Bugün Risalelerden neler ögrendiniz?

Sirac

Well-known member
Cevap: Bugün Risalelerden en çok istifade ettiğiniz yer

Abi hoş gelmişsiniz. Evet bu başşlık kısa kısa da olsa istifadeye medar bir başlıktır. Zira istifade edilmiş nasihat dendiğinde başkasına da fayda veriyor.
 

XYZ.

New member
Cevap: Bugün Risalelerden en çok istifade ettiğiniz yer

Allah razı olsun, hoşbulduk , forumunuzu muhterem bir kardeşim tavsiye etti, inşaalah biraz alışırsan tarzına ve istimaline inşaallah istifade edebileceğim biraz zorlanıyorum şimdi ama , ülfet ederim nasılsa, son msjlar panosu yokmu benmi görmedim?
 

huve

Well-known member
Cevap: Bugün Risalelerden en çok istifade ettiğiniz yer

Şer'an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp "Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim" diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.

24. lem'a dan.

uzun zaman olmuştu Lem'a okumayalı, Allah razı olsun..
 

Tarihci

Marmara Tarih
Cevap: Bugün Risalelerden en çok istifade ettiğiniz yer

son mesajlar panomuz vardır ancak şu sıralar teknik aksaklıklar olduğundan geçici bir süre görünmeyecektir..
 

huve

Well-known member
Cevap: Bugün Risalelerden en çok istifade ettiğiniz yer

son mesajlar panomuz vardır ancak şu sıralar teknik aksaklıklar olduğundan geçici bir süre görünmeyecektir..

ben de bunu soracaktım az sonra,
olmaması trafiğe sebep oluyor hocam,
en acil tarafından lütfen.. :)
yeni mesajlardan takip ediyorum şimdilik..
 

Tarihci

Marmara Tarih
Cevap: Bugün Risalelerden en çok istifade ettiğiniz yer

ben de bunu soracaktım az sonra,
olmaması trafiğe sebep oluyor hocam,
en acil tarafından lütfen.. :)
yeni mesajlardan takip ediyorum şimdilik..


evet doğrudur..

tenkisyenlerimiz, mühendislerimiz, webmasterlerimiz bütün hızlarıyla çalışıyorlar :) inşallah en kısa zamanda hizmete açacaklar..
 

Sirac

Well-known member
Cevap: Bugün Risalelerden en çok istifade ettiğiniz yer

Aziz, gayretli, ciddî, hakikatli, hâlis, dirayetli kardeşim,
Bizim gibi hakikat ve âhiret kardeşlerin, ihtilâf-ı zaman ve mekân, sohbetlerine ve ünsiyetlerine bir mâni teşkil etmez. Biri şarkta, biri garpta, biri mazide, biri müstakbelde, biri dünyada, biri âhirette olsa da, beraber sayılabilirler ve sohbet edebilirler. Hususan birtek maksat için birtek vazifede bulunanlar, birbirinin aynı hükmündedirler.
Mektubat | Yirmi Üçüncü Mektup | 269
 

XYZ.

New member
Cevap: Bugün Risalelerden en çok istifade ettiğiniz yer

Aziz, gayretli, ciddî, hakikatli, hâlis, dirayetli kardeşim,
Bizim gibi hakikat ve âhiret kardeşlerin, ihtilâf-ı zaman ve mekân, sohbetlerine ve ünsiyetlerine bir mâni teşkil etmez. Biri şarkta, biri garpta, biri mazide, biri müstakbelde, biri dünyada, biri âhirette olsa da, beraber sayılabilirler ve sohbet edebilirler. Hususan birtek maksat için birtek vazifede bulunanlar, birbirinin aynı hükmündedirler.
Mektubat | Yirmi Üçüncü Mektup | 269

İşte kardeşim bu hakikata binaen kim nerden eklerse eklesin mühm değil <: yeterki hakikatler tezahur etsin, Ab-ı hayata susayanlara ulaştırılsın. Hamdolsunki Risalei nur ihsan edilmiş.
 

hulusi

Well-known member
Cevap: Bugün Risalelerden en çok istifade ettiğiniz yer

Dördüncü Şua, birinci mertebe-i nuriye-i hasbiye

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ حَسْبُنَا اللَّه وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Allah bize kafidir.ve o ne güzel vekildir.(Ali imran :173)

Dil bekası hak fenâsı istedi mülk-ü tenim.
Bir devâsız derde düştüm, ah ki Lokman bihaber.
 

Sirac

Well-known member
Ey Nurcular!

Sizin hakiki vazifeniz dünyaya bakmak değildir.

