Menkıbeler ve Kıssadan Hisseler..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
[h=2]GÂFİL KALBLERİN TESİRİ[/h]

Hicrî 1340 senesinin mübârek bir gününde İstanbul Ayasofya Câmii’nde Kur’ân-ı Kerîm ve mevlid-i şerîf ziyâfeti vardı. Câmî, mahfellerine kadar doluydu. Ulemâ ve talebe câmîde idi. Zamanın güzîde hâfızları Kur’ân-ı Kerîm ve mevlid-i şerîf okumaya başlamışlardı.


Beylerbeyili Âdil Bey isminde, mânevî hâl sahibi ve keşfi açık bir zât da kürsüye yakın bir yerde oturmuş dinliyordu…
Biraz sonra Âdil Bey’e mânevî bir daralma hâli geldi. Sıkıldı, bunaldı. Oysa içinde bulunulan o mânevî atmosferde Kur’ân ve mevlid okunurken böyle bir gönül daralmasının olmaması lâzımdı. Âdil Bey, merakla etrafına baktı. Gördü ki, tam karşısında kasvet-i kalbe mübtelâ bir gâfil var; farkında olmadan göğüs göğüse karşı oturuyorlar. Böylece o kasvetli ve gâfil kalbden kendisine daralma aksettiğini anlayan Âdil Bey, hemen yerini değiştirdi, böylece biraz ferahladıysa da, tesirini bir müddet gideremedi.[SUP]2


[/SUP]
KISSADAN HİSSE:
Sâlih kimselerden gönüllere huzur ve ferahlık aksettiği gibi, gâfil kimselerden de huzursuzluk ve kasvet akseder. Zîrâ gül bahçesinde dolaşan kalbler, binbir râyiha ile mest olurlarken, teressübat (pislik) civârına düşen ruhlar da teaffün eden (kokan) kötü kokularla bunalırlar. Onun içindir ki Cenâb-ı Hak, gönülleri çürümüş ve etraflarına dâimâ kötü tesir bırakan münkirler hususunda:


“Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma.” (el-En’am, 68) buyurmaktadır.


Bu ilâhî emirdeki inceliği kalbî hassâsiyete sahip olan has kullar daha iyi anlarlar. Zîrâ kalbdeki hassâsiyet arttıkça ölçüler derinleşir, bakışlar perdenin arkasındaki gerçekleri görmeye başlar, hisler herkesin farkedemediği oluşları sezer. Buna bir misâl olarak Seyfi Baba’nın şu hâli pek ibretlidir:


Sâmi Efendi Hazretleri’ni pek seven Hak dostlarından Seyfi Baba, keşfi açık, hâl sahibi bir zâttı. Topkapı’da oturuyordu. Birgün Sâmi Efendi -kuddise sirruh-’u ziyârete gelmişti. Ancak devlethâneye girer girmez düşüp bayıldı. Onu içeriye buyur edip üstadın huzuruna iletecek olan kişi telaşla üzerine su döküp ayılmasını temin ettikten sonra:

“Hemen bir doktor çağıralım!” dediğinde Seyfi Baba bitkin bir hâlde müdâhale etti:

“– Yok oğlum! Doktor filân çağırmayın; hâlimin maddî bir hastalıkla alâkası yok! Topkapı’dan Erenköy’e gelene kadar yollarda rastladığım isyân ehli ve isyân yerlerindeki kasvet tesir etti ve bu tertemiz kapıdan girip içerideki rûhaniyete nâil olunca da gönlüm o tesirlere dayanamadı. Buradaki mânevî iklîmin bereketi ve ârifler sultanı Sâmi Efendi’nin himmetiyle birazdan hiçbir şeyim kalmaz.” dedi.

Hâsılı gâfillerden nasıl menfî tesirler zuhûr edip kalbi daraltıyorsa, sâlihlerden de müsbet ve feyizli tesirler hâsıl olup gönlü ferahlatmaktadır. Bu bakımdan gönül erbâbı, hâllerini muhâfaza için mümkün olduğu kadar gâfillerden uzak, sâlihlere yakın olmalıdır. Bu meyanda Hazret-i Dâvûd, Cenâb-ı Hakk’a zaman zaman şöyle ilticâ eylerdi:

“Allâh’ım, beni gâfillerin meclisine yönelmiş görürsen, daha oraya varmadan ayaklarımı kır ki, onların yanına gidemeyeyim. Böyle yapman, benim için büyük bir lutuf olur.”
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
TAM TESLÎMİYET



Rivâyetlerde bildirildiği üzere Cenâb-ı Hak Mûsâ -aleyhisselâm-’ı Firavun’a gönderdiği zaman ona şöyle buyurdu:

“Firavun’a git; çünkü o iyice azdı…” (Tâhâ, 24)

Mûsâ -aleyhisselâm-, âile efrâdını ve davarlarını zâhirde emânet edeceği bir kimse olmadığından:

“– Yâ Rabbî! Ev halkım ve davarlarım ne olacak?” dedi.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, «muhafaza edenlerin en hayırlısı» olduğunu hatırlatarak şöyle buyurdu:

“– Ey Mûsâ! Beni bulduktan sonra başka ne istersin? Sen benim emrimi edâya koş! Bana bağlan ve teslîmiyet göster! İstersem, kurdu koyunlarına çoban eder ve meleklerimi de âilene muhâfız kılarım.

Ey Mûsâ! Nedir bu düşündüğün? Anan seni denize attığı zaman seni kim kurtardı? Bundan sonra seni anana tekrar kim kavuşturdu? Sen hani, birini kazâ ile öldürmüştün de Firavun seni aramaya koyulmuş ve öldürmeye azmetmişti; o vakit seni ondan kim muhâfaza etti?..”

Mûsâ -aleyhisselâm- bu söylenenleri hem dinliyor, hem de her cümlenin sonunda:


“SEN, SEN, SEN YÂ RABBÎ!..” diyordu.


KISSADAN HİSSE:

Elbette ki Mûsâ -aleyhisselâm- bütün peygamberler gibi teslîmiyetin zirvesinde idi. Ancak peygamberler insanlara birer örnek şahsiyet olduğundan Cenâb-ı Hak, bizler için mühim olan bazı hususları onlar üzerinde tecellî ettirir ve böyle durumlarda nasıl davranacağımıza işâret buyurarak gönülleri irşâd eyler. Nitekim bu kıssada da anlatılmak istenen, bütün âlemlerin sahibi ve Rabbi olan Allâh Teâlâ’nın emirleri karşısında hiçbir beşerî mâzeretin geçerli olmayacağını beyândır. Çünkü onun emrini yerine getirmeye azmedenlerin ihtiyaç duyacağı her türlü yardım, ihsân ve muhâfazaya yegâne kâdir odur.

