Risale-i Nurlar'ın Âyet ve Hadîs Meâlleri

Ahmet.1

Well-known member
Onyedinci Mektub - Çocuk Ta'ziyenamesi

Onyedinci Mektub, 1930 yılında Barla'da te'lif edilmiştir.

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 17:44)

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

ﻭَﺑَﺸِّﺮِ ﺍﻟﺼَّﺎﺑِﺮِﻳﻦَ ٭ ﺍَﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍِﺫَﺍ ﺍَﺻَﺎﺑَﺘْﻬُﻢْ ﻣُﺼِﻴﺒَﺔٌ ﻗَﺎﻟُﻮﺍ ﺍِﻧَّﺎ ﻟِﻠَّﻪِ ﻭَﺍِﻧَّﺎ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺭَﺍﺟِﻌُﻮﻥَ
Sabredenleri müjdele. O sabredenler ki, başlarına bir musibet geldiği zaman 'Biz Allah'ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz' derler. (Bakara Sûresi, 2:155-156)

ﺍَﻟْﺤُﻜْﻢُ ﻟِﻠَّﻪِ
Hüküm Allah'ındır. (Mü'min Sûresi, 40:12)

ﻭِﻟْﺪَﺍﻥٌ ﻣُﺨَﻠَّﺪُﻭﻥَ
Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar. (Vâkıa Sûresi, 56:17; İnsan Sûresi, 16:19)

(Mektûbat sh: 78)

ﻭِﻟْﺪَﺍﻥٌ ﻣُﺨَﻠَّﺪُﻭﻥَ
Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar. (Vâkıa Sûresi, 56:17; İnsan Sûresi, 16:19)

(Mektûbat sh: 79)

ﺍَﻟْﺤُﻜْﻢُ ﻟِﻠَّﻪِ
Hüküm Allah'ındır. (Mü'min Sûresi, 40:12)

(Mektûbat sh: 80)

ﺍَﻟْﺤُﻜْﻢُ ﻟِﻠَّﻪِ ٭ ﺍِﻧَّﺎ ﻟِﻠَّﻪِ ﻭَﺍِﻧَّﺎ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺭَﺍﺟِﻌُﻮﻥَ
Hüküm Allah'ındır. (Mü'min Sûresi, 40:12) Biz Allah'ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz. (Bakara Sûresi, 2:155-156)

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Bâkî olan sadece Odur. (Mektûbat sh: 81)
 

Ahmet.1

Well-known member
Onsekizinci Mektub

Onsekizinci Mektup, 1926-1934 yılları arasında Barla'da te'lif edilmiştir.

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 17:44)

(Mektûbat sh: 84)

ﺣَﻘَٓﺎﺋِﻖُ ﺍْﻟﺎَﺷْﻴَٓﺎﺀِ ﺛَﺎﺑِﺘَﺔٌ
Varlıkların sabit birer hakikati vardır. (Ömer en-Nesefî, el-Akâid, 1)

ﻟَﻴْﺲَ ﻛَﻤِﺜْﻠِﻪِ ﺷَﻲْﺀٌ
Onun benzeri hiçbir şey yoktur. (Şûrâ Sûresi, 42:11)

ﻟﺎَ ﻣَﻮْﺟُﻮﺩَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ
Ondan başka hiçbir mevcut yoktur.

(Mektûbat sh: 85)

ﺣَﻘَٓﺎﺋِﻖُ ﺍْﻟﺎَﺷْﻴَٓﺎﺀِ ﺛَﺎﺑِﺘَﺔٌ
Varlıkların sabit birer hakikati vardır. (Ömer en-Nesefî, el-Akâid,1)

ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin. (Bakara Sûresi, 2:32)

ﺭَﺑَّﻨَﺎ ﻟﺎَ ﺗُﺰِﻍْ ﻗُﻠُﻮﺑَﻨَﺎ ﺑَﻌْﺪَ ﺍِﺫْ ﻫَﺪَﻳْﺘَﻨَﺎ ﻭَﻫَﺐْ ﻟَﻨَﺎ ﻣِﻦْ ﻟَﺪُﻧْﻚَ ﺭَﺣْﻤَﺔً ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻮَﻫَّﺎﺏُ
Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin. (Âl-i İmrân Sûresi, 3:8)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﻣَﻦْ ﺍَﺭْﺳَﻠْﺘَﻪُ ﺭَﺣْﻤَﺔً ﻟِﻠْﻌَﺎﻟَﻤِﻴﻦَ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ
Allahım! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Efendimize ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm et.

(Mektûbat sh: 86)

ﻓَﻌَّﺎﻝٌ ﻟِﻤَﺎ ﻳُﺮِﻳﺪُ
O dilediğini dilediği gibi yapar. (Burûc Sûresi, 85:16; Hûd Sûresi, 11:107)

ﻛُﻞَّ ﻳَﻮْﻡٍ ﻫُﻮَ ﻓِﻰ ﺷَﺎْﻥٍ
O her an bir tasarruftadır. (Rahmân Sûresi, 55:29)

ﻭَﻟِﻠَّﻪِ ﺍﻟْﻤَﺜَﻞُ ﺍْﻟﺎَﻋْﻠَﻰ
En yüce misaller Allah içindir. (Nahl Sûresi, 16:60)

(Mektûbat sh: 87)

ﻗُﻞِ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺛُﻢَّ ﺫَﺭْﻫُﻢْ ﻓِﻰ ﺧَﻮْﺿِﻬِﻢْ ﻳَﻠْﻌَﺒُﻮﻥَ
Sen 'Allah' de, sonra da bırak onları, daldıkları batakta oynayıp dursunlar. (En'âm Sûresi, 6:91)

ﺭَﺑَّﻨَﺎ ﻟﺎَ ﺗُﺰِﻍْ ﻗُﻠُﻮﺑَﻨَﺎ ﺑَﻌْﺪَ ﺍِﺫْ ﻫَﺪَﻳْﺘَﻨَﺎ ﻭَﻫَﺐْ ﻟَﻨَﺎ ﻣِﻦْ ﻟَﺪُﻧْﻚَ ﺭَﺣْﻤَﺔً ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻮَﻫَّﺎﺏُ
Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin. (Âl-i İmrân Sûresi, 3:8)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﻛَﺎﺷِﻒِ ﻃِﻠْﺴِﻢِ ﻛَﺎﺋِﻨَﺎﺗِﻚَ ﺑِﻌَﺪَﺩِ ﺫَﺭَّﺍﺕِ ﺍﻟْﻤَﻮْﺟُﻮﺩَﺍﺕِ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِ ﻣَﺎ ﺩَﺍﻡَ ﺍْﻟﺎَﺭْﺽُ ﻭَ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕُ
Allahım! Kâinatın tılsımını bizlere açan Efendimize ve âl ve ashabına, yer ve gökler devam ettikçe, mevcudatın zerreleri adedince salât ve selâm et.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Bâkî olan sadece Odur.

(Mektûbat sh: 89)
 

Ahmet.1

Well-known member
Ondokuzuncu Mektub - Mu'cizat-ı Ahmediye (a.s.m.)Risalesi

Ondokuzuncu Mektub olan Mu'cizat-ı Ahmediye (a.s.m.) Risalesi, 1929 yılında Barla'da te'lif edilmiştir.

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 11:44)

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Rahman ve Rahim Olan Allahın adıyla

ﻫُﻮَ ﺍﻟَّﺬِٓﻯ ﺍَﺭْﺳَﻞَ ﺭَﺳُﻮﻟَﻪُ ﺑِﺎﻟْﻬُﺪَﻯ ﻭَﺩِﻳﻦِ ﺍﻟْﺤَﻖِّ ﻟِﻴُﻈْﻬِﺮَﻩُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺪِّﻳﻦِ ﻛُﻠِّﻪِ ﻭَ ﻛَﻔَﻰ ﺑِﺎﻟﻠَّﻪِ ﺷَﻬِﻴﺪًﺍ ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter. Muhammed Allah'ın Resulüdür. (Fetih Sûresi, 48:28-29)

(Mektûbat sh: 90)

ﺻَﺪَﻗْﺖَ
Doğru söyledin.

(Mektûbat sh: 96)

ﻟﺎَ ﻳَﻌْﻠَﻢُ ﺍﻟْﻐَﻴْﺐَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ
Gaybı yalnız Allah bilir. (Neml Sûresi, 21:65; bk. Tirmizi, Sevâbü'l-Kur'ân: 1; Dârimî, Fedâilü'l-Kur'ân: 21)

ﻭَﻣَﻦْ ﻛَﺬَﺏَ ﻋَﻠَﻰَّ ﻣُﺘَﻌَﻤِّﺪًﺍ ﻓَﻠْﻴَﺘَﺒَﻮَّﺍْ ﻣَﻘْﻌَﺪَﻩُ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺭِ
Kim bilerek bana yalan isnad ederse (benden yalan bir şey haber verirse) Cehennem ateşindeki yerine hazırlansın. (Buharî, İlim: 38, Cenâiz: 33, Enbiyâ: 50, Edeb: 109; Müslim, Zühd: 12; Ebû Dâvud, İlim: 4; Tirmizî, Fiten: 70, İlim: 8, 13; Müsned, 1:70, 78, 2:159, 171, 3:13, 44, 4:47, 100, 5:292)

ﻓَﻤَﻦْ ﺍَﻇْﻠَﻢُ ﻣِﻤَّﻦْ ﻛَﺬَﺏَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Allah adına yalan söyleyenden daha zalim kim vardır? (Zümer Sûresi, 39:32)

ﻓَﺎﺭْﻓَﻖْ ﻭَ ﺑَﻠِّﻐْﻬَﺎ ﻣَﺎْﻣَﻨَﻬَﺎ
Ona şefkatle muamele et ve onu güveneceği yere götür. (Müsned, 6:393; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:410; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 1:234)

(Mektûbat sh: 97)

ﺍَﻟﺴَّﺒَﺐُ ﻛَﺎﻟْﻔَﺎﻋِﻞِ
Bir şeye sebep olan, onu işleyen gibidir. ["Hayrın yolunu gösteren, onu işleyen gibidir" (Feyzü'l- Kadîr, c.3, s. 531, hadîs no: 4250; Keşfü'l-Hafâ, c. 1, s. 399.) hadîsinden alınan bir ölçü.]

(Mektûbat sh: 98)

ﺍِﺑْﻨِﻰ ﺣَﺴَﻦٌ ﻫَﺬَﺍ ﺳَﻴِّﺪٌ ﺳَﻴُﺼْﻠِﺢُ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺑِﻪِ ﺑَﻴْﻦَ ﻓِﺌَﺘَﻴْﻦِ ﻋَﻈِﻴﻤَﺘَﻴْﻦِ
Şu benim oğlum Hasan, seyyiddir. Allah onun vasıtasıyla Müslümanların iki büyük ordusunu barıştıracaktır. (Buharî, Fiten: 20; Sulh: 9; Fedâilu Ashâbi'n-Nebî: 22; Menâkıb: 25; Dârîmî, Sünnet: 12; Tirmizî, Menâkıb: 25; Nesâî, Cum'a: 21; Müsned, 5:38, 44, 49, 51)

ﺳَﺘُﻘَﺎﺗِﻞُ ﺍﻟﻨَّﺎﻛِﺜِﻴﻦَ ﻭَﺍﻟْﻘَﺎﺳِﻄِﻴﻦَ ﻭَﺍﻟْﻤَﺎﺭِﻗِﻴﻦَ
Sen, biatını bozan, hak ve adaletten sapan ve dinden çıkan kimselerle savaşacaksın. (el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:139, 140; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 1:138; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:414)

ﻭَﺗَﻨْﺒَﺢُ ﻋَﻠَﻴْﻬَﺎ ﻛِﻠﺎَﺏُ ﺍﻟْﺤَﻮْﺋَﺐِ
Ona Hav'eb köpekleri havlayacak. (Müsned, 6:52, 91; İbni Hibban, Sahih, 8:258, no: 6697; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:120)

(Mektûbat sh: 99)

"Benim Âl-i Beytim, benden sonra

ﻳَﻠْﻘَﻮْﻥَ ﻗَﺘْﻠﺎً ﻭَ ﺗَﺸْﺮِﻳﺪًﺍ
yani katle ve belâya ve nefye maruz kalacaklar."

(Mektûbat sh: 101)
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﺑِﺴِﻴﺮَﺓِ ﺍﻟَّﺬَﻳْﻦِ ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪِﻯ ﺍَﺑِﻰ ﺑَﻜْﺮٍ ﻭَ ﻋُﻤَﺮَ
Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer'in yolu üzere gidin. (Tirmizî, Menâkıb: 16, 31; İbni Mâce, Mukaddime: 11; Müsned, 5:382, 385, 399, 402)

(Mektûbat sh: 102)

ﺯُﻭِﻳَﺖْ ﻟِﻰَ ﺍْﻟﺎَﺭْﺽُ ﻓَﺎُﺭِﻳﺖُ ﻣَﺸَﺎﺭِﻗَﻬَﺎ ﻭَﻣَﻐَﺎﺭِﺑَﻬَﺎ ﻭَﺳَﻴَﺒْﻠُﻎُ ﻣُﻠْﻚُ ﺍُﻣَّﺘِﻰ ﻣَﺎ ﺯُﻭِﻯَ ﻟِﻰ ﻣِﻨْﻬَﺎ
Yeryüzü benim için büzülüp katlandı. Bana onun doğuları ve batıları gösterildi ve ümmetimin mülkü benim için katlanan yerlere kadar ulaşacaktır. (Yani şarktan garba kadar benim ümmetimin eline geçecektir. Hiçbir ümmet o kadar mülk zaptetmemiş). (Müslim, Fiten: 19, 20; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 14; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 4:123, 278, 284)

ﻫَﺬَﺍ ﻣَﺼْﺮَﻉُ ﺍَﺑِﻰ ﺟَﻬْﻞٍ، ﻫَﺬَﺍ ﻣَﺼْﺮَﻉُ ﻋُﺘْﺒَﺔَ، ﻫَﺬَﺍ ﻣَﺼْﺮَﻉُ ﺍُﻣَﻴَّﺔَ، ﻫَﺬَﺍ ﻣَﺼْﺮَﻉُ ﻓُﻠﺎَﻥٍ ﻭَ ﻓُﻠﺎَﻥٍ
Burası Ebû Cehil'in katledileceği yer, burası Utbe'nin katledileceği yer, burası Ümeyye'nin katledileceği yer ve burası da falan ve falanın katledileceği yerlerdir. (Hadis-i bilmânâdır. Müslim, Cihad: 83, Cennet: 16; Ebû Dâvud, Cihad: 115; Nesâi, Cenâiz: 111; Müsned, 1:26, 3:219, 258.)

