığı Ve Genişliği
İsm-İ Hakîm : Allah’ın Herşeyi Hikmetle Yaptığını Bildiren İsmi
İşârât : İşaretler, Belirtiler
Kat’iyet : Kesinlik
Mevcudiyet : Varlık
Münâcât : Allah’a Yalvarma, Yakarma
Resul-İ Ekrem : Allah’ın En Şerefli Ve Değerli Elçisi Olan Hz. Muhammed (A.S.M.)
Risale-İ Münâcât : Münâcât Risalesi (Üçüncü Şuâ)
Semâvât : Gökler
Şümul-Ü Hikmet : Allah’ın Hikmetinin Herşeyi Kapsaması
Talim : Öğretme, Eğitme
Umumiyet-İ Hâkimiyet : Allah’ın Egemenliğinin Kuşatıcılığı
Vahdet : Allah’ın Birliği
Vücub-U Vücud : Allah’ın Varlığının Zorunlu Oluşu, Var Olmak İçin Bir Sebebe Muhtaç Olmaması
Vüs’at-İ Rahmet : Rahmetin Büyüklüğü, Genişliği
Yâ İlâhî : Ey İlâhım, Ey Allah’ım
Yâ Rabbî : Ey Rabbim
Yakîniyet : Şüphesizlik; Kesinlik
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ 2.3.İKİNCİ MEBHAS(DEVAMI)
ALTINCISI: HAŞİYE
Cüz-ü ihtiyarînin üssü’l-esası olan meyelân, Mâtüridîce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş’arî ona mevcut nazarıyla baktığı için, abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş’ariyece bir emr-i itibarîdir. Öyle ise o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir. Muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise, illet-i tâmme istemez ki, illet-i tâmme vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı ref’ etsin. Belki o emr-i itibarînin illeti, bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî sübut bulabilir. Öyle ise, o anda onu terk edebilir. Kur’ân ona o anda diyebilir ki, “Şu şerdir, yapma.”
Evet, eğer abd, hâlık-ı ef’âli bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref olurdu. Çünkü ilm-i usul ve hikmette, مَالَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki, “Birşey vâcip olmazsa, vücuda gelmez.” Yani, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir. İllet-i tâmme ise, malûlu, bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor. O vakit ihtiyar kalmaz.
Eğer desen: Tercih bilâ müreccih muhaldir. Halbuki, o emr-i itibarî dediğimiz kisb-i insanî, bazan yapmak ve bazan yapmamak, eğer mûcip bir müreccih bulunmazsa, tercih bilâ müreccih lâzım gelir. Şu ise, usul-ü kelâmiyenin en mühim bir esasını hedmeder.
Elcevap: Tereccuh bilâ müreccih muhaldir. Yani, müreccihsiz, sebepsiz rüçhaniyet muhaldir. Yoksa, tercih bilâ müreccih caizdir ve vakidir. İrade bir sıfattır; onun şe’ni böyle bir işi görmektir.
Eğer desen: Madem katli halk eden Haktır. Niçin bana kàtil denilir?
Elcevap: Çünkü, ilm-i sarf kaidesince, ism-i fail, bir emr-i nisbî olan masdardan müştaktır. Yoksa, bir emr-i sabit olan hâsıl-ı bilmasdardan inşikak etmez. Masdar kisbimizdir; kàtil ünvanını da biz alırız. Hâsıl-ı bilmasdar, Hakkın mahlûkudur. Mes’uliyeti işmam eden birşey, hâsıl-ı bilmasdardan müştak kılınmaz.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
HAŞİYE : Gayet müdakkik âlimlere mahsus bir hakikattir.
Lügatler :
adem-i taallûk : ilgili olmama
bilvücub : gerekli olarak
Cebrî : insanın seçme gücünün ve iradesinin olmadığını savunan bâtıl yol
ehl-i hak : hakka, doğruya taraf olanlar
Ehl-i Sünnet ve Cemaat : Peygamberimizin izinde giden büyük Müslüman topluluk
emr-i itibarî : gerçekte olmadığı halde var sayılan olgu, meridyenler gibi
emr-i nisbî : bir diğerine göre var olduğu kabul edilen iş, olgu
Eş’arî : Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail el-Eş’ari tarafından kurulmuş ehl-i sünnete âit itikadî bir mezhep
malûl : bir sebepten dolayı meydana gelen şey
Mâtüridî : İmam Mâtüridî tarafından kurulmuş ehl-i sünnete ait itikadî bir mezhep
meçhul : bilinmeyen
Mutezile : “Kul kendi fiilinin yaratıcısıdır” iddiasında olan ehl-i sünnet dışı bâtıl bir mezhep
müdakkik : dikkatli bir şekilde araştıran
müsebbeb : sebep olunan şey, sebebin sonucu
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla
ref : ortadan kaldırmak
rüçhaniyet : üstünlük
sübut : gerçekleşme, meydana gelme
şer : kötü
tasarruf : kullanım
tasavvur etmek : düşünmek, hayal etmek
üssü’l-esas : temel esas
vâcip : zorunlu
vücub : gereklilik
vücud : varlık
vücuda gelme : var olma
vücud-u haricî : dışta oluşan varlık, maddî varlık
zaruret : zorunluluk
tercih bilâ müreccih : hiçbir üstünlük sebebi olmayan ve birbirine tamamen eşit olan şeylerden birisini diğerine tercih edip seçme
tercih : seçme
tereccuh bilâ müreccih muhaldir : sebepsiz üstünlük olmaz. Yani, seçimi yaptıracak bir özellik yoksa, “seçim” asla olmaz
tereccuh : başkasına üstün gelme
 