Farz-ı muhal olarak dünyaya da bakılsa,

bakınız ve görünüz

ve zuhuru muhtemel dehşetli yangınlar sebebiyle

ve o yüzden karşılaşmanız ihtimali bulunan tehlikeler dolayısıyla

katiyen sarsılmayınız, fütur getirmeyiniz.

Çalışınız, çalışınız, çalışınız ve katiyen inanınız ki,

Nurun şefaati, Nurun duası, Nurun himmeti sizleri kurtaracaktır.

İşte bu davanın şahidi Emirdağlı Nurcuların

dehşetli ateşten zararsız kurtulmalarıdır.

Şimdiden umumunuza müjdeler olsun.
Kardeşiniz
Mustafa Osman

Emirdağ Lâhikası | Vasiyetnamemdir | 118
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Hem şefkat pek geniştir. Bir zat, şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle, bütün yavrulara, hattâ zîruhlara şefkatini ihata eder ve Rahîm isminin ihatasına bir nevi aynadarlık gösterir. Halbuki aşk, mahbubuna hasr-ı nazar edip herşeyi mahbubuna feda eder. Yahut mahbubunu îlâ ve senâ etmek için başkalarını tenzil ve mânen zemmeder ve hürmetlerini kırar.

....
Hem şefkat hâlistir, mukabele istemiyor, sâfi ve ivazsızdır. Hattâ en âdi mertebede olan hayvânâtın yavrularına karşı fedakârâne, ivazsız şefkatleri buna delildir. Halbuki aşk ücret ister ve mukabele talep eder. Aşkın ağlamaları bir nevi taleptir, bir ücret istemektir.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Zeyl

b424.gif


[Bu küçücük Zeylin büyük bir ehemmiyeti var; herkese menfaatlidir.]

Cenâb-ı Hakka vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'ân'dan alınmıştır. Fakat tarîkatlerin bâzısı bâzısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kâsır fehmimle Kur'ân'dan istifade ettiğim acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarîkıdır.
Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tarîktir ki, ubûdiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine îsâl eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki, Rahîm ismine îsâl eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsâl eder. Şu tarîk, hafî tarîkler misillü, "letâif-i aşere" gibi on hatve değil; ve tarîk-ı cehriye gibi "nüfûs-u seb'a," yedi mertebeye atılan adımlar değil; belki Dört Hatveden ibârettir. Tarîkatten ziyâde hakikattir, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.
Şu kısa tarîkın evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâtı yapmaktır.
Birinci hatvede
b596.gif
-1- âyeti işaret ediyor.
İkinci hatveye
b597.gif
-2- âyeti işaret ediyor.
Üçüncü hatveye
b598.gif
-3- âyeti işaret ediyor.


1- Nefislerinizi temize çıkarmayın. (Necm Sûresi: 32.)
2- Allah'ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi âkıbetlerini unutturmuştur. (Haşir Sûresi: 19.)
3- Sana her ne iyilik erişirse Allah'tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi kusurun sebebiyledir. (Nisâ Sûresi: 79.)
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Dördüncü hatveye
b599.gif
-1- âyeti işaret ediyor.
Şu Dört Hatvenin kısa bir izahı şudur ki:
Birinci Hatvede,
b600.gif
âyeti işaret ettiği gibi, tezkiye-i nefs etmemek. Zîrâ, insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka her şeyi nefsine fedâ eder. Mabuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mabuda lâyık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez; nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdâfaa eder. Hattâ fıtratında tevdî edilen ve Ma'bud-u Hakikinin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazât ve istidadı kendi nefsine sarf ederek,
b601.gif
-2- sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.
İşte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathîri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.
İkinci Hatvede,
b602.gif
dersini verdiği gibi; kendini unutmuş, kendinden haberi yok; mevti düşünse, başkasına verir; fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzûzât makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezâsıdır. Şu makamda tezkiyesi, tathîri, terbiyesi; şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yani, huzûzât ve ihtirasâtta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek.
Üçüncü Hatvede,
b603.gif
dersini verdiği gibi; nefsin muktezâsı, dâimâ iyiliği kendinden bilip, fahr ve ucbe girer. Bu hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir. Şu mertebede tezkiyesi,
b604.gif
-3- sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.
Dördüncü Hatvede,
b605.gif
dersini verdiği gibi; nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâvâ eder. Ma'buduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır. İşte gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki:


