Otuzuncu Lem'a

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 615

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }.listlevel1WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel2WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel3WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel4WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel5WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel6WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel7WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel8WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel9WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }</style>
  • ve herşey Ondan nihayet derecede uzak olduğu halde, O ise herşeye nihayet derecede yakın olabilen bir Zât-ı Hayy-ı Kayyûm-u Zülcelâlin elbette hiçbir cihetle misli, nazîri, şerîki, veziri, zıddı, niddi olmaz ve olması muhaldir. Yalnız, mesel ve temsil suretinde şuûnât-ı kudsiyesine bakılabilir. Risale-i Nur’daki bütün temsilât ve teşbihat, bu mesel ve temsil nev’indendirler.
İşte böyle misilsiz ve Vâcibü’l-Vücud ve maddeden mücerret ve mekândan münezzeh ve tecezzîsi ve inkısamı her cihetle muhal ve tagayyür ve tebeddülü mümteni ve ihtiyaç ve aczi imkân haricinde olan bir Zât-ı Akdesin kâinat safahâtında ve tabakat-ı mevcudatında tecellî eden bir kısım cilvelerini, ayn-ı Zât-ı Akdes tevehhüm ederek bir kısım mahlûkatına ulûhiyetin ahkâmını veren ehl-i dalâlet insanların bir kısmı, o Zât-ı Zülcelâlin bazı eserlerini tabiata isnad etmişler. Halbuki, Risale-i Nur’un müteaddit yerlerinde kat’î burhanlarla ispat edilmiş ki, tabiat bir san’at-ı İlâhiyedir, sâni olmaz. Bir kitab-ı Rabbânîdir, kâtip olmaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Bir defterdir, defterdar olmaz. Bir kanundur, kudret olmaz. Bir mistardır, masdar olmaz. Bir kabildir, münfail olur, fâil olmaz. Bir nizamdır, nâzım olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, şâri’ olamaz. Farz-ı muhal olarak, en küçük bir zîhayat mahlûk tabiata havale edilse, “Bunu yap” denilse, “Risale-i Nur’un çok yerlerinde kat’î burhanlarla ispat edildiği gibi, o küçük zîhayatın âzâları ve cihazatları adedince kalıplar, belki makineler bulundurmak gerektir, tâ ki tabiat o işi görebilsin.



Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan AllahZât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm-u Zülcelâl: her an diri olup her canlıya hayat veren ve her şeyi ayakta tutan, büyüklük ve haşmet sahibi zât, AllahZât-ı Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi Allah
acz: güçsüzlükahkâm: hükümler, esaslar
ayn-ı Zât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah’ın bizzat kendisiburhan: güçlü ve sağlam delil, kanıt
cihazat: cihazlar, donanımcihet: şekil, yön
cilve: görünme, yansımadefterdar: defter tutup kayıt işlemlerini yürüten
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimselerfarz-ı muhal: varsayım
fâil: işi yapan, etkenimkân haricinde: mümkün olmayan
inkısam: bölünme, kısımlara ayrılmaisnad etmek: dayandırmak
kabil: dış etkileri üzerine alan, yapılankat’î: kesin
kitab-ı Rabbânî: Allah’ın bu âlemde hakimiyetini ve Rablığını bir kitap gibi anlatan eseri, kâinatkudret: güç ve iktidar
kâinat: evrenkâtip: yazıcı, yazar
maddeden mücerret: maddeyle sınırlı olmayan, maddeten yücemahlûk: varlık
mahlûkat: varlıklarmasdar: kaynak
mekândan münezzeh: bir yerle sınırlı olmayanmesel: örnekleme, benzetme
misil: benzermistar: düz kâğıt üzerine düzgün yazı yazabilmek için çizgi oluşturan bir âlet
muhal: imkânsız olan şeymümteni: imkansız
münfail: fiilden etkilenenmüteaddit: çeşitli, birçok
nakkaş: nakış ustasınakış: işleme, süsleme
nazîr: benzer, eşnev’: çeşit, tür
nidd: denk, benzernihayet derecede: sonsuz derecede
nizam: düzennâzım: düzenleyen
safahât: safhalar, dönemlersan’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atı
suret: biçim, şekilsâni: sanatkâr
tabakat-ı mevcudat: varlık tabakaları, dereceleritabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa
tagayyür: başkalaşma, değişmetebeddül: değişme
tecellî etmek: görünmek, yansımaktecezzî: bölünme, parçalanma
temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetmetemsilât: temsiller, kıyaslama tarzında benzetmeler
tevehhüm etmek: sanmak, zannetmekteşbihat: benzetmeler
ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, İlâhlıkvezir: yardımcı
zîhayat: canlıâzâ: uzuv, organ
şeriat-ı fıtriye: Allah’ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu kanunlarşerîk: ortak
şuûnât-ı kudsiye: Allah’ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden özelliklerişâri’: kanun koyucu

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 616

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Hem, maddiyyun denilen bir kısım ehl-i dalâlet, zerrattaki tahavvülât-ı muntazama içinde hallâkıyet-i İlâhiyenin ve kudret-i Rabbâniyenin bir cilve-i âzamını hissettiklerinden ve o cilvenin nereden geldiğini bilemediklerinden ve o kudret-i Samedâniyenin cilvesinden gelen umumî kuvvetin nereden idare edildiğini anlayamadıklarından, madde ve kuvveti ezelî tevehhüm ederek, zerrelere ve hareketlerine âsâr-ı İlâhiyeyi isnad etmeye başlamışlar. Fesübhânallah! İnsanlarda bu derece hadsiz cehalet olabilir mi ki, mekândan münezzeh olmakla beraber, herbir yerde, herbir şeyin icadında herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir tarzda bulunur bir vaziyetle yaptığı fiilleri ve eserleri câmid, kör, şuursuz, iradesiz, mizansız ve tesadüf fırtınaları içinde çalkanan zerrâta ve harekâtına vermek, ne kadar cahilâne ve hurafetkârâne bir fikir olduğunu, zerre kadar aklı bulunanların bilmesi gerektir.

Evet, bu herifler vahdet-i mutlakadan vazgeçtikleri için, hadsiz ve nihayetsiz bir kesret-i mutlakaya düşmüşler. Yani, birtek ilâhı kabul etmedikleri için, nihayetsiz ilâhları kabul etmeye mecbur oluyorlar. Yani, birtek Zât-ı Akdesin hassası ve lâzım-ı zâtîsi olan ezeliyeti ve hâlıkıyeti, bozulmuş akıllarına sığıştıramadıklarından, o hadsiz, nihayetsiz, câmid zerrelerin ezeliyetlerini, belki ulûhiyetlerini kabul etmeye, mesleklerince mecbur oluyorlar. İşte sen gel, eçheliyetin nihayetsiz derecesine bak!

Evet, zerrelerdeki cilve ise, zerreler taifesini Vâcibü’l-Vücudun havliyle, kudretiyle, emriyle, muntazam ve muhteşem bir ordu hükmüne getirmiştir. Eğer bir saniye o Kumandan-ı Âzamın emri ve kuvveti geri alınsa, o çok kesretli, câmid, şuursuz taife, başıbozuklar hükmüne gelecekler, belki bütün bütün mahvolacaklar.




Kumandan-ı Âzam: bütün varlıkları emri altında tutan en büyük kumandan, AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
Zât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allahbaşıbozuk: düzensiz topluluk
cahilâne: cahilce, bilgisizcecehalet: cahillik
cilve: görünme, yansımacilve-i âzam: en büyük yansıma
câmid: cansızecheliyet: kara cahillik, çok cahil olma
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimselerezeliyet: varlığının başlangıcı ve sonu olmamak, sonsuzluk
ezelî: başlangıcı olmayanfesübhânallah: “Allah’ı her türlü kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih ederim” anlamında bir hayret ifadesi
hadsiz: sınırsız, sayısızhallâkıyet-i İlâhiye: Allah’ın kendi zatına yaraşan yaratıcılığı
harekât: hareketlerhassa: özellik
havl: güçhurafekârâne: delile dayanmayan saçma bir inanışla
hâlıkıyet: yaratıcılıkicad: var etme, ortaya çıkarma
ilâh: kendisine ibadet edileniradesiz: istek ve dileme gücü olmama
isnad etmek: dayandırmakkesret-i mutlaka: sınırsız derecede çokluk
kesretli: çok sayıdakudret: güç, iktidar
kudret-i Rabbâniye: her bir varlığı terbiye ve idare eden Allah’ın kudretikudret-i Samedâniye: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşeyin kendisine muhtaç olduğu Allah’ın sınırsız güç ve iktidarı
lâzım-ı zâtî: bir şeyin bizzat kendisinde olması gereken temel özellikmaddiyyun: maddeciler, materyalistler
mahvolmak: yok olmak, perişan olmakmecbur: zorunlu
mekândan münezzeh: mekânla, yerle sınırlı olmayanmizansız: ölçüsüz
muntazam: düzenlinihayetsiz: sonsuz
tahavvülât-ı muntazam: düzgün ve muntazam değişiklikler, değişmeler, gelişmelertaife: grup, topluluk
tevehhüm etmek: sanmak, zannetmekulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye layık olma, İlâhlık
umumî: bütün, genelvahdet-i mutlaka: sınırsız birlik; Allah’ın mutlak anlamda bir ve tek oluşu
vaziyet: durum, hâlzerrat: zerreler, atomlar
âsâr-ı İlâhiye: Allah’ın eserlerişuursuz: bilinçsiz

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 617

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Hem insanların bir kısmı, güya daha ileri görüyor gibi, daha ziyade cahilâne bir dalâletle, Sâni-i Zülcelâlin gayet lâtif, nâzenin, mutî, musahhar bir sahife-i icraatı ve emirlerinin bir vasıta-i nakliyâtı ve zayıf bir perde-i tasarrufâtı ve lâtif bir midâd-ı (mürekkep) kitabeti ve en nâzenin bir hulle-i îcâdâtı ve bir mâye-i masnuatı ve bir mezraa-i hububatı olan esir maddesini, cilve-i rububiyetine âyinedarlık ettiği için, masdar ve fâil tevehhüm etmişler. Bu acip cehalet, hadsiz muhalleri istilzam ediyor. Çünkü esir maddesi, maddiyyunları boğduran zerrat maddesinden daha lâtif ve eski hükemanın saplandığı heyulâ fihristesinden daha kesif, ihtiyarsız, şuursuz, câmid bir maddedir. Bu hadsiz bir surette tecezzî ve inkısam eden ve nâkillik ve infial hassasıyla ve vazifesiyle teçhiz edilen bu maddeye, belki o maddenin zerreden çok derece daha küçük olan zerrelerine, herşeyde herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir ihtiyar ve bir iktidar ile vücut bulan fiilleri, eserleri isnad etmek, esirin zerreleri adedince yanlıştır.

Evet, mevcudatta görünen fiil-i icad öyle bir keyfiyettedir ki, herşeyde, hususan zîhayat olsa, ekser eşyayı ve belki umum kâinatı görecek, bilecek ve kâinata karşı o zîhayatın münasebetini tanıyacak, temin edecek bir iktidar ve ihtiyardan geldiğini gösteriyor ki, maddî ve ihatasız olan esbabın hiçbir cihetle fiili olmaz.