harp

Well-known member
İbadetin manası şudur ki: Dergah-ı İlahide abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yani rububiyetin saltanatı, nasılki ubudiyeti ve itaati ister; rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalaletin efkar-ı batılasından münezzeh ve mualla ve kainatın bütün kusuratından mukaddes ve muarra olduğunu; tesbih ile Sübhanallah ile ilan etsin.
Hem de rububiyetin kemal-i kudreti dahi ister ki: Abd, kendi za'fını ve mahlukatın aczini görmekle kudret-i Samedaniyenin azamet-i asarına karşı istihsan ve hayret içinde Allahü Ekber deyip huzu ile rükua gidip ona iltica ve tevekkül etsin.
Hem rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki: Abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlukatın fakr ve ihtiyacatını sual ve dua lisanıyla izhar ve Rabbının ihsan ve in'amatını, şükür ve sena ile ve Elhamdülillah ile ilan etsin. Demek, namazın ef'al ve akvali, bu manaları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlahiden vaz'edilmişler.

(Bediüzzaman Said Nursi - 9. Söz'den)

Lügatler
Abd: kul
Acz: âcizlik, güçsüzlük
Akval :sözler, konuşmalar
Allah ü Ekber : Allah en büyüktür
Azamet-i âsar :eserlerin büyüklüğü
Dergâh-ı ilahiye :Allah’ın huzuru, Allah’ın kapısı
Dua :yalvarma, yakarma, isteme
Ef’al :fiiller, işler, ameller
Efkâr-ı batıla :asılsız boş düşünceler, batıl fikirler
Ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapan inançsız kimseler
Elhamdülillah :Allah’a hamd ve şükür olsun
Fakr :ihtiyaç, yoksulluk, muhtaçlık, azlık, fakirlik
Hayret :şaşkınlık, ne yapacağını bilememek
Hazine-i rahmet :Rahmet hazinesi
Huzu : Allah’ın büyüklüğünü düşünerek boyun eğme
İbadet :Allah’ın emirlerini yapmak, sevaplı ve ihlâslı iş yapmak, Allah’a kulluk
İhsan :iyilik, lütuf, bağışlamak, vermek
İhtiyacat :ihtiyaçlar
İlan: duyurma
İltica: sığınma
İn’amat :nimetlendirmeler, lutuflandırmalar
İstiğfar :af dilemek, kusurlarının bağışlanması için yalvarmak
İstihsan :beğenmek, güzel bulmak, korunmak, kapanmak
İtaat :söz dinlemek, alınan emre uymak, boyun eğmek
İzhar :açığa vurmak, meydana çıkarmak, göstermek
Kâinat : evren, yaratılanların hepsi
Kemal-i kudret :kudretin mükemmelliği
Kemal-i rububiyet :rububiyetin terbiye edicilik ve rızık vericiliğin mükemmelliği
Kudret-i Samedaniye :Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kudreti
Kudsiyet : kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık
Kusur :noksanlık, eksiklik, acizlik, tedbirsizlik
Kusurat :kusurlar, noksanlıklar, eksiklikler