Eğer kul ihlâs ve samîmiyetle Hakk’ın rızâsına râm olarak emirlerini îfâya gayret gösterirse, onun her hâlükârda kendisine yâr ve yardımcı olduğunu müşâhede eder. Nitekim o Hâfız-ı Mutlak, Mûsâ -aleyhisselâm-’ı Firavun’un sarayında büyütmüş, İbrâhîm -aleyhisselâm-’ı Nemrûd’un ateşleri ortasında gülistâna garketmiş, Ashâb-ı Kehf adı verilen sâlih gençleri üç yüz küsur sene bir mağarada uyku hâlinde zâlimlerin şerrinden muhâfaza etmiş ve Muhammed Mustafâ -aleyhissalâtü vesselâm-’ı da nice tehlikelerden sıyânet etmiş, husûsiyle Sevr mağarasında onu, düşmanların gözlerinden gizlemiştir. Şâir ne güzel söyler:


Kimseden ummam meded hâfızım olsun Hudâ,
Ben tevekkül eylerem «Fallâhü hayrun hâfizâ»
Rahmetî
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
BİR MECZÛB VE GÖNÜL İLÂCI

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri ilâç yaparken rastladığı bir hekime:

“– Ey tabib! Sende benim hastalığıma da ilâç var mı?” dedi.

Hekim sordu:

“– Hastalığın nedir?”

Bâyezîd Hazretleri:

“– Günah hastalığı…” cevabını verdi.

Hekim ellerini iki yana açarak:

“– Ben günah hastalığının ilâcını bilmem.” dedi.

O esnâda orada bulunmakta olan meczûb bir genç söze karışıp:

“– Baba, senin hastalığının ilâcını ben biliyorum.” dedi.

Bâyezîd Hazretleri de sevinçle:

“– Söyle ey delikanlı!” dedi.

Halkın meczûb gördüğü, ancak hakîkatte bir ârif olan genç, günah ilâcını şöyle tarif etti:

“– On dirhem tevbe kökü ile on dirhem istiğfâr yaprağı al! Bunları kalb havanına koy! Tevhîd tokmağı ile döv! İnsâf eleğinden geçir! Gözyaşlarıyla yoğur! Aşk fırınında pişir! Böylece oluşacak olan macundan her gün beş kaşık al; hastalığından eser kalmaz!..”


Bunları dinleyen Bâyezîd-i Bistâmî, içini çekti ve:

“– Senin gibi âriflere mecnûn diyerek kendilerini akıllı sananlara eyvahlar olsun!..” dedi.




KISSADAN HİSSE:
Bir kul için halkın nazarından ziyâde Hakk’ın nazarı evlâ olduğu zaman kemâlât ve irfân yolları açılır. Artık onun bakış, duyuş ve hissedişi bambaşka bir sır ve derinlik arz eder. Böyle kullardan kimisi Veysel Karanî olur da halk ona gâfil bir hâlde mecnûn deyip durur. Fakat aslında o, Allâh ve Peygamberinin husûsî dostluklarına mazhar olmuştur.

Diğer taraftan bu kıssa, «Sâlihlerle beraber olunuz!» (el-Tevbe, 119) ilâhî emrindeki bereketi aksettirir. Ârif olan gençte görüldüğü gibi, cümle sâlihlerden sudûr eden gönül reçeteleri de nice mânevî hastalıklara şifâ bahşederek kalbleri zinde ve pâk bir şekilde Hakk’a bağlar. Burada Bâyezîd-i Bistâmî’nin diri ve âgâh bir kalbe sahip olduğu hâlde gönül ilâcı istemesi, kendisindeki tevâzuun bir tezâhürü olması yanında sohbet ettiği hekimin gönlünü tedâvî içindir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Şimdiden hazırlanın!
Ata bin Meysere hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bir sohbetinde;
- Kardeşlerim, aklı olan bir kimse, şimdiden ahirete hazırlanır ve o şiddetli Cehennem ateşinden kurtarır kendisini, buyurdu. Rabbine ibadet, dinine hizmet eder. Böylece Cennet nimetlerine kavuşur ahirette.

Ve sordu onlara:
- İnsan bir şeyden korkarsa, zararından kurtulmak için ondan kaçar değil mi?
- Evet efendim, dediler.

- Peki bir şeye kavuşmak isterse ne yapar?
- Onu elde etmek için çalışır, gayret eder.

Buyurdu ki:
- Ama zamanımızda bazı kimseler var ki, Cehennemden korkar da, yine günah işler. Ve Cennete girmeyi ister de İslamiyet’ten uzak yaşar. Yani davranışları, emellerine hiç uymaz.

Şöyle bitirdi:
- İşte ben bu insanlara şaşıyorum.

Dua kabul olması için

Bir gün de;
- Efendim, dualarımızın kabul olması için ne yapalım? diye sordular bu zata.

Cevaben;
- Büyükleri vesile ederek dua edin, buyurdu. Yani “Filan Evliyanın hürmetine...” diyerek dua edin. O zaman kabul olur dualarınız.

İyilerle birlikte olmak

Bir gün de;
- Dünyanın zararından kurtulmanın çaresi nedir efendim? diye sordular.

Cevabında;
- Bunun çaresi, kalbinde dünya sevgisi olmayanlarla beraber olmaktır, buyurdu.

- Onlar kimlerdir ki efendim?
- İslam âlimleridir, Evliyalardır, Allah adamlarıdır.

- Böyle zatlar yoksa hocam?
- O zaman o zatların eserlerini okumalıdır. O büyüklerin kitaplarını okuyanın kalbi nurlanır, temizlenir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Sultana şikâyet ettiler
Seyyid Ebül Vefa hazretlerini “rahmetullahi aleyh” bazı çekemeyenler, zamanın sultanına şikâyet ettiler kendisini.
- Sultanım, bu kişi sizi rakib görüyor kendisine. Niyeti kötü. Ona tâbi olan binlerce insan var.

Ayrıca;
- Herkese de Sultanlık benim hakkım diyormuş, dediler.

