Bugün Risalelerden neler ögrendiniz?

müdavim

Üye Sorumlusu
İKİNCİ LEM'A: Sayısız hâtemlerden canlı mahlûkata vaz'edilen hayat hâtemine bakınız! Evet canlı bir mahlûk, câmiiyeti itibariyle, kâinata küçük bir misaldir, şecere-i âleme güzel ve tatlı bir meyvedir, kevn ve vücuda bir nüvedir ki, Cenab-ı Hak o nüvede pek çok âlemlerin örneklerini dercetmiştir. Sanki o zîhayat gayet hakîmane muayyen nizamlar ile bütün vücudlardan sağılmış bir katre veya bir noktadır. Bu itibarla bir zîhayatı halketmek, bütün kâinatı yed-i tasarrufuna alan Cenab-ı Hak'tan maada hiç bir şeye isnad edilemez.

Evet aklı bozulmayan bir şahıs, teemmülü neticesinde anlar ki: Meselâ bal arısını pek çok şeylere fihriste yapan ve kitab-ı kâinatın ekser mesailini insanın mahiyetinde yazan ve incir nüvesinde incir ağacının proğramını derceden ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hâfızasında tarih-i hayatını taallûkatıyla beraber yazan, ancak ve ancak her şeyi yaratan Hâlık olabilir. Ve böyle bir tasarruf, yalnız ve yalnız Rabb-ül Âlemîn'e mahsus bir hâtemdir.

ÜÇÜNCÜ LEM'A: Cenab-ı Hakk'ın canlı mahlûkata bastığı hayat hâteminin gayr-ı mütenahî nakış ve keyfiyetlerinden bir nümuneyi göstereceğiz.

Şöyle ki:

Nasıl ki suyun katrelerinden, şişenin parçalarından tut, seyyar yıldızlara kadar şeffaf veya şeffaf gibi her şeyde şemsin cilvelerinden

sh: » (Ms: 12)

şemse mahsus bir turra, bir cilve bulunur. Kezalik Şems-i Ezelî'nin de bütün canlı mahlukatta “ihya ve nefh-i hayat” cihetiyle bir tecelli-i ehadiyeti vardır ki, bütün esbab iktidar ve ihtiyar sahibi oldukları farz edilse dahi, o sikkenin ne mislini ve ne taklidini, ne münferiden ve ne müçtemian yapmaktan âcizdirler. Buna binaen şeffaf şeylerde görünen o timsaller şemsin timsali olup, şemsten o şeffaf şeylere in'ikas etmiş olduklarına hükmedilmediği takdirde, o sayısız katrelerde ve zerrelerde (her birisinde) hakikî bir şemsin maddesiyle mevcud bulunduğuna hükmetmek lâzım gelir.

Kezalik Şems-i Ezelî'nin şualar menzilesinde olan tecelli-i esmasının nokta-i merkeziyesi olan hayat, Şems-i Ezelî'ye isnad edilmediği takdirde, bir sins, bir çiçeğe varıncaya kadar her bir zîhayatta nihayetsiz bir kudret, muhit bir ilim, mutlak bir irade gibi Vâcib-ül Vücud'dan maada hiçbir şeyde vücudu mümkün olmayan sair sıfatların mevcud olmasına cahilane, ahmakane, gülünç bir bâtıl hüküm lâzımgelir. Ve aynı zamanda, şu bâtıl hüküm ile her bir zerreye ve her bir sebebe bir uluhiyet-i mutlakayı isnad etmekle sayısız şerikleri isbat etmek mecburiyeti hasıl olur.

Maahaza tohum olacak bir habbe veya bir çekirdekteki garib, acib, muntazam vaziyete bakınız ki; o habbe, tohumu olacak cismin bütün eczâsıyla münasebetdar olduğu gibi, nev'iyle yani ebna-yı cinsiyle de ve bütün mevcudat ile de münasebetleri vardır. Ve onlara karşı o münasebetleri nisbetinde vazifeleri vardır. Eğer o tohumcuk habbenin Kadir-i Mutlak'tan nisbeti kesilip kendi nefsine isnad edilirse, yani kendi kendine olmuştur denilirse, her bir tohumda, her şeyi görecek bir gözün ve her şeye muhit bir ilmin bulunmasını itikad etmek lâzım gelir. Bu ise, sâbık temsilde her bir şeffaf zerrede hakikî bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattır
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
"Ben Van'da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: “Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?” dedim.