Lisan :dil, lehçe
Mahlûkat :yaratılmışlar, yaratıklar
Mana :anlam, iç, içyüz, bir söz veya bir şeyden anlaşılan
Mualla :yüce
Muarra :temiz, pak, arınmış
Muhabbet : sevgi,sevmek
Mukaddes :kutsal, temiz ve pâk, her türlü kusurdan uzak olan
Müberra :temiz, pak
Münezzeh :pak, kusur ve noksanlıklardan uzak
Nekais :noksanlıklar, eksiklikler
Nihayetsiz: sonsuz, sınırsız
Pak :temiz, lekesiz, kusursuz
Rabb :âlemleri ve içindekileri idare edip terbiye ve rızık veren(Allah)
Rahmet-i ilâhiye :ilâhi rahmet ve merhamet
Rububiyet : Rablık; Cenâb-ı Hakkın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Rükû :namazda eğilmek
Saltanat :hâkimiyet, padişahlık, zenginlik, şatafatlı hayat
Secde :Allah’ın huzurunda yere kapanış
Sena :medhetmek, öğmek
Sual :soru, isteme,istek
Subhanallah :Allah her türlü kusurdan uzak ve yücedir
Şükür :Allah’a teşekkür, Allah’a karşı minnet duymak
Taraf-ı ilâhi :Allah tarafı, Allah’tan
Tazammun :ihtiva etmek, içine almak
Tesbih :Allah’ı her şeyden yüce tutmak, Allah’ı şanına layık ifadelerle anmak
Tevekkül :sebebleri işledikten sonra işi başkasına bırakmak, Allah’a güvenme ve Onu vekil kabul etme
Ubudiyet: Allah’a kulluk
Vaz’edilmek :konulmak, yerleştirilmek
Za’f :zayıflık, kuvvetsizlik, gü
 

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.42.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
1بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Çok aziz, sıddık, bahtiyar kardeşlerim,
…Kızıl Rusya’dan çıkarak kızıl ateşler ve kızıl kıvılcımlar saçan ve birer birer dünya şehrinin mahallelerini saran ve oraları yakıp kavuran, bazı yerlerde de nifak ve şikak ateşleri saçarak, kardeşine “Kardeşini öldür!” diye bağıran ve en nihayette âlem-i Hıristiyaniyeti yakıp kavurup harman gibi savurduktan sonra âlem-i İslâm mahallesini saran ve evimizin saçaklarına kıvılcımları sıçrayan ve çok büyük ve çok dehşetli bir belâ olan komünizm gibi azîm yangında itfaiye vazifesini üzerine alan Risale-i Nur, müslümanların ve beşerin en büyük yegâne taassüngâhı ve en büyük melceidir.
Ey Fahr-i Âlemin gösterdiği doğru yoldan şaşanlar! Dünyanın fânî metalarına gururlanıp taşanlar! Ve ey “dünyamıza zararı olur” korkususuyla, nur-u Kur’ân’dan kaçanlar! Küfr-ü mutlak ateşinin bizleri sardığı bir zamanda, ancak ve ancak, en müstahkem, en kavî ve yıkılmaz ve sarsılmaz bir tahkimat olan Risale-i Nur’un nurânî siperlerine iltica etmekle ve onun daire-i kudsiyesine girmekle kurtulacaksınız. Ve idam-ı ebedî zannettiğiniz ölümü bir hayat-ı bâkiyeye tebdil edeceksiniz. Ve işte o nurun mübarek tercümanının ve mübarek şahs-ı mânevîsinin 2 أَجِرْنَا وَأَجِرْ وَالِدَيْنَا وَأَجِرْ طَلَبَةَ رَسَاۤئِلِ النُّورِ وَوَالِدَيْهِمْ مِنَ النَّارِ ve emsâli dualarının kabulüyle ve şefaatiyle ve ve Risale-i Nuru devamlı okumakla, ben, dehşetli mânevî hastalıklardan nasıl kurtulmuşsam, sizler de o mübarek daire-i kudsiyeye dehalet ettiğinizde, dünyevî ve uhrevî dertlerden, ateşlerden kurtulacak ve evlât ve iyâlinizin bir nevi çobanı olmak hasebiyle, o sevgililerinizi de kurtaracaksınız. Ve nurlara çalışmakla, her birerleriniz maddî ve manevî felâh ve saadete nail olacaksınız! Böyle olan milyonlarla Nur Talebeleri bu hakikate şahittirler.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : Bizi ve anne babalarımızı, Risale-i Nur talebelerini ve onların anne babalarını cehennem ateşinden kurtar.
Lügatler :