Evet, sırr-ı kayyûmiyetle, en cüz’î bir fiil-i icadî, doğrudan doğruya bütün kâinat Hâlıkının fiili olduğuna delâlet eden bir sırr-ı âzamı taşıyor. Evet, meselâ bir arının icadına teveccüh eden bir fiil, iki cihetle Hâlık-ı Kâinata hususiyetini gösteriyor:




Hâlık: herşeyi yaratan AllahHâlık-ı Kâinat: evreni ve bütün varlıkları yaratan Allah
Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allahacip: hayret verici
cahilâne: cahilce, bilgisizcecehalet: cahillik
cihet: yön, şekilcilve-i rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesinin yansıması
câmid: cansızcüz’î: küçük, ferdî
dalâlet: doğru yoldan sapmak, inkârcılık, inançsızlıkdelâlet etmek: delil olmak
ekser: pek çokesbab: sebepler
esir maddesi: kâinatı kapladığına inanılan ince maddeeşya: varlıklar
fihriste: içindekilerfiil-i icadî: var etme fiili
fâil: işi yapan, öznehadsiz: sınırsız, sayısız
hassa: özellikheyulâ: ince madde
hulle-i îcâdât: yaratma fiilinin üzerini saran elbise; îcat elbisesihususan: özellikle
hususiyet: özellik, özel oluşhükema: filozoflar, felsefeciler
icad: var etmeihatasız: kuşatmayan, dar
ihtiyar: irade, dilemeiktidar: güç ve kuvvete sahip olmak
infial: bir tesirin gücü altında hareket etmeinkısam etmek: bölünmek, kısımlara yarılmak
isnad etmek: dayandırmakistilzam etmek: gerektirmek
kesif: katı, yoğunkeyfiyet: özellik, nitelik
kâinat: evrenlâtif: güzel, hoş
maddiyyun: maddeciler, materyalistlermasdar: kaynak
mevcudat: varlıklarmezraa-i hububat: tohumların ekildiği tarla
midâd-ı kitabet: yazı mürekkebimuhal: imkânsız
musahhar: boyun eğenmutî: emre uyan, itaat eden
mâye-i masnuat: san’atla yaratılan varlıkların özünü teşkil eden mayasımünasebet: ilgi, bağlantı
nâkil: nakleden, ulaştırannâzenin: ince, nazik, nazlı
perde-i tasarrufât: varlıklar üzerindeki işlemlerin önündeki perdesahife-i icraat: icraat ve faaliyet sayfası
suret: biçim, şekilsırr-ı kayyûmiyet: Allah’ın herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutmasının sırrı
sırr-ı âzam: en büyük sırtecezzî: bölünme, parçalanma
temin etmek: sağlamakteveccüh eden: yönelen
tevehhüm etmek: sanmak, zannetmekteçhiz edilen: cihazlanan, donanan
umum: bütünvasıta-i nakliyât: nakletme vasıtası
vücut bulmak: meydana gelmekzerrat: zerreler
ziyade: çok, fazlazîhayat: canlı
âyinedarlık: aynalıkşuursuz: bilinçsiz, akılsız

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 618

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Birincisi: O arının bütün emsalinin, bütün zeminde, aynı zamanda, aynı fiile mazhariyetleri gösteriyor ki, bu cüz’î ve hususî fiil ise, ihatalı, rû-yi zemini kaplamış bir fiilin bir ucudur. Öyleyse, o büyük fiilin fâili ve o fiilin sahibi kim ise, o cüz’î fiil dahi onundur.

İkinci cihet: Bu hazır arının hilkatine teveccüh eden fiilin fâili olmak için, o arının şerâit-i hayatiyesini ve cihazatını ve kâinatla münasebetini temin edecek ve bilecek kadar pek büyük bir iktidar ve ihtiyar lâzım geldiğinden, o cüz’î fiili yapan zâtın, ekser kâinata hükmü geçmekle ancak o fiili öyle mükemmel yapabilir.

Demek, en cüz’î fiil, iki cihetle Hâlık-ı Külli Şeye has olduğunu gösterir.

En ziyade câ-yı dikkat ve câ-yı hayret şudur ki: Vücudun en kuvvetli mertebesi olan vücubun; ve vücudun en sebatlı derecesi olan maddeden tecerrüdün; ve vücudun zevalden en uzak tavrı olan mekândan münezzehiyetin; ve vücudun en sağlam ve tagayyürden ve ademden en mukaddes sıfatı olan vahdetin sahibi olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun en has hassası ve lâzım-ı zâtîsi olan ezeliyeti ve sermediyeti, vücudun en zayıf mertebesi ve en incecik derecesi ve en mütegayyir, mütehavvil tavrı ve en ziyade mekâna yayılmış olan hadsiz, kesretli bir maddî madde olan esir ve zerrat gibi şeylere vermek ve onlara ezeliyet isnad etmek ve onları ezelî tasavvur etmek ve kısmen âsâr-ı İlâhiyenin onlardan neş’et ettiğini tevehhüm etmek ne kadar hilâf-ı hakikat ve vâkıa muhalif ve akıldan uzak ve bâtıl bir fikir olduğu, Risale-i Nur’un müteaddit cüzlerinde kat’î burhanlarla gösterilmiştir.

İKİNCİ ŞUA

İki meseledir.

BİRİNCİ MESELE: İsm-i Kayyûmun bir cilve-i âzamına işaret eden





Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan AllahZât-ı Vâcibü’l-Vücud: var olması mutlaka gerekli olan Zât, Allah
adem: yokluk, hiçlikburhan: güçlü delil, kanıt
bâtıl: doğru olmayan, imana uymayancihazat: cihazlar, donanımlar
cihet: yön, tarafcilve-i âzam: en büyük yansıma
câ-yı dikkat: dikkat çekici, ilginç noktacâ-yı hayret: hayret verici nokta
cüz: kısım, parçacüz’î: küçük, ferdî
ekser: pek çokemsal: benzerler
esir: kâinatı kapladığına inanılan ince maddeezeliyet: varlığının başlangıcı ve sonu olmaması, sonsuzluk
ezelî: başlangıcı olmayanfâil: işi yapan, özne
hadsiz: sınırsız, sayısızhas: özel
hassa: özellikhilkat: yaratılış
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırıhususî: özel
ihatalı: içine alan, kuşatanihtiyar: irade, dileme
iktidar: güç ve kuvvete sahip olmaism-i Kayyûm: Allah’ın herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tuttuğunu ve varlıklarını devam ettirdiğini ifade eden ismi
isnad etmek: dayandırmakkesretli: çok sayıda
kâinat: evrenlâzime-i zâtî: bir şeyin bizzat kendisinde olması şart olan temel özellik ve nitelik
mazhariyet: erişme, sahip olmamekân: yer
mekândan münezzehiyet: yerle sınırlı olmamamertebe: derece
mukaddes: kusur ve eksiklikten uzakmünasebet: ilgi, bağlantı
müteaddit: bir çokmütegayyir: değişen, başkalaşan
mütehavvil: değişkenneş’et etmek: kaynaklanmak
rû-yi zemin: yeryüzüsebat: kalıcı olma, sabit kalma
sermediyet: daimîlik, sürekliliksıfat: nitelik
tagayyür: başkalaşım, değişmetasavvur etmek: düşünmek, hayal etmek
tecerrüd: soyutlanma, sıyrılmatemin etmek: sağlamak
teveccüh etmek: yönelmektevehhüm etmek: sanmak, zannetmek
vahdet: birlikvâkıa muhalif: uygun olmayan, olması gerekenden aykırılık gösteren
vücub: zorunlu olmavücud: varlık
zemin: yeryüzüzerrat: zerreler
zeval: gelip geçici olmaziyade: çok, fazla
âsâr-ı İlâhiye: Allah’ın eserlerişerâit-i hayatiye: hayat şartları
şuâ: ışık, parıltı

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 619

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
اَ تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ
blank.gif
1
مَا مِنْ دَاۤبَّةٍ اِلاَّ هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا
blank.gif
2

لَهُ مَقَالِيدُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ
blank.gif
3


gibi âyetlerin işaret ettiği hakikat-i âzamın bir veçhi şudur ki:

Şu kâinattaki ecrâm-ı semâviyenin kıyamları, devamları, bekàları, sırr-ı kayyûmiyetle bağlıdır. Eğer o cilve-i kayyûmiyet bir dakikada yüzünü çevirse, bir kısmı küre-i arzdan bin defa büyük milyonlarla küreler, feza-yı gayr-ı mütenâhi boşluğunda dağılacak, birbirine çarpacak, ademe dökülecekler. Nasıl ki, meselâ havada, tayyareler yerinde binler muhteşem kasırları kemâl-i intizamla durdurup seyahat ettiren bir zâtın kayyûmiyet iktidarı, o havadaki sarayların sebat ve nizam ve devamlarıyla ölçülür. Öyle de, o Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâlin madde-i esiriye içinde hadsiz ecrâm-ı semâviyeye nihayet derecede intizam ve mizan içinde sırr-ı kayyûmiyetle bir kıyam, bir bekà, bir devam vererek, bazısı küre-i arzdan bin ve bir kısmı bir milyon defa büyük milyonlarla azîm küreleri direksiz, istinatsız, boşlukta durdurmakla beraber, herbirini bir vazifeyle tavzif edip gayet muhteşem bir ordu şeklinde, emr-i
blank.gif
4
كُنْفَيَكُونُ’dan gelen fermanlara kemâl-i inkıyadla itaat ettirmesi, ism-i Kayyûmun âzamî cilvesine bir ölçü olduğu gibi, herbir mevcudun zerreleri dahi, yıldızlar gibi, sırr-ı kayyûmiyetle kaim ve o sır ile bekà ve devam ediyorlar.


[BILGI]Dipnot-1 “Onu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz, gafletin hiçbir çeşidi hiçbir zaman Ona ârız olamaz.” Bakara Sûresi, 2:255.
Dipnot-2 “Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın.” Hûd Sûresi, 11:56.
Dipnot-3 “Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir.” Zümer Sûresi, 39:63.
Dipnot-4 “(Allah birşeyin olmasını murad ettiği zaman, O sadece) ‘Ol’ der, o da oluverir.” Bakara Sûresi, 2:117; Yâsin Sûresi, 36:82.[/BILGI]






Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâl: herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren, büyüklük ve haşmet sahibi Allahadem: yokluk, hiçlik
azîm: büyükbekà: devamlılık ve kalıcılık, sonsuzluk
cilve: görünme, yansımacilve-i kayyûmiyet: Allah’ın herşeyi ayakta tutmasının ve onlara bekà vermesinin bir yansıması, görüntüsü
ecrâm-ı semâviye: gök cisimleriferman: buyruk
feza-yı gayr-ı mütenâhi: sınırsız boşluk, uzayhadsiz: sayısız
hakikat-i âzam: en büyük hakikatiktidar: güç ve kuvvet
intizam: disiplin, düzenism-i Kayyûm: Allah’ın herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren ismi
istinatsız: dayanak noktası olmadanitaat ettirme: emre uydurma, boyun eğdirme
kaim: ayakta duran, var olankasır: saray
kayyûmiyet: kendisinin varlığıyla diğer varlıkları her zaman ayakta tutmakemâl-i inkıyad: tam ve mükemmel bir bağlılık
kemâl-i intizam: mükemmel bir düzenkâinat: evren
küre: gezegenküre-i arz: yerküre, dünya
kıyam: ayakta durma, varlığını devam ettirmemadde-i esir: kâinatı kapladığına inanılan ince madde
mevcud: varlıkmizan: ölçü, denge
nihayet: sonnizam: düzen
sebat: kalıcı olma, sabit kalmasırr-ı kayyûmiyet: Allah’ın herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutmasının sırrı
tavzif etmek: görevlendirmektayyare: uçak
vech: yönâyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle
âzamî: en büyük

<tbody>
</tbody>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 620

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Evet, bir zîhayatın cesedindeki zerrelerin herbir âzâya mahsus bir heyetle küme küme toplanıp dağılmadıkları ve sel gibi akan unsurların fırtınaları içinde vaziyetlerini muhafaza edip dağılmamaları ve muntazaman durmaları, bilbedâhe, kendi kendilerinden olmayıp, belki sırr-ı kayyûmiyetle olduğundan, herbir ceset muntazam bir tabur, herbir nevi muntazam bir ordu hükmünde olarak, bütün zîhayat ve mürekkebâtın zemin yüzünde ve yıldızların feza âleminde durmaları ve gezmeleri gibi, bu zerreler dahi hadsiz dilleriyle sırr-ı kayyûmiyeti ilân ederler.