Sultan;
- Onu alıp huzuruma getir! diye emretti bir adamına.

Ebül Vefa hazretleri “rahmetullahi aleyh”, o gelen kimse ile, Bağdat’a doğru yola çıktı.

Ama yalnız değildi bu yolculukta.
Kendisine onbin kişi refakat ediyordu.

Derken gemiye binmek icab etti.

Gemimiz ücretlidir

Gemici, Ebül Vefa ismini duymuş, fakat gerçekten Veli midir, değil mi, öğrenmek istiyordu.

- Ey seyyid! Gemimiz ücretlidir, dedi.
Altın dolu bir kese verdiler bu gemiciye.

Ama kabul etmedi.
- Kardeşim, ücretse, işte altın. Almadığına göre, peki ne istiyorsun?
- Efendim, mahşer gününde Sırattan selametle geçeceğime dair bana kefil olursanız, sizi gemiye alırım.

Ebül Vefa hazretleri, bir miktar tefekkür edip;
- İnşAllah selametle geçersin, buyurdu.
- Bunun için bir delil istiyorum.

Tamam, binebilirsiniz

Mübarek zat, gemicinin yüzüne bir defa nazar etti.
O nazarla gemici Allah deyip, kaybetti kendisini.

Ayılınca,
- Tamam, dedi. Hepiniz binebilirsiniz gemiye

- Niçin kabul ettin? dediler.
- Kendimden geçtiğimde, kendimi Sırat köprüsünde buldum, dedi. İnsanlar, güruh güruh Sıratta yürüyordu. Ama pek azı geçiyor, çoğu Cehenneme yuvarlanıyordu.

Ve ekledi:
- Ne yapacağım? diye düşünürken, Ebül Vefa hazretleri geldi yanıma. Elime yapıştı ve birlikte şimşek gibi geçtik Sıratı. Adeta uçarak.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Sihirbazın sonu
İmam-ı Ali Naki hazretleri “rahmetullahi aleyh” zamanında, Hindistan’dan bir sihirbaz gelmişti o memlekete.

Acayip gösteriler yaparak, halkı güldürüyor veya hayrette bırakıyordu.

Bu zatı çekemeyenler o sihirbaza;
- Burada bir kimse var ki, herkes ona çok itibar ediyor. Eğer onu mahcup edebilirsen, sana bin altın veririz, dediler.

Sihirbaz;
- O iş kolay, dedi. Siz onu yemeğe çağırın. Gerisini ben hallederim.

Yemeğe davet ettiler bu büyük Veli’yi.
Kabul edip teşrif etti.

Sihirbaz da gelip oturdu sofraya.
Büyük Veli, Bismillah deyip elini ekmeğe uzattı.

Tam bu sırada sihirbazın sihriyle ekmek havalandı sofradan.

Gülüştüler ama…

Sofrada bulunanlar, kahkahalarla gülüştüler.
Ama Allah dostu üzülmüştü.

Bir divan yastığında, aslan resmi vardı ki, büyük Veli o resme hitaben;
- Şunu yut! diye emretti.

Resim anında canlanıp, saldırdı sihirbaza.
Ve parçalayıp yuttu.

Sonra o kimselere dönüp;
- Bir Allah düşmanını, bir Hak dostuna musallat etmeyin ki, siz de böyle bir belaya çarpılırsınız, buyurdu.

Asıl marifet nedir?

Bu zat, bir sohbetinde;
- Kardeşlerim, Allahü teâlâ, kullarını bazı şeylerle imtihan eder. İmtihanı kazananlar Cennete girer, buyurdu.

- İmtihan nasıl kazanılır efendim? dediler.
- İnsanlardan gelen sıkıntılara sabretmekle, buyurdu. Ama bu da yetmez.

- Başka ne lazım efendim?
- Asıl marifet, o insanlara ayrıca gül demeti sunabilmektir.

- Ama bu, çok zor hocam.
- Evet zor. Ama zoru yapabilenler kazanır imtihanı.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Öyle kullar vardır ki
Bir gün bazı insanlar Adiyy bin Müsafir hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” huzuruna gelerek;
- Keramet nasıl bir şey? diye sordular.

- Görmek mi istiyorsunuz? buyurdu.
- Evet efendim.

- Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, şu dağlara bir işaret etse, dağlar o anda birleşir, buyurdu.

O böyle der demez o dağlar birleşip ayrıldılar tekrar.

Sordu onlara:
- Yine ister misiniz?
- Hem de çok.

Bu defa da;
- Allah’ın öyle kulları vardır ki, bir işaret etseler, şu ağaçlar secdeye kapanırlar, buyurdu.

O böyle deyince, oradaki bütün ağaçlar secdeye kapandı.
Sonra doğruldular yine.

Dünya, imtihan yeri

Bir gün de sevdiği bir gence;
- Bu dünya, bir imtihandır, buyurdu. Nefs ve şeytan seni aldatmaya uğraşıyor. Kalbin, her an Allah korkusu ile titresin. Zira her halin ve düşüncen Ona malumdur oğlum.

Şöyle devam etti:
- Dünya malına da mağrur olma ki, sende devamlı kalmaz. Hiç gafil olma ki, ecel gelir yakalar. Ölümü, bir an bile unutma ki, o, ardından geliyor adım adım.

Şefkatli ol!

Bir gün de sevdiği bir gence;
- Herkese şefkat ve merhametle davran, buyurdu. Ahlakını, Resulullah efendimiz aleyhisselamın ahlakıyle süsle, kul hakkından kork ve titre.

Şöyle devam etti:
- Hiç kimseye kızma, bilakis acı. Yoksa Peygamberimiz “aleyhisselam” senden dâvâcı olur ahirette. Cehennemden kurtulmak istiyorsan, günahtan uzak dur. Cehennemin ateşi çok şiddetlidir, bir an bile dayanamazsın.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Onu imtihan edelim
Seyyid Ebül Vefa hazretleri “rahmetullahi aleyh” Bağdat’ta iken sultanın baş veziri kendisini çok sevmiş ve talebesi olmuştu.

Ama sultan inat ediyordu hâlâ.

Biraz yumuşadıysa da fitneciler huzuruna gelip;
- Sultanım, en güvendiğiniz ve sadık adamlarınız bile birer birer sizden ayrılıp, o zatın hizmetine giriyor, dediler.

Sultanın kafası karıştı yine.