âlem-i Hıristiyaniyet : Hıristiyanlık dünyası
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
azîm : büyük
bârigâh-ı Ehadiyet : herbir vaklıkta isim ve sıfatlarıyla tecellî eden Allah’ın huzuru; İlâhî dergâh
Fahr-i Âlem : bütün âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m)
fânî : gelip geçici, devamlı olmayan
hakikat : asıl, gerçek, doğru
hitap : konuşma
hususan : bilhassa, özellikle
ıztırap : sıkıntı, aşırı elem
küfr-ü mutlak : sınırsız inançsızlık; Allah’ı ve Allah’tan gelen her şeyi inkâr etme
melce : sığınak
meta : menfaat, geçici dünya zevki
misli : benzeri
mutfî : ateş, yangın v.s. söndüren
nifak : münafıklık, ikiyüzlülük
nihayet : son
nur-u Kur'ân : Kur’ân’ın nuru
penâh : sığınma, sığınacak yer, dayanak noktası
sarih : açık
şahs-ı mânevî : tüzel kişilik; belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen mânevî şahıs
şikak : ayrılık
tahassungâh : sığınak, kale, korunulacak yer
zan : şüphe, zannetme, sanma
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
sıddık : çok doğru ve sadık
 

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.43.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
“Ey Nurcular! Allah’ın sizlere ihsan ettiği ezelî lütfuna karşı secde-i şükrandan başınızı kaldırmayınız. Gecenin soğuğuna aldırmayınız. Sizlere lütfunu hiçbir hususta esirgemeyen Rabb-i Rahime, gecenin bu mübarek saatlerinde kalkarak vazife-i şükrü eda ediniz. Ve bazıların düştüğü, istikbali düşünmek derdiyle maişeti sarsan hâdiseler karşısında titremeyiniz, korkmayınız; Nurun kudsî keramat ve imdadını müşahede ediniz.

Dünya fânidir; binler sene yaşamak olsa, bâki olan hayat-ı uhreviyenin yanında, hiç-ender-hiç mesabesindedir. Fakat fâni olmakla beraber, bâki hayatın bâki meyvelerini verecek bir mezraasıdır. Fırtınaların şiddeti, havanın dehşeti sizleri sarsmasın, korkutmasın. Bu mübarek mezraaya en mübarek ve nur’ânî ve verimli ve bereketli olan Nur tohumlarını ekiniz. Zira “Eken biçer,” atalarımızdan kalma mübarek bir sözdür.

Ey Nurcular! Din düşmanlarının hücumlarından kat’iyen sarsılmayınız, fütur getirmeyiniz. Çalışınız, çalışınız, çalışınız ve kat’iyen inanınız ki, Nur’un şefaati, Nur’un duası, Nur’un himmeti sizleri kurtaracaktır!
Kardeşiniz

Mustafa Osman

Lügatler :
bâki : devamlı ve kalıcı olan
bereket : Allah’tan gelen bolluk, nimet
daire-i kudsiye : mukaddes, kutsal daire
dâvâ : iddia
dehalet : girme
derman : güç, kuvvet
eda etmek : yerine getirmek
emsâl : den, benzer
ezelî lütuf : Ezelî olan Allah’ın lütfu, ihsanı; sonsuz ikram, ihsan
fâni : geçici, ölümlü olan
farz-ı muhal : olmayacak bir şeyi varmış gibi düşünme
felâh : kurtuluş
fütur : usanç, gevşeklik
hakikî : asıl, gerçek
hasebiyle : cihetiyle
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı hayat, âhiret hayatı
hayat-ı uhreviye : âhiret hayatı
hiç-ender-hiç : hiçbir şey, bir hiç kadar
himmet : mânevî yardım, lütuf
husus : konu
hürmet : saygı
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş inancı ve bütün sevdiklerinden sonsuza dek ayrılış
ihsan : bağış, ikram, lütuf
iltica etmek : sığınmak
imdad : yardım
istikbal : gelecek
iyâl : bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu aile fertleri
kat'iyen : kesinlikle
kavî : güçlü, kuvvetli
keramet : lütuf, ihsan, ikram
kudsî : kutsal
lütuf : ikram, bağış
mânevî : mânâya ait, maddî olmayan
mesabe : derece, konum
mezraa : tarla
muhafız : koruma, bekçi
muhtemel : ihtimal dahilinde, olasılık
mübarek : bereketli, hayırlı
müstahkem : tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış
müşahede : gözlemleme
nail olma : ulaşma, erişme
nevi : çeşit, tür
Nur tohumları : Risale-i Nur’daki hakikatler
nur’ânî : nurlu
nurânî : mânevi, nurlu, parlak, aydınlık
Rabb-i Rahîm : sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve herbir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
saadet : mutluluk
selâmet : esenlik, güven
şahs-ı mânevî : tüzel kişilik; belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen mânevî şahıs
şakirt : talebe
şefaat : günahların bağışlanması için, makbul duaların, Allah’ın izniyle aracılık yapması
tahkimat : bir yeri düşmanın hücumuna karşı savunmak maksadıyla yapılmış düzenlemeler ve tesisler
tebdil etmek : değiştirmek, çevirmek
uhrevî : âhiretle ilgili, âhirete ait
vazife-i şükür : şükür görevi
zuhur : belirme, görünme
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ 2.4.İKİNCİ MEBHAS(DEVAMI)
YEDİNCİSİ:
İrade-i cüz’iye-i insaniye ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir. Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz’î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: “Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes’uliyet sana aittir.”

Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp “Nereyi istersen seni oraya götüreceğim” desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette “Sen istedin” diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü’l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.

Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-ü ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin.

Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.
Lügatler :

abd : kul
Ahkemü’l-Hâkimîn : hâkimlerin hâkimi olan Allah
caiz : sakıncasız
çendan : gerçi
ihtiyar : tercih, seçme gücü
iktidar : güç, kuvvet
ilm-i sarf : gramer ilmi, dilbilgisi
işmam etmek : hissettirmek
itab etmek : azarlamak
kaide : kural
katl : öldürme
kisb : çalışma, kazanma
kisb-i insanî : insanın çalışması
mahlûk : yaratık
mûcip : gerektirici
muhal : imkansız
muhayyer : seçme konusunda serbest bırakma
müreccih : tercih ettiren sebep
müştak : türemiş
nazar etmek : bakmak
nihayet : son
rüçhaniyet : üstünlük
şart-ı âdi : bayağı olan şart
şe’n : özellik, belirleyici nitelik
taallûk : münasebet, bağlılık
teşbih : benzetme
usul-ü kelâmiye : kelâm ilmi metodolojisi
vaki : olmuş, meydana gelmiş


--
 

harp

Well-known member
Dünyayı ahirete kalbetmekle kıyameti koparan kudret muktedirdir, aciz değildir. Bir zerre o kudretin nazarında gizlenemez. Şems, büyüklüğüne güvenerek o kudretin elinden kurtulamaz. Evet onun marifetiyle elemler lezzetlere inkılab eder. Evet Onun marifeti olmazsa, ulum evhama tahavvül eder. Hikmetler illet ve belalara tebeddül eder. Vücud ademe inkılab eder. Hayat ölüme ve nurlar zulmetlere ve lezaiz günahlara tahavvül eder. Evet Onun marifeti olmazsa, insanın ahbabı ve mal ve mülkü insana a'da ve düşman olurlar. Beka bela olur, kemal heba olur, ömür heva olur. Hayat azab olur, akıl ikab olur. Amal, alama inkılab eder.

(Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den)

Lügatler
A’da :düşmanlar
Âciz :güçsüz, zayıf
Adem : yokluk, yok olma
Ahbab :dost, sevilenler
Âhiret : öteki dünya, öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
Âlâm : elemler, üzüntüler, acılar
Âmâl :emeller, arzular, gayeler
Azab :büyük sıkıntı, dünyada işlenen günahların âhiretteki cezası
Beka :sonsuzluk, sonu olmamak
Bela :âfet, sıkıntı, musibet, imtihan
Elem :keder, üzüntü, acı
Evham :vehimler, kuruntular, sanmalar
Heba :boşa gitm, faydasız hale getirme
Heva :nefsin günah olan arzuları, gelip geçici hevesler
Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye, her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve yaratılması
İkab :ceza, azap, işkence
İllet :hastalık, dert, sakatlık, esas sebep, maksat
İnkılab :başka tarza değişmek, dönüşüm

Kalbetmek :dönüşmek, değiştirmek
Kemâl :eek:lgunluk, mükemmellik, fazilet
Kıyamet :dünyanın yıkılıp harap olması, dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
Kudret : güç, kuvvet, iktidar
Lezâiz: lezzetler
Lezzet :tat
Marifet :bilme, bilgi, tanıma
Mesnevi-i Nuriye :nurlu parçalar, nurlu manzumeler
Muktedir :güçlü, kuvvetli, becerikli, gücü yeten
Mülk :mal, sahip olunan şey
Nazar :bakma, bakış, görüş, görüş açısı, dikkat
Nur : ışık,aydınlık, parlaklık
Ömür :yaşama, hayat, yaşayış
Şems: Güneş
Tahavvül :değişim, dönüşüm, hal ve durum değiştirmek
Tebeddül :değişmek, başkalaşmak
Ulum :ilimler, bilgiler
Vücud: beden, varlık, var olmak
Zerre : atom, en küçük parça
Zulmet : karanlık, sıkıntı, koyu karanlık, inkâr karanlığı
 