İKİNCİ MESELE: Eşyanın sırr-ı kayyûmiyetle münasebettar faydalarının ve hikmetlerinin bir kısmına işaret etmeyi bu makam iktiza ediyor.

Evet, herşeyin hikmet-i vücudu ve gaye-i fıtratı ve faide-i hilkati ve netice-i hayatı üçer nevidir.

Birinci nevi: Kendine ve insana ve insanın maslahatlarına bakar.

İkinci nevi: Daha mühimdir ki, herşey, umum zîşuur mütalâa edebilecek ve Fâtır-ı Zülcelâlin cilve-i esmâsını bildirecek birer âyet, birer mektup, birer kitap, birer kaside hükmünde olarak, mânâlarını hadsiz okuyucularına ifade etmesidir.

Üçüncü nevi ise, Sâni-i Zülcelâle aittir, Ona bakar. Herşeyin faydası ve neticesi kendine bakan bir ise, Sâni-i Zülcelâle bakan yüzlerdir ki, Sâni-i Zülcelâl, kendi acaib-i san’atını kendisi temâşâ eder, kendi cilve-i esmâsına kendi masnuatında bakar. Bu âzamî üçüncü nevide hikmet-i hilkatini ifade için, bir saniye kadar yaşamak kâfidir.

Hem herşeyin vücudunu iktiza eden bir sırr-ı kayyûmiyet var ki, Üçüncü Şuada izah edilecek.

Bir zaman, tılsım-ı kâinat ve muammâ-yı hilkat cilvesiyle mevcudatın hikmetlerine ve faydalarına baktım, dedim: “Acaba bu eşya neden böyle kendini gösteriyorlar,





Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve görkem sahibi olan ve herşeyi yoktan benzersiz olarak yaratan AllahSâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz büyüklük ve görkem sahibi Allah
acaib-i san’at: hayranlık ve şaşkınlık uyandıran san’atlarbilbedâhe: açık bir şekilde
cesed: bedencilve: görünme, yansıma
cilve-i esmâ: Allah’ın isimlerinin varlıklardaki yansımasıeşya: varlıklar
faide-i hilkat: yaratılıştaki fayda, yararfeza: uzay boşluğu
gaye-i fıtrat: yaratılıştaki gaye, amaçhadsiz: sayısız
heyet: yapıhikmet: gaye, fayda, yarar
hikmet-i hilkat: yaratılış hikmeti ve gayesihikmet-i vücud: bir şeyin var olmasının hikmet ve amacı
iktiza etmek: gerektirmekizah etmek: açıklamak
kaside: kafiyeli ve övgü dolu ifadeler içeren şiirkâfi: yeterli
makam: yer, konummaslahat: fayda, gaye
masnuat: san’at eseri varlıklarmevcudat: varlıklar
muammâ-yı hilkat: yaratılışta gizli olan sırmuhafaza etmek: korumak
muntazam: düzenlimuntazaman: düzenli olarak
mühim: önemlimünasebettar: ilgili, bağlantılı
mürekkebât: birleşik şekillerde meydana gelen varlıklarmütalâa etme: dikkatlice düşünme ve inceleme
netice-i hayat: hayatın ortaya çıkardığı sonuçnevi: çeşit, tür
sırr-ı kayyûmiyet: Allah’ın her zaman ve her yerde olması ve bütün varlıkları ayakta tutması sırrıtabur: dört bölükten meydana gelen askerî birlik
temâşâ etmek: gözlemlemek, seyretmektılsım-ı kâinat: kâinatın gizemi, sırrı
umum: bütünunsur: madde
vaziyet: durum, hâlvücud: varlık
zemin: yerzîhayat: canlı
zîşuur: bilinç sahibiâlem: dünya
âyet: Allah’ın varlığını ispatlayan delilâzamî: en büyük
âzâ: uzuv, organşua: ışık, ışın

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 621

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>çabuk kaybolup gidiyorlar? Onların şahsına bakıyorum: Muntazam, hikmetli giyinmiş, giydirilmiş, süslendirilmiş, sergiye, temâşâgâha gönderilmiş. Halbuki bir iki günde, belki bir kısmı birkaç dakikada kaybolup faydasız, boşu boşuna gidiyorlar. Bu kısa zamanda bize görünmelerinden maksat nedir?” diye çok merak ediyordum. O zaman, mevcudatın, hususan zîhayatın dünya dershanesine gelmelerinin mühim bir hikmetini lûtf-u İlâhî ile buldum. O da şudur:

Herşey, hususan zîhayat, gayet mânidar bir kelime, bir mektup, bir kaside-i Rabbânîdir, bir ilânnâme-i İlâhîdir. Umum zîşuurun mütalâasına mazhar olduktan ve hadsiz mütalâacılara mânâsını ifade ettikten sonra, lâfzı ve hurufu hükmündeki suret-i cismâniyesi kaybolur.

Bir sene kadar bu hikmet bana kâfi geldi. Bir sene sonra, masnuatta ve bilhassa zîhayatlarda bulunan çok harika ve pek ince san’atın mucizeleri inkişaf etti. Anladım ki, bu çok ince ve çok harika olan dekaik-i san’at, yalnız zîşuurların nazarlarına ifade-i mânâ için değildir. Gerçi herbir mevcudu hadsiz zîşuurlar mütalâa edebilir. Fakat hem onların mütalâası mahduttur, hem de herkes o zîhayatın bütün dekaik-i san’atına nüfuz edemezler. Demek, zîhayatların en mühim netice-i hilkati ve en büyük gaye-i fıtratı, Zât-ı Kayyûm-u Ezelînin kendi nazarına kendi acaib-i san’atını ve verdiği rahîmâne hediyelerini ve ihsanlarını arz etmektir.

Bu gaye ise, çok zaman bana kanaat verdi. Ve ondan anladım ki, her mevcutta, hususan zîhayatlarda hadsiz dekaik-i san’at bulunması, Zât-ı Kayyûm-u Ezelînin nazarına arz etmek, yani, Zât-ı Kayyûm-u Ezelî kendi san’atını kendisi temâşâ etmek olan hikmet-i hilkat, o büyük masarife kâfi geliyordu.

Bir zaman sonra gördüm ki, mevcudatın şahıslarında ve suretlerindeki dekaik‑i san’at devam etmiyor; gayet sür’atle tazeleniyor, tebeddül ediyor, nihayetsiz bir faaliyet ve bir hallâkıyet içinde tahavvül ediyorlar. Bu hallâkıyet ve bu




Zât-ı Kayyûm-u Ezelî: herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren, kendi varlığının da başlangıcı olmayıp sürekli var olan Zât, Allahacaib-i san’at: hayranlık uyandıran san’atlar
arz etmek: sunmak, ortaya koymakbilhassa: özellikle
dekaik-ı san’at: san’at inceliklerigaye-i fıtrat: yaratılış amacı
hadsiz: sınırsız, sayısızhallâkıyet: yaratıcılık
hikmet: fayda, gayehikmet-i hilkat: yaratılış hikmeti ve gayesi
hikmetli: belli bir amaç ve hedefe yönelik olanhuruf: harfler
hususan: özellikleifade-i mânâ: bir mânânın ifade edilmesi
ihsan: bağışilânnâme-i İlâhî: İlâhî hakikatleri aktaran duyuru yazısı
inkişaf etmek: açığa çıkmakkanaat vermek: görüş, fikir vermek
kaside-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ı öven şiirkâfi: yeterli
lâfız: söz, kelimelûtf-u İlâhî: Allah’ın lütuf ve ikramı
mahdut: sınırlımaksat: gaye, hedef
masarif: masraflar, harcamalarmasnuat: san’at eseri varlıklar
mazhar olmak: nail olmak, erişmekmevcud: varlık
mevcudat: varlıklarmucize: insanların benzerini yapmakta aciz kaldıkları olağanüstü iş
muntazam: düzenlimânidar: anlamlı
mühim: önemlimütalâa: dikkatlice okuyup inceleme
nazar: bakışnetice-i hilkat: yaratılışın sonucu
nihayetsiz: sonsuznüfuz etmek: birşeyin içine girmek, yerleşmek
rahîmâne: çok şefkatli bir şekildesuret: biçim, görünüş
suret-i cismâniye: maddî görünümsür’atle: hızla
tahavvül etmek: değişmek, dönüşmektebeddül etmek: değişmek
temâşâ etmek: bakmak, seyretmektemâşâgâh: seyir yeri
umum: bütünzîhayat: canlı
zîşuur: şuurlu, bilinçli

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 622

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>faaliyetin hikmeti, elbette o faaliyet derecesinde büyük olmak lâzım geliyor, diye tefekküre başladım. Bu defa mezkûr iki hikmet kâfi gelmemeye başladılar, noksan kaldılar. Gayet merakla ayrı bir hikmeti aramaya ve taharrîye başladım.

Bir zaman sonra, lillâhilhamd, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın feyziyle, sırr-ı kayyûmiyet noktasında azîm, hadsiz bir hikmet, bir gaye göründü. Ve onunla, “tılsım-ı kâinat” ve “muammâ-yı hilkat” tabir edilen bir sırr-ı İlâhî anlaşıldı. Yirmi Dördüncü Mektupta tafsilen beyan edildiğinden, burada yalnız icmâlen iki üç noktasını Üçüncü Şuada zikredeceğiz.

Evet, sırr-ı kayyûmiyetin cilvesine bu noktadan bakınız ki, bütün mevcudatı ademden çıkarıp, herbirisini bu nihayetsiz fezada,
1
رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَاsırrıyla durdurup, kıyam ve bekà verip, umumunu böyle sırr-ı kayyûmiyetin tecellîsine mazhar eyliyor. Eğer bu nokta-i istinad olmazsa, hiçbir şey kendi başıyla durmaz; hadsiz bir boşlukta yuvarlanıp ademe sukut edecek.

