Ukbaa
Well-known member
Cevap: Yirmi Altıncı Lem'a - Sayfa 394
<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>şöyle aydınlattırdı ki, “Ahbabın gittikleri âlem karanlıklı değil. Yalnız yerlerini değiştirdiler; yine görüşeceksiniz” diye ihtar etti. Ağlamayı tamamen kestirdi. Ve dünyada onların yerine geçecek ve benzeyecek olanları bulacağımı ifham etti.
Evet, lillâhilhamd, hem vefat eden Van medresesini Isparta medresesiyle ihyâ edip, oradaki ahbapları dahi, daha çok, daha kıymettar talebeler ve ahbaplarla mânen ihyâ etti. Hem bildirdi ki, dünya boş, hâlî olmadığını ve harap olmuş bir memleket suretini yanlış tasavvur ettiğimi, belki Mâlik-i Hakikî hikmetinin iktizasıyla, sun’î insanların levhasını değiştiriyor, mektubunu tazelendiriyor. Bir ağacın bir kısım meyvelerini kopardıkça yerine yine başka meyvelerin geldiği gibi, nev-i beşerde bu zeval ve firak dahi bir teceddüddür, tazelenmektir. İman noktasında, ahbapsızlıktan gelen elîmâne bir hüzün değil, belki başka, güzel bir yerde görüşmek üzere ayrılmaktan gelen lezizâne bir hüzün veren bir tazelenmektir.
Hem o dehşetli vaziyetten, kâinatın mevcudatının karanlıklı görünen yüzünü aydınlattı. Ben de o vakit o hâlete şükretmek istedim. Arabî şu fıkra geldi, tam o hakikati tasvir etti. Şöyle ki, dedim:
اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ الْمُصَوِّرِ مَا يُتَوَهَّمُ اَجَانِبَ اَعْدَاۤءً اَمْوَاتًا مُوَحِّشِينَ اَيْتَامًا بَاكِينَ، اَوِدَّاۤءَ اِخْوَانًا اَحْيَاۤءً مُونِسيِنَ مُرَخَّصِينَ مَسْرُورِينَ ذَاكِرِينَ مُسَبِّحِينَ
Yani, “O şiddetli hâletin tesirinden gelen gafletle, kâinatın mevcudatı, bir kısmı düşman ve ecnebî, HAŞİYE-1 bir kısmı müthiş cenazeler, diğer kısmı ise kimsesizlikten ağlayan yetimler suretinde, gafil nefsime tevehhümle gösterilen bu korkunç levhayı, nur-u imanla aynelyakin gördüm ki: O ecnebî, düşman görünenler
[NOT]Haşiye-1 Yani zelzele, fırtına, tufan, tâun, ateş gibi.
[/NOT]
<TBODY>
</TBODY>
<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>şöyle aydınlattırdı ki, “Ahbabın gittikleri âlem karanlıklı değil. Yalnız yerlerini değiştirdiler; yine görüşeceksiniz” diye ihtar etti. Ağlamayı tamamen kestirdi. Ve dünyada onların yerine geçecek ve benzeyecek olanları bulacağımı ifham etti.
Evet, lillâhilhamd, hem vefat eden Van medresesini Isparta medresesiyle ihyâ edip, oradaki ahbapları dahi, daha çok, daha kıymettar talebeler ve ahbaplarla mânen ihyâ etti. Hem bildirdi ki, dünya boş, hâlî olmadığını ve harap olmuş bir memleket suretini yanlış tasavvur ettiğimi, belki Mâlik-i Hakikî hikmetinin iktizasıyla, sun’î insanların levhasını değiştiriyor, mektubunu tazelendiriyor. Bir ağacın bir kısım meyvelerini kopardıkça yerine yine başka meyvelerin geldiği gibi, nev-i beşerde bu zeval ve firak dahi bir teceddüddür, tazelenmektir. İman noktasında, ahbapsızlıktan gelen elîmâne bir hüzün değil, belki başka, güzel bir yerde görüşmek üzere ayrılmaktan gelen lezizâne bir hüzün veren bir tazelenmektir.
Hem o dehşetli vaziyetten, kâinatın mevcudatının karanlıklı görünen yüzünü aydınlattı. Ben de o vakit o hâlete şükretmek istedim. Arabî şu fıkra geldi, tam o hakikati tasvir etti. Şöyle ki, dedim:
اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ الْمُصَوِّرِ مَا يُتَوَهَّمُ اَجَانِبَ اَعْدَاۤءً اَمْوَاتًا مُوَحِّشِينَ اَيْتَامًا بَاكِينَ، اَوِدَّاۤءَ اِخْوَانًا اَحْيَاۤءً مُونِسيِنَ مُرَخَّصِينَ مَسْرُورِينَ ذَاكِرِينَ مُسَبِّحِينَ
Yani, “O şiddetli hâletin tesirinden gelen gafletle, kâinatın mevcudatı, bir kısmı düşman ve ecnebî, HAŞİYE-1 bir kısmı müthiş cenazeler, diğer kısmı ise kimsesizlikten ağlayan yetimler suretinde, gafil nefsime tevehhümle gösterilen bu korkunç levhayı, nur-u imanla aynelyakin gördüm ki: O ecnebî, düşman görünenler
[NOT]Haşiye-1 Yani zelzele, fırtına, tufan, tâun, ateş gibi.
[/NOT]
Arabî: Arapça | Isparta: (bk. bilgiler) |
Mâlik-i Hakikî: herşeyin gerçek sahibi olan Allah | Van: (bk. bilgiler) |
ahbap: dostlar, sevilenler | aynelyakîn: gözle görerek kesin bilgi edinme |
dehşetli: ürkütücü, korkunç | ecnebî: yabancı |
elîmâne: acı çektiren, elem veren | firak: ayrılık |
fıkra: ifade, cümle | gafil: gaflet içinde, duyarsız hareket eden |
gaflet: duyarsız olma, göz ardı etme | hakikat: gerçek |
harap olmak: yıkılmak | haşiye: dipnot |
hikmet: fayda, gaye | hâlet: durum, hâl |
hâlî: ıssız | hüzün: üzüntü |
ifham etmek: anlatmak | ihtar etmek: hatırlatmak |
ihyâ etmek: hayat vermek | iktiza eden: gerektiren |
kâinat: evren | kıymettar: değerli |
lezizâne: lezzet verici | lillâhilhamd: Allah’a hamd olsun! |
medrese: din eğitimi veren yüksek okul | mevcudat: varlıklar |
mânen: mânevî olarak | müthiş: dehşet veren |
nefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden güç | nev-i beşer: insanlar |
nur-u iman: iman aydınlığı | sun’î: el yapımı |
suret: biçim, görünüş | talebe: öğrenci |
tasavvur etmek: düşünmek, hayal etmek | tasvir etmek: göz önünde canlandırmak |
teceddüd: yenilenme | tesir: etki |
tevehhüm: vehimlenme, kuruntuya kapılma | tufan: her tarafın sular altında kalması |
tâun: veba, bulaşıcı ve ölümcül hastalık | vaziyet: durum |
yetim: babası ölmüş olan çocuk, kimsesiz | zelzele: deprem |
zeval: yok olma | âlem: dünya |
şükretmek: Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek |
<TBODY>
</TBODY>