ﺍَﺧَﺬَ ﺍﻟﺮَّﺍﻳَﺔَ ﺯَﻳْﺪٌ ﻓَﺎُﺻِﻴﺐَ، ﺛُﻢَّ ﺍَﺧَﺬَﻫَﺎ ﺍِﺑْﻦُ ﺭَﻭَﺍﺣَﺔَ ﻓَﺎُﺻِﻴﺐَ، ﺛُﻢَّ ﺍَﺧَﺬَﻫَﺎ ﺟَﻌْﻔَﺮُ ﻓَﺎُﺻِﻴﺐَ، ﺛُﻢَّ ﺍَﺧَﺬَﻫَﺎ ﺳَﻴْﻒٌ ﻣِﻦْ ﺳُﻴُﻮﻑِ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Revâha aldı, o da vuruldu. Sonra Câfer aldı, o da vuruldu. Ve sonra onu, Allah'ın kılıçlarından bir kılıç eline aldı... (Buharî, Mağâzî: 44; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:298)

ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﺨِﻠﺎَﻓَﺔَ ﺑَﻌْﺪِﻯ ﺛَﻠﺎَﺛُﻮﻥَ ﺳَﻨَﺔً ﺛُﻢَّ ﺗَﻜُﻮﻥُ ﻣُﻠْﻜًﺎ ﻋَﻀُﻮﺿًﺎ
Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır. (Müsned, 5:220, 221)

ﻭَﺍِﻥَّ ﻫَﺬَﺍ ﺍْﻟﺎَﻣْﺮَ ﺑَﺪَﺍَ ﻧُﺒُﻮَّﺓً ﻭَﺭَﺣْﻤَﺔً ﺛُﻢَّ ﻳَﻜُﻮﻥُ ﺭَﺣْﻤَﺔً ﻭَﺧِﻠﺎَﻓَﺔً ﺛُﻢَّ ﻳَﻜُﻮﻥُ ﻣُﻠْﻜًﺎ ﻋَﻀُﻮﺿًﺎ ﺛُﻢَّ ﻳَﻜُﻮﻥُ ﻋُﺘُﻮًّﺍ ﻭَ ﺟَﺒَﺮُﻭﺗًﺎ
Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra ısırıcı saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet azgınlık meydan alacak. (Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:340; Müsned, 4:273)

(Mektûbat sh: 103)

ﻳُﻘْﺘَﻞُ ﻋُﺜْﻤَﺎﻥُ ﻭَﻫُﻮَ ﻳَﻘْﺮَﺍُ ﺍﻟْﻤُﺼْﺤَﻒَ
Osman Mushaf okurken şehid edilecek. (el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:103)

ﻭَﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻋَﺴَﻰ ﺍَﻥْ ﻳُﻠْﺒِﺴَﻪُ ﻗَﻤِﻴﺼًﺎ ﻭَﺍِﻧَّﻬُﻢْ ﻳُﺮِﻳﺪُﻭﻥَ ﺧَﻠْﻌَﻪُ
Muhakkak ki Cenâb-ı Hak Osman'a halife gömleğini giydirecektir; fakat onlar bu gömleği çıkartmak isteyecekler. (bk. el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:100)

ﻭَﻳْﻞٌ ﻟِﻠﻨَّﺎﺱِ ﻣِﻨْﻚَ ﻭَ ﻭَﻳْﻞٌ ﻟَﻚَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ
Senin yüzünden insanların, insanlar yüzünden de senin vay haline! (el-Askalânî, el-Metâlibü'l-Âliye, 4:21; el-Heysemî, Mecma'u'z-Zevâid, 2108; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:554)

ﻭَﺍِﺫَﺍ ﻣَﻠَﻜْﺖَ ﻓَﺎَﺳْﺠِﺢْ
Başa geçtiğin zaman affedici ol ve âdil davran. (el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 5:186; İbni Hacer, el-Metâlibü'l-Â'liye (tahkik: Abdurrahman el-A'zamî), no. 4085)

ﻳَﺨْﺮُﺝُ ﻭَﻟَﺪُ ﺍﻟْﻌَﺒَّﺎﺱِ ﺑِﺎﻟﺮَّﺍﻳَﺎﺕِ ﺍﻟﺴُّﻮﺩِ ﻭَ ﻳَﻤْﻠِﻜُﻮﻥَ ﺍَﺿْﻌَﺎﻑَ ﻣَﺎ ﻣَﻠَﻜُﻮﺍ
Abbasoğulları siyah bayraklarla çıkarlar ve öncekilerden çok uzun müddet saltanat sürerler. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:338; Müsned, 3:216-218; Beyhakî, Delâili'n-Nübüvve: 6:517)

(Mektûbat sh: 104)

ﻭَﻳْﻞٌ ﻟِﻠْﻌَﺮَﺏِ ﻣِﻦ ﺷَﺮٍّ ﻗَﺪِ ﺍﻗْﺘَﺮَﺏَ
Yaklaşmakta olan bir şerden vay Arapların haline! (Buharî, Fiten: 4, 28; Müslim, Fiten: 1; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 23; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 2:390, 39; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:108, 4:439, 483)

ﻟَﻌَﻠَّﻚَ ﺗُﺨَﻠَّﻒُ ﺣَﺘَّﻰ ﻳَﻨْﺘَﻔِﻊَ ﺑِﻚَ ﺍَﻗْﻮَﺍﻡٌ ﻭَﻳَﺴْﺘَﻀِﺮَّ ﺑِﻚَ ﺍَﺧَﺮُﻭﻥَ
Sen daha çok yaşayacaksın ve ordunun başına geçeceksin. Sonunda; tâ ki, bir kısım milletler senden fayda görecekler, bir kısmı da zarar görecekler... (Buharî, Cenâiz: 36, Menâkıbü'l-Ensâr: 49, Ferâiz: 6; el-Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:209; A'liyyü'l-Karî, Şerhu'ş-Şifâ, 1:699; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1:94)

ﺍُﺛْﺒُﺖْ ﻓَﺎِﻧَّﻤَﺎ ﻋَﻠَﻴْﻚَ ﻧَﺒِﻰٌّ ﻭَ ﺻِﺪِّﻳﻖٌ ﻭَ ﺷَﻬِﻴﺪٌ
Sâkin ol! Zira senin üstünde bir peygamber, bir sıddık ve şehid vardır. (Buharî, Fedailü's-Sahâbe:5,1; Ebû Dâvud, Sünnet, 8; Tirmizî, Menakıb: 11, 18; Müsned, 3:112, 5:331; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450, 451 (verilen bu kaynaklarda "iki şehid" tabiri geçmektedir))

(Mektûbat sh: 105)

ﺍَﻧْﺖِ ﺍَﻭَّﻝُ ﺍَﻫْﻞِ ﺑَﻴْﺘِﻰ ﻟُﺤُﻮﻗًﺎ ﺑِﻰ
"Âl-i Beytimden, herkesten evvel vefat edip bana iltihak edeceksin" Buharî, Menâkıb: 25, Müslim, Fedâilü's-Sahâbe: 101; İbni Mâce, Cenâiz: 64; Müsned, 6:240, 282, 283; Kadî İyâz, eş-Şifâ, 1:340

ﺳَﺘُﺨْﺮَﺝُ ﻣِﻦْ ﻫُﻨَﺎ ﻭَﺗَﻌِﻴﺶُ ﻭَﺣْﺪَﻙَ ﻭَﺗَﻤُﻮﺕُ ﻭَﺣْﺪَﻙَ
Buradan çıkarılacak, tek başına yaşayacak ve tek başına öleceksin. (el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:345; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Aliyyü'l-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:700; el-Askalânî, el-Metâlibü'l-Â'liye, 4:116, no. 4109; İbni Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 5:8-9; el-Askalânî, el-İsabe: 4:64)
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺭَﺍَﻳْﺖُ ﺍُﻣَّﺘِﻰ ﻳَﻐْﺰُﻭﻥَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺒَﺤْﺮِ ﻛَﺎﻟْﻤُﻠُﻮﻙِ ﻋَﻠَﻰ ﺍْﻟﺎَﺳِﺮَّﺓِ
Rüyâmda ümmetimin gazilerini gördüm. Tahtlarına oturmuş padişahlar gibi denizde savaşarak yollarına devam ediyorlardı. (Buharî, Ta'bîr: 12; Cihad: 3, 8, 63, 15; İsti'zân, 41; Müslim, İmâret: 160, 161; Ebû Dâvud, Cihad: 9; Tirmizî, Fedâilü'l-Cihad: 15; Nesâî, Cihad: 40; İbni Mâce, Cihad: 10; Dârîmî, Cihad: 28; Muvatta', Cihad: 39; Müsned, 3:240, 264 ...; el-Elbânî, Sahîhu'l-Câmi'i's-Sağîr, 6:24, no: 6620; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:556)

ﻳَﺨْﺮُﺝُ ﻣِﻦْ ﺛَﻘِﻴﻒَ ﻛَﺬَّﺍﺏٌ ﻭَ ﻣُﺒِﻴﺮٌ
"Sakif kabilesinden biri dâvâ-yı nübüvvet edecek ve biri hunhar zalim zuhur edecek" Müslim, Fedâilü's-Sahâbe: 229, Tirmizî, Fiten: 44, Menâkıb: 73; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450, 4:254

ﺳَﺘُﻔْﺘَﺢُ ﺍﻟْﻘُﺴْﻄَﻨْﻄِﻴﻨِﻴَّﺔُ ﻓَﻨِﻌْﻢَ ﺍْﻟﺎَﻣِﻴﺮُ ﺍَﻣِﻴﺮُﻫَﺎ ﻭَﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﺠَﻴْﺶُ ﺟَﻴْﺸُﻬَﺎ
İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur. (el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:422; Buharî, Târihü's-Sağîr, no. 139; Müsned, 4:335; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 6:218)

ﺍِﻥَّ ﺍﻟﺪِّﻳﻦَ ﻟَﻮْ ﻛَﺎﻥَ ﻣَﻨُﻮﻃًﺎ ﺑِﺎﻟﺜُّﺮَﻳَّﺎ ﻟَﻨَﺎ ﻟَﻪُ ﺭِﺟَﺎﻝٌ ﻣِﻦْ ﺍَﺑْﻨَٓﺎﺀِ ﻓَﺎﺭِﺱَ
Eğer din, Ülker Takımyıldızında bile olsaydı, Fars'tan bazı kimseler ona ulaşıp alabileceklerdi. (Buharî, Tefsir: 62; Tirmizî, 41. sûrenin tefsiri: 3)

(Mektûbat sh: 106)

ﻋَﺎﻟِﻢُ ﻗُﺮَﻳْﺶٍ ﻳَﻤْﻞَﺀُ ﻃِﺒَﺎﻕَ ﺍْﻟﺎَﺭْﺽِ ﻋِﻠْﻤًﺎ
Kureyş'in âlimi yeryüzünün tabakalarını ilimle dolduracaktır. (el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:53, 54)

ﺳَﺘَﻔْﺘَﺮِﻕُ ﺍُﻣَّﺘِﻰ ﺛَﻠﺎَﺛًﺎ ﻭَﺳَﺒْﻌِﻴﻦَ ﻓِﺮْﻗَﺔً ﺍَﻟﻨَّﺎﺟِﻴَﺔُ ﻭَﺍﺣِﺪَﺓٌ ﻣِﻨْﻬَﺎ. ﻗِﻴﻞَ ﻣَﻨْﻬُﻢْ؟ ﻗَﺎﻝَ ﻣَﺎ ﺍَﻧَﺎ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﺍَﺻْﺤَﺎﺑِﻰ
Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. İçlerinden birisi fırka-i nâciyedir. 'Onlar kimdir?' dediler. Buyurdu ki: Bana ve Ashabıma tâbi olanlardır. (Ebû Dâvud, Sünnet: 1; İbni Mâce, Fiten: 17; Tirmizî, Îmân: 18; Müsned, 2:232, 3:120, 148; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:679)

ﺍَﻟْﻘَﺪَﺭِﻳَّﺔُ ﻣَﺠُﻮﺱُ ﻫَﺬِﻩِ ﺍْﻟﺎُﻣَّﺔِ
Kaderiye fırkası, bu ümmetin mecûsîleridir. (4:150; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:85; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Süyûti, el-Fethu'l-Kebîr, 3:23; Müsned, 2:86, 125, 5:406)

ﻟَﻬُﻢْ ﻧَﺒْﺰٌ ﻳُﻘَﺎﻝُ ﻟَﻬُﻢُ ﺍﻟﺮَّﺍﻓِﻀِﻴَّﺔُ
Onların bir lâkabı vardır ki, onlara Rafizî denilir. (Müsned, 1:103)

(Mektûbat sh: 107)

ﺍِﺫَﺍ ﻣَﺸَﻮُﺍ ﺍﻟْﻤُﻄَﻴْﻄَٓﺎﺀَ ﻭَﺧَﺪَﻣَﺘْﻬُﻢْ ﺑَﻨَﺎﺕُ ﻓَﺎﺭِﺱَ ﻭَﺍﻟﺮُّﻭﻡِ، ﺭَﺩَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺑَﺎْﺳَﻬُﻢْ ﺑَﻴْﻨَﻬُﻢْ ﻭَ ﺳَﻠَّﻂَ ﺷِﺮَﺍﺭَﻫُﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﺧِﻴَﺎﺭِﻫِﻢْ
"Ne vakit size Fars ve Rum kızları hizmet etti; o vakit belânız, fitneniz içinize girecek, harbiniz dahilî olacak, şerirleriniz başa geçip hayırlılar ve iyilerinize musallat olacaklar" (Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2262; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 10:232, 23 ; Kadı İyaz, Şifa, 1:237)

ﻭَﺗُﻔْﺘَﺢُ ﺧَﻴْﺒَﺮُ ﻋَﻠَﻰ ﻳَﺪَﻯْ ﻋَﻠِﻰٍّ
"Hayber Kal'asının fethi Ali'nin eliyle olacak." (Buharî, Cihad: 102,143, el-Mağâzî: 38; Müslim, Fedâilü's-Sahâbe: 34, 35; Müsned, 2:484, 5:333; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 4:205)

ﻟﺎَ ﺗَﻘُﻮﻡُ ﺍﻟﺴَّﺎﻋَﺔُ ﺣَﺘَّﻰ ﺗَﻘْﺘَﺘِﻞَ ﻓِﺌَﺘَﺎﻥِ ﺩَﻋْﻮَﺍﻫُﻤَﺎ ﻭَﺍﺣِﺪَﺓٌ
Müslümanlardan aynı dâvâya sahip iki büyük topluluk birbiriyle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. (Müslim, Fiten: 4; İbni Hibban, Sahih, 8:259; Ali el-Karî, Şerhu'ş-Şifâ, 1:704; el-Elbânî, Sahi-hü'l-Câmî, 6:174, no. 7294)

(Mektûbat sh: 108)

ﺍِﻥَّ ﻋَﻤَّﺎﺭًﺍ ﺗَﻘْﺘُﻠُﻪُ ﺍﻟْﻔِﺌَﺔُ ﺍﻟْﺒَﺎﻏِﻴَﺔُ
"Bâği bir taife Ammâr'ı katledecek." Buharî, Salât, 63; Müslim, Fiten: 10, 12, 13; Tirmizî, Menâkıb: 34; Müsned, 2:161, 164, 206, 3:5, 22, 28, 91, 4:197, 199, 5:215, 306, 307, 6:289, 300, 311, 315; Kettânî, Nazmü'l-Mütenâsir, 126; İbni Hibban, Sahih, 8:260; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:155, 3:191, 397; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:339; es-Sâ'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, 23:142

ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﻔِﺘَﻦَ ﻟﺎَ ﺗَﻈْﻬَﺮُ ﻣَﺎ ﺩَﺍﻡَ ﻋُﻤَﺮُ ﺣَﻴًّﺎ
"Hazret-i Ömer sağ kaldıkça içinizde fitneler zuhur etmez." (Buharî, Mevâkît, 4; Menâkıb: 25, Fiten: 22; Müslim, Îmân: 231, Fiten: 21; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 5:401, 405)
 

Ahmet.1

Well-known member
ﻭَﻋَﺴَﻰ ﺍَﻥْ ﻳَﻘُﻮﻡَ ﻣَﻘَﺎﻣًﺎ ﻳَﺴُﺮُّﻙَ ﻳَﺎ ﻋُﻤَﺮُ
Yâ Ömer! Gün gelir, bu adam seni sevindirecek bir duruma gelir. (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:704; el-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:218; el-Askalânî, el-İsâbe, 2:93-94; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:282)

ﻛَﻴْﻒَ ﺑِﻚَ ﺍِﺫَﺍ ﺍُﻟْﺒِﺴْﺖَ ﺳُﻮَﺍﺭَﻯْ ﻛِﺴْﺮَﻯ
"Kisrânın iki bileziğini giyeceksin." Kisra'nın iki bileziğini taktığın zaman nasıl olacaksın bilir misin?" (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115)

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﺳَﻠَﺒَﻬُﻤَﺎ ﻛِﺴْﺮَﻯ ﻭَﺍَﻟْﺒَﺴَﻬُﻤَﺎ ﺳُﺮَﺍﻗَﺔَ
Bu iki bileziği Kisrâ'dan alıp Sürâka'ya giydiren Allah'a hamd olsun. (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344)

ﺍِﺫَﺍ ﺫَﻫَﺐَ ﻛِﺴْﺮَﻯ ﻓَﻠﺎَ ﻛِﺴْﺮَﻯ ﺑَﻌْﺪَﻩُ
"Kisrâ-yı Fars gittikten sonra daha kisrâ çıkmayacak." (Buharî, İmân: 31; Müslim, Fiten: 16; Tirmizî, Fiten: 41; Müsned, 2:233, 240, 5:92, 99; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:337; el-Mubârekforî, Tuhfetü'l-Ahvezî, 6:462, 663 Buharî, İmân: 31; Müslim, Fiten: 76; Tirmizî, Fiten: 41; Müsned, 2:233, 240, 5:92, 99; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:337; el-Mubârekforî, Tuhfetü'l-Ahvezî, 6:462, 663)

(Mektûbat sh: 109)

ﻳَﺎْﻛُﻠُﻪُ ﻛَﻠْﺐُ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Allah'ın bir iti onu yiyecek. (el-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:139; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:664)

(Mektûbat sh: 110)

ﺿِﺮْﺱُ ﺍَﺣَﺪِﻛُﻢْ ﻓِﻰ ﺍﻟﻨَّﺎﺭِ ﺍَﻋْﻈَﻢُ ﻣِﻦْ ﺍُﺣُﺪٍ
Birinizin dişi, Cehennemde Uhud Dağından daha büyük olacaktır. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 4:342, el-Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:203; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 8:289-290, 8:290; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, 3:103)

(Mektûbat sh: 111)

ﺍِﻧَّﻚَ ﺗَﺠِﺪُﻩُ ﻳَﺼِﻴﺪُ ﺍﻟْﺒَﻘَﺮَ
Onu yabânî öküz avlarken bulacaksın. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344; Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:218; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:704; İbnü'l-Kayyım, Zâdü'l-Meâd, 5:538-539; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:519; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 4:30)