Hem nasıl ki bütün mevcudat, vücutları ve kıyamları ve bekàları cihetinde Kayyûm-u Zülcelâle dayanıyorlar, kıyamları Onunladır. Öyle de, mevcudatın keyfiyat ve ahvâlinde binler silsilelerin—temsilde hata olmasın—telefon, telgraf silsilelerinin merkezi ve santral direği hükmünde olan sırr-ı kayyûmiyette
blank.gif
2
وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ اْلاَمْرُ كُلُّهُ sırrıyla uçları bağlıdır. Eğer o nuranî nokta-i istinada dayanmazlarsa, ehl-i akılca muhal ve bâtıl olan binler devirler ve teselsüller lâzım gelecek. Belki mevcudat adedince bâtıl olan devirler ve teselsüller lâzım gelir. Meselâ bu şey (hıfz veya nur veya vücut veya rızık gibi) bir cihette buna




[NOT]Dipnot-1 “O Allah ki, gökleri, gördüğünüz gibi direksiz yükseltti.” Ra’d Sûresi, 13:2.
Dipnot-2 Bütün işler sadece Ona döndürülür.” Hûd Sûresi, 11:123.[/NOT]




Kayyûm-u Zülcelâl: herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren, büyüklük ve yücelik sahibi AllahKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklamalarıyla akılları benzerini yapmaktan âciz bırakan Kur’ân-ı Kerim
adem: yokluk, hiçlikahvâl: hâller, durumlar
azîm: büyük, yücebekà: devamlılık ve kalıcılık, sonsuzluk
beyan etmek: açıklanmakbâtıl: hak olmayan
cihet: yön, tarafcilve: görüntü, yansıma
devir: kısır döngü; tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı? gibi sonuçsuz iddiaehl-i akıl: akıl sahipleri
feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğufeza: uzay
hadsiz: sınırsızhikmet: sebep, ince sır
hıfz: koruma, saklamaicmâlen: kısaca
keyfiyat: özellikler, niteliklerkâfi: yeterli
kıyam: ayakta durma, varlığını sürdürmelillâhilhamd: ne kadar hamd ve şükürler varsa ve olmuşsa, hepsi Allah’a aittir
mazhar eylemek: eriştirmekmevcudat: varlıklar
mezkûr: anılan, söylenenmuammâ-yı hilkat: yaratılıştaki sır ve gizlilikler
muhal: imkânsıznihayetsiz: sınırsız
noksan: eksiknokta-i istinad: dayanak noktası
nuranî: nurlu, aydınlıkrızık: Allah’ın sunduğu nimetler
silsile: zincirleme olarak kurulan bağlantı, zincirsukut etmek: düşmek, alçalmak
sırr-ı kayyûmiyet: Allah’ın her zaman ve her yerde olması ve bütün varlıkları ayakta tutmasında gizli olan sırsırr-ı İlâhî: İlâhî sır
tabir etmek: ifade etmektafsilen: ayrıntılı olarak
taharrî: araştırma, incelemetecellî: görünüm, yansıma
tefekkür: etraflıca ve derinlemesine düşünmetemsil: analoji; kıyaslama tarzında benzetme
teselsül: zincirleme devam etme, art arda gelmetılsım-ı kâinat: kâinatın içinde gizli olan sır
umum: bütünvücut: varlık
zikretmek: anmakşuâ: ışık, ışın

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 623

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>dayanır, bu da ötekine, o da ona... Git gide, herhalde nihayetsiz olamaz, bir nihayeti bulunacak.

İşte, bütün böyle silsilelerin müntehâları, elbette sırr-ı kayyûmiyettir. Sırr-ı kayyûmiyet anlaşıldıktan sonra, o mevhum silsilelerde birbirine dayanmak rabıtası ve mânâsı kalmaz, kalkar; herşey doğrudan doğruya sırr-ı kayyûmiyete bakar.

ÜÇÜNCÜ ŞUA
كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِى شَاْنٍ
blank.gif
1
فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ
blank.gif
2


يَخْلُقُ مَا يَشَاۤءُ
blank.gif
3
بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ
blank.gif
4


فَانْظُرْ اِلٰۤى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللهِ كَيْفَ يُحْيِـى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا
blank.gif
5


gibi âyetlerin işaret ettikleri hallâkıyet-i İlâhiye ve faaliyet-i Rabbâniye içindeki sırr-ı Kayyûmiyetin bir derece inkişafına bir iki mukaddime ile işaret edeceğiz.

BİRİNCİSİ: Şu kâinata baktığımız vakit görüyoruz ki, zaman seylinde mütemadiyen çalkanan ve kafile kafile arkasından gelip geçen mahlûkatın bir kısmı bir saniyede gelir, derakap kaybolur. Bir taifesi bir dakikada gelir, geçer. Bir nev’i, bir saat âlem-i şehadete uğrar, âlem-i gayba girer. Bir kısmı bir günde, bir kısmı bir senede, bir kısmı bir asırda, bir kısmı da asırlarda bu âlem-i şehadete gelip, konup, vazife görüp gidiyorlar.

Bu hayret verici seyahat ve seyeran-ı mevcudat, o sefer ve seyelân-ı mahlûkat öyle bir intizam ve mizan ve hikmetle sevk ve idare edilir; ve onlara ve o kafilelere kumandanlık eden öyle basîrâne, hakîmâne, müdebbirâne kumandanlık ediyor ki, bütün akıllar farazâ ittihad edip birtek akıl olsa, o hakîmâne idarenin künhüne yetişemez ve kusur bulup tenkit edemez.



[NOT]Dipnot-1 “O her an bir tasarruftadır.” Rahmân Sûresi, 55:29.
Dipnot-2 “O dilediğini hakkıyla yapandır.” Burûc Sûresi, 85:16.
Dipnot-3 “O dilediğini dilediği şekilde yaratır.” Rum Sûresi, 30:54.
Dipnot-4 “Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.
Dipnot-5 Bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor.” Rum Sûresi, 30:50.
[/NOT]




asır: yüzyılbasîrâne: görerek
derakap: hemen ardındanfaaliyet-i Rabbaniye: herşeyin rabbi olan Allah’ın kâinattaki faaliyetleri
faraza: varsayalım kihakîmâne: bir maksat ve gayeye yönelik bir şekilde
hallâkiyet-i İlâhiye: Allah’ın yaratıcılığıhikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
inkişaf: ortaya çıkmaintizam: disiplin, düzen
ittihad etme: birleşme, birlikte hareket etmekafile: grup, topluluk
kâinat: evrenkünh: bir şeyin özü, aslı
mahlûkat: varlıklarmevhum: gerçekte olmadığı halde var sayılan
mizan: ölçü, dengemukaddime: başlangıç, giriş
müdebbirâne: herşeyi idare ederekmüntehâ: en son nokta
mütemadiyen: sürekli olaraknev’: çeşit, tür
nihayetsiz: sonsuzrabıta: bağlantı
sevk etme: yönlendirmeseyelân-ı mahlûkat: varlıkların su gibi akması
seyeran-ı mevcudat: varlıkların seyir ve hareket halinde olmasıseyl: sel, akıntı
silsile: peş peşe gelen, zincirsırr-ı kayyûmiyet: Allah’ın her zaman ve her yerde olması ve bütün varlıkları ayakta tutmasında gizli olan sır, temel özellik
taife: grup, topluluktenkit etmek: eleştirmek
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlemâlem-i şehadet: görünen âlem
âyet: Kur’ândaki her bir cümleşua: ışık, parıltı

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 624

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>İşte bu hallâkıyet-i Rabbâniyenin içinde, o sevimli ve sevdiği masnuatın, hususan zîhayatların hiçbirine göz açtırmayarak âlem-i gayba gönderiyor. Hiçbirine nefes aldırmayarak dünyadaki hayattan terhis ediyor. Mütemadiyen bu misafirhane-i âlemi doldurup misafirlerin rızası olmayarak boşaltıyor. Kalem-i kazâ ve kader, küre-i arzı yazar bozar tahtası gibi yaparak, يُحْيِـى وَيُمِيتُ
blank.gif
1
cilveleriyle mütemadiyen küre-i arzda yazılarını yazar ve o yazıları tazelendirir, tebdil eder.


İşte bu faaliyet-i Rabbâniyenin ve bu hallâkıyet-i İlâhiyenin bir sırr-ı hikmeti ve esaslı bir muktazîsi ve bir sebeb-i dâîsi, üç mühim şubeye ayrılan hadsiz, nihayetsiz bir hikmettir.

O hikmetin birinci şubesi şudur ki: Faaliyetin her nev’i, cüz’î olsun küllî olsun, bir lezzet verir. Belki her faaliyette bir lezzet var. Belki faaliyet ayn-ı lezzettir. Belki faaliyet, ayn-ı lezzet olan vücudun tezahürüdür ve ayn-ı elem olan ademden tebâud ile silkinmesidir.

Evet, her kabiliyet sahibi, bir faaliyetle kabiliyetinin inkişafını lezzetle takip eder. Herbir istidadın faaliyetle tezahür etmesi, bir lezzetten gelir ve bir lezzeti netice verir. Herbir kemal sahibi, faaliyetle kemâlâtının tezahürünü lezzetle takip eder.

Madem herbir faaliyette böyle sevilir, istenilir bir kemal, bir lezzet vardır. Ve faaliyet dahi bir kemaldir. Ve madem zîhayat âleminde daimî ve ezelî bir hayattan neş’et eden hadsiz bir muhabbetin, nihayetsiz bir merhametin cilveleri görünüyor. Ve o cilveler gösteriyor ki, kendini böyle sevdiren ve seven ve şefkat edip lütuflarda bulunan Zâtın kudsiyetine lâyık ve vücub-u vücuduna münasip o hayat-ı sermediyenin muktezası olarak, hadsiz derecede—tabirde hata olmasın—bir aşk-ı lâhûtî, bir muhabbet-i kudsiye, bir lezzet-i mukaddese gibi şuûnât-ı



[NOT]Dipnot-1 Diriltir ve öldürür.
[/NOT]



adem: yokluk, hiçlikayn-ı elem: acının tâ kendisi
ayn-ı lezzet: lezzetin tâ kendisiaşk-ı lâhûtî: Cenâb-ı Hakkın Zâtına mahsus kutsal aşkı
cilve: görünme, yansımacüz’î: sınırlı, bireysel
dâî: gerektiren sebepesas: temel
ezelî: başlangıcı olmayanfaaliyet-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın kâinattaki faaliyeti
hadsiz: sınırsız, sayısızhallâkıyet-i Rabbâniye: herşeyin rabbi olan Allah’ın yaratıcılığı
hallâkıyet-i İlâhiye: Allah’ın yaratıcılığı, var ediciliğihayat-ı sermediye: devamlı, sürekli hayat
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmainkişaf: açığa çıkma
istidad: kabiliyet, yetenekkalem-i kazâ ve kader: kazâ ve kader kalemi
kemâl: mükemmellik, olgunlukkemâlât: mükemmel özellikler
kudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallıkküllî: geniş kapsamlı, genel
küre-i arz: yerküre, dünyalezzet-i mukaddese: her türlü kusur ve noksandan yüce bir lezzet
lütuf: iyilik, ihsanmasnuat: san’at eseri varlıklar
misafirhane-i âlem: dünya misafirhanesimuhabbet: sevgi
muhabbet-i kudsiye: kusur ve noksandan uzak olan sevgimuktazî: gerekçe, gerektirici sebep
mukteza: bir şeyin gereğimühim: önemli
mütemadiyen: sürekli olaraknev’: çeşit, tür
neş’et eden: kaynaklanannihayetsiz: sonsuz
rıza: memnuniyet, hoşnutluksebeb-i dâî: birşeyin ortaya çıkmasındaki gerektirici sebep
sırr-ı hikmet: herşeyin bir gaye ve hedefe yönelik yaratılmasında gizli olan sırtabir: açıklama, ifade etme
tebdil etmek: değiştirmektebâud: uzaklaşma
terhis etmek: göreve son vermek, serbest bırakmaktezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmak
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olmasıvücud: varlık
zîhayat: canlıâlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlem
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 625

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>kudsiye o hayat-ı akdeste var ki, o şuûnât böyle hadsiz faaliyetle ve nihayetsiz bir hallâkıyetle kâinatı daima tazelendiriyor, çalkalandırıyor, değiştiriyor.