Âlimleri yanına çağırıp sordu:
- Bu Ebül Vefa’yı ne yapalım?

- İmtihan edelim, dediler. En güç dini meseleleri soralım. Cevaplandırırsa ne âlâ. Yoksa işini bitirelim.

Gidip haber verin

Sultan beğendi bu fikri.
- Tamam, gidip haber verin bunu kendisine.

Gidip söylediler.
- Peki olur, buyurdu. Filan yeri kazın. Orada demirden bir minber bulacaksınız. Onu çıkarıp, etrafında bolca ateş yakarak iyice kızdırın. Kıpkırmızı kor haline gelince, ben gelip o minbere çıkar ve oradan cevap veririm suallerinize.

Dediği gibi yaptılar.
Cümle halk, o meydanı lebalep doldurmuş, merak içinde bu zatın gelmesini bekliyordu.

Sultan ve o kırk âlim gelip yerlerine oturdular.
En son Ebül Vefa hazretleri “rahmetullahi aleyh” teşrif etti ve Besmele söyleyerek çıktı o kızgın minbere.

Sorun soracağınızı!

Halk bu hali görünce dehşete kapıldılar.

Büyük Veli, vakar ve heybetle etrafına bakıp;
- Ey âlimler, haydi sorun ne soracaksanız, buyurdu.

Ama o âlimler, o anki şaşkınlık ve hayretten, soracakları şeyi tamamen unutmuşlardı.

Ama O, her birinin sualini tek tek söyleyip, cevaplarını verdi.
Ve aşağı indi.

Bu kerameti gören âlimler ve Bağdat halkı, elini öpüp özür dilediler.
Sultan da yumuşadı bu keramet karşısında.

Ve anladı nihayet bu zatın büyüklüğünü.
İhlasla tâbi oldu kendisine.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Nereye gitmiştiniz?
Bir gün de Ebül Vefa hazretleri “rahmetullahi aleyh” berberde tıraş oluyordu ki, tıraşın yarısında kalkıp, hızla bir yöne doğru koşturdu.

Berber merak etti haliyle.
Niçin böyle acele gittiğine bir mânâ veremedi.

Ancak yarım saat sonra geri gelip oturdu yine berber koltuğuna.

Berber tıraşa başlayıp;
- Merak ettim efendim. Az önce öyle acil olarak nereye gitmiştiniz diye sordu.
- Falan köye gitmiştim, buyurdu. Orası deniz kenarıdır ve buraya bir günlük mesafededir.

O parayı al, bana getir!

Ve rica etti ona:
- Sen yarın yola çıkıp o köye var. Orada şöyle şöyle bir kimse olacak. Onu bul ve kendisine; (Siz denizde seyahat ederken, Fırtınaya tutuldunuz. Tam geminiz batacaktı ki, eğer kurtulursak, Ebül Vefa hazretlerine onbin dinar vereceğiz diye nezrettiniz. O esnada başı yarım tıraşlı biri gelip geminizi düzeltti ve kurtuldunuz) diye söyle.

Ve ekledi:
- O parayı alıp bana getir.

Berber;
- Baş üstüne efendim, dedi ve gidip buldu o adamı.

Bunları söyleyince adamcağız çıkarıp verdi ona onbin dinarı.
Üstelik de teşekkür etti kendisine.

Gıybet, kul hakkına girer

Bir gün de gıybetten sordular bu zata.

Cevaben;
- Gıybet günahı, zina günahından zordur, buyurdu.

Sordular:
- Hikmeti ne efendim? dediler.
- Çünkü zinanın tövbesi kabul olur, gıybetinki olmaz.

- Peki ne yapmamız lazım efendim?
- Helallaşmaktan başka çaresi yoktur.

- Neden efendim?
- Çünkü bu, kul hakkına girer. Kul hakkını dünyada ödemek kolaydır. Ama ahirette çaresi bulunmaz.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Kurtuluş beratı
Seyyid Ahmed Rıfai hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” talebeleri birbirlerini çok severlerdi.

Hele iki talebe vardı ki, aşk derecesindeydi onlarınki.
Birbirlerinde fani olmuşlardı.

Hiçbir dünyalık menfaat düşünmeksizin severlerdi birbirlerini.
Sadece Allah için.

Öyle ki, bu sevgi tesiriyle kendilerinden geçiyorlardı bazen.

Bir gün bunlardan biri el kaldırıp;
- Yâ Rabbi, ahirette Cehennem ateşine girmeyeceğimize dair, yüce katından bize bir berat gönder, diye yalvardı.

Öbürü can-ü gönülden;
- Amiiin! dedi.

O esnada beyaz bir kağıt indi gökyüzünden önlerine.

Üzerinde yazı yoktu

Sevinçle o kağıdı aldılar.
Ancak hiç yazı yoktu kağıtta.

Koşup hocalarına gösterdiler bu kağıdı.
Seyyid hazretleri “rahmetullahi aleyh” o kağıda bir müddet baktı.
Ve çok sevinçli olarak kalkıp şükür secdesine vardı.

Başını secdeden kaldırıp;
- Sana, binlerce şükrolsun yâ ilahi! Talebelerimin, Cehennemden âzad olunduğuna dair, dünyada iken bana vesika verdin, buyurdu.

Sevinç gözyaşları akıyordu yanaklarına.

O iki talebe;
- Efendim, bu kağıtta hiç yazı yok, dediler.

Cevabında;
- Yazı var, buyurdu. Ama belli olmaz. Çünkü bu yazı Nur’la yazılmıştır. Beyaz kağıtta görünmez.

İki şey olmasaydı

Bir gün de sevdiklerine;
- İki şey olmasaydı, dünyada yaşamaya değmezdi, buyurdu.

Dinleyenler;
- Onlar nelerdir efendim? dediler.

Buyurdu ki:
- Biri, seher vakitlerinde istiğfar, öbürü, Allah dostlarıyla sohbet etmektir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Kimseye söylemeyeceksin
Adiyy bin Müsafir hazretleri “rahmetullahi aleyh”, sevdiği bir kimse ile uzun bir sefere çıkmıştı.

Bir çeşmenin başında mola verdiler.
Orada oturan hem a’ma, hem de kötürüm bir genç dikkatlerini çekti.

Adiyy bin Müsafir hazretlerinin yanındaki kimse acıdı bu gence.
“Bu Veli zat, şu gence bir dua etse, bi-iznillah sıhhate kavuşur” diye geçirdi içinden.