harp

Well-known member
Bu zamanda İslam hakikatlerine çalışılmalı
22 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
DÖRDÜNCÜ HAKİKAT
BEŞİNCİ MEKTUP
Silsile-iİ Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat’ında demiş ki: “Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim.”
Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
Hem demiş ki: “Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.”
Hem demiş ki: “Tarîk-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez.”
Öyle ise, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.
İkincisi: Ferâiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarîkat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.
Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkàdir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.
Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım.
Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelse, izalesi kolaydır. Fakat dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşadla yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar. Hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i’câz-ı Kur’ân’ın mânevî lemeâtından olan malûm Sözleri, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.
Bediüzzaman Said Nursî
LÜGAT:
Âhir : Son
Akaid-İ İslâmiye : İslâm Dininin Esasları, İnançları
Berzah : Geçit, Aralık, Perde
Cenâh : Kanat
Dalâlet : Hak Yoldan Sapkınlık, İnançsızlık
Emrâz-I Kalbiye : Kalbî Hastalıklar
Esrar-I Kur’âniye : Kur’ân’ın Sırları
Ezvak : Zevkler; Mânevî Lezzetler
Farz : Allah Tarafından Yapılması Kesin Olarak Emredilen Şey
Ferâiz-İ Diniye : Dinin Kesin Emirleri; Allah Tarafından Yapılması Kesin Olarak Emredilen Şeyler
Hakaik : Hakikatler
Hakaik-İ İmâniye : İman Hakikatleri
Hakaik-İ İslâmiye : İslâmın Hakikatleri
Hakikat : Doğru, Gerçek
Hâsiyet : Özellik
Hayret : Şaşkınlık
Heyet-İ İslâmiye : İslâm Topluluğu, Müslümanlar
Himmet : Ciddî Gayret, Çalışma
İ’câz-I Kur’ân : Kur’ân’ın Mu’cize Oluşu
İmtisal : Uyma, Yerine Getirme
İnkişaf : Açığa Çıkma, Gelişme
İrşad : Doğru Yolu Gösterme, Uyarma
İtikad Etmek : İnanmak
İzale : Giderme, Ortadan Kaldırma
Kâr-I Akıl : Aklın Kabul Edeceği İş
Kerâmât : Kerâmetler; Allah’ın Bir İkramı Olarak, Onun Sevgili Kullarında Görünen Olağanüstü Hal Ve Hareketler
Kur’ânî : Kur’ân’a Ait
Lâkayt : Duyarsız, İlgisiz
Lemeât : Parıltılar
Malûm : Bilinen
Maruz : Uğrama, Tesirinde Kalma
Medar : Sebep, Vesile
Mevâcid : Vecd Halleri, Kalbe Zevk Veren Haller
Münasip : Uygun
Müşkül : Zor
Nâfi : Faydalı, Yararlı
Nokta-İ Müntehâ : Son Nokta
Rahmet : Şefkat, Merhamet, İhsan
Saadet-İ Ebediye : Sonsuz Mutluluk
Sarf Etmek : Harcamak
Seyr Ü Sülûk : İlâhî Hakikatlere Ulaşmak İçin Bir Rehberin Öncülüğünde Çıkılan Mânevî Yolculuk
Silsile-İ Nakşî : Nakşibendî Tarikatının Silsilesi, Halifeler Zinciri
Suret : Biçim, Şekil
Sülûk : Mânevî Yol Alma
Sünnet : Peygamberimizin Söz, Fiil Ve Hareketlerine Dayanan Yüce Prensipler
Sünnet-İ Seniyye : Peygamberimizin Söz, Fiil Ve Hareketlerine Dayanan Yüce Prensipler
Şekavet-İ Ebediye : Sonsuz Sıkıntı Ve Mutsuzluk
Takviye : Kuvvetlendirme
Tarik : Mânevî Yol
Tarikat : Mânevî İlerlemeye Götüren Yol
Tarîk-İ Nakşî : Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri Tarafından Kurulan, Gizli Zikre Dayanan Tarikat
Tasavvuf : Kalbi, Dünyanın Gelip Geçici İşlerinden Ayırıp, Allah Sevgisi İle Bağlama; Tarikat Ehli Olma
Tasavvur : Düşünce
Tehacümat : Hücumlar
Tiryak : Derman, İlaç
Vâcib : Dinî Bakımdan Yapılması Şart Ve Kesin Olan Emir
Velâyet : Velîlik
Velâyet-İ Kübrâ : En Büyük Velîlik
Velâyet-İ Suğrâ : Küçük Derecedeki Velîlik
Velâyet-İ Vustâ : Orta Derecedeki Velîlik
Veraset-İ Nübüvvet : Peygamberin Vârisliği Makamı
Vuzuh : Açıklık, Açık Ve Anlaşılır Şekilde Olma
Zındıka : Dinsizlik, İnançsızlık
Zulümat : Karanlıklar
 