ﻳُﻮﺷِﻚُ ﺍَﻥْ ﻳَﻜْﺜُﺮَ ﻓِﻴﻜُﻢُ ﺍﻟْﻌَﺠَﻢُ ﻳَﺎْﻛُﻠُﻮﻥَ ﻓَﻴْﺌَﻜُﻢْ ﻭَﻳَﻀْﺮِﺑُﻮﻥَ ﺭِﻗَﺎﺑَﻜُﻢْ
İçinizde Arap olmayan milletlerin çoğalacağı günler yakındır. Onlar sizin gelirlerinizi ve herşeyinizi gözünüz önünde yiyecekler ve ensenize vuracaklar. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:341; Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:194; Aliyyü'l-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:692; el-Heysemî, Mecme'u'z-Zevâid, 1:310; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:519; Müsned, 2:288, 296, 304, 324, 377, 520, 4:66, 5:38)

ﻫَﻠﺎَﻙُ ﺍُﻣَّﺘِﻰ ﻋَﻠَﻰ ﻳَﺪِ ﺍُﻏَﻴْﻠِﻤَﺔٍ ﻣِﻦْ ﻗُﺮَﻳْﺶٍ
Ümmetimin helâki, Kureyş'in birkaç küçük gencinin (sefihlerinin) elleriyle olacak. (Buharî, Menâkıb: 25; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:419, 521, 512; Müsned, 2:288, 296, 301, 304, 324, 377, 520, 536, 4:66, 5:38; İbni Hibban, Sahih, 8:215, 252)

ﺍِﻥَّ ﻗُﺮَﻳْﺸًﺎ ﻭَﺍْﻟﺎَﺣْﺰَﺍﺏَ ﻟﺎَ ﻳَﻐْﺰُﻭﻧِﻰ ﺍَﺑَﺪًﺍ ﻭَﺍَﻧَﺎ ﺍَﻏْﺰُﻭﻫُﻢْ
"Bundan sonra onlar bana değil, belki ben onlara hücum edeceğim." (Buharî, Meğâzî: 29; Müsned, 4:262, 6:394; İbni Hibban, Sahih, 6:272)

(Mektûbat sh: 112)

ﺍِﻥَّ ﻋَﺒْﺪًﺍ ﺧُﻴِّﺮَ ﻓَﺎﺧْﺘَﺎﺭَ ﻣَﺎ ﻋِﻨْﺪَ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Allah bir kulunu serbest bıraktı. O da, Allah katındakini seçti. (Buharî, Menâkıbu'l-Ensâr: 45; Salât: 80, Fedâilü's-Sahâbe: 3; Müslim, Fedâilü's-Sahâbe: 2; Tirmizî, Menâkıb: 15; Ebû Dâvud, Mukaddime: 14; Müsned, 3:18, 478, 4:211, 5:139; İbni Hibban, Sahih, 8:200, 9:58)

ﻳَﺴْﺒِﻖُ ﻋُﻀْﻮٌ ﻣِﻨْﻪُ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔِ
Onun bir uzvu kendisinden önce Cennete gider. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:102; Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:214; el-Heysemî, Mecme'u'z-Zevâid, 9:398; Askâlânî, el-Metâlibü'l-Âliye, 4:91, no. 4047)

(Mektûbat sh: 113)

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ
Allah'a hamd olsun. Bu Rabbimin ihsânıdır.

ﺗَﺤَﻠَّﻘُﻮﺍ ﻋَﺸَﺮَﺓً ﻋَﺸَﺮَﺓً
"Onar onar halka olunuz."

(Mektûbat sh: 114)

ﺍُﺩْﻉُ ﺛَﻠﺎَﺛِﻴﻦَ ﻣِﻦْ ﺍَﺷْﺮَﺍﻑِ ﺍْﻟﺎَﻧْﺼَﺎﺭِ
Ensar'ın ileri gelenlerinden otuz kişi çağır.

ﺍُﺩْﻉُ ﺳِﺘِّﻴﻦَ
Altmış kişi çağır.

ﺍُﺩْﻉُ ﺳَﺒْﻌِﻴﻦَ
Yetmiş kişi çağır.

(Mektûbat sh: 115)

ﻟَﻮْ ﻟَﻢْ ﺗَﻜِﻠْﻪُ َﻟﺎَﻛَﻠْﺘُﻢْ ﻣِﻨْﻪُ ﻭَ ﻟَﻘَﺎﻡَ ﺑِﻜُﻢْ
"Eğer kile ile tecrübe etmeseydiniz, hayatınızca size yeterdi." (Müslim, Fedâil: 3, no. 2281; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:114)

(Mektûbat sh: 118)

ﻫَﻞْ ﻣِﻦ ﺷَﻲْﺀٍ؟
"Birşey var mı?"

ﺧُﺬْ ﻣَﺎ ﺟِﺌْﺖَ ﺑِﻪِ ﻭَﺍﻗْﺒِﺾْ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَﻟﺎَ ﺗَﻜُﺒَّﻪُ
Getirdiğin şeyi al götür. Onu tut muhafaza et ve boşaltma. (Tirmizî, Menâkıb: 41, no. 3839; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:110 (muhtelif tariklerle); Müsned, 2:352; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:295; es-Sâ'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, 22:56; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, 3:191 no. 5933)

ﺑَﻘِﻰَ ﺍَﻧَﺎ ﻭَﺍَﻧْﺖَ ﻓَﺎﺷْﺮَﺏْ
Geriye seninle ben kaldık, iç. (Buharî, Rikâk: 11; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme: 36, no. 2411; Müsned, 2:515; Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2419; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:15; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:296)

(Mektûbat sh: 119)

ﻭَﻣَﻦْ ﻛَﺬَﺏَ ﻋَﻠَﻰَّ ﻣُﺘَﻌَﻤِّﺪًﺍ ﻓَﻠْﻴَﺘَﺒَﻮَّﺍْ ﻣَﻘْﻌَﺪَﻩُ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺭِ
Kim bilerek bana yalan isnad ederse (benden yalan bir şey haber verirse) Cehennem ateşindeki yerini hazırlasın. (Buharî, İlim: 39; Cenâiz: 33; Enbiyâ: 50; Edeb: 109; Müslim, Zühd: 12; Ebû Dâvud, İlim: 4; Tirmizî, Fiten: 10, İlim: 8, 13; Tefsir: 1; Menâkıb: 19; İbni Mâce, Mukaddime: 4; Dârîmî, Mukaddime: 25, 46; Müsned, 1:70, 78)

(Mektûbat sh: 120)
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺟَﺰَﺍﻫُﻢُ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺧَﻴْﺮًﺍ ﻛَﺜِﻴﺮًﺍ
Allah onları bol hayırla mükâfatlandırsın.

(Mektûbat sh: 121)

ﻧَﺎﺩِ ﺑِﺎﻟْﻮُﺿُﻮﺀِ
"Abdest almak için nida et"

ﺭِﺩْﻧَﺎ ﺑِﺠَﻔْﻨَﺔِ ﺍﻟﺮَّﻛْﺐِ
Yani, kafilenin büyük teştini (tekne) getir.

(Mektûbat sh: 122)

ﻳُﻮﺷِﻚُ ﻳَﺎ ﻣُﻌَﺎﺫُ ﺍِﻥْ ﻃَﺎﻟَﺖْ ﺑِﻚَ ﺣَﻴَﺎﺓٌ ﺍَﻥْ ﺗَﺮَﻯ ﻣَﺎ ﻫَﻬُﻨَﺎ ﻗَﺪْ ﻣُﻠِﺊَ ﺟِﻨَﺎﻧًﺎ
Bu eser-i mu'cize olan mübarek su devam edip, buraları bağa çevirecek; ömrün varsa göreceksin.

(Mektûbat sh: 123)

ﺍِﺣْﻔَﻆْ ﻋَﻠَﻰَّ ﻣِﻴﻀَﺌَﺘَﻚَ ﻓَﺴَﻴَﻜُﻮﻥُ ﻟَﻬَﺎ ﻧَﺒَﺎٌ ﻋَﻈِﻴﻢٌ
"Kırbanı sakla, onun büyük işi var."

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﺑِﻌَﺪَﺩِ ﻗَﻄَﺮَﺍﺕِ ﺍﻟْﻤَٓﺎﺀِ
Allahım, suyun damlaları adedince Ona ve âline salât ve selâm eyle!

ﺍِﺫْﻫَﺒِﻰ ﻓَﺎِﻧَّﺎ ﻟَﻢْ ﻧَﺎْﺧُﺬْ ﻣِﻦْ ﻣَٓﺎﺋِﻚِ ﺷَﻴْﺌًﺎ ﻭَﻟَﻜِﻦَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺳَﻘَﻴﻨَﺎ
Senin suyundan almadık, belki Cenab-ı Hak bize hazinesinden su içirdi.

(Mektûbat sh: 124)

ﻭَﻳُﻨَﺰِّﻝُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺴَّﻤَٓﺎﺀِ ﻣَٓﺎﺀً ﻟِﻴُﻄَﻬِّﺮَﻛُﻢْ ﺑِﻪِ
Sizi temizlemek için üzerinize gökten yağmur indirmişti. (Enfâl Sûresi, 8:11)

(Mektûbat sh: 125)

ﻳَﺎ ﺭَﺏِّ ﺍَﺭِﻧِﻰ ﺍَﻳَﺔً ﻟﺎَ ﺍُﺑَﺎﻟِﻰ ﻣَﻦْ ﻛَﺬَّﺑَﻨِﻰ ﺑَﻌْﺪَﻫَﺎ
Ey Rabbim, bana öyle bir mu'cize göster ki, bundan böyle beni yalanlayanlara aldırmayayım. (İbni Mâce, Fiten: 23, no. 4028; Dârîmî, Mukaddime: 3; Müsned, 1:223, 3:113, 4:111; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:302; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:620; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 9:10; el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl, 2:354)

ﺍَﻳْﻦَ ﺗُﺮِﻳﺪُ
Nereye gidiyorsun?

(Mektûbat sh: 126)

ﻫَﻞْ ﻟَﻚَ ﺍِﻟَﻰ ﺧَﻴْﺮٍ ﻣِﻦْ ﺫَﻟِﻚَ؟
"Ondan daha iyi bir hayr istemiyor musun?"

ﺍَﻥْ ﺗَﺸْﻬَﺪَ ﺍَﻥْ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَﺣْﺪَﻩُ ﻟﺎَ ﺷَﺮِﻳﻚَ ﻟَﻪُ ﻭَﺍَﻥَّ ﻣُﺤَﻤَّﺪًﺍ ﻋَﺒْﺪُﻩُ ﻭَﺭَﺳُﻮﻟُﻪُ
Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Onun bir olduğuna, hiçbir şeriki bulunmadığına ve Muhammed'in, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmendir.

ﻫَﺬِﻩِ ﺍﻟﺸَّﺠَﺮَﺓُ ﺍﻟﺴَّﻤُﺮَﺓُ
Şu Semure ağacı, şu esmer ağaç..

ﻗُﻞْ ﻟِﺘِﻠْﻚَ ﺍﻟﺸَّﺠَﺮَﺓِ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻳَﺪْﻋُﻮﻙِ
Şu ağaca, 'Resulullah seni çağırıyor' de.

ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻚَ ﻳَﺎ ﺭَﺳُﻮﻝَ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Selâm sana ey Allah'ın Resûlü!

ﺍِﻟْﺘَﺌِﻤَﺎ ﻋَﻠَﻰَّ ﺑِﺎِﺫْﻥِ ﺍﻟﻠَّﻪِ
(Allah'ın izniyle) "Üstüme birleşiniz."

(Mektûbat sh: 127)

ﻳَﺎ ﺟَﺎﺑِﺮُ ﻗُﻞْ ﻟِﻬَﺬِﻩِ ﺍﻟﺸَّﺠَﺮَﺓِ ﻳَﻘُﻮﻝُ ﻟَﻚِ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠَّﻪِ: ﺍِﻟْﺤَﻘِﻰ ﺑِﺼَﺎﺣِﺒَﺘِﻚِ ﺣَﺘَّﻰ ﺍَﺟْﻠِﺲَ ﺧَﻠْﻔَﻜُﻤَﺎ
"Ey Cabir! Şu ağaca söyle: Resülullah arkanızda def'i hâcet yapmak için arkadaşınla bir araya gelmeni istiyor." Müslim, Zühd. 74,4: 2306)

ﻫَﻞْ ﺗَﺮَﻯ ﻣِﻦْ ﻧَﺨْﻞٍ ﺍَﻭْ ﺣِﺠَﺎﺭَﺓٍ
Ağaç veya taş gibi birşeyler görüyor musun?

ﺍِﻧْﻄَﻠِﻖْ ﻭَﻗُﻞْ ﻟَﻬُﻦَّ ﺍِﻥَّ ﺭَﺳُﻮﻝَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻳَﺎْﻣُﺮُﻛُﻦَّ ﺍَﻥْ ﺗَﺎْﺗِﻴﻦَ ﻟِﻤَﺨْﺮَﺝِ ﺭَﺳُﻮﻝِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَﻗُﻞْ ﻟِﻠْﺤِﺠَﺎﺭَﺓِ ﻣِﺜْﻞَ ﺫَﻟِﻚَ
Git ve ağaçlara de ki: "Resulullah'ın haceti için birleşiniz" ve taşlara da de: "Duvar gibi toplanınız."

ﻗُﻞْ ﻟَﻬُﻦَّ ﻳَﻔْﺘَﺮِﻗْﻦَ
Onlara söyle, ayrılsınlar.

(Mektûbat sh: 128)

ﺍِﻧَّﻬَﺎ ﺍِﺳْﺘَﺎْﺫَﻧَﺖْ ﺍَﻥْ ﺗُﺴَﻠِّﻢَ ﻋَﻠَﻰَّ
O ağaç, Cenab-ı Hak'tan istedi ki, bana selâm etsin.

ﻳَﻘُﻮﻝُ ﺳَﻔِﻴﻬُﻨَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺷَﻄَﻄًﺎ
Bizim beyinsizimiz ise Allah hakkında yalan yanlış şeyler söylüyor. (Cin Sûresi, 72:4)

ﺍَﺭَﺍَﻳْﺖَ ﺍِﻥْ ﺩَﻋَﻮْﺕُ ﻫَﺬَﺍ ﺍﻟْﻌِﺬْﻕَ ﻣِﻦْ ﻫَﺬِﻩِ ﺍﻟﻨَّﺨْﻠَﺔِ ﺍَﺗَﺸْﻬَﺪُ ﺍَﻧِّﻰ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠَّﻪِ؟
"Ben bu ağacın şu dalını çağırsam, yanıma gelse, benim Resülullah olduğuma iman edecek misin?"

(Mektûbat sh: 129)

ﺣَﻨِﻴﻦُ ﺍﻟْﺠِﺬْﻉِ
Kuru hurma direğinin inlemesi.

(Mektûbat sh: 130)

ﺟِﺬْﻉُ ﺍﻟﻨَّﺨْﻞِ
Kuru hurma kütüğü..

ﺍِﻥَّ ﻫَﺬَﺍ ﺑَﻜَﻰ ﻟِﻤَﺎ ﻓَﻘَﺪَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺬِّﻛْﺮِ
Onun mevkiinde okunan zikir ve hutbedeki zikr-i İlâhînin iftirakındandır ağlaması.

ﻟَﻮْ ﻟَﻢْ ﺍَﻟْﺘَﺰِﻣْﻪُ ﻟَﻢْ ﻳَﺰَﻝْ ﻫَﻜَﺬَﺍ ﺍِﻟَﻰ ﻳَﻮْﻡِ ﺍﻟْﻘِﻴَﺎﻣَﺔِ ﺗَﺤَﺰُّﻧًﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺭَﺳُﻮﻝِ ﺍﻟﻠَّﻪِ
"Ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, Resulullahın iftirakından kıyamete kadar böyle ağlaması devam edecekti."

ﺍِﻥْ ﺷِﺌْﺖَ ﺍَﺭُﺩُّﻙَ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟْﺤَﺎﺋِﻂِ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻛُﻨْﺖَ ﻓِﻴﻪِ ﺗَﻨْﺒُﺖُ ﻟَﻚَ ﻋُﺮُﻭﻗُﻚَ ﻭَﻳَﻜْﻤُﻞُ ﺧَﻠْﻘُﻚَ ﻭَﻳُﺠَﺪَّﺩُ ﺧُﻮﺻُﻚَ ﻭَﺛَﻤَﺮُﻙَ ﻭَﺍِﻥْ ﺷِﺌْﺖَ ﺍَﻏْﺮِﺳُﻚَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔِ ﻳَﺎْﻛُﻞُ ﺍَﻭْﻟِﻴَٓﺎﺀُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻣِﻦْ ﺛَﻤَﺮِﻙَ
İstersen seni eski yerine nakledeyim. Orada kök salar, büyüyüp gelişirsin, yaprakların tazelenir ve defalarca meyve verirsin. Eğer Cenneti istersen seni Cennette dikeyim; orada meyvelerinden Allah'ın sevgili kulları yer.