Adiyy hazretleri “rahmetullahi aleyh” ona dönüp;
- Ederim, ama bir şartla, buyurdu.

O kimse mahcup olmuştu.
- Şartınız nedir efendim?

- Kimseye söylemeyeceksin.
- Baş üstüne efendim, söylemem.

Büyük Veli iki rekat namaz kılıp dua etti.
Sonra kalkıp, mübarek eliyle sıvazladı o gencin vücudunu ve;
- Haydi Allah’ın izniyle kalk! buyurdu.

Genç fırladı ayağa.
Sapa sağlamdı artık.

Gözleri açılmış, ayaklarına can gelmişti.
Bir anda kurtulmuştu dertlerinden.

Allah kulunu severse

Bir gün de;
- Efendim, Allah’ın bir kulu sevdiği nasıl belli olur? diye sordular bu zata.

Cevaben;
- Kendini sevmemesiyle belli olur, buyurdu.

Ve izah etti:
- İnsanın ilmi arttıkça kendinden soğuyup Allahü teâlâya olan sevgisi artar. Allah’a olan sevgisi arttıkça da kendinden soğuması artar. Hatta git gide tiksinir kendinden, nefret eder, iğrenir.

- Bu hâl iyi midir yani?
- Elbette. Bu hale kavuşmak, Allahü teâlânın ihsanı ve o kulu sevdiğinin alametidir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Gencin Tövbesi

Ebû Türab Nahşebî hazretleri anlatır:"Bir gün Nahşeb mahallerinin birinden geçiyordum. Aniden kulağıma sesler geldi. Dikkat ettim. Bir takım erkeklerin, bir kadınla münakaşa ettiklerini anla dım. Kendi kendime "Buraya gitmeliyim, bir mazlum ise ona yardım etmeliyim" dedim. Yanlarına varınca kadın beni görüp, yanıma geldi ve dedi ki: - Ey Ebû Türab! Fasık ve ömrünü kötü şeylere harcıyan bir oğlum var. Dün gece şarap içmek istedi. Akşamdan sonra, Allahü teâlâ ona bir hastalık gönderdi. Şimdi hasta yatağında yatıyor. Evimiz mescidin yanındadır. Cemâat sesleri duyup geldi. Onu mahalleden çıkarın, dediler. Ben arz ettim ve şimdi hastadır. Hastalığı da şiddetlidir. Ölürse hepimiz ondan kurtuluruz, yahut tövbe eder, kendisi kurtulur. Ölmeyip tövbe etmezse, o zaman onu şehirden de dışarı çıkarın.Hemen giderek yardım ettim ve kalabalık dağıldı.

Sonra aklıma genci görmek düşüncesi geldi. Evden içeri girince, genç beni görür görmez feryat edip ağlayarak dedi ki:- Yâ Rabbi! Ne kadar kerîmsin ki, benim gibi ömrünü boşa geçirmiş bir günahkârın duasını anında kabul eyledin.-

Ey genç, ne dua ettin?
- Bugün, seher vaktinde iki dua ettim. Birincisi, "Yâ Rabbi! Sabahleyin bana Ebû Türap hazretlerinin yüzünü görmek nasip eyle!". İkincisi,"Yâ Rabbi! Nasuh tövbesi ihsan eyle!". Duamın birini, şu anda kabul edilmiş görüyorum. Umarım ki, ikincisi de kabul edilir. Ey Ebû Türab! Çok günahkârım. Tövbem kabul olur mu?-

Ey genç! Allahü teâlânın rahmet denizleri dalga
dalga geliyor. Allahü teâlâ ziyadesi ile tövbeleri kabul edici ve mağfiret edicidir. Acizlere kâfidir. Düşkünlerin en iyi vekilidir. Bütün günahlardan tövbe makbuldür.Genç, gözyaşları içinde Allahü teâlâya tövbe etti. Ve ben oradan ayrıldım. Daha sonra genç annesine dedi ki:- Anneciğim sana bir vasiyetim var.-

Evlâdım, ne vasiyet edersen yapmaya hazırım.
- Beni bu yataktan, yumuşak yastıktan, mezellet toprağına indir. Bu hastalık beni iyice sardı. Anlıyorum ki, ben bundan öleceğim.Annesi, vasiyetini yerine getirdi ve onu yataktan yere indirdi. Genç yüzünü toprağa sürdü ve kalbinin, ruhunun derinliklerinden gelen bir sesle şöyle dua etti:"Yâ Rabbi! Yaptıklarıma pişman oldum. Tövbe ettim. Senin dergâhından başka kapım yok. Dertlilerin dayanağı, muhtaçların sığınağı sensin! Toprakla bir olmuş, zamanını boş geçirmiş ben kuluna rahmet et!".Onu topraktan kaldırıp, yatağa yatırdılar. Gece olunca, genç vefat etti. O gece Resûlullah Efendimizi rüyada gördüm. Yanında iki yaşlı kimse vardı. Onlarla beraber kalabalık bir topluluk geldi. Birisi bana, "Bu Muhammed aleyhisselâm'dır. Sağ tarafından İbrahim aleyhisselâmdır, diğer tarafındaki ise, Musa aleyhisselâmdır. Bu kalabalık topluluk ise yüzyirmibin küsur peygamberdir" dedi. İleri koştum. Selâm verdim. Resûlullah Efendimiz selâmıma cevap verip benimle müsafeha etti. Sordum:- Yâ Resûlullah? Siz, Nahşebe gelmiş miydiniz? Resûlullah Efendimiz buyurdu ki:- Ey Ebû Türab! Dün senin yanında tövbe eden genç, bu gece vefat etti. Hak teâlâ onu saadete kavuşturdu. Benimle beraber yüzyirmibin küsur peygamber, onun ziyaretine gönderildi. Ey Ebû Türab! O gence izzet gözü ile bakın. Cenazesinde hazır bulunun!Hemen uyandım.

