"Eğer bu zerreler, şu âlemin ustasının emrine tâbi birer memur olmasalar, o vakit herbir zerre, umum o cesetteki zerrelere hem hâkim-i mutlak, hem herbirisine mahkûm-u mutlak, hem herbirisine misil, hem hâkimiyet noktasında zıt, hem yalnız Vâcibü’l-Vücuda mahsus olan ekser sıfâtın masdarı, menbaı, hem gayet mukayyet, hem gayet mutlak bir surette olmakla beraber, sırr-ı vahdetle yalnız bir Vâhid-i Ehadin eseri olabilen gayet muntazam bir masnu-u vâhidi o hadsiz zerrâta isnad etmek—zerre kadar şuuru olan, bunun pek zâhir bir muhal, belki yüz muhal olduğunu derk eder."(1)
Aynı rütbe ve makamda olan bir bölük asker düşünelim. Bu askerlerin mükemmel bir vaziyet ve nizam oluşturması gerekiyor. Bu vaziyet ve nizamın olabilmesi iki türlü olabilir;
birisi bir komutanın hariçten emir ve komutu ile olur.
Diğeri ise aynı rütbe ve makamda olan askerlerin biribirine hükmedip hem komutan hem de asker olması ile mümkündür.
İkinci tarz, hem imkansız hem de akıl dışı bir tarzdır. Zira bir askerin hem er, hem de komutan olması; iki zıddın bir arada olmasıdır ki, bu imkansızdır. Tıpkı bir şeyin eş zamanlı olarak hem var, hem de yok olması gibi. İşte misil olması, asker olması anlamında; hakimiyet noktasında zıt olması ise, komutan anlamında kullanılmıştır. Yani asker o nizam ve vaziyete girebilmek için hem emir alan bir er olacak, hem de emir veren bir komutan olacak. Ama hariçten bir komutan bu askerlere o nizam ve vaziyeti kolaylıkla verebilir. Zira komutan, rütbe ve makam olarak askerlerden farklıdır. Askerlerin kayıt ve kuralları komutanı bağlamaz.
Zerreler de misaldeki askerler gibidir. Şayet elmanın vücudundaki çalışan zerreleri, elmanın sanatkarı ve yaratıcısı olarak kabul edersek, o zerreler hem ilah hem de mahluk olmaları gerekir. Zira elmanın oluşumu için hem emir alacak, hem de emir verecek bir vaziyete girmesi gerekir ki, bu tam bir safsatadır.
İlah olan, emir almaz, emir verir, mahkum olmaz, hakim olur, mekanda olmaz, mekandan münezzeh olur. Elma içinde çalışan bir zerre ise, hem mahkum, hem mekan içinde, hem de emir alan bir vaziyettedir. Öyle ise elmanın sahibi ve hakimi Allah’tır, zerreler değildir. İşte zerrelerin hem mahkum, hem hakim olma manası, hem her birisine misil, hem hakimiyet noktasında zıt tabiri ile ifade ediliyor.
Yine, bir zerre hem ebedi ve ezeli ilim sahibi olacak, hem de aynı anda cahil ve kayıtlı bir halde olacak. Bir şey ya ilim sahibidir, ya da cahildir. Aynı anda iki sıfatı taşıması muhaldir. Elmanın vücudunda çalışan sayısız zerreler önem ve vazife bakımından bir birleri ile müsavidirler. Öyle ise biribirlerine ilah olmaları, aynı zamanda biribirlerine köle olmaları, aklın kabul edebileceği bir şey değildir. Yani zerre, hem mutlak bir anlamda kayıtsız olacak, hem de mutlak bir anlamda kayıtlı olacak. Bunlar aklen caiz olmayan şeylerdir.
Esere dikkatle bakıldığında, eserin usta ve sanatkarının bir ve yekta olduğu kesindir. Zira bu eserin bir usta ve sanatkarın elinden çıktığına dair çok deliler vardır.
Mesela, bir elmanın vücut bulması için bütün sebeplerin bir araya gelip toplanması gerekir. Bütün sebepleri ise ancak sonsuz ilim ve kudret sahibi bir Zat bir araya toplaya bilir. Öyle ise elmanın sahibi kim ise, bütün sebeplerin de sahibi aynı zattır. Hal böyle iken, nasıl olur da elmayı zerrelere verebiliriz. Üstat bu manaya şu ibareler ile işaret ediyor.
“ Sırr-ı vahdetle yalnız bir Vâhid-i Ehadin eseri olabilen gayet muntazam bir masnu-u vâhidi o hadsiz zerrâta isnad etmek-zerre kadar şuuru olan, bunun pek zâhir bir muhal, belki yüz muhal olduğunu derk eder.”(2)