Otuz İkinci Söz - Sayfa 864
ve şükür ve ibâdât cihâzâtını nefsinize ve dünyaya gayr-ı meşru bir surette sarf ettiğinizden, bil’istihkak cezasını çekiyorsunuz. Çünkü Cenâb-ı Hakka ait muhabbeti nefsinize verdiniz; mahbubunuz olan nefsinizin hadsiz belâsını çekiyorsunuz. Çünkü hakikî bir rahatı, o mahbubunuza vermiyorsunuz. Hem onu, hakikî mahbub olan Kadîr-i Mutlaka tevekkül ile teslim etmiyorsunuz, daima elem çekiyorsunuz.
Hem Cenâb-ı Hakkın esmâ ve sıfâtına ait muhabbeti dünyaya verdiniz ve âsâr-ı san’atını, âlemin esbabına taksim ettiniz; belâsını çekiyorsunuz. Çünkü, o hadsiz mahbuplarınızın bir kısmı size Allahaısmarladık demeyip, size arkasını çevirip, bırakıp gidiyor. Bir kısmı sizi hiç tanımıyor, tanısa da sizi sevmiyor, sevse de size bir faide vermiyor. Daima hadsiz firaklardan ve ümitsiz, dönmemek üzere zevâllerden azap çekiyorsunuz.
İşte, ehl-i dalâletin saadet-i hayatiye ve tekemmülât-ı insaniye ve mehâsin-i medeniyet ve lezzet-i hürriyet dedikleri şeylerin içyüzleri ve mahiyetleri budur. Sefahet ve sarhoşluk bir perdedir; muvakkaten hissettirmez. “Tuh onların aklına!” de.
Amma Kur’ân’ın cadde-i nuraniyesi ise, bütün ehl-i dalâletin çektiği yaraları hakaik-i imaniye ile tedavi eder. Bütün evvelki yoldaki zulümatı dağıtır. Bütün dalâlet ve helâket kapılarını kapatır. Şöyle ki:
İnsanın zaaf ve aczini ve fakr ve ihtiyacını, bir Kadîr-i Rahîme tevekkül ile tedavi eder.
1 Hayat ve vücudun yükünü Onun kudretine, rahmetine teslim edip, kendine yüklemeyip, belki kendisi o hayatına ve nefsine biner hükmünde bir rahat makam bulur.
2 Kendisinin “nâtık bir hayvan” değil, belki hakikî bir insan ve makbul bir misafir-i Rahmân olduğunu bildirir. Dünyayı, bir misafirhane-i Rahmân
[NOT]Dipnot-1
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:122; A’râf Sûresi, 7:89; Enfâl Sûresi, 8:45; Tevbe Sûresi, 9:129; Yûnus Sûresi, 10:71, 85; Hûd Sûresi, 11:56; Yûsuf Sûresi, 12:67; İbrahim Sûresi, 14:12; Zümer Sûresi, 39:38.
Dipnot-2
bk. Bakara Sûresi, 2:112, 131; Nisâ Sûresi, 4:125; Neml Sûresi, 27:44; Zümer Sûresi, 39:54.[/NOT]
<tbody>
</tbody>
ve şükür ve ibâdât cihâzâtını nefsinize ve dünyaya gayr-ı meşru bir surette sarf ettiğinizden, bil’istihkak cezasını çekiyorsunuz. Çünkü Cenâb-ı Hakka ait muhabbeti nefsinize verdiniz; mahbubunuz olan nefsinizin hadsiz belâsını çekiyorsunuz. Çünkü hakikî bir rahatı, o mahbubunuza vermiyorsunuz. Hem onu, hakikî mahbub olan Kadîr-i Mutlaka tevekkül ile teslim etmiyorsunuz, daima elem çekiyorsunuz.