Bu halden kalbime bir incelik geldi ve "Yâ Rabbi! Ne kadar kerîmsin ki, daha dün kötülüğü yüzünden, mahalleden çıkarmak istedikleri bir günahkârı, bir ağlama, bir inleme ile tövbe ve pişmanlık ile bu dereceye kavuşturdun!" diye dua ettim. Bu zevk ve halde iken, diğer odadan küçük kızımın feryadını duydum. Ağlıyordu. Kendisine sordum:
- Yavrucuğum, seni ağlatan nedir?- Babacığım, rüyada gördüm ki, filân mahallede tövbe eden bir genç vefat etmiş, her kim onun cenazesine bakarsa, Allahü teâlâdan her istediği kendisine verilir. Babacığım evden dışarı çıkmağı asla istemez dim, ama şimdi müsâade edersen, gidip o gencin cenazesini göreyim ve Allahü teâlâdan kendim ve diğer kulları için dua edeyim.Ona izin verdim. Yakînim arttı, insanlara gencin halini anlatmak için evden çıktım. Yetmiş sene Hakka ibâdet eden yaşlı bir saliha hanıma rastladım. Elinde bastonu yavaş yavaş yürüyordu. Beni görünce dedi ki:- Ey Ebû Türab! Hakkın rahmetinin neler yaptığını gördün mü? Günahı yüzünden mahalleden çıkarmak istedikleri genç bu gece vefat etti. Rüyada bana cenazesinde bulunan mağfiret olunur diye söylediler.Bütün şehir bir anda dışarı çıkıp, gencin cenaze namazını kıldık. Tam bir izzet ve ikram ile onu defnettik".
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Teslimiyet



Vakit namazlarını sürekli cemaatle, camide eda eden,

ALLAH’a yürekten bağlı, çok duru gönüllü bir adam varmış…

Ama evi, nehrin öbür tarafında olduğu için her vakit namazında, salla nehri geçmek epey vaktini alıyormuş..

Bir gün, gittiği camide bir vaaz dinlemiş…

Hoca diyormuş ki;

“ALLAH’a öyle inanıp öyle dayanacaksın, öyle güveneceksin ki her işin kolaylıkla hallolsun… Bismillah de gir suya! Yürü git…” diye de bir örnek vermiş…

Adamcağız bunu duyunca bir sevinmiş bir sevinmiş ki…

-Oh! demiş. Kurtuldum artık saldan, vakit kayıplarından… Bismillah der geçerim karşıya…

Sevincinden içi içine sığmıyormuş…

Aynı zamanda da içinden Hocaya kızmaktaymış, neden şimdiye kadar söylemedi bunu diye…

Dediği gibi de yapmış. Çıkmış camiiden, gelmiş nehrin kıyısına; “Bismillah” demiş ve yürümüş geçmiş...

Artık karısı da kendisi de çok mutluymuş bu yüzden.

Bir gün hanımı demiş ki;

“Yarın o Hocayı al gel, yemeğe! Bak o kadar iyiliği dokundu bize..”

“Olur”, demiş adam…

Ertesi gün camiden çıkınca, Hocayla anlaşmışlar; eve gidecekler.

Hoca; “Bir sal bulalım!” deyince adam şaşırmış ve;

“Ne salı Hocam? Sen demedin mi Bismillah de yürü git! Ben o günden beri öyle yapıyorum. Hadi geçelim…”

Hoca hayret içinde. Hatta dehşet…

Neden sonra titrek yüreğiyle, melûl mahzun bakmış adama ve;

- Ah! demiş…

- Keşke benim imanım da, seninki gibi “acaba”sız olsaydı. Ben de Senin gibi yürür giderdim…”
 

Livza

Well-known member
Şeyh Sa‘dî-i Şîrâzî (k.s) anlatıyor: Daha
çocukken ibadeti sever, gece kalkar namaz
kılardım. Aynı şekilde günahtan da sakınırdım.
Bir gece babamın hizmetinde bulunuyordum.
Bütün gece uyumadım ve Kur’ân-ı Kerîm’i
elimden bırakmadım. Yanımızdaki insanlar horul
horul uyuyordu. Babama, “Ne olur, şunlardan
bir tanesi olsun başını kaldırıp da iki rekât
namaz kılsa … Ölüler gibi yatıyorlar!” dedim.
Babam dedi ki: “Evladım, keşke sen de
uyusaydın da onların gıybetini yapmasaydın!”
Gururlu kimse kendinden başkasını görmez,
onun gözünün önünde ayırıcı perde vardır.
Hakikati gören bir göze sahip olsaydı,
kendisinden düşkün kimseyi görmezdi.
Kaynak: Sa‘dî-i Şîrâzî, Gülistan
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
KUL HAKKINDAN ÇOK KORKMALI

Bedir Harbi’nden sonra, esirlere yapılacak muamele hakkında, Sa’d bin Muaz hazretlerinin ictihadı, Hazret-i Ömer’inkiyle aynıydı. Diğer Eshâb-ı kirâmın hepsi, fidye karşılığı salıverilmesini uygun gördüler ve karar da öyle oldu.

Fakat âyet-i kerîme gelip, Hazret-i Ömer’le Hazret-i Sa’d’ın ictihadlarında isabet ettikleri bildirildi. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Azap bana gösterildi. Eğer Allahü teâlâ affetmeseydi, Ömer ve Sa’d hariç hepimiz helâk olmuştuk.”

Sa’d bin Muaz hazretleri, Peygamber efendimizin çok yakını, çok sevdiği bir zattı. Müslüman olduğu için ona inanılmaz işkence yapmışlardı. Neticede bu zat vefât etti. Onun ölüm haberi Peygamberimizi çok üzdü, evine gitti, teçhiz ve tekfinde bulundu. Sonra kabristana giderken, önce hırkasını, sonra ayakkabılarını çıkardı. Tabutun bir bu tarafına, bir de öbür tarafına koşuyordu. Eshâb-ı kirâm da şaşkın bir vaziyette bakıyorlardı. Resûlullah kabre indi, kabri düzeltti ve onu yerleştirdi. Her şey bitti, telkin verildi. Bu arada Peygamberimiz çok üzgündü ve rengi, benzi atmıştı. Eshâb-ı kirâm bu durumu merak edip sordular:


- Yâ Resûlallah, tabutu taşırken neden hırkanızı ve ayakkabılarınızı çıkardınız?
- Bütün meleklerin giyinişi böyle olduğu için.
- Tabutun iki tarafına da koşmanızın sebebi nedir?
- Kardeşim Cebrail elimi tutup bırakmadığı için.
- Kabirden üzüntülü çıkmanızın sebebi neydi?
- Kabir onu sıkmaya başladığı için dayanamadım.
- Ne oldu da dayanamadınız?
- Hanımını, evdekileri üzmüş, kul hakkı doğmuştu.