Sırr-ı kayyûmiyete bakan hadsiz faaliyet-i İlâhiyedeki hikmetin ikinci şubesi: Esmâ-i İlâhiyeye bakar. Malûmdur ki, herbir cemal sahibi, kendi cemâlini görmek ve göstermek ister. Herbir hüner sahibi, kendi hünerini teşhir ve ilân etmekle nazar-ı dikkati celb etmek ister ve sever. Ve hüneri gizli kalmış bir güzel hakikat ve güzel bir mânâ, meydana çıkmak ve müşterileri bulmak ister ve sever.

Madem bu esaslı kaideler, herşeyde derecesine göre cereyan ediyor; elbette Cemîl-i Mutlak olan Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâlin bin bir Esmâ-i Hüsnâsından herbir ismin, kâinatın şehadetiyle ve cilvelerinin delâletiyle ve nakışlarının işaretiyle, herbirisinin herbir mertebesinde hakikî bir hüsün, hakikî bir kemal, hakikî bir cemal ve gayet güzel bir hakikat, belki herbir ismin herbir mertebesinde hadsiz envâ-ı hüsünle hadsiz hakaik-i cemîle vardır.

Madem bu esmânın kudsî cemallerini irâe eden âyineleri ve güzel nakışlarını gösteren levhaları ve güzel hakikatlerini ifade eden sayfaları bu mevcudattır ve bu kâinattır. Elbette o daimî ve bâki esmâ, hadsiz cilvelerini ve nihayetsiz mânidar nakışlarını ve kitaplarını, hem müsemmâları olan Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâlin nazar-ı müşahedesine, hem hadd ü hesaba gelmeyen zîruh ve zîşuur mahlûkatın nazar-ı mütalâasına göstermek ve nihayetli, mahdut birşeyden nihayetsiz levhaları ve birtek şahıstan pek çok şahısları ve bir hakikatten pek kesretli hakikatleri göstermek için, o aşk-ı mukaddes-i İlâhîye istinaden ve o sırr-ı kayyûmiyete binaen, kâinatı umumen ve mütemadiyen cilveleriyle tazelendiriyorlar, değiştiriyorlar.




Cemîl-i Mutlak: sınırsız güzellik sahibi AllahEsmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri
Esmâ-i İlâhiye: Allah’ın sonsuz güzellikte ve mükemmellikteki isimleriKayyûm-u Zât-ı Zülcelâl/Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâl: herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren, büyüklük ve haşmet sahibi Zât, Allah
aşk-ı mukaddes-i İlâhîye: Cenâb-ı Hakkın zâtına mahsus mukaddes sevgisibinaen: dayanarak
bâki: devamlı olan, sonsuzcelb etmek: çekmek
cemâl: güzellikcereyan etmek: meydana gelmek
cilve: görünme, yansımadaimî: devamlı, sürekli
delâlet: delil olmaenvâ-ı hüsün: güzellik çeşitleri
esaslı: köklüesmâ: Allah’ın isimleri
faaliyet-i İlâhiye: Allah’ın varlık âleminde gerçekleştirdiği faaliyetlerhadd ü hesaba gelmemek: sınırsız ve hesapsız olmak
hadsiz: sınırsız, sayısızhakaik-i cemîle: güzel hakikatler, gerçekler
hakikat: doğru gerçekhakikî: asıl, gerçek
hallâkıyet: yaratıcılıkhayat-ı akdes: Cenâb-ı Hakkın Zâtına mahsus, her türlü noksanlıktan mukaddes hayatı
hikmet: sebep, ince sırhüsün: güzellik
irâe etmek: göstermekistinaden: dayanarak
kaide: kural, prensipkemâl: mükemellik, olgunluk
kesretli: çok sayıdakudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak
kâinat: evrenmahdut: sınırlı
mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklarmalûm: bilinen
mertebe: derece, makammevcudat: varlıklar
mânidar: mânâlı, anlamlımüsemmâ: ismin gerçek sahibi
mütemadiyen: sürekli olaraknakış: işleme, süsleme
nazar-ı dikkat: dikkatli bakışnazar-ı mütalâa: dikkatlice bakıp anlamaya çalışmak
nazar-ı müşahede: göz önünde, göze görünecek şekildenihayet: son
sırr-ı kayyûmiyet: Allah’ın her zaman ve her yerde olması ve bütün varlıkları ayakta tutmasında gizli olan sırteşhir etmek: sergilemek
umumen: bütünüylezîruh: ruh sahibi
zîşuur: şuur sahibişehadet: şahidlik yapma
şuûnât: temel özelliklerşuûnât-ı kudsiye: Allah’ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait kutsal nitelikler

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 626

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>DÖRDÜNCÜ ŞUA

Kâinattaki hayretnümâ faaliyet-i daimenin hikmetinin üçüncü şubesi şudur ki: Herbir merhamet sahibi, başkasını memnun etmekten mesrur olur. Herbir şefkat sahibi, başkasını mesrur etmekten memnun olur. Herbir muhabbet sahibi, sevindirmeye lâyık mahlûkları sevindirmekle sevinir. Herbir âlicenap zat, başkasını mes’ut etmekle lezzet alır. Herbir âdil zat, ihkak-ı hak etmek ve müstehaklara ceza vermekte hukuk sahiplerini minnettar etmekle keyiflenir. Hüner sahibi herbir san’atkâr, san’atını teşhir etmekle ve san’atının tasavvur ettiği tarzda işlemesiyle ve istediği neticeleri vermesiyle iftihar eder.

İşte bu mezkûr düsturların herbiri birer kaide-i esasiyedir ki, kâinatta ve âlem‑i insaniyette cereyan ediyorlar. Bu kaidelerin esmâ-i İlâhiyede cereyan ettiklerini gösteren üç misal, Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfında izah edilmiştir. Bir hülâsası bu makamda yazılması münasip olduğundan, deriz:

Nasıl ki, mesela gayet merhametli, sehâvetli, gayet kerîm, âlicenap bir zat, fıtratındaki âli seciyelerin muktezasıyla, büyük bir seyahat gemisine, çok muhtaç ve fakir insanları bindirip, gayet mükemmel ziyafetlerle, ikramlarla o muhtaç fakirleri memnun ederek, denizlerde, arzın etrafında gezdirir. Ve kendisi de, onların üstünde, onları mesrurâne temâşâ ederek, o muhtaçların minnettarlıklarından lezzet alır ve onların telezzüzlerinden mesrur olur ve onların keyiflerinden sevinir, iftihar eder.

Madem böyle bir tevziat memuru hükmünde olan bir insan, böyle cüz’î bir ziyafet vermekten bu derece memnun ve mesrur olursa, elbette bütün hayvanları ve insanları ve hadsiz melekleri ve cinleri ve ruhları, bir sefine-i Rahmânî olan küre-i arz gemisine bindirerek, rû-yi zemini, envâ-ı mat’umatla ve bütün duyguların ezvak ve erzâkıyla doldurulmuş bir sofra-i Rabbâniye şeklinde onlara açmak ve o muhtaç ve müteşekkir ve minnettar ve mesrur mahlûkatını aktâr-ı kâinatta





aktâr-ı kâinat: kâinatın her tarafıarz: yer, dünya
cereyan etmek: geçerli olmakcüz’î: ferdî, sınırlı
düstur: kuralenvâ-ı mat’umat: yiyecek çeşitleri
erzâk: gıda maddeleriesmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
ezvak: zevklerfaaliyet-i daime: sürekli çalışma
fıtrat: yaratılış, mizaçhadsiz: sayısız
hayretnümâ: hayret verici, şaşırtıcıhikmet: fayda, gaye
hukuk: haklarhülâsa: özet, öz
hüner: beceriiftihar etmek: övünmek
ihkak-ı hak: hak sahibine hakkını vermeikram: bağış, ihsan
izah etmek: açıklamakkaide: düstur, prensip
kaide-i esasiye: temel kuralkerîm: cömertlik ve ikram sahibi
kâinat: evrenküre-i arz: yerküre, dünya
mahlûk: varlıkmahlûkat: yaratılmışlar, varlıklar
makam: yer, konummerhamet: acıma, şefkat
mesrur: sevinçlimesrurâne: sevinçli bir şekilde
mes’ut: mutlumevkıf: bölüm, kısım
mezkûr: adı geçenminnettar olmak: minnet duymak, yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu hissetmek
misal: örnekmuhabbet: sevgi
mukteza: bir şeyin gereğimükemmel: kusursuz
münasip: uygunmüstehak: hak etmiş, layık
müteşekkir: şükredennetice: sonuç
rû-yi zemin: yeryüzüseciye: karakter, üstün özellik
sefine-i Rahmânî: Allah’ın sonsuz şefkatinin sergilendiği gemisehâvetli: cömert
seyahat: yolculuksofra-i Rabbâni: herşeyin Rabbi olan Allah’ın kulları için hazırladığı sofra
tarz: biçim, şekiltasavvur etmek: düşünmek, hayal etmek
telezzüz: lezzet almatemâşâ etmek: bakmak, seyretmek
tevziat: dağıtımteşhir etmek: sergilemek
âdil: adaletle iş gören, sonsuz adalet sahibi Allahâlem-i insaniyet: insanlık âlemi
âli: yüceâlicenap: yüksek ahlâklı, şerefli
şuâ: ışık, ışın

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 627

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>seyahat ettirmekle ve bu dünyada bu kadar ikramlarla onları mesrur etmekle beraber, dâr-ı bekàda, Cennetlerinden herbirini ziyafet-i daime için birer sofra yapan Zât-ı Hayy-ı Kayyûma ait olarak, o mahlûkatın teşekkürlerinden ve minnettarlıklarından ve mesruriyetlerinden ve sevinçlerinden gelen ve tabirinde âciz olduğumuz ve mezun olmadığımız şuûnât-ı İlâhiyeyi “memnuniyet-i mukaddese,” “iftihar-ı kudsî” ve “lezzet-i mukaddese” gibi isimlerle işaret edilen maânî-i rububiyettir ki, bu daimî faaliyeti ve mütemâdi hallâkıyeti iktiza eder.

Hem meselâ bir mahir san’atkâr, plâksız bir fonoğraf yapsa, o fonoğraf istediği gibi konuşsa, işlese, san’atkârı ne kadar müftehir olur, mütelezziz olur, kendi kendine “Maşaallah” der.