ﺍِﻏْﺮِﺳْﻨِﻰ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔِ ﻳَﺎْﻛُﻞُ ﻣِﻨِّﻰ ﺍَﻭْﻟِﻴَٓﺎﺀُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻓِﻰ ﻣَﻜَﺎﻥٍ ﻟﺎَ ﻳَﺒْﻠَﻰ
"Cennette beni dik ki, benim meyvelerimden, Cenâb-ı Hakkın sevgili kulları yesin. Hem bir mekân ki, orada bekà bulup, çürümek yoktur."

ﻗَﺪْ ﻓَﻌَﻠْﺖُ
Öyle yaptım.

(Mektûbat sh: 131)

ﺍِﺧْﺘَﺎﺭَ ﺩَﺍﺭَ ﺍﻟْﺒَﻘَٓﺎﺀِ ﻋَﻠَﻰ ﺩَﺍﺭِ ﺍﻟْﻔَﻨَٓﺎﺀِ
Bâki olan âhireti fâni dünyaya tercih etti.

(Mektûbat sh: 133)

ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻚَ ﻳَﺎﺭَﺳُﻮﻝَ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Selâm sana ey Allah'ın Resûlü!

ﺍِﻧِّﻰ َﻟﺎَﻋْﺮِﻑُ ﺣَﺠَﺮًﺍ ﻛَﺎﻥَ ﻳُﺴَﻠِّﻢُ ﻋَﻠَﻰَّ
Şüphesiz bana selâm veren bir taş biliyorum. (Müslim, Fedâil: 2; Tirmizî, Menâkıb: 5; Müsned, 5:89, 95, 105; İbni Hibban, Sahih, 8:139)

ﻟَﻤَّﺎ ﺍﺳْﺘَﻘْﺒَﻠَﻨِﻰ ﺟَﺒْﺮَٓﺍﺋِﻴﻞُ ﺑِﺎﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ ﺟَﻌَﻠْﺖُ ﻟﺎَ ﺍَﻣُﺮُّ ﺑِﺤَﺠَﺮٍ ﻭَﻟﺎَ ﺷَﺠَﺮٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻗَﺎﻝَ ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻚَ ﻳَﺎ ﺭَﺳُﻮﻝَ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Cebrâil bana vahiy getirmeye başladıktan sonra hangi taşın ve hangi ağacın yanından geçsem, bana mutlaka 'Esselâmü aleyke yâ Resulallah' derlerdi. (Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:301; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:71; el-Heysemî, Mecme'u'z-Zevâid, 8:259)

ﻳَﺎ ﺭَﺏِّ ﻫَﺬَﺍ ﻋَﻤِّﻰ ﻭَﺻِﻨْﻮُ ﺍَﺑِﻰ ﻭَ ﻫَﺆُﻟﺎَٓﺀِ ﺑَﻨُﻮﻩُ ﻓَﺎﺳْﺘُﺮْﻫُﻢْ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺭِ ﻛَﺴَﺘْﺮِﻯ ﺍِﻳَّﺎﻫُﻢْ ﺑِﻤُﻠﺎَٓﺋَﺘِﻰ
Yâ Rabbi! Bu benim amcamdır ve babamızın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Ben abâmla onların üzerlerini örttüğüm gibi, sen de onları örterek ateşten koru. (Beyhâkî, Delâilü'n-Nübüvve, 6:71)

(Mektûbat sh: 134)

ﺍُﺛْﺒُﺖْ ﻳَﺎ ﺍُﺣُﺪُ ﻓَﺎِﻧَّﻤَﺎ ﻋَﻠَﻴْﻚَ ﻧَﺒِﻰٌّ ﻭَ ﺻِﺪِّﻳﻖٌ ﻭَ ﺷَﻬِﻴﺪَﺍﻥِ
Dur ey Uhud! Şüphesiz üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve iki şehid var.

ﻳَﺎ ﺭَﺳُﻮﻝَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍِﻟَﻰَّ
Ey Allahın Resulü bana gel. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:75)

ﻭَﻣَﺎ ﻗَﺪَﺭُﻭﺍ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺣَﻖَّ ﻗَﺪْﺭِﻩِ ﻭَﺍْﻟﺎَﺭْﺽُ ﺟَﻤِﻴﻌًﺎ ﻗَﺒْﻀَﺘُﻪُ ﻳَﻮْﻡَ ﺍﻟْﻘِﻴَﺎﻣَﺔِ ﻭَﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕُ ﻣَﻄْﻮِﻳَّﺎﺕٌ ﺑِﻴَﻤِﻴﻨِﻪِ
Onlar Allah'ın kudret ve azametini hakkıyla bilemediler. Halbuki kıyamet gününde yeryüzü bütünüyle Onun tasarrufundadır; gökler de Onun kudretiyle dürülmüştür. (Zümer Sûresi, 39:67)

ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﺠَﺒَّﺎﺭَ ﻳُﻌَﻈِّﻢُ ﻧَﻔْﺴَﻪُ ﻭَﻳَﻘُﻮﻝُ ﺍَﻧَﺎ ﺍﻟْﺠَﺒَّﺎﺭُ ﺍَﻧَﺎ ﺍﻟْﺠَﺒَّﺎﺭُ ﺍَﻧَﺎ ﺍﻟْﻜَﺒِﻴﺮُ ﺍﻟْﻤُﺘَﻌَﺎﻝُ
Cebbâr olan Allah kendini tâzîm ediyor ve buyuruyor ki: Cebbar Benim, Cebbar Benim; herşeyden büyük ve herşeyden yüce olan Benim.

(Mektûbat sh: 135)

ﺟَٓﺎﺀَ ﺍﻟْﺤَﻖُّ ﻭَﺯَﻫَﻖَ ﺍﻟْﺒَﺎﻃِﻞُ ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﺒَﺎﻃِﻞَ ﻛَﺎﻥَ ﺯَﻫُﻮﻗًﺎ
Hak geldi, bâtıl yok oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir. (İsrâ Sûresi, 11:81)

ﻭَﻣَﺎ ﺭَﻣَﻴْﺖَ ﺍِﺫْ ﺭَﻣَﻴْﺖَ ﻭَﻟَﻜِﻦَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺭَﻣَﻰ
Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı. (Enfâl Sûresi, 8:17)

(Mektûbat sh: 136)
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺷَﺎﻫَﺖِ ﺍﻟْﻮُﺟُﻮﻩُ
Bu yüzler kahrolsun.

ﻭَﻣَﺎ ﺭَﻣَﻴْﺖَ ﺍِﺫْ ﺭَﻣَﻴْﺖَ ﻭَﻟَﻜِﻦَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺭَﻣَﻰ
Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı. (Enfâl Sûresi, 8:17)

ﺍِﺭْﻓَﻌُﻮﺍ ﺍَﻳْﺪِﻳَﻜُﻢْ ﺍِﻧَّﻬَﺎ ﺍَﺧْﺒَﺮَﺗْﻨِﻰ ﺍَﻧَّﻬَﺎ ﻣَﺴْﻤُﻮﻣَﺔٌ
Ellerinizi çekin. (kaldırın) Yani, pişirilen keçi bana der ki: "Ben zehirliyim." (Mektûbat sh: 137)

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Allah'ın adıyla.

(Mektûbat sh: 138)

ﺍَﻧَﺎ ﺍﺑْﻦُ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﺳَﺎﻟَﺖْ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﺨَﺪِّ ﻋَﻴْﻨُﻪُ ٭ ﻓَﺮُﺩَّﺕْ ﺑِﻜَﻒِّ ﺍﻟْﻤُﺼْﻄَﻔَﻰ ﺍَﺣْﺴَﻦَ ﺍﻟﺮَّﺩِّ ﻓَﻌَﺎﺩَﺕْ ﻛَﻤَﺎ ﻛَﺎﻧَﺖْ ِﻟﺎَﻭَّﻝِ ﺍَﻣْﺮِﻫَﺎ ٭ ﻓَﻴَﺎ ﺣُﺴْﻦَ ﻣَﺎ ﻋَﻴْﻦٍ ﻭَﻳَﺎ ﺣُﺴْﻦَ ﻣَﺎ ﺭَﺩّ
"Ben öyle bir zâtın hafidiyim ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onun çıkmış gözünü yerine koyup, birden şifa buldu. En güzel göz o olmuş."

(Mektûbat sh: 139)

ﻓَﺎﻧْﻄَﻠِﻖْ ﻭَﺗَﻮَﺿَّﺎْ ﺛُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﺭَﻛْﻌَﺘَﻴْﻦِ ﻭَﻗُﻞِ ﺍﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍِﻧِّﻰ ﺍَﺳْﺌَﻠُﻚَ ﻭَﺍَﺗَﻮَﺟَّﻪُ ﺍِﻟَﻴْﻚَ ﺑِﻨَﺒِﻰِّ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﻧَﺒِﻰِّ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﺔِ ﻳَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪُ ﺍِﻧِّﻰ ﺍَﺗَﻮَﺟَّﻪُ ﺑِﻚَ ﺍِﻟَﻰ ﺭَﺑِّﻚَ ﺍَﻥْ ﻳَﻜْﺸِﻒَ ﻋَﻦْ ﺑَﺼَﺮِﻯ ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺷَﻔِّﻌْﻪُ ﻓِﻰَّ
Şimdi git, abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve de ki: 'Allah'ım! Hâcetimi sana arz ediyor ve nebiyy-i rahmet olan Peygamberin Muhammed ile Sana teveccüh ediyorum. Yâ Muhammed! Gözümden perdeyi kaldırması için Senin Rabbine Seninle teveccüh ediyorum. Allahım, onu bana şefaatçi kıl.' (bk. Tirmizî, Deavât: 118; İbni Mâce, İkame: 189; Müsned: 4-138)

(Mektûbat sh: 140)

ﻭَﻣَﺎ ﺭَﻣَﻴْﺖَ ﺍِﺫْ ﺭَﻣَﻴْﺖَ
Attığın zaman da sen atmadın... (Enfâl Sûresi, 8:17)

ﻭَ ﺍﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ
Ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

(Mektûbat sh: 141)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍﺷْﻔِﻪِ
Allah'ım ona şifa ver.

(Mektûbat sh: 142)

ﺍَﻧْﺖَ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Sen Allah'ın Resulüsün.

ﺍَﺷْﻬَﺪُ ﺍَﻧَّﻚَ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Senin Allah Resulü olduğuna şehadet ederim.

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍﻗْﻄَﻊْ ﺍَﺛَﺮَﻩُ
Allahım, onun yerden izini kes.

(Mektûbat sh: 144)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍَﻋِﺰَّ ﺍْﻟﺎِﺳْﻠﺎَﻡَ ﺑِﻌُﻤَﺮِ ﺍﺑْﻦِ ﺍﻟْﺨَﻄَّﺎﺏِ ﺍَﻭْ ﺑِﻌَﻤْﺮِﻭ ﺍﺑْﻦِ ﺍﻟْﻬِﺸَﺎﻡِ
Allahım, İslâmiyeti Ömer ibni'l-Hattâb veya Amr ibni'l-Hişâm (Ebû Cehil) ile aziz eyle.

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﻓَﻘِّﻬْﻪُ ﻓِﻰ ﺍﻟﺪِّﻳﻦِ ﻭَﻋَﻠِّﻤْﻪُ ﺍﻟﺘَّﺎْﻭِﻳﻞَ
Allahım! Onu dinde fakîh kıl ve ona tefsir ilmini öğret. (Buharî, Vudû': 10, İlim: 11, Fedâilü'l-Eshâb: 24; Müslim, Fedâilü's-Sahâbe: 138; İbni Hibban, Sahih, 9:98; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:661; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:130; İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, 9:63; Müsned, 1:264, 314, 328, 330; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:534)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍَﻛْﺜِﺮْ ﻣَﺎﻟَﻪُ ﻭَﻭَﻟَﺪَﻩُ ﻭَﺑَﺎﺭِﻙْ ﻟَﻪُ ﻓِﻰ ﻣَﺎ ﺍَﻋْﻄَﻴْﺘَﻪُ
Allahım! Onun malını ve evlâdını çoğalt. Ve ona ihsan ettiğin nimetlere bereket ver.

(Mektûbat sh: 145)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍَﺟِﺐْ ﺩَﻋْﻮَﺗَﻪُ
Allahım, onun duasını kabul eyle. (Tirmizî, Menâkıb: 27, no. 3151; İbn-i Hibbân, Sahih, no. 12215; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:499; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1:93, Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 3:206; el-Elbânî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, 3:251, no. 6116; el-Mubârekforî, Tuhfetü'l-Ahvezî, 10:253-254, no. 3835; Ahmed ibni Hanbel, Fedâilü's-Sahâbe, 2:150, no. 1038; İbnü'l-Esîr, Câmi'u'l-Usûl, 10:16, no. 6535)

ﺍَﻓْﻠَﺢَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَﺟْﻬَﻚَ ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺑَﺎﺭِﻙْ ﻟَﻪُ ﻓِﻰ ﺷَﻌْﺮِﻩِ ﻭَ ﺑَﺸَﺮِﻩِ
Allah onun yüzünü ak etsin. Allahım, onun tenini ve saçını mübarek kıl.

ﺑَﻠَﻐْﻨَﺎ ﺍﻟﺴَّﻤَٓﺎﺀَ ﻣَﺠْﺪُﻧَﺎ ﻭَﺳَﻨَٓﺎﺋُﻨَﺎ ٭ ﻭَ ﺍِﻧَّﺎ ﻧُﺮِﻳﺪُ ﻓَﻮْﻕَ ﺫَﻟِﻚَ ﻣَﻈْﻬَﺮًﺍ
"Şerefimiz göğe çıktı, biz daha üstüne çıkmak istiyoruz!"

ﺍِﻟَﻰ ﺍَﻳْﻦَ ﻳَٓﺎ ﺍَﺑَﺎ ﻟَﻴْﻠﺎَ؟
Yani: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm latife olarak dedi: "Gökten öbür tarafa nereyi istiyorsun ki, şiirinde orayı niyet ediyorsun?"

ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔِ ﻳَﺎ ﺭَﺳُﻮﻝَ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Nâbiga dedi: "Göklerin fevkinde Cennet'e gitmek istiyoruz."

ﻟﺎَ ﻳَﻔْﻀُﺾِ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻓَﺎﻙَ
Yani, "Senin ağzın bozulmasın."

(Mektûbat sh: 146)
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍﻛْﻔِﻪِ ﺍﻟْﺤَﺮَّ ﻭَﺍﻟْﻘَﺮَّ
"Ya Rab! Soğuk ve sıcağın zahmetini ona gösterme."

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﻟﺎَ ﺗُﺠِﻌْﻬَﺎ
"Açlık elemini ona verme."

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﻧَﻮِّﺭْ ﻟَﻪُ
Allahım, onu nurlandır.

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﻣَﺰِّﻗْﻪُ
"Yâ Rab! Nasıl mektubumu paraladı, sen de onu ve onun mülkünü parça parça et."

(Mektûbat sh: 147)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺳَﻠِّﻂْ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻛَﻠْﺒًﺎ ﻣِﻦْ ﻛِﻠﺎَﺑِﻚَ
Yani: "Yâ Rab! Ona bir itini musallat et."

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﻟﺎَ ﺗَﻐْﻔِﺮْ ﻟِﻤُﺤَﻠِّﻢِ
Allahım, Muhallim'i affetme.

ﻛُﻞْ ﺑِﻴَﻤِﻴﻨِﻚَ
"Sağ elinle ye."

(Mektûbat sh: 148)

ﻟﺎَ ﺍَﺳْﺘَﻄِﻴﻊُ
"Sağ elimle yapamıyorum."

ﻟﺎَ ﺍﺳْﺘَﻄَﻌْﺖَ
Yapamayasın! "Kaldıramayacaksın."

(Mektûbat sh: 151)

ﻛَﻐُﺮَّﺓِ ﺍﻟْﻔَﺮَﺱِ
Yani, doru atın alnındaki beyaz gibi.

(Mektûbat sh: 154)

ﻭَﺟَﺪْﺕُ ﻓَﺮَﺳَﻚَ ﺑَﺤْﺮًﺍ
Yani: "Senin atın sarsmadan, gayet çabuktur."

(Mektûbat sh: 155)

ﻟَﺒَّﻴْﻚَ ﻭَ ﺳَﻌْﺪَﻳْﻚَ
Buyrun! Emredin.