İnsanı ıslah edecek önemli bir şey var, o da ölümü hatırlamaktır. Hazret-i Ömer; “Yâ Ömer! Sana nasihatçi olarak ölüm yeter!” buyuruyor. Veysel Karani hazretleri de; “Akşam yattığımda Azrail aleyhisselâmı karşımdaymış gibi, sabah kalkınca da yanımdaymış gibi görüp, her an ölümü düşünürüm.” buyurmuştur. Böyle düşünen öfkelenmez, elbette melek gibi olur. Ölümü unu-tan ise azar, kudurur. Sanki hiç ölüm gelmeyecekmiş, hiç hesap sorulmayacakmış gibi, hükümranlık daima bendedir diye düşünür.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Anne Babaya Hizmetin Önemi .






İki kardeş vardı. Yatalak annelerine bir gece biri, diğer gece öteki bakacaktı. Öyle anlaşmışlardı. Âbid olan nâfile ibâdete çok düşkündü, sabaha kadar ibâdet ederdi.

Bunun için, kardeşine; “Bugün de anneme sen hizmete devam et, ben de yine ibâdet edeyim.” derdi. Annesine bakma sırası hiç ona gelmezdi. Kardeşi, onun da sevap kazanması için âbid olan kardeşine, bazen; “Bugün sıra sende.” derdi. Bu âbid genç, rica eder, sabaha kadar ibâdetle meşgul olurdu.

Yine bir gece sabaha kadar yaptığı ibadetten duyduğu hazdan dolayı kardeşine, her zaman olduğu gibi sırayı bozarak; “Bu gece de bana izin ver, ibâdet edeyim.” dedi. Kardeşi kabul edip annesine hizmete gidince, bu ibâdet etmeye koyuldu.

Bir ara uyuya kaldı ve bir rüyâ gördü. Rüyâsında nuranî yüzlü bir zat buna dedi ki:

- Kardeşin affedildi.

Genç merakla sordu:

- Ben niye affedilmedim?

- Sen de affedildin ama, kardeşinin yüzünden affedildin.

- Ben Allahü teâlâya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat benim onun yüzünden affedilmemin hikmeti nedir?

O zat dedi ki:

- Allahü teâlâ size nâfile ibâdeti farz kılmadı, ama ana babaya iyiliği hizmeti farz kıldı. Üstelik annenin hizmete ihtiyacı var. Kardeşin emre uyduğu için kazandı ve yükseldi. Onun sayesinde sen de affedildin.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.


AYIBLARA SAĞIR OLMAK


Hatem bin Yûsuf, Belh'de doğmuş ve miladi 852 yılında vefat etmiştir. Hatemi Esam diye anılmaktadır. Esam sağır demektir. Bu lakabla anılmasına şu hâdise sebep olmuştur:

Kendisi kundura tamirciliği yapmaktaydı. Bir gün dükkanına ayakkabısını tamir için gelen bir kadın, kazayla yellendi. Utancından yerin dibine girecek şekle geldi. Hatem ayakkabısını tamir edince, kadın fiyatını sordu. Hatem, kadının hatâsını anlamamış gibi davranarak:

Kadın, yüksek sesle konuş, duyamıyorum! diyerek sağır gibi davrandı.

Kadın, o kadar rahat bir nefes aldı ki, yeniden doğmuş gibi oldu.

Ve ondan sonra o kadının ölümüne kadar tam kırk yıl Hatem herkese sağır gibi davrandı. Bu yüzden kendisine Esamm(sağır) denildi.

Bir kimsenin ayıbını görüp, kılma zinhar aşîkar

Günde yüzbin aybın örter iken ol Cenab-ı Perverdigâr. (Perverdigâr: Bütün mahlukâtı besleyen ve yetiştiren.)

Hani kerem, hani ayıb örtücülük, hani haya?

Binlerce ayıb örterdi Enbiya ve Evliyâ

Lokman Hekim'in yüzük taşında şöyle yazılı idi:

Gördüğünü gizlemek, şüphe ettiğini açıklamaktan daha güzeldir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Cafer bin Muhammed şöyle derdi:

-Dostlarımdan bana, en fazla ağır geleni, bana karşı tekellüf içinde bulunanıdır. Bundan sakınırım.

Bana en hafif geleni ise, yanımda bulunduğunda, kendimi yalnızmışım gibi rahat veteklifsiz hissettiğimdir.

***
Fudayli de şöyle demiştir:

-İnsanlar, ancak tekellüf yüzünden yekdiğerinden uzaklaşırlar.

Biri, diğer kardeşini ziyaret eder, onda zorlanma ve resmiyet görür. Böylece ondan uzaklaşır.

***

Ebu Hafs Haddad, Ebu Bekr Şibli’nin evinde bir süre misafir kalmıştı. Şibli misafirini çeşit çeşit yemeklerle ağırlamıştı.

Ebu Hafs, ayrılıp giderken, Şibli’ye şu teklifi yaptı:

-Ey Şibli! Eğer yolun memleketimiz olan Nişabur’a düşerse, yanıma gel de misafir nasıl ağırlanırmış sana göstereyim?

Şibli:

-Ben ne yaptım ki, ne kusurum oldu ki? diye sordu.

Ebu Hafs:

-Başka ne yapacaksın?.. Külfete girerek çeşitli yemekler hazırladın.

Bu, civanmertlik, misafirperverlik değildir.

Bir dost, misafir gelince öyle davranmalı ki, hizmet ederken üzerine hiçbir ağırlık çökmemeli;

Gittiğinde de ferahlık gelmemeli…

Gelişi ağırlık, gidişi ferahlık veren misafirlikte, külfet vardır. Böyle ev sahibi olmaz.

* * *

Aradan zaman geçer. Bir gün İmam-ı Şibli’nin yolu Nişabur’a düşer.

Arkadaşlarıyla birlikte Ebu Hafs’a giderek misafir olur.

Ebu Hafs, o gece evde 41 mum yaktırır. Şibli, bu hali görünce:

-Bu ne vaziyet böyle ey Haddad! der.

Haddad: -Ne oldu? der.

Şibli: -Sen bize külfete girmeyin dememiş miydin? Bu kadar mum ne böyle?

Bundan büyük külfet olur mu? diye sorar.

Ebu Hafs, Şibli’ye:

-Bunları külfet kabul ediyorsan, haydi üfle de söndür bakalım onları, der.