Hem Cenâb-ı Hakkın esmâ ve sıfâtına ait muhabbeti dünyaya verdiniz ve âsâr-ı san’atını, âlemin esbabına taksim ettiniz; belâsını çekiyorsunuz. Çünkü, o hadsiz mahbuplarınızın bir kısmı size Allahaısmarladık demeyip, size arkasını çevirip, bırakıp gidiyor. Bir kısmı sizi hiç tanımıyor, tanısa da sizi sevmiyor, sevse de size bir faide vermiyor. Daima hadsiz firaklardan ve ümitsiz, dönmemek üzere zevâllerden azap çekiyorsunuz.
İşte, ehl-i dalâletin saadet-i hayatiye ve tekemmülât-ı insaniye ve mehâsin-i medeniyet ve lezzet-i hürriyet dedikleri şeylerin içyüzleri ve mahiyetleri budur. Sefahet ve sarhoşluk bir perdedir; muvakkaten hissettirmez. “Tuh onların aklına!” de.
Amma Kur’ân’ın cadde-i nuraniyesi ise, bütün ehl-i dalâletin çektiği yaraları hakaik-i imaniye ile tedavi eder. Bütün evvelki yoldaki zulümatı dağıtır. Bütün dalâlet ve helâket kapılarını kapatır. Şöyle ki:
İnsanın zaaf ve aczini ve fakr ve ihtiyacını, bir Kadîr-i Rahîme tevekkül ile tedavi eder.
[NOT]Dipnot-1
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:122; A’râf Sûresi, 7:89; Enfâl Sûresi, 8:45; Tevbe Sûresi, 9:129; Yûnus Sûresi, 10:71, 85; Hûd Sûresi, 11:56; Yûsuf Sûresi, 12:67; İbrahim Sûresi, 14:12; Zümer Sûresi, 39:38.
Dipnot-2
bk. Bakara Sûresi, 2:112, 131; Nisâ Sûresi, 4:125; Neml Sûresi, 27:44; Zümer Sûresi, 39:54.[/NOT]
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | Kadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ) |
Kadîr-i Rahîm: çok merhametli ve şefkatli olan ve sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; r-ḥ-m) | acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) |
bil’istihkak: hak etmek suretiyle (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | cadde-i nuraniye: nurlu, aydınlık cadde (bk. n-v-r) |
cihazât: cihazlar, donanım | dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) |
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l) | elem: acı, sıkıntı, keder |
esbab: sebepler (bk. s-b-b) | esmâ: isimler (bk. s-m-v) |
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r) | firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ) |
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a) | hadsiz: sınırsız |
hakaik-i imaniye: iman hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-m-n) | hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) |
helâket: mahvolma, yok oluş | ibâdât: ibadetler (bk. a-b-d) |
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) | lezzet-i hürriyet: hür olmanın verdiği lezzet |
mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b) | mahiyet: esas nitelik, özellik |
makbul: kabul gören | mehâsin-i medeniyet: medeniyetin güzellikleri (bk. ḥ-s-n) |
misafir-i Rahmân: sonsuz rahmet sahibi olan Allah’ın misafiri (bk. r-ḥ-m) | misafirhane-i Rahmân: Allah’ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya (bk. r-ḥ-m) |
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) | muvakkaten: geçici olarak |
nefs: can, hayat, kişinin kendisi (bk. n-f-s) | nâtık: konuşan |
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) | saadet-i hayatiye: hayatın mutluluğu (bk. ḥ-y-y) |
sefâhet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük; beyinsizce davranış | suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) |
sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f) | taksim: paylaştırma, bölüştürme |
tekemmülât-ı insaniye: insana ait mükemmellikler, ilerlemeler (bk. k-m-l) | tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l) |
vücud: varlık (bk. v-c-d) | zaaf: zayıflık |
zevâl: sona erme, yokluk (bk. z-v-l) | zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m) |
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m) | âsâr-ı san’at: san’at eserleri (bk. ṣ-n-a) |
şükür: medih, övgü (bk. ş-k-r) |
<tbody>
</tbody>