ﻟَﻮْ ﻧَﺎﺳَﺒَﺖْ ﻗَﺪْﺭَﻩُ ﺍَﻳَﺎﺗُﻪُ ﻋِﻈَﻤًﺎ ٭ ﺍَﺣْﻴَﻰ ﺍﺳْﻤُﻪُ ﺣِﻴﻦَ ﻳُﺪْﻋَﻰ ﺩَﺍﺭِﺱَ ﺍﻟﺮِّﻣَﻢِ
Yani: "Eğer alâmetleri, onun kadrine muvafık derecesinde azametini ve makbuliyetini gösterse idiler; değil yeni ölmüşler, belki onun ismiyle, çürümüş kemikler de ihya edilebilirdi."

ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَﺍَﺑُﻮ ﺑَﻜْﺮِ ﺍﻟﺼِّﺪِّﻳﻖُ ﻭَﻋُﻤَﺮُ ﺍﻟﺸَّﻬِﻴﺪُ ﻭَﻋُﺜْﻤَﺎﻥُ ﺍﻟْﺒَﺮُّ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢُ
Muhammed Allah'ın Resulüdür. Ebû Bekir Sıddıktır. Ömer şehiddir. Osman ise, şefkatli ve iyilikseverdir. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:320; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:649; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 6:157-158)

(Mektûbat sh: 156)

ﺍَﻧْﺼِﺘُﻮﺍ ﺍَﻧْﺼِﺘُﻮﺍ
Susunuz, susunuz!..

ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻚَ ﻳَﺎ ﺭَﺳُﻮﻝَ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Muhammed Allah'ın Resûlüdür, Selâm sana ey Allah'ın Resûlü!

ﻣَﺎ ﺍْﻟﺎِﺳْﻠﺎَﻡُ ﻭَﻣَﺎ ﺍْﻟﺎِﻳﻤَﺎﻥُ ﻭَﻣَﺎ ﺍْﻟﺎِﺣْﺴَﺎﻥُ
"İman, İslâm, ihsan nedir? Tarif et."

(Mektûbat sh: 158)

ﻭَﺍﻟﻠَّﻪُ ﻳَﻌْﺼِﻤُﻚَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ
Allah seni insanlardan koruyacaktır. (Mâide Sûresi, 5:67)

(Mektûbat sh: 159)

ﻟﺎَ ﺗَﺤْﺰَﻥْ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻣَﻌَﻨَﺎ
Üzülme! Allah bizimle beraberdir.

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍﻛْﻔِﻨِﻴﻪِ ﺑِﻤَﺎ ﺷِﺌْﺖَ

Allahım! Dilediğin bir şeyle beni ondan kurtar.

(Mektûbat sh: 160)
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺍِﻧَّﺎ ﺟَﻌَﻠْﻨَﺎ ﻓِﻰ ﺍَﻋْﻨَﺎﻗِﻬِﻢْ ﺍَﻏْﻠﺎَﻟﺎً ﻓَﻬِﻰَ ﺍِﻟَﻰ ﺍْﻟﺎَﺫْﻗَﺎﻥِ ﻓَﻬُﻢْ ﻣُﻘْﻤَﺤُﻮﻥَ ٭ ﻭَﺟَﻌَﻠْﻨَﺎ ﻣِﻦْ ﺑَﻴْﻦِ ﺍَﻳْﺪِﻳﻬِﻢْ ﺳَﺪًّﺍ ﻭَﻣِﻦْ ﺧَﻠْﻔِﻬِﻢْ ﺳَﺪًّﺍ ﻓَﺎَﻏْﺸَﻴْﻨَﺎﻫُﻢْ ﻓَﻬُﻢْ ﻟﺎَ ﻳُﺒْﺼِﺮُﻭﻥَ
Biz onların boyunlarına öyle halkalar geçirdik ki, çenelerine kadar dayanır da hakka boyun eğmezler. Bir de önlerine bir sed, arkalarına bir sed çekip gözlerini kapattık; artık hakkı görmezler. (Yâsin Sûresi, 36:8-9)

ﺗَﺒَّﺖْ ﻳَﺪَﺍ ﺍَﺑِﻰ ﻟَﻬَﺐٍ

Elleri kurusun Ebû Leheb'in! (Tebbet Sûresi, 111:1)

ﺣَﻤَّﺎﻟَﺔَ ﺍﻟْﺤَﻄَﺐِ
Odun hammalı. (Tebbet Sûresi, 111:4)

(Mektûbat sh: 161)

ﻭَﺍﻟﻠَّﻪُ ﻳَﻌْﺼِﻤُﻚَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ
Allah seni insanlardan koruyacaktır. (Mâide Sûresi, 5:67)

ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟﻨَّﺎﺱُ ﺍﻧْﺼَﺮِﻓُﻮﺍ ﻓَﻘَﺪْ ﻋَﺼَﻤَﻨِﻰ ﺭَﺑِّﻰ ﻋَﺰَّ ﻭَﺟَﻞَّ
Ey insanlar! Dağılın. Benim Rabbim azze ve celle beni hıfzediyor."

(Mektûbat sh: 162)

ﻗُﻞْ ﻓَﺎْﺗُﻮﺍ ﺑِﺎﻟﺘَّﻮْﺭَﻳﺔِ ﻓَﺎﺗْﻠُﻮﻫَٓﺎ ﺍِﻥْ ﻛُﻨْﺘُﻢْ ﺻَﺎﺩِﻗِﻴﻦَ
De ki: Getiriniz ve okuyunuz eğer doğru sözlü iseniz. (Âl-i İmrân Sûresi, 3:93)

ﻗُﻞْ ﺗَﻌَﺎﻟَﻮْﺍ ﻧَﺪْﻉُ ﺍَﺑْﻨَٓﺎﺀَﻧَﺎ ﻭَﺍَﺑْﻨَٓﺎﺀَﻛُﻢْ ﻭَﻧِﺴَٓﺎﺀَﻧَﺎ ﻭَﻧِﺴَٓﺎﺀَﻛُﻢْ ﻭَﺍَﻧْﻔُﺴَﻨَﺎ ﻭَﺍَﻧْﻔُﺴَﻜُﻢْ ﺛُﻢَّ ﻧَﺒْﺘَﻬِﻞْ ﻓَﻨَﺠْﻌَﻞْ ﻟَﻌْﻨَﺔَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﻜَﺎﺫِﺑِﻴﻦَ
"De ki: Tevrat'ınızı getiriniz, okuyunuz. Geliniz çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı alıp, Cenâb-ı Hakkın dergâhına el açıp, yalancılar aleyhinde lânetle dua edeceğiz" Âl-i İmrân Sûresi, 3:61

(Mektûbat sh: 164)

ﻗَﺮِﻳﺐٌ ﻇُﻬُﻮﺭُ ﻧَﺒِﻰٍّ ﻫَﺬَﺍ ﺩَﺍﺭُ ﻫِﺠْﺮَﺗِﻪِ
Bir peygamberin zuhuru yakındır. Burası da onun hicret yeridir. (Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 1:367, 2:526, 6:240-249; el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl, 11:401, 12:390-408; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:364; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:739-743; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 8:240)

ﻭَﺍﻟﻠَّﻪِ ﻫُﻮَ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻋَﻬَﺪَ ﺍِﻟَﻴْﻜُﻢْ ﻓِﻴﻪِ ﺍﺑْﻦُ ﻫَﻴْﺒَﺎﻥ
Vallahi İbn-i Heyban'ın haber verdiği zât budur.

(Mektûbat sh: 165)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍﺑْﻌَﺚْ ﻟَﻨَﺎ ﻣُﻘِﻴﻢَ ﺍﻟﺴُّﻨَّﺔِ ﺑَﻌْﺪَ ﺍﻟْﻔَﺘْﺮَﺓِ
Allahım! Fetretten sonra bize Sünneti ihyâ edecek olan zâtı gönder. (Yusuf Nebhânî, Hüccetullah ale'l-Âlemîn, 104, 115)

ﻗَﺎﻝَ ﺍﻟْﻤَﺴِﻴﺢُ ﺍِﻧِّﻰ ﺫَﺍﻫِﺐٌ ﺍِﻟَﻰ ﺍَﺑِﻰ ﻭَ ﺍَﺑِﻴﻜُﻢْ ﻟِﻴَﺒْﻌَﺚَ ﻟَﻜُﻢُ ﺍﻟْﻔَﺎﺭَﻗْﻠِﻴﻄَﺎ
Yani: "Ben gidiyorum, tâ size Faraklit gelsin!" Yani, Ahmed gelsin.

ﺍِﻧِّﻰ ﺍَﻃْﻠُﺐُ ﻣِﻦْ ﺭَﺑِّﻰ ﻓَﺎﺭَﻗْﻠِﻴﻄًﺎ ﻳَﻜُﻮﻥُ ﻣَﻌَﻜُﻢْ ﺍِﻟَﻰ ﺍْﻟﺎَﺑَﺪِ
"Ben Rabbimden; hakkı bâtıldan farkeden bir peygamberi istiyorum ki, ebede kadar beraberinizde bulunsun.

ﺍَﻟْﻔَﺎﺭِﻕُ ﺑَﻴْﻦَ ﺍﻟْﺤَﻖِّ ﻭَ ﺍﻟْﺒَﺎﻃِﻞِ
Hak ile bâtılın arasını ayıran.

ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻗَﺎﻝَ ِﻟﺎِﺑْﺮَﺍﻫِﻴﻢَ ﺍِﻥَّ ﻫَﺎﺟَﺮَ ﺗَﻠِﺪُ ﻭَﻳَﻜُﻮﻥُ ﻣِﻦْ ﻭَﻟَﺪِﻫَﺎ ﻣَﻦْ ﻳَﺪُﻩُ ﻓَﻮْﻕَ ﺍﻟْﺠَﻤِﻴﻊِ ﻭَﻳَﺪُ ﺍﻟْﺠَﻤِﻴﻊِ ﻣَﺒْﺴُﻮﻃَﺔٌ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺑِﺎﻟْﺨُﺸُﻮﻉِ
"Hazret-i İsmail'in vâlidesi olan Hacer, evlâd sahibesi olacak ve onun evlâdından öyle birisi çıkacak ki, o veledin eli, umumun fevkinde olacak ve umumun eli huşu' ve itaatle ona açılacak."

ﻭَﻗَﺎﻝَ ﻳَﺎ ﻣُﻮﺳَﻰ ﺍِﻧِّﻰ ﻣُﻘِﻴﻢٌ ﻟَﻬُﻢْ ﻧَﺒِﻴًّﺎ ﻣِﻦْ ﺑَﻨِﻰ ﺍِﺧْﻮَﺗِﻬِﻢْ ﻣِﺜْﻠَﻚَ ﻭَﺍُﺟْﺮِﻯ ﻗَﻮْﻟِﻰ ﻓِﻰ ﻓَﻤِﻪِ ﻭَﺍﻟﺮَّﺟُﻞُ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻟﺎَﻳَﻘْﺒَﻞُ ﻗَﻮْﻝَ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰِّ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻳَﺘَﻜَﻠَّﻢُ ﺑِﺎِﺳْﻤِﻰ ﻓَﺎَﻧَﺎ ﺍَﻧْﺘَﻘِﻢُ ﻣِﻨْﻪُ
Allah (c.c.): Ya Musa dedi.. "Benî İsrail'in kardeşleri olan Benî İsmail'den senin gibi birini göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım, benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azab vereceğim."

(Mektûbat sh: 166)

ﻗَﺎﻝَ ﻣُﻮﺳَﻰ ﺭَﺏِّ ﺍِﻧِّﻰ ﺍَﺟِﺪُ ﻓِﻰ ﺍﻟﺘَّﻮْﺭَﻳﺔِ ﺍُﻣَّﺔً ﻫُﻢْ ﺧَﻴْﺮُ ﺍُﻣَّﺔٍ ﺍُﺧْﺮِﺟَﺖْ ﻟِﻠﻨَّﺎﺱِ ﻳَﺎْﻣُﺮُﻭﻥَ ﺑِﺎﻟْﻤَﻌْﺮُﻭﻑِ ﻭَﻳَﻨْﻬَﻮْﻥَ ﻋَﻦِ ﺍﻟْﻤُﻨْﻜَﺮِ ﻭَﻳُﺆْﻣِﻨُﻮﻥَ ﺑِﺎﻟﻠَّﻪِ ﻓَﺎﺟْﻌَﻠْﻬُﻢْ ﺍُﻣَّﺘِﻰ ﻗَﺎﻝَ ﺗِﻠْﻚَ ﺍُﻣَّﺔُ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ
Mûsâ dedi ki: 'Ey Rabbim, ben Tevrat'ta, insanlara iyiliği emredip onları kötülükten sakındırmak için çıkarılmış, Allah'a iman eden hayırlı bir ümmetin vasıflarını gördüm. Onu benim ümmetim yap.' Allah buyurdu ki: 'O, Muhammed ümmetidir.' (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:146; Yusuf Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 101-118; Tevrat, Eş'ıyâ, Ishah, 42)

ﻳَﺎ ﺩَﺍﻭُﺩُ ﻳَﺎْﺗِﻰ ﺑَﻌْﺪَﻙَ ﻧَﺒِﻰٌّ ﻳُﺴَﻤَّﻰ ﺍَﺣْﻤَﺪَ ﻭَﻣُﺤَﻤَّﺪًﺍ ﺻَﺎﺩِﻗًﺎ ﺳَﻴِّﺪًﺍ ﺍُﻣَّﺘُﻪُ ﻣَﺮْﺣُﻮﻣَﺔٌ
Yâ Davud! Senden sonra, Ahmed, Muhammed, Sâdık ve Seyyid olarak anılacak bir peygamber gelecek. Onun ümmeti Allah'ın rahmetine mazhar olacak. (Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:353; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1:18; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:326; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:139; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 122)

ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰُّ ﺍِﻧَّﺎ ﺍَﺭْﺳَﻠْﻨَﺎﻙَ ﺷَﺎﻫِﺪًﺍ ﻭَﻣُﺒَﺸِّﺮًﺍ ﻭَﻧَﺬِﻳﺮًﺍ ﻭَﺣِﺮْﺯًﺍ ﻟِـْﻠﺎُﻣِّﻴِّﻴﻦَ ﺍَﻧْﺖَ ﻋَﺒْﺪِﻯ ﺳَﻤَّﻴْﺘُﻚَ ﺍﻟْﻤُﺘَﻮَﻛِّﻞَ ﻟَﻴْﺲَ ﺑِﻔَﻆٍّ ﻭَﻟﺎَ ﻏَﻠِﻴﻆٍ ﻭَﻟﺎَ ﺻَﺨَّﺎﺏٍ ﻓِﻰ ﺍْﻟﺎَﺳْﻮَﺍﻕِ ﻭَﻟﺎَ ﻳَﺪْﻓَﻊُ ﺑِﺎﻟﺴَّﻴِّﺌَﺔِ ﺍﻟﺴَّﻴِّﺌَﺔَ ﺑَﻞْ ﻳَﻌْﻔُﻮ ﻭَﻳَﻐْﻔِﺮُ ﻭَﻟَﻦْ ﻳَﻘْﺒِﻀَﻪُ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺣَﺘَّﻰ ﻳُﻘِﻴﻢَ ﺑِﻪِ ﺍﻟْﻤِﻠَّﺔَ ﺍﻟْﻌَﻮْﺟَﺎﺀَ ﺑِﺎَﻥْ ﻳَﻘُﻮﻟُﻮﺍ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ
Ey Peygamber! Muhakkak ki Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir sakındırıcı ve ümmîler için bir dayanak olarak gönderdik. Sen Benim kulumsun ve Resûlümsün sana "Mütevekkil" ismini verdim. Sen ne katı kalbli, ne huysuz ve ne de sokaklarda böbürlenerek yürüyen biri değilsin. Sen kötülüğe kötülükle de karşılık vermezsin. Sen affeden ve bağışlayan bir peygambersin. Eğriliğe girmiş olan halk onunla yolunu doğrultuncaya ve 'Lâilâhe İllallâh' deyinceye kadar Allah o peygamberin ruhunu almaz. (Buharî, Büyû': 5; Burhâneddin Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:346; Dârîmî, Mukaddime: 2; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1:11; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:326; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 105, 135; el-Acurrî, eş-Şerî'a, 444, 452; Kastalânî, el-Mevâhibü'l-Ledünniye, 6:192)

(Mektûbat sh: 167)
 

Ahmet.1

Well-known member
ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻣَﻮْﻟِﺪُﻩُ ﺑِﻤَﻜَّﺔَ ﻭَﻫِﺠْﺮَﺗُﻪُ ﺑِﻄَﻴْﺒَﺔَ ﻭَﻣُﻠْﻜُﻪُ ﺑِﺎﻟﺸَّﺎﻡِ ﻭَﺍُﻣَّﺘُﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤَّﺎﺩُﻭﻥَ
Muhammed, Allah'ın Resulüdür. Mekke Onun doğum yeri, Medine hicret yeri, Şam Onun mülküdür. Ümmeti ise hamd edici kimselerdir. (Dârîmî, Mukaddime: 2; Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:346-351; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:139; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 116; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1:72