harp

Well-known member
Risale-i Nur geleceği de aydınlatacak
21 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur’âniyede kuvvetli, dirayetli arkadaşlarım,
Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Hususan benim gibi bir biçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmayan zaif omuzuna binler batman ağırlığı yüklense, altında ezilir.
Lillâhilhamd, Risaletü’n-Nur, bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’âniye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalarla körlere de göstermiş.
Ona ait medh ü senânız tam yerindedir; fakat bana verdiğinizden, binden birine de kendimi lâyık göremem. Yalnız, pek büyük bir nimete ve muvaffakiyete sizin gibi hakikatli talebelerin iştirak ve sa’y ve gayretleriyle mazhariyetim noktasında, Risale-i Nur hesabına ebede kadar iftihar ederim.
Nur iskele memuru Sabri kardeş, Sabri, Süleyman ve Hüsrev üçünüz sohbetinde, benim de iki cihette, belki üç cihette iştirakim var.
Nur fabrikası nam sahibi Hâfız Ali kardeş,
Fevkalâde mektubun, ehemmiyetsiz şahsiyetim hariç kalmak şartıyla, bana harika göründü. Senin hâlis ve yüksek dirayetin terakkide olduğunu gösterdi. Bana, “İşte çok Abdurrahman’ları taşıyan bir Ali” dedirdi.
Mustafa’lar, Küçük Ali, mübarek ve münevver kardeşler,
Mektubunuz Büyük Ali’nin mektubu gibi acip bir hakikati ifade eder. O hakikat, Risale-i Nur hakkında haktır. Fakat benim haddim değil ki, o hududa gireyim.
Evet, “Ümmetimin âlimleri İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir.” fermân etmiş. Gavs-ı Âzam Şâh-ı Geylânî, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve harika zâtlar, bu hadisi, kıymettar irşâdatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan, hikmet-i Rabbaniye onlar gibi feridleri ve kudsî dâhileri ümmetin imdadına göndermiş.
Şimdi ise, aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı mânevî hükmünde bulunan Risaletü’n-Nur’u ve sırr-ı tesanüdle bir ferd-i ferid mânâsında olan şakirtlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi var. (Kastamonu Lahikası, 2. Mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
Aziz : İzzetli, Çok Değerli, Saygın
Batman : Eskiden Kullanılan Ve 8 Kiloluk Ağırlığa Karşılık Gelen Bir Ölçü Birimi
Biçare : Çaresiz
Cihet : Yön
Dirayet : Bilgi, Kavrayış
Ebed : Sonsuzluk
Ehemmiyet : Değer, Önem
Fâni : Geçici, Ölümlü
Fevkalâde : Olağanüstü, Çok Güzel
Hakikat : Gerçek, Doğru
Hâlis : İçten, Katıksız, Samimi
Hizmet-İ Kur’âniye : Kur’ân Hizmeti
Hususan : Bilhassa, Özellikle
İftihar Etmek : Övünmek
İstikbal : Gelecek
İştirak : Ortak Olma, Katılma
Lillâhilhamd : Allah’a Hamd Olsun Ki
Mahiyet : Nitelik, Esas
Mazhariyet : Ayna Olma, Bir Nimete Erişme
Medh Ü Senâ : Övme Ve Yüceltme
Mu’cize-İ Kur’âniye : Kur’ân’ın Mu’cizesi
Muvaffakiyet : Başarı
Nam : Ad, İsim
Nazara Alma : Dikkate Alma
Nimet : İyilik, Lütuf, İhsan
Sa’y : Çalışma
Sıddık : Çok Doğru Ve Bağlı
Şahs-I Mânevî : Mânevî Şahıs; Belli Bir İdeal Ve Gaye Etrafında Bir Araya Gelen Topluluğun Oluşturduğu Mânevî Şahsiyet Ve Ortak Kimlik; Tüzel Kişilik
Tenvir : Nurlandırma, Aydınlatma
Terakki : İlerleme, Yükselme
Vâkıa : Olay
Ziyade : Çok, Fazla
Acip : Hayrette Bırakıcı, Hayranlık Verici
Binaen : Dayanarak
Cihet : Yön, Taraf
Çocuk Taziyenamesi Risalesi : On Yedinci Mektup
Dâhi : Son Derece Zeki Kimse; Dehâ Ve Hikmet Sahibi
Dümdar : Ordunun Arkasındaki Kuvvet
Ehemmiyetli : Önemli, Değerli
Ferd-İ Ferid : Tek, Eşsiz Fert
Ferdiyet : Birlik, Bireysellik
Ferid : Tek, Eşsiz
Fermân Etme : Buyurma
Fevkalâde : Olağanüstü, Çok Güzel
Fiilen : Fiili Olarak, Davranışla
Had : Sınır, Yetki
Hadis : Peygamber Efendimizin (A.S.M.) Mübarek Söz, Fiil Ve Hareketi Veya Onun Onayladığı Başkasına Ait Söz, İş Veya Davranış
Hakikat : Gerçek, Doğru
Hayalen : Hayalî Olarak, Hayal Ederek
Hikmet-İ Rabbânî : Kâinatın Rabbi Olan Allah Tarafından Herşeyin Belirli Gayelere Yönelik Olarak Anlamlı, Faydalı Ve Tam Yerli Yerinde Yaratılması
Hudud : Sınır, Uç
Hususî : Özel
İhtiyat : Önlem Alma, Tedbirli Hareket Etme
İktisat Risalesi : On Dokuzuncu Lem’a
İntişar : Yayılma
İrşâdâd : İrşâdlar, Doğru Ve Hak Yolu Göstermeler
İştiyak : Çok Kuvvetli Arzu Ve İstek
Kıymettar : Kıymetli, Değerli
Kudsî : Kutsal, Kusursuz Ve Yüce
Letâfetli : Güzel, Hoş
Muhatap : Hitap Edilen
Mübarek : Hayırlı, Değerli
Münasip : Uygun
Münevver : Nurlu, Aydın
Müşiriyet : Mareşallik
Müşkilât : Zorluklar
Nazar-I Dikkati Celb Etme : Dikkat Çekme
Nefer : Asker, Er
Risaletü’n-Nur : Risale-İ Nur’un Diğer Bir Adı
Sırr-I Tesanüd : Dayanışma Sırrı
Şahs-I Mânevî : Mânevî Şahıs, Belli Bir İdeal Ve Gaye Etrafında Bir Araya Gelen Topluluğun Oluşturduğu Mânevî Şahsiyet Ve Ortak Kimlik
Şakirt : Talebe, Öğrenci
Şerait : Şartlar
Tasdik Etme : Onaylama, Doğrulama
Ümmet : Hz. Peygambere İnanıp Onun Yolundan Giden Mü’minler
Vazifeten : Vazife Yönünden
Ziyade : Çok, Fazla
 