1- Her şey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ. (Kasas Sûresi: 88.)
2- Nefsinin arzusunu kedisine ma'bud edinip onun her emrine uyan kimse. (Furkan Sûresi: 43.)
3- Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems Sûresi: 9.)
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Her şey nefsinde mânâ-i ismiyle fânîdir, mefkuddur, hâdistir, mâdumdur; fakat mânâ-i harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibâriyle şâhiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcuddur.
Şu makamda tezkiyesi ve tathîri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse, kâinat kadar bir zulümât-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip, Mûcid-i Hakikiden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziyâ-i vücudu nihayetsiz zulümât-ı adem ve firâklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikinin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudâtı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zîrâ bütün mevcudât, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücudu bulan, her şeyi bulur.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Diyorlar ki: "Madem sizin elinizdeki nurdur, topuz değildir. Nura karşı muaraza edilmez ve nurdan kaçılmaz ve nurun izharından zarar gelmez. Neden arkadaşlarınıza ihtiyatı tavsiye ediyorsunuz, çok nurlu risaleleri halklara gösterilmesini men ediyorsunuz?"
Bu suale karşı cevabın muhtasar meâli şudur ki:


Baştaki başların çoğu sarhoş, okumaz. Okusa da anlamaz, yanlış mânâ verip ilişir. İlişmemesi için, aklı başına gelinceye kadar göstermemek lâzım geliyor. Hem çok vicdansız insanlar var ki, garaz veya tamah veyahut havf cihetiyle nuru inkâr eder veya gözünü kapar. Onun için, kardeşlerime de tavsiye ediyorum ki, ihtiyat etsinler, nâehillerin eline hakikatleri vermesinler. Hem ehl-i dünyanın evhâmını tahrik edecek işlerde bulunmasınlar.


İlmi, ona layık olmayan kimseye öğretmek, domuzun boynuna mücevherat, inci, altın takmak gibidir."
 

müdavim

Üye Sorumlusu
ON BİRİNCİ REŞHA

Böyle acip ve muammâ-âlûd şu kâinatın perde-i zahiriyesi altında, elbette ve elbette böyle acaip bizi bekliyor. Böyle acaibi haber verecek, böyle harika ve fevkalâde muciznümâ bir zat lâzımdır.
Hem bu zâtın gidişatından görünüyor ki, o görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor.
Hem bizi nimetleriyle perverde eden şu semâvat ve arzın İlâhı bizden ne istiyor, marziyâtı nedir; pek sağlam olarak bize ders veriyor.
Hem bunlar gibi daha pek çok merak-âver, lüzumlu hakaikı ders veren bu zâta karşı herşeyi bırakıp ona koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken, ekser insanlara ne olmuş ki, sağır olup kör olmuşlar, belki divane olmuşlar ki bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati işitmiyorlar, anlamıyorlar?
ON İKİNCİ REŞHA

İşte, şu zat, şu mevcudat Hâlıkının vahdâniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir burhan-ı nâtık, bir delil-i sadık olduğu gibi, haşrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir burhan-ı katıı, bir delil-i sâtııdır. Belki, nasıl ki o zat, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür; öyle de, duasıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadıdır. Haşir meselesinde geçen şu sırrı, makam münasebetiyle tekrar ederiz.
İşte, bak: O zat öyle bir salât-ı kübrâda dua ediyor ki, güya şu cezire, belki arz, onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder.
Bak, hem öyle bir cemaat-i uzmâda niyaz ediyor ki, güya benî Âdemin zaman-ı Âdemden asrımıza, kıyamete kadar bütün nuranî, kâmil insanlar, ona ittibâ ile iktidâ edip duasına âmin diyorlar.
Hem bak, öyle bir hâcet-i âmme için dua ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvat, belki bütün mevcudat, niyazına, "Evet, yâ Rabbenâ, ver, biz dahi istiyoruz" deyip iştirak ediyorlar.
Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştakâne, öyle tazarrukârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinatı ağlattırıyor, duasına iştirak ettiriyor.
Bak, hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için dua ediyor ki, insanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan, âlâ-yı illiyyîne, yani kıymete, bekaya, ulvî vazifeye çıkarıyor.
Bak, hem öyle yüksek bir fizâr-ı istimdatkârâne ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile istiyor, yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata ve semâvâta ve Arşa işittirip, vecde getirip, duasına "Âmin Allahümme âmin" dedirtiyor.
Bak, hem öyle Semî, Kerîm bir Kadîrden, öyle Basîr, Rahîm bir Alîmden hâcetini istiyor ki, bilmüşahede, en hafî bir zîhayatın en hafî bir hâcetini, bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder. Çünkü istediğini-velev lisan-ı hal ile olsun-verir. Ve öyle bir suret-i hakîmâne, basîrâne, rahîmânede verir ki, şüphe bırakmaz, bu terbiye ve tedbir öyle bir Semî ve Basîr ve öyle bir Kerîm ve Rahîme hastır.
 
Üst