ﺍَﻧْﺖَ ﻋَﺒْﺪِﻯ ﻭَﺭَﺳُﻮﻟِﻰ ﺳَﻤَّﻴْﺘُﻚَ ﺍﻟْﻤُﺘَﻮَﻛِّﻞَ
Sen benim kulum ve Resûlümsün. Sana Mütevekkil ismini verdim. (Buharî, Büyû': 5; Burhâneddin Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:346; Dârîmî, Mukaddime: 2; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1:17; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:326; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 105, 135; el-Acurrî, eş-Şerî'a, 444, 452; Kastalânî, el-Mevâhibü'l-Ledünniye, 6:192)

ﻋَﺒْﺪِﻯَ ﺍﻟْﻤُﺨْﺘَﺎﺭُ ﻟَﻴْﺲَ ﺑِﻔَﻆٍّ ﻭَﻟﺎَ ﻏَﻠِﻴﻆٍ
Seçkin kulum, ne katı kalpli ne de huysuz ve geçimsiz biridir. (Dârîmî, Mukaddime: 2; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 105, 119; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:739)

ﻣَﻌَﻪُ ﻗَﻀِﻴﺐٌ ﻣِﻦْ ﺣَﺪِﻳﺪٍ ﻳُﻘَﺎﺗِﻞُ ﺑِﻪِ ﻭَﺍُﻣَّﺘُﻪُ ﻛَﺬَﻟِﻚَ
Onun demirden bir asâsı, yani kılıcı olacak ve onunla savaşacak. Ümmeti de onun gibi olacak. (Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 99, 114)

ﻭَ ﻣَﺜَﻠُﻬُﻢْ ﻓِﻰ ﺍْﻟﺎِﻧْﺠِﻴﻞِ ﻛَﺰَﺭْﻉٍ ﺍَﺧْﺮَﺝَ ﺷَﻄْﺎَﻩُ ﻓَﺎَﺯَﺭَﻩُ ﻓَﺎﺳْﺘَﻐْﻠَﻆَ ﻓَﺎﺳْﺘَﻮَﻯ ﻋَﻠَﻰ ﺳُﻮﻗِﻪِ ﻳُﻌْﺠِﺐُ ﺍﻟﺰُّﺭَّﺍﻉَ ﻟِﻴَﻐِﻴﻆَ ﺑِﻬِﻢُ ﺍﻟْﻜُﻔَّﺎﺭَ
Onların İncil'deki vasıfları da şöyledir: Filizini çıkarmış, sonra git gide kuvvet bulmuş, kalınlaşmış ve gövdesi üzerinde yükselmiş bir ekine benzerler ki, ekincilerin pek hoşuna gider. Allah'ın onları böylece çoğaltıp kuvvetlendirmesi, kâfirleri öfkeye boğmak içindir. (Fetih Sûresi, 48:29)

(Mektûbat sh: 168)

ﺫَﻟِﻚَ ﻣَﺜَﻠُﻬُﻢْ ﻓِﻰ ﺍﻟﺘَّﻮْﺭَﻳﺔِ
Onların Tevrat'taki vasıfları budur. (Fetih Sûresi, 48:29)

(Mektûbat sh: 170)

"Kütüb-ü enbiyada, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Muhammed, Ahmed, Muhtar mânâsında Süryânî ve İbrânî isimleri var."

ﻣﺸَﻔَّﺢْ
Hazret-i Şuayb'ın suhufunda Muhammed manasında.

ﻣﻨْﺤَﻤَﻨَّﺎ
Tevrat'ta Muhammed manasında,

ﺣِﻤْﻴَﺎﻃَﺎ
Nebiyy-ül Haram manasında.

ﺍَﻟْﻤُﺨْﺘَﺎﺭْ
Zebur'da (seçilmiş) ismiyle müsemmadır.

ﺍَﻟْﺨَﺎﺗَﻢُ ﺍﻟْﺨَﺎﺗَﻢْ
Tevrat'ta.

ﻣُﻘِﻴﻢُ ﺍﻟﺴُّﻨَّﺔِ

Tevrat'ta ve Zebur'da.

ﻣَﺎﺯْﻣَﺎﺯْ
Suhuf-u İbrahim ve Tevrat'ta.

ﺍَﺣْﻴَﺪْ
Tevrat'ta.

ﺍِﺳْﻤِﻰ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍْﻟﺎِﻧْﺠِﻴﻞِ ﺍَﺣْﻤَﺪُ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟﺘَّﻮْﺭَﻳﺔِ ﺍَﺣْﻴَﺪُ
Benim ismim Kur'ân'da Muhammed, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ahyed'dir. (Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 108, 112; Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:353; el-Envârü'l-Muhammediyye mine'l-Mevâhibü'l-Ledünniyye, s. 143 (İbn-i Abbas'dan r.a rivayet olunmuştur)

ﺻَﺎﺣِﺐُ ﺍﻟْﻘَﻀِﻴﺐِ ﻭَ ﺍﻟْﻬَﺮَﺍﻭَﺓِ
Yani "seyf ve asâ sahibi."

ﺻَﺎﺣِﺐُ ﺍﻟﺘَّﺎﺝْ
"Tac" sahibi. Tâc, imame yani sarık demektir. Kat'î olarak "Resul-i Ekrem" (Aleyhissalâtü Vesselâm) demektir.

ﺍَﻟﺒَﺎﺭَﻗْﻠِﻴﻂْ
veyahut

ﺍَﻟﻔَﺎﺭَﻗْﻠِﻴﻂْ

İncil tefsirlerinde, "Hak ve bâtılı birbirinden tefrik eden hakperest."

(Mektûbat sh: 171)

ﻭَﺍِﺫْ ﻗَﺎﻝَ ﻋِﻴﺴَﻰ ﺍﺑْﻦُ ﻣَﺮْﻳَﻢَ ﻳَﺎ ﺑَﻨِٓﻰ ﺍِﺳْﺮَٓﺍﺋِﻴﻞَ ﺍِﻧِّﻰ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍِﻟَﻴْﻜُﻢْ ﻣُﺼَﺪِّﻗًﺎ ﻟِﻤَﺎ ﺑَﻴْﻦَ ﻳَﺪَﻯَّ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺘَّﻮْﺭَﻳﺔِ ﻭَﻣُﺒَﺸِّﺮًﺍ ﺑِﺮَﺳُﻮﻝٍ ﻳَﺎْﺗِﻰ ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪِﻯ ﺍﺳْﻤُﻪُ ﺍَﺣْﻤَﺪُ
Hani Meryem oğlu İsa 'Ey İsrailoğulları,' demişti. 'Ben, daha önce indirilen Tevrat'ı doğrulamak ve benden sonra gelecek Ahmed isminde bir peygamberi müjdelemek üzere size Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim.' (Saf Sûresi, 61:6)

ﺍُﻣَّﺘُﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤَّﺎﺩُﻭﻥَ
Onun ümmeti, hamd edici kimselerdir. (Dârîmî, Mukaddime: 2)

ﺍﻳﺘﻮﻥ
Bir oğlan,

ﺍﺯﺭﺑﻴﻮﻥ
İbrahim neslinden ola

ﭘﺮﻭﻓﺘﻮﻥ
Peygamber ola,

ﻟﻮﻏﺴﻠﻴﻦ
Yalancı olmaya,

ﺑﻨﺖ
Onun

ﺍﻓﺰﻭﻟﺎﺕ
mevlidi Mekke ola,

ﻛﻪ ﻛﺎﻟﻮﺷﻴﺮ
sâlihlikle gelmiş ola,

ﺗﻮﻧﻮﻣﻨﻴﻦ
Onun mübarek adı

ﻣﻮﺍﻣﻴﺖ
Ahmed Muhammed ola.

ﺍﺳﻔﺪﻭﺱ
Ona uyanlar,

ﺗﺎﻛﺮﺩﻳﺲ
Bu cihan ıssı olalar.

ﺑﻴﺴﺖ ﺑﻴﺚ

dahi, ol cihan ıssı ola.

(Mektûbat sh: 172)
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺷَﻬِﺪْﺕُ ﻋَﻠَﻰ ﺍَﺣْﻤَﺪَ ﺍَﻧَّﻪُ ﺭَﺳُﻮﻝٌ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺑَﺎﺭِﻯ ﺍﻟﻨَّﺴَﻢِ

ﻓَﻠَﻮْ ﻣُﺪَّ ﻋُﻤْﺮِﻯ ﺍِﻟَﻰ ﻋُﻤْﺮِﻩِ ﻟَﻜُﻨْﺖُ ﻭَﺯِﻳﺮًﺍ ﻟَﻪُ ﻭَﺍﺑْﻦَ ﻋَﻢٍّ


"Ben Ahmed'in (A.S.M.) risaletini tasdik ediyorum. Ben onun zamanına yetişseydim, ona vezir ve ammizade olurdum." (Yani, Ali gibi ona fedai bir hâdim olurdum.)

(Mektûbat sh: 173)

ﺍَﺭْﺳَﻞَ ﻓِﻴﻨَﺎ ﺍَﺣْﻤَﺪَ ﺧَﻴْﺮَ ﻧَﺒِﻰٍّ ﻗَﺪْ ﺑُﻌِﺚَ ٭ ﺻَﻠَّﻰ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻣَﺎ ﻋَﺞَّ ﻟَﻪُ ﺭَﻛْﺐٌ ﻭَ ﺣُﺚَّ

Gönderilenlerin ve peygamberlerin en hayırlısı olarak Ahmed'i (a.s.m.) bize gönderdi. Kàfileler onun için yollara düştükçe ve bu teşvik edildikçe Allah ona rahmet eylesin. (Süyûtî, el-Fethu'l-Kebîr, 2:133; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:230; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:140; Taberanî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, 12:1254; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 2:101; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1:105.)

ﻋَﻠَﻰ ﻏَﻔْﻠَﺔٍ ﻳَﺎْﺗِﻰ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰُّ ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﻓَﻴُﺨْﺒِﺮُ ﺍَﺧْﺒَﺎﺭًﺍ ﺻَﺪُﻭﻗًﺎ ﺧَﺒِﻴﺮُﻫَﺎ
"Füc'eten, Muhammed-ün Nebi gelecek, doğru haberleri verecek."

ﺍِﺫَﺍ ﻭُﻟِﺪَ ﺑِﺘِﻬَﺎﻣَﺔَ ﻭَﻟَﺪٌ ﺑَﻴْﻦَ ﻛَﺘْﻔَﻴْﻪِ ﺷَﺎﻣَﺔٌ ﻛَﺎﻧَﺖْ ﻟَﻪُ ﺍْﻟﺎِﻣَﺎﻣَﺔُ ﻭَﺍِﻧَّﻚَ ﻳَﺎ ﻋَﺒْﺪَ ﺍﻟْﻤُﻄَّﻠِﺐِ ﻟَﺠَﺪُّﻩُ
Yani: "Hicaz'da bir çocuk dünyaya gelir. Onun iki omuzu arasında hâtem gibi bir nişan var. İşte o çocuk umum insanlara imam olacak!" Sonra gizli Abdülmuttalib'i çağırmış, "O çocuğun ceddi de sensin"

ﺑَﺸِّﺮْ ﻳَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪُ ﺍِﻧِّﻰ ﺍَﺷْﻬَﺪُ ﺍَﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰُّ ﺍﻟْﻤُﻨْﺘَﻈَﺮُ ﻭَﺑَﺸَّﺮَ ﺑِﻚَ ﻋِﻴﺴَﻰ
Müjde, ya Muhammed (a.s.m.). Ben şehadet ederim ki, beklenen ve İsa'nın (a.s.) müjdelediği peygamber sensin. Yani: "Telaş etme, o halet vahiydir. Sana müjde! İntizar edilen Nebi sensin! İsa, seninle müjde vermiş."

(Mektûbat sh: 174)

ﻭَﺍﻟَّﺬِﻯ ﺑَﻌَﺜَﻚَ ﺑِﺎﻟْﺤَﻖِّ ﻟَﻘَﺪْ ﻭَﺟَﺪْﺕُ ﺻِﻔَﺘَﻚَ ﻓِﻰ ﺍْﻟﺎِﻧْﺠِﻴﻞِ ﻭَﺑَﺸَّﺮَ ﺑِﻚَ ﺍﺑْﻦُ ﺍﻟْﺒَﺘُﻮﻝِ
Yani: Allah'a yemin olsun ki, Seni hak ile gönderdi. "Ben senin sıfatını İncil'de gördüm, iman ettim. İbn-i Meryem, İncil'de senin geleceğini müjde etmiş."

ﻟَﻴْﺖَ ﻟِﻰ ﺧِﺪْﻣَﺘَﻪُ ﺑَﺪَﻟﺎً ﻋَﻦْ ﻫَﺬِﻩِ ﺍﻟﺴَّﻠْﻄَﻨَﺔِ
Yani: "Keşki şu saltanata bedel Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın hizmetkârı olsaydım. O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir."

(Mektûbat sh: 175)

ﻫَﺪَﻯ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻋُﺜْﻤَﺎﻧًﺎ ﺑِﻘَﻮْﻟِﻰ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟَّﺘِﻰ ﺑِﻬَﺎ ﺭُﺷْﺪُﻩُ ﻭَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻳَﻬْﺪِﻯ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟْﺤَﻖِّ
Allah, Osman'a, ona söylediğim bir sözle hidâyet nasip etti. Hakka eriştiren ancak Allah'tır. (Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:258)

ﻳَﺎ ﺫَﻳَﺎﺏُ ﻳَﺎ ﺫَﻳَﺎﺏُ ﺍِﺳْﻤَﻊِ ﺍﻟْﻌَﺠَﺐَ ﺍﻟْﻌُﺠَﺎﺏَ

ﺑُﻌِﺚَ ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﺑِﺎﻟْﻜِﺘَﺎﺏِ ﻳَﺪْﻋُﻮ ﺑِﻤَﻜَّﺔَ ﻓَﻠﺎَ ﻳُﺠَﺎﺏُ


Ey Zeyâb, ey Zeyâb! Acaibin en acibine kulak ver: Muhammed kitapla gönderildi; Mekke ahalisini çağırıyor, ama onu dinlemiyorlar. (Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:335-331; Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:358; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 181)

ﺟَﺎﺀَ ﺍﻟْﺤَﻖُّ ﻓَﺴَﻄَﻊَ ﻭَ ﺩُﻣِّﺮَ ﺑَﺎﻃِﻞٌ ﻓَﺎﻧْﻘَﻤَﻊَ
Hak geldi, nur saçtı. Bâtıl ise, mahvoldu, kökü kazındı. (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:148; Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:252)

(Mektûbat sh: 176)

ﻫَﺬَﺍ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰُّ ﺍﻟْﻤُﺮْﺳَﻞُ ﺟَٓﺎﺀَ ﺑِﺎﻟْﺤَﻖِّ ﺍﻟْﻤُﻨْﺰَﻝِ
Şu gönderilen Peygamber, indirilmiş hak bir kitap getirdi. (Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 2:255; Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:325; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:337; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 8:242; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:141; Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:252-271)

ﺍَﻭْﺩَﻯ ﺿِﻤَﺎﺭُ ﻭَﻛَﺎﻥَ ﻳُﻌْﺒَﺪُ ﻣُﺪَّﺓً ﻗَﺒْﻞَ ﺍﻟْﺒَﻴَﺎﻥِ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰِّ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ
Yani: "Muhammed gelmeden evvel bana ibadet ediliyordu, şimdi Muhammed'in beyanı gelmiş; daha o dalalet olamaz." Hazret-i Ömer, İslâmiyetten evvel saneme kesilen bir kurbandan böyle işitmiş:

ﻳَﺎ ﺍَﻝَ ﺍﻟﺬَّﺑِﻴﺢِ ﺍَﻣْﺮٌ ﻧَﺠِﻴﺢٌ ﺭَﺟُﻞٌ ﻓَﺼِﻴﺢٌ ﻳَﻘُﻮﻝُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ
Ey kurban kesenler! Mühim bir iş var, bir adam fasih bir lisanla 'Lâ ilâhe illâllah' diyor. (Buharî, Menâkıbü'l-Ensâr: 35; es-Sâ'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, 20:2030)

ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﻣُﺼْﻠِﺢٌ ﺍَﻣِﻴﻦٌ
Muhammed, ıslah edici ve emîndir.

(Mektûbat sh: 177)

ﺍَﻟَﻢْ ﺗَﺮَ ﻛَﻴْﻒَ
Görmedin mi (Rabbin, Allah) fil ashabına ne yaptı!