Madem icadsız ve sûrî bir küçük san’at, san’atkârının ruhunda bu derece bir iftihar, bir memnuniyet hissi uyandırırsa, elbette bu mevcudatın Sâni-i Hakîmi, kâinatın mecmuunu, hadsiz nağmelerin envâıyla sadâ veren ve ses verip tesbih eden ve zikredip konuşan bir musiki-i İlâhiye ve bir fabrika-i acibe yapmakla beraber; kâinatın herbir nev’ini, herbir âlemini ayrı bir san’atla ve ayrı san’at mucizeleriyle göstererek zîhayatların kafalarında bir fonoğraf, bir fotoğraf, birer telgraf gibi çok makineleri, hattâ en küçük bir kafada dahi, yapmakla beraber; herbir insan kafasına, değil yalnız plâksız fonoğraf, birer âyinesiz fotoğraf, bir telsiz telgraf, belki bunlardan yirmi defa daha harika, her insanın kafasında öyle bir makineyi yapmaktan ve istediği tarzda işleyip neticeleri vermekten gelen iftihar-ı kudsî ve memnuniyet-i mukaddese gibi mânâları ve rububiyetin bu nev’inden olan ulvî şuûnâtı, elbette ve herhalde bu faaliyet-i daimeyi istilzam eder.

Hem meselâ, bir hükümdar-ı âdil, ihkak-ı hak için mazlumların hakkını zalimlerden




Sâni-i Hakîm
: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah




Zât-ı Hayy-ı Kayyûm
: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allah
daimî: devamlı, süreklidâr-ı beka: sonsuzluk âlemi, âhiret
envâ: türlerfaaliyet-i daime: sürekli çalışma
fabrika-i acibe: hayret verici, şaşılacak fabrikafonoğraf: gramofonun ilk şekli, ses cihazı
hadsiz: sayısız, sınırsızhallâkıyet: yaratıcılık
hükümdar-ı âdil: adaletli hükümdaricadsız: bir şey ortaya koymayan
iftihar: övünmekiftihar-ı kudsî: her türlü eksik ve çirkinlikten yüce sevinç ve övünme
ihkak-ı hak: hak sahibine hakkını vermeikram: bağış, ihsan
iktiza etmek: gerektirmekistilzam etmek: gerektirmek
kâinat: evrenlezzet-i mukaddese: mukaddes lezzet; her türlü kusur ve noksandan yüce bir lezzet
mahir: maharetli, beceriklimahlûkat: yaratılmışlar, varlıklar
mazlum: zulme uğrayanmaânî-i rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesinin ifadeleri
maşaallah: “Allah dilemiş ve ne güzel yapmış”mecmu: birşeyin tamamı
memnuniyet-i mukaddese: mukaddes memnuniyet; her türlü kusur ve noksandan uzak bir memnuniyetmesrur: sevinçli
mesruriyet: sevinçmevcudat: varlıklar
me’zun: izinliminnettarlık: minnet duymak, yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu hissetmek
musiki-i İlâhî: İlâhî müzikmu’cize: Allah tarafından yaratılan ve insanların bir benzerini yapmaktan aciz oldukları şey
müftehir olmak: iftihar etmek, övünmekmütelezziz: lezzet alan
mütemâdi: süreklinağme: ahenk, güzel ses
netice: sonuçnev’i: çeşit
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisadâ: ses
sûrî: görünüşte, şeklentabir: açıklama, yorumlama
tarz: biçim, şekiltesbih etmek: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmak
ulvî: yücezalim: acımasız ve haksız davranan
zikretmek: Allah’ı anmakziyafet-i daime: sürekli ziyafet
zîhayat: canlıâciz: güçsüz
âlem: dünya, evrenşuûnât-ı İlâhiye/şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait nitelikler

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 628

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>almakla ve fakirleri kavîlerin şerrinden muhafaza etmekle ve herkese müstehak olduğu hakkı vermekle lezzet alması, iftihar etmesi, memnun olması, hükümdarlığın ve adaletin bir kaide-i esasiyesi olduğundan, elbette Hâkim-i Hakîm, Adl-i Âdil olan Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun bütün mahlûkatına, hususan zîhayatlara “hukuk-u hayat” tabir edilen şerâit-i hayatiyeyi vermekle; ve hayatlarını muhafaza için onlara cihazat ihsan etmekle; ve zayıfları kavîlerin şerrinden rahîmâne himaye etmekle; ve umum zîhayatlarda, bu dünyada ihkak-ı hak etmek nev’i tamamen ve haksızlara ceza vermek nev’i ise kısmen sırr-ı adaletin icrasından olmakla; ve bilhassa Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşirde adalet-i ekberin tecellîsinden hâsıl olan ve tabirinde âciz olduğumuz şuûnât-ı Rabbâniye ve maânî-i kudsiyedir ki, kâinatta bu faaliyet-i daimeyi iktiza ediyor.

İşte bu üç misal gibi, Esmâ-i Hüsnânın umumunda, herbirisi bu faaliyet-i daimede böyle kudsî bazı şuûnât-ı İlâhiyeye medar olduklarından, hallâkıyet-i daimeyi iktiza ederler.

Hem madem her kabiliyet, herbir istidat, inbisat ve inkişaf edip semere vermekle bir ferahlık, bir genişlik, bir lezzet verir. Hem madem her vazifedar, vazifesini yapmak ve bitirmekle, vazifesinden terhisinde büyük bir rahatlık, bir memnuniyet hisseder. Ve madem birtek tohumdan birçok meyveleri almak ve bir dirhemden yüz dirhem kâr kazanmak, sahiplerine çok sevinçli bir hâlettir, bir ticarettir. Elbette, bütün mahlûkattaki hadsiz istidatları inkişaf ettiren ve bütün mahlûkatını kıymettar vazifelerde istihdam ettikten sonra terakkivâri terhis ettiren, yani, unsurları madenler mertebesine, madenleri nebatlar hayatına, nebatları





Adl-i Âdil: her zaman adaletle hükmeden adalet sahibi AllahEsmâ-i Hüsnâ: Allah’ın sınırsız güzellikteki isimleri
Hâkim-i Hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve herşeye hükmeden AllahMahkeme-i Kübrâ-yı Haşir: haşir meydanında kurulacak olan büyük mahkeme
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allahadalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi
adalet-i ekber: en büyük adaletbilhassa: özellikle
cihazat: cihazlar, âletlerdirhem: eskiden kullanılan ve 3 gram ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
faaliyet-i daime: sürekli çalışmahadsiz: sayısız, sınırsız
hallâkıyet-i daime: sürekli yaratıcılıkhimaye etmek: korumak
hukuk-u hayat: hayat hakkıhususan: bilhassa, özellikle
hâlet: durum, hâlhâsıl olan: meydana gelen
icra: yerine getirmeiftihar etmek: övünmek
ihkak-ı hak: hak sahibine hakkını vermeihsan etmek: bağışlamak, sunmak
iktiza etmek: gerektirmekinbisat etmek: genişlemek, yayılmak
inkişaf etmek: açığa çıkmakistidat: kabiliyet
istihdam etmek: çalıştırmakkaide-i esasiye: temel kural
kavî: güçlü, kuvvetlikudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
kâinat: evrenkıymettar: değerli
mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklarmaânî-i kudsiye: kutsal anlamlar
medar: dayanak noktası, kaynakmertebe: derece, makam
misal: örnekmuhafaza etmek: korumak
müstehak: hak etmiş, lâyıknebat: bitki
nev’: çeşit, türrahîmâne: çok şefkatli bir şekilde
semere: meyve, neticesırr-ı adalet: adalet sırrı
tabir: ifadetecellî: görünüm, yansıma
terakkivâri: gelişme ve ilerleme şeklindeterhis etmek: göreve son vermek, serbest bırakmak
umum: bütün, genelunsur: madde, element
vazifedar: görevlizîhayat: canlı
âciz: güçsüzşer: kötülük
şerâit-i hayatiye: hayat şartlarışuûnât-ı Rabbâniye: bütün varlıkların Rabbi olan Allah’ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zât’a ait nitelikler
şuûnât-ı İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait nitelikler

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 629

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>rızık vasıtasıyla hayvanların derece-i hayatına ve hayvanları, insanların şuurkârâne olan yüksek hayatına çıkarıyor.

İşte, herbir zîhayatın zâhirî bir vücudunun zevâliyle (Yirmi Dördüncü Mektupta izah edildiği gibi) ruhu, mahiyeti, hüviyeti, sureti ve misalî vücutları ve ilmî ve gaybî mevcudiyetleri ve cesed-i necmîsi ve gılaf-ı ruhu gibi kendinden alınmış pek çok vücutlarını arkasında bırakıp ve yerinde vazife başına geçiren faaliyet-i daime ve hallâkıyet-i Rabbâniyeden neş’et eden maânî-i kudsiyenin ve rububiyet-i İlâhiyenin ne kadar ehemmiyetli oldukları anlaşılır.

Mühim bir suale kat’î bir cevap: Ehl-i dalâletten bir kısmı diyorlar ki: “Kâinatı bir faaliyet-i daime ile tağyir ve tebdil eden zâtın, elbette kendisinin de mütegayyir ve mütehavvil olması lâzım gelir.”

Elcevap: Hâşâ, yüz bin defa hâşâ! Yerdeki âyinelerin tagayyürü, gökteki güneşin tagayyürünü değil, bilâkis, cilvelerinin tazelendiğini gösterir. Hem ezelî, ebedî, sermedî, her cihetçe kemâl-i mutlakta ve istiğnâ-yı mutlakta, maddeden mücerred, mekândan, kayıttan, imkândan münezzeh, müberrâ, muallâ olan bir Zât-ı Akdesin tagayyürü ve tebeddülü muhaldir. Kâinatın tagayyürü Onun tagayyürüne değil, belki adem-i tagayyürüne ve gayr-ı mütehavvil olduğuna delildir. Çünkü müteaddit şeyleri intizamla daimî tağyir ve tahrik eden bir zat, mütegayyir olmamak ve hareket etmemek lâzım gelir. Meselâ, sen çok iplerle bağlı çok gülleleri ve topları çevirdiğin ve daimî intizamla tahrik edip vaziyetler verdiğin vakit, senin, yerinde durup tegayyür ve hareket etmemekliğin gerektir. Yoksa o intizamı bozacaksın. Meşhurdur ki, intizamla tahrik eden hareket etmemek ve devamla tağyir eden mütegayyir olmamak gerektir—tâ ki o iş intizamla devam etsin.




Zât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allahadem-i tagayyür: asla değişmeme
bilâkis: tersinecesed-i necmî: yıldız gibi nurlu beden
cihet: taraf, yöncilve: görünme, yansıma
daimî: devamlı, sürekliderece-i hayat: hayat derecesi
ebedî: sonsuzehemmiyetli: önemli
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimselerezelî: başlangıcı olmayan
faaliyet-i daime: sürekli çalışmagaybî: bilinmeyen, gayba ait olan
gayr-ı mütehavvil: değişken olmayangılaf-ı ruh: ruhun kılıfı ( bk. r-v-h)
hallâkıyet-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın yaratıcılığıhâşâ: asla öyle değil
hüviyet: kimlikilmî: ilimle ilgili, bilimsel
imkân: varlığı ve yokluğu ihtimal dairesinde olanintizam: disiplin, düzen
istiğnâ-yı mutlak: sınırsız zenginlikizah etmek: açıklamak
kat’î: kesinkayıt: sınırlayıcı
kemâl-i mutlak: sınırsız mükemmellikkâinat: evren
mahiyet: nitelik, özellikmaânî-i kudsiye: kutsal anlamlar
mekân: yermevcudiyet: var olma hali
meşhur: çok tanınanmisalî: yansıyan, görüntü halinde olan
muallâ: yüce, yüksekmuhal: imkansız
müberrâ: arınmış, temizmücerred: soyutlanmış
mühim: önemlimünezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
müteaddit: bir çokmütegayyir: değişen, başkalaşan
mütehavvil: değişken, başka hâle dönüşenneş’et eden: kaynaklanan
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan hakimiyeti, yaratıcılığı ve terbiyesirızık: yenen içilen şeyler
sermedî: daimi, süreklisuret: biçim, görünüş
tagayyür: başkalaşma, değişmetahrik etmek: harekete geçirmek
tağyir etmek: değiştirmektağyir ve tebdil eden: değiştirip dönüştüren
tebeddül: değişmevasıtasıyla: aracılığıyla
vaziyet: durumvücud: varlık
zevâl: geçicilik, yoklukzâhirî: dış görünüşte olan
zîhayat: canlışuurkârâne: şuurlu bir şekilde, bilerek ve anlayarak

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 630

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Saniyen: Tegayyür ve tebeddül, hudüsten ve tekemmül etmek için tazelenmekten ve ihtiyaçtan ve maddîlikten ve imkândan ileri geliyor. Zât-ı Akdes ise, hem kadîm, hem her cihetçe kemâl-i mutlakta, hem istiğnâ-yı mutlakta, hem maddeden mücerred, hem Vâcibü’l-Vücud olduğundan, elbette tegayyür ve tebeddülü muhaldir, mümkün değildir.