Dedi : “Ben Müslüman bir Türk'ü fasık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü: Tam imana hizmet ediyorlar.”

Bir zaman geçti (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul'da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksul'amel ile, o da Kürtçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fasık, hatta dinsiz de olsa bir Kürd'ü, salih bir Türk'e tercih ediyorum.” Sonra ben onu birkaç sohbetle kurtardım. Tam kanaati geldi ki: Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur. "(Emirdağ Lahikası)
 

Sirac

Well-known member
Nur-u akıl kalbden gelir


Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziyâ-i kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.

O nur ile bu ziyâ mezc olmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.

Gözünde bir nehâr var; lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki, bir leyl-i münevver.

O içinde bulunmazsa, o şahmpâre göz olmaz, sende birşey göremez. Basîretsiz basar da para etmez.

Ger fikret-i beyzâda süveydâ-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basîret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.


Lemeât | 646​
 

Sirac

Well-known member
Sakın o makalenin iğlâk-ı uslûbu ve içinde cilveger olan

mesailin elbiselerinin perişaniyeti seni temaşasından müteneffir etmesin.

Zira iğlâk eden, mânâsındaki dikkat ve kıymettir.

Ve perişan eden ve ziynet-i zahiriyeden müstağnî eden, mânâsındaki cemal-i zâtiyesidir.

Evet, nazlanan ve istiğna gösteren nazeninlerin mehirleri dikkattir.

Ve menzilleri dahi kalbin süveydâsıdır.

Muhakemat | Sekizinci Mesele | 74
 

hulusi

Well-known member
25.söz,birinci şule.birinci şua,ikinci suret,ikinci nokta..
Bİlhasda şu bölümü sizinle paylaşmak istedim

Diyor ki: "Ey acz ve hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve zaaf ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi, elinizden gelirse hudud-u mülkümden çıkınız! Nasıl cesaret edersiniz ki, öyle bir Sultanın emirlerine karşı gelirsiniz; yıldızlar, aylar, güneşler, emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. Hem tuğyanınızla öyle bir Hâkim-i Zülcelâle karşı mübareze ediyorsunuz ki, öyle azametli mutî askerleri var, faraza şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler. Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelâlin memleketinde isyan ediyorsunuz ki, cünudundan öyleleri var, değil sizin gibi küçük, âciz mahlûklar, belki farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız, arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri size atabilirler, sizi dağıtırlar. Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, onunla öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi, küreler misilli yıldızları üstünüze Allah'ın izniyle yağdırabilirler."

dua ile
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Öyle musibetten kaçınız ki; geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar." Çünki musibet-i âmmeden masumlar hârika bir tarzda yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünki din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahü Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede masumlar da bela çekerler.” (Emirdağ Lâhikası-l sh: 32)
 

Zuhr

Talebe
Ey insan-i müstekî!
Sen mâdum kalmadin, vücut nimetini giydin, hayati tattin,
câmid kalmadin, hayvan olmadin,
islâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadin,
sihhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ...

Ey nankör!
Daha sen nerede hak kazaniyorsun ki, Cenâb-i Hakkin sana verdigi mahz-i nimet olan vücut mertebelerine mukàbil sükretmeyerek,
imkânât ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmedigi ve
sen lâyik olmadigin yüksek nimetlerin sana verilmediginden,
bâtil bir hirsla Cenâb-i Haktan sekvâ ediyorsun ve küfrân-i nimet ediyorsun?
 

Zuhr

Talebe
Ey kanaatsiz, hirsli ve iktisatsiz, israfli ve haksiz, sekvâli, gafil insan!
Kat’iyen bil ki, kanaat, ticaretli bir sükrandir; hirs, hasâretli bir küfrandir.
Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdir. israf ise, nimete çirkin ve zararli bir istihfaftir.
Eger aklin varsa kanaate alış ve rızaya çalış.
Tahammül etmezsen, “Yâ Sabûr” de ve sabır iste, hakkına razı ol, teşekkî etme.
Kimden kime sekvâ ettigini bil, sus.
Herhalde şekvâ etmek istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şekvâ et; çünkü kusur ondadır.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Üstad çok hasta olur, çok vakitleri de hastalık ve sıkıntı ile geçerdi. Pek az yer; o da bir parça çorba gibi mahdut birşeydi.