(Mektûbat sh: 179)

ﺍِﻗْﺘَﺮَﺑَﺖِ ﺍﻟﺴَّﺎﻋَﺔُ ﻭَ ﺍﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ
Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

(Mektûbat sh: 180)

ﻓَﻜَﺮَﺑْﺖُ ﻛَﺮْﺑًﺎ ﻟَﻢْ ﺍَﻛْﺮُﺏْ ﻣِﺜْﻠَﻪُ ﻗَﻂُّ ﻓَﺠَﻠَّﻰ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻟِﻰ ﺑَﻴْﺖَ ﺍﻟْﻤَﻘْﺪِﺱِ ﻭَﻛَﺸَﻒَ ﺍﻟْﺤُﺠُﺐَ ﺑَﻴْﻨِﻰ ﻭَﺑَﻴْﻨَﻪُ ﺣَﺘَّﻰ ﺭَﺍَﻳْﺘُﻪُ ﻓَﻨَﻌَﺘُّﻪُ ﻭَ ﺍَﻧَﺎ ﺍَﻧْﻈُﺮُ ﺍِﻟَﻴْﻪِ
Yani: "Onların tekziblerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenab-ı Hak, Beyt-ül Makdis'i bana gösterdi; ben de Beyt-ül Makdis'e bakıyorum, birer birer herşey'i tarif ediyordum."

(Mektûbat sh: 181)

ﺳَﻤِﻌْﻨَﺎ ﻭَ ﺍَﻃَﻌْﻨَﺎ
İşittik ve itaat ettik. (Bakara Sûresi, 2:285)

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻋَﻠَﻰ ﺍْﻟﺎِﻳﻤَﺎﻥِ ﻭَﺍﻟْﺎِﺳْﻠﺎَﻡِ
İmân ve İslâm nimetinden dolayı Allah'a hamd olsun.

(Mektûbat sh: 183)

ﻭَﺛَﺎﻣِﻨُﻬُﻢْ ﻛَﻠْﺒُﻬُﻢْ
Sekizincileri köpekleridir... (Kehf Sûresi, 18:22)

ﻗِﻄْﻤِﻴﺮٍ
Kıtmîr: Ashab-ı Kehf'in köpeklerinin adı. (Fâtır Sûresi, 35:13)

ﻣُﺤْﻀَﺮُﻭﻥَ
Hazır bulundurulanlar. (Yâsin Sûresi, 36:32, 53, 75)

ﻣَﺜْﻨَﻰ
İkişer. (Sebe Sûresi, 34:46; Nisâ Sûresi, 4:3)

(Mektûbat sh: 184)

ﻗُﻞْ ﻟَﺌِﻦِ ﺍﺟْﺘَﻤَﻌَﺖِ ﺍْﻟﺎِﻧْﺲُ ﻭَﺍﻟْﺠِﻦُّ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻥْ ﻳَﺎْﺗُﻮﺍ ﺑِﻤِﺜْﻞِ ﻫَﺬَﺍ ﺍْﻟﻘُﺮْﺍَﻥِ ﻟﺎَ ﻳَﺎْﺗُﻮﻥَ ﺑِﻤِﺜْﻠِﻪِ
"De ki: And olsun, eğer bu Kur'ân'ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler. (İsrâ Sûresi, 11:88)

ﺍَﻳْﻦَ ﺍﻟﺜَّﺮَﺍ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺜُّﺮَﻳَّﺎ
Yer nerede, Süreyyâ yıldızı nerede!

(Mektûbat sh: 187)

ﺍﻟٓﻢٓ ٭ ﺫَﻟِﻚَ ﺍﻟْﻜِﺘَﺎﺏُ ﻟﺎَ ﺭَﻳْﺐَ ﻓِﻴﻪِ
Elif lâm mim. Şu yüce kitap ki, onda asla şüphe yoktur. (Bakara Sûresi, 2:1-2)

(Mektûbat sh: 188)

١ ﺳُﺒْﺤَﺎﻥَ ﻣَﻦْ ﺷَﻬِﺪَ ﻋَﻠَﻰ ﻭَﺣْﺪَﺍﻧِﻴَّﺘِﻪِ ﻭَﺻَﺮَّﺡَ ﺑِﺎَﻭْﺻَﺎﻑِ ﺟَﻤَﺎﻟِﻪِ ﻭَﺟَﻠﺎَﻟِﻪِ ﻭَﻛَﻤَﺎﻟِﻪِ ﺍَﻟْﻘُﺮْﺍَﻥُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ ﺍﻟْﻤُﻨَﻮَّﺭُ ﺟِﻬَﺎﺗُﻪُ ﺍﻟﺴِّﺖُّ ﺍَﻟْﺤَﺎﻭِﻯ

٢ ﻟِﺴِﺮِّ ﺍِﺟْﻤَﺎﻉِ ﻛُﻞِّ ﻛُﺘُﺐِ ﺍْﻟﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ ﻭَﺍْﻟﺎَﻭْﻟِﻴَٓﺎﺀِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻮَﺣِّﺪِﻳﻦَ ﺍﻟْﻤُﺨْﺘَﻠِﻔِﻴﻦَ ﻓِﻰ ﺍْﻟﺎَﻋْﺼَﺎﺭِ ﻭَﺍﻟْﻤَﺸَﺎﺭِﺏِ ﻭَﺍﻟْﻤَﺴَﺎﻟِﻚِ ﺍﻟْﻤُﺘَّﻔِﻘِﻴﻦَ ﺑِﻘُﻠُﻮﺑِﻬِﻢْ ﻭَﻋُﻘُﻮﻟِﻬِﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﺗَﺼْﺪِﻳﻖِ ﺍَﺳَﺎﺳَﺎﺕِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﻭَﻛُﻠِّﻴَّﺎﺕِ ﺍَﺣْﻜَﺎﻣِﻪِ ﻋَﻠَﻰ ﻭَﺟْﻪِ ﺍْﻟﺎِﺟْﻤَﺎﻝِ ﻭَﻫُﻮَ ﻣَﺤْﺾُ ﺍﻟْﻮَﺣْﻰِ ﺑِﺎِﺟْﻤَﺎﻉِ ﺍﻟْﻤُﻨْﺰِﻝِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻨْﺰَﻝِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻨْﺰَﻝِ ﻋَﻠَﻴْﻪِ

٣ ﻭَﻋَﻴْﻦُ ﺍﻟْﻬِﺪَﺍﻳَﺔِ ﺑِﺎﻟْﺒَﺪَﺍﻫَﺔِ ﻭَﻣَﻌْﺪَﻥُ ﺍَﻧْﻮَﺍﺭِ ﺍْﻟﺎِﻳﻤَﺎﻥِ ﺑِﺎﻟﻀَّﺮُﻭﺭَﺓِ

٤ ﻭَﻣَﺠْﻤَﻊُ ﺍﻟْﺤَﻘَٓﺎﺋِﻖِ ﺑِﺎﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ

٥ ﻭَﻣُﻮﺻِﻞٌ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟﺴَّﻌَﺎﺩَﺓِ ﺑِﺎﻟْﻌَﻴَﺎﻥِ ﻭَﺫُﻭ ﺍْﻟﺎَﺛْﻤَﺎﺭِ ﺍﻟْﻜَﺎﻣِﻠِﻴﻦَ ﺑِﺎﻟْﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺓِ

٦ ﻭَﻣَﻘْﺒُﻮﻝُ ﺍﻟْﻤَﻠَﻚِ ﻭَﺍْﻟﺎِﻧْﺲِ ﻭَﺍﻟْﺠَﺎﻥِّ ﺑِﺎﻟْﺤَﺪْﺱِ ﺍﻟﺼَّﺎﺩِﻕِ ﻣِﻦْ ﺗَﻔَﺎﺭِﻳﻖِ ﺍْﻟﺎَﻣَﺎﺭَﺍﺕِ

٧ ﻭَﺍﻟْﻤُﺆَﻳَّﺪُ ﺑِﺎﻟﺪَّﻟﺎَٓﺋِﻞِ ﺍﻟْﻌَﻘْﻠِﻴَّﺔِ ﺑِﺎِﺗِّﻔَﺎﻕِ ﺍﻟْﻌُﻘَﻠﺎَٓﺀِ ﺍﻟْﻜَﺎﻣِﻠِﻴﻦَ ﻭَﺍﻟْﻤُﺼَﺪَّﻕُ ﻣِﻦْ ﺟِﻬَﺔِ ﺍﻟْﻔِﻄْﺮَﺓِ ﺍﻟﺴَّﻠِﻴﻤَﺔِ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺍِﻃْﻤِﺌْﻨَﺎﻥِ ﺍﻟْﻮِﺟْﺪَﺍﻥِ

٨ ﻭَﺍﻟْﻤُﻌْﺠِﺰَﺓُ ﺍْﻟﺎَﺑَﺪِﻳَّﺔُ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻭَﺟْﻪُ ﺍِﻋْﺠَﺎﺯِﻩِ ﻋَﻠَﻰ ﻣَﺮِّ ﺍﻟﺰَّﻣَﺎﻥِ ﺑِﺎﻟْﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺓِ

٩ ﻭَﺍﻟْﻤُﻨْﺒَﺴِﻂُ ﺩَﺍﺋِﺮَﺓُ ﺍِﺭْﺷَﺎﺩِﻩِ ﻣِﻦَ ﺍْﻟَﻤَـَﻠﺎِ ﺍْﻟﺎَﻋْﻠَٓﻰ ﺍِﻟَﻰ ﻣَﻜْﺘَﺐِ ﺍﻟﺼِّﺒْﻴَﺎﻥِ ﻳَﺴْﺘَﻔِﻴﺪُ ﻣِﻦْ ﻋَﻴْﻦِ ﺩَﺭْﺱٍ ﺍَﻟْﻤَﻠَٓﺌِﻜَﺔُ ﻣَﻊَ ﺍﻟﺼَّﺒِﻴِّﻴﻦَ

٠١ ﻭَ ﻛَﺬَﺍ ﻫُﻮَ ﺫُﻭ ﺍﻟْﺒَﺼَﺮِ ﺍﻟْﻤُﻄْﻠَﻖِ ﻳَﺮَﻯ ﺍْﻟﺎَﺷْﻴَٓﺎﺀَ ﺑِﻜَﻤَﺎﻝِ ﺍﻟْﻮُﺿُﻮﺡِ

ﻭَﺍﻟﻈُّﻬُﻮﺭِ ﻭَﻳُﺤِﻴﻂُ ﺑِﻬَﺎ ﻭَﻳُﻘَﻠِّﺐُ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢَ ﻓِﻰ ﻳَﺪِﻩِ ﻭَﻳُﻌَﺮِّﻓُﻪُ ﻟَﻨَﺎ ﻛَﻤَﺎ ﻳُﻘَﻠِّﺐُ ﺻَﺎﻧِﻊُ ﺍﻟﺴَّﺎﻋَﺔِ ﺍﻟﺴَّﺎﻋَﺔَ ﻓِﻰ ﻛَﻔِّﻪِ ﻭَﻳُﻌَﺮِّﻓُﻬَﺎ ﻟِﻠﻨَّﺎﺱِ

١١ﻓَﻬَﺬَﺍ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥُ ﺍﻟْﻌَﻈِﻴﻢُ ﺍﻟﺸَّﺎﻥِ ﻫُﻮَ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻳَﻘُﻮﻝُ ﻣُﻜَﺮَّﺭًﺍ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ﻓَﺎﻋْﻠَﻢْ ﺍَﻧَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ


1- İşte şu tefekkür-ü Arabînin tercümesi ve meali şudur ki, yani: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın altı ciheti parlaktır ve nurludur. Evham ve şübehat içine giremez. Çünki arkası Arş'a dayanıyor; o cihette nur-u vahiy var. Önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn var. Ebede, âhirete el atmış; Cennet ve saadet nuru var. Üstünde sikke-i i'caz parlıyor. Altında bürhan ve delil direkleri var. İçi hâlis hidayet. Sağı
ﺍَﻓَﻠﺎَ ﻳَﻌْﻘِﻠُﻮﻥَ (Akıl etmezler mi? (Yâsin Sûresi, 36:68) ler ile ukûlü istintakla "Sadakte" dedirtiyor. Solunda; kalblere ezvak-ı ruhanî vermekle, vicdanları istişhad ederek "Bârekâllah" dediren Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'a hangi köşeden, hangi cihetten evham ve şübehatın hırsızları girebilir?

2- Evet Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan asırları, meşrebleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidînin kitablarının sırr-ı icma'ını câmi'dir. Yani bütün o ehl-i kalb ve akıl, Kur'an-ı Hakîm'in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitablarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur'an şecere-i semavîsinin kökleri hükmündedirler. Hem Kur'an-ı Hakîm, vahye istinad ediyor ve vahiydir. Çünki Kur'anı nâzil eden Zât-ı Zülcelal, mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) ile, Kur'an vahiy olduğunu gösterir, isbat eder. Ve nâzil olan Kur'an dahi, üstündeki i'caz ile gösterir ki, Arş'tan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bidayet-i vahiydeki telaşı ve nüzul-i vahiy vaktindeki vaziyet-i bîhuşu ve herkesten ziyade Kur'ana karşı ihlas ve hürmeti gösteriyor ki: Vahiy olup ezelden geliyor, ona misafir oluyor.

3- Hem o Kur'an bilbedahe mahz-ı hidayettir. Çünki onun muhalifi, bilmüşahede küfrün dalaletidir. Hem bizzarure Kur'an envâr-ı imaniyenin madenidir. Elbette envâr-ı imaniyenin aksi, zulümattır. Çok Sözlerde bunu kat'î olarak isbat etmişiz. 4- Hem Kur'an bilyakîn hakaikın mecma'ıdır. Hayalât ve hurafat, içine giremez. Teşkil ettiği hakikatlı âlem-i İslâmiyet, izhar ettiği esaslı şeriat ve gösterdiği âlî kemalâtın şehadetiyle, âlem-i gayba ait olan bahislerinde dahi, âlem-i şehadetteki bahisleri gibi, ayn-ı hakaik olduğunu ve içinde hilaf bulunmadığını isbat eder.

5- Hem Kur'an bil'ayan ve şübhesiz, saadet-i dâreyne îsal eder, beşeri ona sevkeder. Kimin şübhesi varsa, bir defa Kur'anı okusun ve dinlesin ne diyor? Hem Kur'anın verdiği meyveler; hem mükemmeldir, hem hayatdardır. Öyle ise, Kur'an ağacının kökü hakikattadır, hayatdardır. Çünki meyvenin hayatı, ağacın hayatına delalet eder. İşte bak; her asırda ne kadar asfiya ve evliya gibi mükemmel ve kâmil zîhayat ve zînur meyveler vermiş.

6- Hem hadsiz müteferrik emarelerden neş'et eden bir hads ve kanaatla, Kur'an hem ins, hem cinn, hem meleğin makbulü ve mergubudur ki; okunduğu vakit onlar iştiyakla pervane gibi etrafına toplanıyorlar.

7- Hem Kur'an vahiy olmakla beraber, delail-i akliye ile teyid ve tahkim edilmiş. Evet kâmil ukalânın ittifakı buna şahiddir. Başta ülema-i ilm-i Kelâmın allâmeleri ve İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi felsefenin dâhîleri müttefikan esasat-ı Kur'aniyeyi usûlleriyle, delilleriyle isbat etmişler. Hem Kur'an, fıtrat-ı selime cihetiyle musaddaktır. Eğer bir ârıza ve bir maraz olmazsa; herbir fıtrat-ı selime onu tasdik eder. Çünki itminan-ı vicdan ve istirahat-ı kalb, onun envârıyla olur. Demek fıtrat-ı selime, vicdanın itminanı şehadetiyle, onu tasdik ediyor. Evet fıtrat, lisan-ı haliyle Kur'ana der: "Fıtratımızın kemali sensiz olamaz!" Şu hakikatı çok yerlerde isbat etmişiz.

8- Hem Kur'an bilmüşahede ve bilbedahe, ebedî ve daimî bir mu'cizedir. Her vakit i'cazını gösterir. Sair mu'cizat gibi sönmez, vakti bitmez, ebedîdir.

9- Hem Kur'anın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik var ki; birtek dersinde, Hazret-i Cibril (A.S.), bir tıfl-ı nevresîde ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbn-i Sina gibi en dâhî feylesof, en âmi bir ehl-i kıraatla diz dize aynı dersi okurlar, derslerini alırlar. Hattâ bazan olur ki; o âmi adam, kuvvet ve safvet-i iman cihetiyle, İbn-i Sina'dan daha ziyade istifade eder.

10- Hem Kur'anın içinde öyle bir göz var ki; bütün kâinatı görür, ihata eder ve bir kitabın sahifeleri gibi kâinatı göz önünde tutar, tabakatını ve âlemlerini beyan eder. Bir saatin san'atkârı nasıl saatini çevirir, açar, gösterir, tarif eder; Kur'an dahi, elinde kâinatı tutmuş öyle yapıyor. 11- İşte şöyle bir Kur'an-ı Azîmüşşan'dır ki
ﻓَﺎﻋْﻠَﻢْ ﺍَﻧَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ der, vahdaniyeti ilân eder.