BEŞİNCİ ŞUA

İki Meseledir.

BİRİNCİ MESELESİ: İsm-i Kayyûmun cilve-i âzamını görmek istersek, hayalimizi bütün kâinatı temâşâ edecek, biri en uzak şeyleri, diğeri en küçük zerreleri gösterecek iki dürbün yapıp, birinci dürbünle bakıyoruz, görüyoruz ki: İsm-i Kayyûmun cilvesiyle, küre-i arzdan bin defa büyük milyonlar küreler, yıldızlar, direksiz olarak, havadan daha lâtif olan madde-i esiriye içinde kısmen durdurulmuş, kısmen vazife için seyahat ettiriliyor.

Sonra, o hayalin, hurdebinî olan ikinci dürbünüyle, küçük zerrâtı görecek bir suretle bakıyoruz. O sırr-ı kayyûmiyetle, zîhayat mahlûkat-ı arziyenin herbirinin zerrât-ı vücudiyeleri, yıldızlar gibi muntazam bir vaziyet alıp hareket ediyorlar ve vazifeler görüyorlar. Hususan zîhayatın kanındaki “küreyvât-ı hamrâ ve beyzâ” tabir ettikleri, zerrelerden teşekkül eden küçücük kütleleri, seyyar yıldızlar gibi, Mevlevîvâri iki hareket-i muntazama ile hareket ediyorlar görüyoruz.

Bir hülâsatü’l-hülâsa: HAŞİYE-1 İsm-i Âzamın altı ismi, ziyadaki yedi renk gibi imtizaç ederek teşkil ettikleri ziya-yı kudsiyeye bakmak için, bir hülâsanın zikri münasiptir. Şöyle ki:


[NOT]
Haşiye-1 Otuzuncu Lem’anın altı risaleciğinin esası ve mevzuu ve İsm-i Âzam’ın sırrını taşıyan altı mukaddes isimlerin gayet kısa bir hülâsasıdır.
[/NOT]





Mevlevîvâri: Mevlânâ’nın dönerek zikreden müridleri gibi; Mevlevîler gibi dönerekVâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
Zât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allahcihet: taraf, yön
cilve: görünme, yansımacilve-i âzam: en büyük yansıma
esas: temelhareket-i muntazama: düzenli hareket
haşiye: dipnothudüs: sonradan meydana gelme
hurdebinî: mikroskobikhususan: bilhassa, özellikle
hülâsa: özet, özhülâsatü’l-hülâsa: özetin özeti
imtizaç: birbiriyle karışma, kaynaşmaism-i Kayyûm: Allah’ın herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tuttuğunu ifade eden ismi
ism-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın bin bir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanıistiğnâ-yı mutlak: sınırsız zenginlik
kadîm: varlığının başlangıcı olmayankemâl-i mutlak: sınırsız, mükemmellik
kâinat: evrenküre-i arz: yerküre, dünya
küreyvât-ı hamrâ ve beyzâ: alyuvar ve akyuvarlarlem’a: parıltı
lâtif: şirin, berrakmadde-i esiriye: kâinatı kapladığına inanılan esir ismindeki çok şeffaf madde
mahlûkat-ı arziye: dünyadaki yaratıklarmevzu: bahis, konu
muhal: imkansızmukaddes: kusur ve eksiklikten uzak
muntazam: düzenlimücerred: soyutlanmış
münasip: uygunrisalecik: kitapçık
saniyen: ikinci olarakseyyar: gezici, dolaşan
suret: biçim, görünüşsırr-ı kayyûmiyet: Allah’ın herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutmasının sırrı, gücü
tabir edilen: ifade edilentagayyür: başkalaşma, değişme
tebeddül: değişmetekemmül etmek: gelişmek, mükemmelleşmek
temâşâ etmek: bakmak, seyretmekteşekkül eden: oluşan
teşkil etmek: oluşturmakvaziyet: durum
zerrât: atomlar; zerrelerzerrât-ı vücudiye: beden hücreleri
zikretmek: anmak, dile getirmekziya: ışık
ziya-yı kudsiye: kutsal ışıkzîhayat: canlı
şua: ışık, ışın

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 631

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Bütün kâinatın mevcudatını böyle durduran, bekà ve kıyam veren ism-i Kayyûmun bu cilve-i âzamının arkasından bak: İsm-i Hayyın cilve-i âzamı, o bütün mevcudat-ı zîhayatı cilvesiyle şulelendirmiş, kâinatı nurlandırmış, bütün zîhayat mevcudatı cilvesiyle yaldızlıyor.

Şimdi bak, ism-i Hayyın arkasında ism-i Ferdin cilve-i âzamı, bütün kâinatı envâıyla, eczasıyla bir vahdet içine alıyor, herşeyin alnına bir sikke-i vahdet koyuyor, herşeyin yüzüne bir hâtem-i ehadiyet basıyor, nihayetsiz ve hadsiz dillerle cilvesini ilân ettiriyor.

Şimdi ism-i Ferdin arkasından ism-i Hakemin cilve-i âzamına bak ki, yıldızlardan zerrelere kadar, hayalin iki dürbünüyle temâşâ ettiğimiz mevcudatın herbirisini, cüz’î olsun, küllî olsun, en büyük daireden en küçük daireye kadar, herbirine lâyık ve münasip olarak, meyvedar bir nizam ve hikmetli bir intizam ve semeredar bir insicam içine almış, bütün mevcudatı süslendirmiş, yaldızlandırmış.

Sonra ism-i Hakemin cilve-i âzamı arkasından bak ki, ism-i Adlin cilve-i âzamıyla, İkinci Nüktede izah edildiği vecihle, bütün kâinatı, mevcudatıyla, faaliyet-i daime içinde öyle hayret-engiz mizanlarla, ölçülerle, tartılarla idare eder ki, ecrâm-ı semâviyeden biri, bir saniyede muvazenesini kaybetse, yani ism-i Adlin cilvesi altından çıksa, yıldızlar içinde bir hercümerce, bir kıyamet kopmasına sebebiyet verecek.

İşte, bütün mevcudatın daire-i âzamı, kehkeşandan, yani Samanyolu tabir edilen mıntıka-i kübrâdan tut, tâ kan içindeki küreyvât-ı hamrâ ve beyzânın daire-i hareketlerine kadar herbir dairesini, herbir mevcudunu hassas bir mizan, bir ölçüyle biçilmiş bir şekil ve bir vaziyetle, baştan başa, yıldızlar ordusundan tâ zerreler





bekà: devamlılık ve kalıcılık, sonsuzlukcilve: görünme, yansıma
cilve-i âzam: en büyük yansıma, görünmecüz’î: küçük, ferdî
daire-i hareket: hareket, faaliyet alanıdaire-i âzam: en büyük daire
ecrâm-ı semâviye: gök cisimleriecza: cüzler, bütünü oluşturan parçalar
envâ: neviler, türlerfaaliyet-i daime: sürekli çalışma
hadsiz: sayısızhassas: duyarlı
hayret-engiz: hayret vericihercümerc: karma karışık
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmahâtem-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür
insicam: düzgünlük, uyumlulukintizam: düzen
ism-i Adl: Allah’ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bildiren ismiism-i Ferd: Allah’ın eşi benzerinin olmadığını, tek olduğunu ifade eden ismi
ism-i Hakem: Allah’ın haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren hüküm sahibi olduğunu bildiren ismiism-i Hayy: Allah’ın gerçek hayat sahibi olduğunu ve her canlıya hayat verdiğini ifade eden ismi
ism-i Kayyûm: Allah’ın herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tuttuğunu ifade eden ismiizah etmek: açıklamak
kehkeşan: samanyolukâinat: evren
küllî: büyük, genişküreyvât-ı hamrâ ve beyzâ: alyuvarlar ve akyuvarlar
kıyam vermek: ayakta durmasını sağlamakkıyamet: bütün kâinatın sonu, varlığın bozulup dağılması
mevcud: varlıkmevcudat: varlıklar
mevcudat-ı zîhayat: canlı varlıklarmeyvedar: meyveli
mizan: ölçü, dengemuvazene: denge
münasip: uygunmıntıka-i kübrâ: geniş ve büyük alan
nihayetsiz: sınırsıznizam: düzen
nükte: derin ve ince anlamlı sözsemeredar: meyveli, verimli
sikke-i vahdet: Allah’ın birliğini gösteren damgatabir: ifade
temâşâ etmek: bakmak, seyretmekvahdet: birlik
vaziyet: durumvecih: şekil, yön
zerre: atomzîhayat: canlı, hayat sahibi
şulelendirmek: aydınlatmak, ışık vermek

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 632

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ordusuna kadar bütün mevcudatın emr-i
blank.gif
1 كُنْفَيَكُونُ ’dan gelen emirlere kemâl-i musahhariyetle itaat ettiklerini gösteriyor.

Şimdi, ism-i Adlin cilve-i âzamı arkasından, Birinci Nüktede izah edildiği gibi, ism-i Kuddûsün cilve-i âzamına bak ki, kâinatın bütün mevcudatını öyle temiz, pak, sâfi, güzel, süslü, berrak yapar gösterir ki, bütün kâinata ve bütün mevcudata Cemîl-i Mutlakın hadsiz derecede cemâl-i zâtîsine lâyık ve nihayetsiz güzel olan Esmâ-i Hüsnâsına münasip olacak güzel âyineler şeklini vermiştir.

Elhasıl, İsm-i Âzamın bu altı ismi ve altı nuru, kâinatı ve mevcudatı ayrı ayrı güzel renklerde, çeşit çeşit nakışlarda, başka başka ziynetlerde bulunan yaldızlı perdeler içinde mevcudatı sarmıştır.

BEŞİNCİ ŞUÂ’NIN İKİNCİ MESELESİ: Kâinata tecellî eden kayyûmiyetin cilvesi, vâhidiyet ve celâl noktasında olduğu gibi, kâinatın merkezi ve medarı ve zîşuur meyvesi olan insanda dahi, kayyûmiyetin cilvesi, ehadiyet ve cemal noktasında tezahürü var. Yani, nasıl ki kâinat sırr-ı kayyûmiyetle kaimdir; öyle de, ism-i Kayyûmun mazhar-ı ekmeli olan insan ile, bir cihette kâinat kıyam bulur. Yani, kâinatın ekser hikmetleri, maslahatları, gayeleri insana baktığı için, güya insandaki cilve-i kayyûmiyet, kâinata bir direktir.