Geceleri, Kur'an-ı Kerîm'den vird edindiği sûreleri ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın münacat-ı meşhûresi olan
"Cevşenü'l-Kebîr" namındaki münacatını ve Şah-ı Geylanî ve Şah-ı Nakşibend gibi eazım-ı evliyanın münacat ve hizblerini ve salavat-ı Nuriyeleri ve bilhassa Risale-i Nur'un menbaı olan "Hizbü'n-Nuriye"yi ve ayat-ı Kur'aniyenin lemeatı olan ve bir silsile-i tefekkür bulunan ve Yirmi Dokuzuncu Lem'ada cem edilen hizb ve münacatları okur, bunları tamam edince de yine Risale-i Nur'la meşgul olurdu.

Gündüzleri ise, daima Risale-i Nur'un mütalaası ve tashihi ile meşgul olur; Risale-i Nur hizmetini herşeye tercih eder, Risale-i Nur'a ait yetişecek acele bir iş zamanında diğer meşguliyetlerini bırakır, evvela o işi tamamlardı.
 

Kýrýk Testi

Well-known member
Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-i hakikat, en makbul bir dua-yı mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.
 

Kýrýk Testi

Well-known member
Şeytanın vücudunda cüz'i şerlerle biçok makasid-i hayriye-i külliye ve kemalat-i insaniye vardır.Evet,bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var ;mahiyet-i insaniyedeki isdidatta dahi ondan daha ziyade meratip var.Belki zerreden şemse kadar dereceleri var.Bu istidadatın inkişafatı,elbette bir hareket ister bir muamele iktiza eder.Ve o muameledeki terakki zembereğinin hareketi,mücahade ile olur.O mücahede ise,şeytanların ve muzir şeylerin vücuduyla olur.Yoksa ,melaikeler gibi,insanların da makamı sabit kalırdı.O halde insan nev'inde binler enva hükmünde sınıflar bulunmayacak.....
Bir şerr-i cüz'i gelmemek için bin hayrı terk etmek,hikmet ve adalet münafidir.

Çendan ,şeytan yüzünden ekser insanlar dalalete giderler.Fakat ehemmiyet ve kıymet,ekseriyetle keyfiyete bakar,kemiyete az bakar veya bakmaz .
Nasıl ki,bin ve on çekirdeği bulunan zat,o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse ,ondan on tanesi ağaç olmuş,bini bozulmuş.O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat,elbette bin bozulmuş çekirdeklerin verdiği zararı hiçe indirir.Öyle de nefis ve şeytanlara karşı mücahede ile yıldızlar gibi nev-i insanı şereflemdiren ve tenvir eden on insan-ı kamil yüzünden nev'e gelen menfaat ve şeref ve kıymet,elbette ,haşarat nev'inden sayılacak derecede süfli ehl-i dalaletin küfre girmesiyle insan nev'ine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için,rahmet ve kıymet ve adalet-i İlahiye,şeytanların vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiş.
 

nimet06

Well-known member
Elhasıl, âhiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah’a asker olmaktadır. Öyle ise biz daima “Elhamdü lillâhi ale’t-tâati ve’t-tevfîk” 1 demeliyiz ve Müslüman olduğumuza şükretmeliyiz.

3.Söz.
 

nur5

Well-known member
Hâtime

Cenab-ı Hak hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derceylemiştir. Hem hadsiz nukuş-u esmasını göstermek için insanı öyle bir surette halketmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış. Ve o makine-i insaniyede yüzer âlet var. Herbirinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfatı ayrıdır. Âdeta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i İlahiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmanın umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve âfiyet ve lezaiz gibi nâfi' emirler, nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazifelerine sevkeder. İnsan da bir şükür fabrikası gibi olur. Öyle de: Musibetlerle, hastalıklarla, âlâm ile, sair müheyyiç ve muharrik ârızalar ile o makinenin diğer çarhlarını harekete getirir, tehyiç eder. Mahiyet-i insaniyede münderic olan acz ve za'f ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisan ile değil, belki herbir âzânın lisanıyla bir iltica, bir istimdad vaziyeti verir. Güya insan o ârızalar ile, ayrı ayrı binler kalemi tazammun eden müteharrik bir kalem olur. Sahife-i hayatında veyahut Levh-i Misalî'de mukadderat-ı hayatını yazar, esma-i İlahiyeye bir ilânname yapar ve bir kaside-i manzume-i Sübhaniye hükmüne geçip, vazife-i fıtratını îfa eder.
2. LEMA
 
Üst