harp

Well-known member
Bu gaflet zamanında, hususan tarafgirane mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine alet ederek, hatta dinini ve uhrevi harekâtını da o dünyevi mesleğe bir nevi âlet hükmüne getiriyor. Hâlbuki hakaik-i imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye alet olamaz. Rıza-yı İlahiden başka bir gayesi olamaz. Hâlbuki şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlâsı muhafaza etmek, dinini dünyaya alet etmemek müşkilleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfik-i İlahiyeye dayanmaktır.



(Bediüzzaman Said Nursi - Emirdağ Lahikası 1'den)



Lügatler
Âlet etmek :bulaştırmak, sebep yapmak

Cereyan : akmak, gidiş, hareket, akış

Dünyevi :dünyayla ilgili, dünyalık

Gaflet :dikkatsizlik, vurdumduymazlık, en mühim vazifeyi düşünmeyip kıymetsiz işlerle uğraşmak, sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma

Gaye :maksat, kastedilen netice, sonuç

Hakaik-i imaniye :iman hakikatleri

Halbuki :gel gör ki, aslında, öyle ki

Harekât: hareketler

Hengâm :zaman, sıra, devir, vakit, mevsim

Hizmet-i nuriye-i kudsiye :mukaddes nur hizmeti

Hususan :bilhassa, özellikle

Hükmüne :eek:nun yerine, onun gibi olarak

İnayet :yardım, lütuf

Kâinat : evren, yaratılanların hepsi


Lâhika :mektup, ilave

Mefkûre : Gâye. Gâye olan şey. Tasavvur hâlindeki gâye. İdeâl.

Meslek :yol, sanat, usul, gidiş, sistem

Muhafaza :koruma, saklama

Müşkil :zorluk, zor olan iş

Nev’ :çeşit, sınıf, cins, tür

Rıza-yı ilâhî :Allah’ın rızası, hoşnutluğu

Sırr-ı ihlâs :ihlâs sırrı, karşılıksız ve beklentisiz olma sırrı

Şey :madde, eşya, varlık

Tarafgirane :taraf olarak, taraflardan birine sahip çıkarak

Tevfik-i ilâhiye : Cenab-ı Hakk'ın insanı doğru yola lütfu ile sevketmesi

Uhrevi :ahirete yönelik, ahiret için yapılan










--
 


Bu alana bir cevap yazın...
Üst