Evet, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, bu kâinatta insanı irade etmiş ve kâinatı onun için yaratmış denilebilir. Çünkü insan, câmiiyet-i tâmme ile bütün esmâ-i İlâhiyeyi anlar, zevk eder. Hususan rızıktaki zevk cihetiyle pek çok Esmâ-i Hüsnâyı anlar. Halbuki melâikeler onları o zevkle bilemezler.


[NOT]
Dipnot-1 “(Allah birşeyin olmasını murad ettiği zaman, O sadece) ‘Ol’ der, o da oluverir.” Bakara Sûresi, 2:117; Yâsin Sûresi, 36:82.
[/NOT]




Cemîl-i Mutlak: sınırsız güzellik sahibi olan AllahEsmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allahcelâl: heybet, haşmet, görkem
cemal: güzellikcemâl-i zâtî: zâtında olan güzellik
cihet: taraf, yöncilve: görünme, yansıma
cilve-i kayyûmiyet: Allah’ın her şeyi kendi varlığıyla ayakta tutmasının cilvesicilve-i âzam: en büyük yansıma
câmiiyet-i tâmme: insanın İlâhî ilimlerin tecellîlerini mükemmel bir şekilde mahiyetinde toplanmasıehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
ekser: pek çokelhasıl: kısaca, özetle
emr-i kün feyekûn: Allah’ın birşeye “Ol” deyince onu hemen olduruveren emriesmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
hadsiz: sınırsızhikmet: fayda, gaye
hususan: bilhassa, özellikleirade etmek: dilemek
ism-i Adl: Allah’ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bildiren ismiism-i Kayyûm: Allah’ın herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tuttuğunu ifade eden ismi
ism-i Kuddûs: Allah’ın her türlü kusur ve çirkinlikten yüce olduğunu ve her işinde sınırsız bir temizlik görüldüğünü ifade eden ismiizah etmek: açıklamak
kaim: ayakta duran, var olankayyûmiyet: Allah’ın her şeyi kendi varlığıyla ayakta tutması.
kemâl-i musahhariyet: emirlere eksiksiz olarak boyun eğmekâinat: evren
kıyam bulmak: ayakta kalmak, varlığı devam etmekmaslahat: amaç, yarar
mazhar-ı ekmel: en mükemmel şekilde bir özelliği üzerinde yansıtanmedar: dayanak noktası, kaynak
melâike: meleklermevcudat: varlıklar
nakış: işleme, süslemenihayetsiz: sınırsız
nükte: derin ve ince anlamlı sözrızık: yenilip içilen şey
sâfi: temiz, arınmışsırr-ı kayyûmiyet: Allah’ın her şeyi kendi varlığıyla ayakta tutmasının sırrı
tecellî: görünüm, yansımatezahür: ortaya çıkma, görünme
ziynet: süszîşuur: şuur sahibi
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 633

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>İşte, insanın bu ehemmiyetli câmiiyetidir ki, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, insana, bütün esmâsını ihsas etmek ve bütün envâ-ı ihsânâtını tattırmak için öyle iştahlı bir mide vermiş ki, o midenin geniş sofrasını hadsiz envâ-ı mat’umatıyla kerîmâne doldurmuş.

Hem bu maddî mide gibi hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular, eller hükmünde gayet geniş bir sofra-i nimet açmış. O hayat ise, duyguları vasıtasıyla, o sofra-i nimetten her çeşit istifadelerle, teşekkürâtın her nev’ini yapar.

Ve bu hayat midesinden sonra, bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide, hayattan daha geniş bir dairede rızık ve nimet ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde, semâvat ve zemin genişliğinde o sofra-i rahmetten istifade edip şükreder.

Ve insaniyet midesinden sonra, hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet açmak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızık ister bir mânevî mide hükmüne getirip, onun rızık sofrasının dairesini mümkinat dairesinin haricinde genişletip, esmâ-i İlâhiyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile ism-i Rahmânı ve ism-i Hakîmi en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder, “Elhamdü lillâhi alâ Rahmâniyyetihî ve alâ hakîmiyyetihî” der. Ve hâkezâ, bu mânevî mide-i kübrâ ile hadsiz nimet-i İlâhiyeden istifade edebilir. Ve bilhassa o midedeki muhabbet-i İlâhiye zevkinin daha başka bir dairesi var.

İşte, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, insanı bütün kâinata bir merkez, bir medar yaparak, kâinat kadar geniş bir sofra-i nimet insana açtığının ve kâinatı insana musahhar ettiğinden ve kâinatın insan ile mazhar olduğu sırr-ı kayyûmiyetle bir cihette kaim olduğunun hikmeti ise, insanın mühim üç vazifesidir:

BİRİNCİSİ: Kâinatta münteşir bütün envâ-ı nimeti insanla tanzim etmek.





Elhamdü lillâhi alâ Rahmâniyyetihî ve alâ hakîmiyyetihî: hamd ve şükür sonsuz merhamet sahibi ve herşeyi hikmetle, bir gaye ve maksatla yaratan Allah’a aittir.Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allah
bilhassa: özelliklecihet: taraf, yön
câmiiyet: kapsamlılıkehemmiyet: önem
envâ-ı ihsânât: ihsan çeşitlerienvâ-ı mat’umat: çeşit çeşit yiyecekler
envâ-ı nimet: nimet çeşitleriesmâ: Allah’ın isimleri
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerihadsiz: sayısız, sınırsız
haricinde: dışındahikmet: fayda, gaye
hâkezâ: bunun gibiihsas etmek: hissettirmek
iman akideleri: iman esaslarıism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi
ism-i Rahmân: Allah’ın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olduğunu bildiren ismiistifade: faydalanma
istifade etmek: faydalanmakkaim: ayakta duran, var olan
kerîmâne: çok cömert bir şekildekâinat: evren
mazhar olmak: elde etmek, erişmekmedar: dayanak noktası, kaynak
mide-i kübrâ: büyük ve geniş midemuhabbet-i İlâhiye: Allah sevgisi
musahhar etmek: emrine vermekmühim: önemli
mümkinat: olması imkan dahilinde olan şeylermünteşir: yayılmış
nev’i: çeşitnimet: iyilik, lütuf
nimet-i İlâhiye: Allah’ın nimetirızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yenilip içilecek şey
semâvat: göklersofra-i nimet: nimet sofrası
sırr-ı kayyûmiyet: Ezelî ve ebedî olan kendi varlığı ile bütün yarattıklarının da varlığını sağlama sırrıtanzim etmek: düzenlemek
teşekkürât: teşekkürlerzemin: yeryüzü
zevk-i rızkî: yiyip içme zevki

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 634

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Ve insanın menfaati ipiyle tesbih taneleri gibi tanzim eder, nimetlerin iplerinin uçlarını insanın başına bağlar, rahmet hazinelerinin umum çeşitlerine insanı bir liste hükmüne getirir.

İKİNCİ VAZİFESİ: Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hitâbâtına, insan, câmiiyeti haysiyetiyle en mükemmel muhatap olmak ve hayretkârâne san’atlarını takdir ve tahsin etmekle en yüksek sesli bir dellâl olmak ve şuurdârâne teşekkürâtın bütün envâıyla, bütün envâ-ı nimetine ve çeşit çeşit hadsiz ihsânâtına şükür ve hamd ü senâ etmektir.

ÜÇÜNCÜ VAZİFESİ: Hayatı ile, üç cihetle Zât-ı Hayy-ı Kayyûma ve şuûnâtına ve sıfât-ı muhitasına âyinedarlık etmektir.

Birinci vecih: İnsan, kendi acz-i mutlakıyla Hâlıkının kudret-i mutlakasını ve derecâtını ve aczin dereceleriyle kudretin mertebelerini hissetmektir. Ve fakr-ı mutlakıyla rahmetini ve rahmetinin derecelerini idrak etmek ve zaafıyla Onun kuvvetini anlamaktır. Ve hâkezâ, noksan sıfatlarıyla Hâlıkının evsâf-ı kemâline mikyasvâri âyine olmak... Gecede nurun daha ziyade parlamasına nazaran, gece zulmetinin elektrik lâmbalarını göstermeye mükemmel bir âyine olduğu gibi, insan dahi böyle nâkıs sıfatlarıyla kemâlât-ı İlâhiyeye âyinedarlık eder.

İkinci vecih: İnsan, cüz’î iradesiyle ve azıcık ilmiyle ve küçücük kudretiyle ve zâhirî mâlikiyetiyle ve hanesini bina etmesiyle, bu kâinat ustasının mâlikiyetini ve san’atını ve iradesini ve kudretini ve ilmini, kâinatın büyüklüğü nisbetinde anlar, âyinedarlık eder.

Üçüncü vecihteki âyinedarlığın iki yüzü var:

Birisi: Esmâ-i İlâhiyenin ayrı ayrı nakışlarını kendinde göstermektir. Adeta insan, câmiiyetiyle kâinatın küçük bir fihristesi ve bir misal-i musağğarası hükmünde olup, umum esmânın nakışlarını gösteriyor.





Esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleriHâlık: herşeyi yaratan Allah
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allahacz: güçsüzlük
acz-i mutlak: sınırsız güçsüzlükcihet: taraf, yön
câmiiyet: geniş kapsamlı oluşcüz’î irade: Allah tarafından insana verilen sınırlı irade
dellâl: ilan edici, duyurucuderecât: dereceler
envâ: neviler, türlerenvâ-ı nimet: nimet çeşitleri
esmâ: Allah’ın isimlerievsâf-ı kemâl: mükemmel sıfatlar
fakr-ı mutlak: sınırsız fakirlikfihriste: içindekiler, içerik
hadsiz: sayısız, sınırsızhamd ü senâ etmek: teşekkür etmek ve övmek
hayretkârâne: hayret ederekhaysiyet: özellik
hitâbât: hitâplarhâkezâ: bunun gibi
idrak etmek: anlamak, kavramakihsânât: bağışlar, iyilikler, lütuflar
irade: dileme, tercih, seçme gücükemâlât-ı İlâhiye: Allah’a ait mükemmellikler
kudret: güç, iktidarkudret-i mutlaka: Allah’ın sınırsız güç ve iktidarı
kâinat: evrenmenfaat: fayda
mertebe: derece, makammikyasvâri: ölçü şeklinde
misal-i musağğar: küçültülmüş örnekmuhatap: kendisine hitap edilen
mâlikiyet: sahipliknakış: işleme, süsleme
nazaran: bakarak, –görenimet: iyilik, lütuf
nisbetinde: oranındanur: aydınlık
nâkıs: eksik, noksanrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
sıfât-ı muhita: herşeyi kuşatan sıfatlartahsin etmek: güzel bulmak
tanzim etmek: düzenlemekteşekkürât: teşekkürler
umum: bütünvecih: şekil, yön
zaaf: zayıflıkziyade: çok, fazla
zulmet: karanlıkzâhirî: dış görünüşte olan
âyinedarlık: aynalık, ayna tutuculukşuurdârâne: bilinçli bir şekilde
şuûnât: Allah’ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zât’a ait temel özelliklerşükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<tbody>
</tbody>


 
Üst