Şibli mumları üfleyerek söndürmeye uğraşır; fakat bütün gayretlerine rağmen sadece bir tanesini söndürebilir.

Ebu Hafs gülerek:

-Sizi bana Allah-ü Teala gönderdi. Ben de Allah rızası için sizi misafir kabul ettim.

Onun rızası için 40 tane mum yaktım. Bir tanesi ise kendim içindi. Benim için olanı sen söndürdün.

Fakat Allah rızası için yakılanları ise, görüyorsun ki, onca gayretine rağmen bir tanesini bile söndüremedin.

Halbuki, sen Bağdat’ta her yaptığın şeyi benim için, benim memnun olmam için yapmıştın.

Seninkisinde külfet vardı. Benimkisi ise yalnızca Allah rızası içinolduğundan külfet yoktur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.Hatalıyı Değil, Hatayı Kabul Etme!




Tasavvuf büyüklerinden Şeyh Abdülkadir Geylanî k.s. sallanarak yürüyen bir sarhoş gördü. O anda kalbine kendisinin daha iyi bir insan olduğu hissi doğdu. Bu durumun farkına varan sarhoş, Abdülkadir Geylanî k.s Hazretleri’ne şöyle seslendi:

– Ey Abdülkadir! Yüce Rabbim beni senin gibi, seni de benim gibi yapmaya kadirdir.

Sarhoşun bu sözü üzerine Abdülkadir Geylanî k.s hemen başını önüne eğdi ve Allah Tealâ’dan bağışlanma diledi.

Bu menkıbeyi anlatan İmam Şa’rânî k.s. bizlere şu uyarıda bulunur:

“Ey kardeşim! İslâm’ın uygun görmediği şeyleri kabul etme. Ama bu kabul etmeme şahıslara karşı değil, işlenen günahlara karşı olsun.”


(el-Envârü’l-Kudsiyye)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.



' İhlâsı kimden öğrenmeliyiz '

-Mekke-i Mükerreme'de harçlıksız kalmıştım. Basra'dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim
'Peşin peşin söyliyeyim param yok' dedim,
'Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?'
Berber o anda mevki sahibi birini traş etmekteydi. Onu bırakıp bana başladı. Adam itiraz etti.
Berber
'Kusura bakmayınız efendim' dedi, 'Sizi ücreti mukabilinde traş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi'
Berber dahasını da yaptı, bana harçlık verdi. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm.
'Asla alamam' dedi, 'İnan Allah'ın rızası, daha değerli'

Meclisine gelenlerden biri mübareği denemek ister. Aklınca zor bir soru hazırlar ve sorar.
Mübarek
'sözle mi cevap verelim' der, 'yoksa halle mi?'

-İkisi de olsun.

-Eğer kendi kendini deneseydin, bizi denemeye lüzum görmezdin. Kalbindeki değişimi de mi farketmedin?

-Peki hâl ile cevabınız nasıl olacak?

-Yüzüne bak anlarsın.

Adam aynayı eline aldığında kendini tanıyamaz, çünkü yüzü simsiyahtır. Üstelik bu yola olan muhabbetinden eser kalmamıştır ki bu tard oldu demektir. Büyükleri incitmek böylesine korkunç bir cürettir işte.

Aradığına bağlı

Adamın biri Cüneyd-i Bağdadi'ye gelip 'Nerede o eski kardeşlikler' der, 'Hani, Allah için sevenler?'

ihlaslı olmak için sevdiğini allah rızası için seveceksin nefret5 ettiğinede allah rızası için neret edeceksin
allahı sevdiği için onu sevmek allah-ı (haşa) sevmediği için sevmeyeceksin işte o zaman ihlaslı olunur menfaat gereği değil allah rızası için sevmek gerekir

-Eğer sıkıntılarına katlanacak birini arıyorsan bulamazsın ama sıkıntılarına katlanacağın dostlar arıyorsan çoktur.

Cüneyd-i Bağdadi'nin talebelerinden biri şeytanın vesveselerine kapılıp kemâle geldiğini zanneder. Birbirinden cazip rüyalar görmeye başlar ve bunları arkadaşlarına da nakleder. Cüneydi Bağdadi Hazretleri onun durumuna çok üzülür. Talebesinin ayağına kadar gider ve 'Eğer rüyanda seni cennete götürürlerse üç defa 'La havle...' oku' diye tenbih eder. Hakikaten o gece rüyasında onu alıp cennete götürürler. Aklına hocasının sözü gelir. 'La havle...' okuduğu anda kendini çöplükler, pislikler içinde bulur. İçine düştüğü durumu anlar ve tevbe eder. Mübârek, 'Herkese bir mürşid-i Kâmil lâzımdır' der 'aksi halde mel'ûn şeytan musallat olur ve oyuncak eder.'

Talebelerinden biri sorar: 'Hiç ibadet ve tâat yapmadan Allah'ın (Celle Celalüh) lütfuna kavuşmak mümkün müdür?

-Zaten gelen bütün nimetler Allah'ın lütfudur. Bizim gibi acizlerin ibadetlerinden ne olsun.

Son nefes, zor nefes

Mübarek vefat edeceği gün çok korkulu ve üzgündürler. Yüzleri kül gibi olmuş rengi uçmuştur. Talebeleri bu halden çok ürkerler. Hatta içlerinden biri 'Aman efendim' der, 'biz sizin şefaatiniz ile kurtulmayı ümid ediyoruz. Eğer siz bu kadar sıkıntı çekerseniz bizim halimiz nice olur?

-Ey dostlarım yetmiş yıllık ibadetimi kıldan ince bir ipe astılar. Kâh o yana, kâh bu yana sallanıyor ve ben bu esintinin kabul yeli mi, red rüzgârı mı olduğunu bilemiyorum.

Naaşını yıkayan talebesi su ulaştırmak için mübarek gözlerini aralamaya çalışır. Melekler dile gelir, 'Kendini yorma' derler, 'Cüneydin gözü Allah'ın zikri ile kapanmıştır ve onun didarını görmeden açılmaz.'

Talebelerinden biri onu rüyasında görür. Merakla sorar: -Efendim, Allah-ü teâlâ size nasıl muamele etti?

-İlim ve marifet dolu sözlerimin hiçbir faydası olmadı. Sadece gece kıldığım namazlar imdadıma yetişti.
 
Üst