ﻓَﺎﻋْﻠَﻢْ ﺍَﻧَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ
(Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur. (Muhammed Sûresi, 47:19)

(Mektûbat sh: 191)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍﺟْﻌَﻞِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥَ ﻟَﻨَﺎ ﻓِﻰ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﻗَﺮِﻳﻨًﺎ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻘَﺒْﺮِ ﻣُﻮﻧِﺴًﺎ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻘِﻴَﺎﻣَﺔِ ﺷَﻔِﻴﻌًﺎ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺼِّﺮَﺍﻁِ ﻧُﻮﺭًﺍ ﻭَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺭِ ﺳِﺘْﺮًﺍ ﻭَ ﺣِﺠَﺎﺑًﺎ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔِ ﺭَﻓِﻴﻘًﺎ ﻭَ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟْﺨَﻴْﺮَﺍﺕِ ﻛُﻠِّﻬَﺎ ﺩَﻟِﻴﻠﺎً ﻭَ ﺍِﻣَﺎﻣًﺎ ٭ ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﻧَﻮِّﺭْ ﻗُﻠُﻮﺑَﻨَﺎ ﻭَ ﻗُﺒُﻮﺭَﻧَﺎ ﺑِﻨُﻮﺭِ ﺍْﻟﺎِﻳﻤَﺎﻥِ ﻭَ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﻭَ ﻧَﻮِّﺭْ ﺑُﺮْﻫَﺎﻥَ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﺑِﺤَﻖِّ ﻭَ ﺑِﺤُﺮْﻣَﺔِ ﻣَﻦْ ﺍُﻧْﺰِﻝَ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥُ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﺍﻟﺼَّﻠﺎَﺓُ ﻭَ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟْﺤَﻨَّﺎﻥِ ﺍَﻣِﻴﻦَ

Allahım! Kur'ân'ı bize dünyada bir dost, kabirde ünsiyetli bir yoldaş, kıyamette bir şefaatçi, sırat üzerinde bir nur, Cehennem ateşine karşı bir siper ve örtü, Cennette bir refik, bütün hayırlara bir delil ve imam kıl. Allahım! Kalblerimizi ve kabirlerimizi iman ve Kur'ân nuruyla nurlandır. Üzerine Kur'ân indirilen Zâtın -Rahmân-ı Hannân'ın salât ve selâmı onun ve âlinin üzerine olsun - hakkı ve hürmeti için, bize Kur'ân'ın burhanlarını aydınlat. Âmin.

(Mektûbat sh: 194)

ﺳَﻤِﻌْﻨَﺎ ﻭَ ﺍَﻃَﻌْﻨَﺎ
İşittik ve itaat ettik. (Bakara Sûresi, 2:285)

(Mektûbat sh: 195)

ﻓَﺎﻋْﻠَﻢْ ﺍَﻧَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ
Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur. (Muhammed Sûresi, 41:19)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻋَﺪَﺩَ ﺣَﺴَﻨَﺎﺕِ ﺍُﻣَّﺘِﻪِ
Allahım! Ona ve âline, ümmetinin hasenâtı adedince salât ve selâm et.

ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin. (Bakara Sûresi, 2:32)

(Mektûbat sh: 196)

ﻭَ ﺍَﻣَّﺎ ﺑِﻨِﻌْﻤَﺔِ ﺭَﺑِّﻚَ ﻓَﺤَﺪِّﺙْ
Rabbinin nimetine gelince, onu minnet ve şükranla an. (Duhâ Sûresi, 93:11)

(Mektûbat sh: 197)
 

Ahmet.1

Well-known member
Mu'cizat-ı Ahmediye'nin Birinci Zeyli

(Ondokuzuncu Söz, Risalet-i Ahmediyeye (A.S.M.) dair olduğundan; âyet ve hadis mealleri, bu kitabın Sözler,19. Söz kısmında verilmiştir. Oraya bakılsın.)

(Mektûbat sh: 207)

Şakk-ı Kamer Mu'cizesine Dairdir

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

ﺍِﻗْﺘَﺮَﺑَﺖِ ﺍﻟﺴَّﺎﻋَﺔُ ﻭَ ﺍﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ ٭ ﻭَﺍِﻥْ ﻳَﺮَﻭْ ﺍَﻳَﺔً ﻳُﻌْﺮِﺿُﻮﺍ ﻭَ ﻳَﻘُﻮﻟُﻮﺍ ﺳِﺤْﺮٌ ﻣُﺴْﺘَﻤِﺮٌّ
Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. Onlar ise, ne zaman bir mu'cize görseler yüz çevirir ve 'Bu daimî bir sihirdir' derler. (Kamer Sûresi, 54:1-2)

ﻭَ ﺍﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ
Ve Ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

(Mektûbat sh: 208)

ﻭَ ﻳَﻘُﻮﻟُﻮﺍ ﺳِﺤْﺮٌ ﻣُﺴْﺘَﻤِﺮٌّ
Bu daimî bir sihirdir' derler. (Kamer Sûresi, 54:2)

(Mektûbat sh: 210)

ﻭَ ﺍﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ
Ve Ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﺍﻟﺼَّﻠﺎَﺓُ ﻭَﺍﻟﺘَّﺴْﻠِﻴﻤَﺎﺕُ ﻣِﻠْﺎَ ﺍْﻟﺎَﺭْﺽِ ﻭَﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ
Ona ve âline, yer ve gökler dolusunca salât ve selâm olsun.

ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin. (Bakara Sûresi, 2:32)

(Mektûbat sh: 211)
 

Ahmet.1

Well-known member
Mu'cizat-ı Ahmediye (a.s.m.) Zeylinin Bir Parçasıdır

ﻭَ ﺍﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ
Ve Ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

(Mektûbat sh: 214)

ﺍَﻟﺴَّﺒَﺐُ ﻛَﺎﻟْﻔَﺎﻋِﻞِ
Bir şeye sebep olan, onu işleyen gibidir. ["Hayrın yolunu gösteren, onu işleyen gibidir" (Feyzü'l- Kadîr, c.3, s. 531, hadîs no: 4250; Keşfü'l-Hafâ, c. 1, s. 399.) hadîsinden alınan bir ölçü.]

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Bâkî olan sadece Odur.

ﺍَﻟْﻔَﻀْﻞُ ﻣَﺎ ﺷَﻬِﺪَﺕْ ﺑِﻪِ ﺍْﻟﺎَﻋْﺪَٓﺍﺀُ
"Fazilet odur ki; düşmanlar dahi onu tasdik etsin."

ﻭَﻗَﺪْ ﺍِﻋْﺘَﺮَﻑَ ﺣَﺘَّﻰ ﻋُﻠَﻤَٓﺎﺀُ ﺍﻟْﻐَﺮْﺏِ ﺑِﺴُﻤُﻮِّ ﻣَﺒَﺎﺩِﻯ ﺍْﻟﺎِﺳْﻠﺎَﻡِ ﻭَﺻَﻠﺎَﺣِﻬَﺎ ﻟِﻠْﻌَﺎﻟَﻢِ... ﻗَﺎﻝَ ﻋَﻤِﻴﺪُ ﻛُﻠِّﻴَّﺔِ ﺍﻟْﺤُﻘُﻮﻕِ ﺑِﺠَﺎﻣِﻌَﺔِ ﯦِﻴﻴَﻨَﺎ َﺍْﻟﺎُﺳْﺘَﺎﺫُ ﺷَﺒُﻮﻝْ ﻓِﻰ ﻣُﺆْﺗَﻤَﺮِ ﺍﻟْﺤُﻘُﻮﻗِﻴِّﻴﻦَ ﺍﻟْﻤُﻨْﻌَﻘَﺪِ ﻓِﻰ ﺳَﻨَﺔِ ﴿٧٢٩١﴾ ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﺒَﺸَﺮِﻳَّﺔَ ﻟَﺘَﻔْﺘَﺨِﺮُ ﺑِﺎِﻧْﺘِﺴَﺎﺏِ ﺭَﺟُﻞٍ ﻛَﻤُﺤَﻤَّﺪٍ ﴿ﻉ ﺹ ﻡ﴾ ﺍِﻟَﻴْﻬَﺎ ﺍِﺫْ ﺍِﻧَّﻪُ ﺭَﻏْﻢَ ﺍُﻣِّﻴَّﺘِﻪِ ﺍِﺳْﺘَﻄَﺎﻉَ ﻗَﺒْﻞَ ﺑِﻀْﻌَﺔِ ﻋَﺸَﺮَ ﻗَﺮْﻧًﺎ ﺍَﻥْ ﻳَﺎْﺗِﻰ ﺑِﺘَﺸْﺮِﻳﻊٍ ﺳَﻨَﻜُﻮﻥُ ﻧَﺤْﻦُ ﺍْﻟﺎَﻭْﺭُﻭﺑَﺎﺋِﻴِّﻴﻦَ ﺍَﺳْﻌَﺪَ ﻣَﺎ ﻧَﻜُﻮﻥُ ﻟَﻮْ ﻭَﺻَﻠْﻨَﺎ ﺍِﻟَﻰ ﻗِﻴْﻤَﺘِﻪِ ﺑَﻌْﺪَ ﺍَﻟْﻔَﻰْ ﻋَﺎﻡٍ ﻭَ ﻗَﺎﻝَ ﺑَﺮْﻧَﺎﺭْﺩ ﺷَﻮْ : ﻟَﻘَﺪْ ﻛَﺎﻥَ ﺩِﻳﻦُ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﴿ﻉ ﺹ ﻡ﴾ ﻣَﻮْﺿِﻊَ ﺍﻟﺘَّﻘْﺪِﻳﺮِ ﺍﻟﺴَّﺎﻣِﻰ ﺩَٓﺍﺋِﻤًﺎ ﻟِﻤَﺎ ﻳَﻨْﻄَﻮِﻯ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻣِﻦْ ﺣَﻴَﻮِﻳَّﺔٍ ﻣُﺪْﻫِﺸَﺔٍ ِﻟﺎَﻧَّﻪُ ﻋَﻠَﻰ ﻣَﺎ ﻳَﻠُﻮﺡُ ﻟِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟﺪِّﻳﻦُ ﺍﻟْﻮَﺣِﻴﺪُ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻟَﻪُ ﻣَﻠَﻜَﺔُ ﺍﻟْﻬَﻀْﻢِ ِﻟﺎَﻃْﻮَﺍﺭِ ﺍﻟْﺤَﻴَﺎﺓِ ﺍﻟْﻤُﺨْﺘَﻠِﻔَﺔِ ﻭَﺍﻟَّﺬِﻯ ﻳَﺴْﺘَﻄِﻴﻊُ ﻟِﺬَﻟِﻚَ ﺍَﻥْ ﻳَﺠْﺬِﺏَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻛُﻞَّ ﺟَﻴْﻞٍ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ ﻭَ ﺍَﺭَﻯ ﻭَﺍﺟِﺒًﺎ ﺍَﻥْ ﻳُﺪْﻋَﻰ ﻣُﺤَﻤَّﺪٌ ﴿ﻉ ﺹ ﻡ﴾ ﻣُﻨْﻘِﺬَ ﺍْﻟﺎِﻧْﺴَﺎﻧِﻴَّﺔِ ﻭَ ﺍَﻋْﺘَﻘِﺪُ ﺍَﻥَّ ﺭَﺟُﻠﺎً ﻣِﺜْﻠَﻪُ ﺍِﺫَﺍ ﺗَﻮَﻟَّﻰ ﺯَﻋَﺎﻣَﺔَ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢِ ﺍﻟْﺤَﺪِﻳﺚِ ﻧَﺠَﺢَ ﻓِﻰ ﺣَﻞِّ ﻣُﺸْﻜِﻠﺎَﺗِﻪِ ﻭَﺍَﺣَﻞَّ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢِ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻣَﺔَ ﻭَﺍﻟﺴَّﻌَﺎﺩَﺓَ ﴿ﻳَﻌْﻨِﻰ ﺍﻟْﻤُﺴَﺎﻟَﻤَﺔَ ﻭَﺍﻟﺼُّﻠْﺢَ ﺍﻟْﻌُﻤُﻮﻣِﻰَّ﴾ ﻭَﻣَﺎ ﺍَﺷَﺪَّ ﺣَﺎﺟَﺔَ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢِ ﺍَﻟْﻴَﻮْﻡَ ﺍِﻟَﻴْﻬَﺎ

(Mektûbat sh: 215)

Tercümesinin bir hülâsası:

Evet garb üleması ve feylesofları itiraf ve ikrar etmişler ki: "İslâmiyetin kanunları, yüksek bir tarzda âlemin ıslahına kâfidir."

Hem Külliyet-ül Hukuk Kongresinin cem'iyetinde, bütün hukukiyyunun toplandığı o kongrede 1921 senesinde onun reisi feylesof üstad Shebol demiş ki: "Muhammed'in (A.S.M.) beşeriyete intisabıyla bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünki o Zât ümmi olmasıyla beraber, onüç asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki; biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mes'ud, en saadetli oluruz."

İkincisi veyahut Nur Çeşmesi'nin âhirine ilâve edilenlerle kırkbeşincisi olan Bernard Shaw demiş: "Din-i Muhammedî'nin (A.S.M.) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı temin etmesidir. Bana açılan budur ki: O din tek, yekta, emsalsiz bir din-i ferîd olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yani, ıslah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed'in (A.S.M.) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: "Muhammed (A.S.M.) insaniyetin halaskârıdır. Ve halaskârlık namı, ona verilmek lâzımdır."

Hem diyor: "Ben itikad ediyorum ki: Muhammed'in misli, yani sîretinde, tarzında bir adam şimdiki yeni âleme reis olsa, hükmetse; bu yeni âlemin müşkilâtını halledip, bu yeni karmakarışık âlemde müsalemet-i umumiyeye ve saadet-i hayatın husulüne sebeb olacak. Evet, bu yeni âlemin müsalemet ve saadet-i hayatiyeye ne kadar şedid ihtiyacı var olduğunu herkes anlar!"

(Mektûbat sh: 216)
 

Ahmet.1

Well-known member
Âyet-ül Kübra Risalesinin Risalet-i Ahmediyeden bahseden Onaltıncı Mertebesi

ﻭَ ﺍﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ
Ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

ﻭَﻣَﺎ ﺭَﻣَﻴْﺖَ ﺍِﺫْ ﺭَﻣَﻴْﺖَ ﻭَﻟَﻜِﻦَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺭَﻣَﻰ
Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı. (Enfâl Sûresi, 8:17)

(Mektûbat sh: 221)

ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺍﻟْﻮَﺍﺟِﺐُ ﺍﻟْﻮُﺟُﻮﺩِ ﺍﻟْﻮَﺍﺣِﺪُ ﺍْﻟﺎَﺣَﺪُ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﺩَﻝَّ ﻋَﻠَﻰ ﻭُﺟُﻮﺏِ ﻭُﺟُﻮﺩِﻩِ ﻓِﻰ ﻭَﺣْﺪَﺗِﻪِ ﻓَﺨْﺮُ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢِ ﻭَ ﺷَﺮَﻑُ ﻧَﻮْﻉِ ﺑَﻨِﻰ ﺍَﺩَﻡَ ﺑِﻌَﻈَﻤَﺔِ ﺳَﻠْﻄَﻨَﺔِ ﻗُﺮْﺍَﻧِﻪِ ﻭَ ﺣِﺸْﻤَﺔِ ﻭُﺳْﻌَﺔِ ﺩِﻳﻨِﻪِ ﻭَ ﻛَﺜْﺮَﺓِ ﻛَﻤَﺎﻟﺎَﺗِﻪِ ﻭَ ﻋُﻠْﻮِﻳَّﺔِ ﺍَﺧْﻠﺎَﻗِﻪِ ﺣَﺘَّﻰ ﺑِﺘَﺼْﺪِﻳﻖِ ﺍَﻋْﺪَﺍﺋِﻪِ ﻭَ ﻛَﺬَﺍ ﺷَﻬِﺪَ ﻭَ ﺑَﺮْﻫَﻦَ ﺑِﻘُﻮَّﺓِ ﻣِﺄَﺕِ ﺍﻟْﻤُﻌْﺠِﺰَﺍﺕِ ﺍﻟﻈَّﺎﻫِﺮَﺍﺕِ ﺍﻟْﺒَﺎﻫِﺮَﺍﺕِ ﺍﻟْﻤُﺼَﺪِّﻗَﺔِ ﺍﻟْﻤُﺼَﺪَّﻗَﺔِ ﻭَ ﺑِﻘُﻮَّﺓِ ﺍَﻟﺎَﻑِ ﺣَﻘَﺎﺋِﻖِ ﺩِﻳﻨِﻪِ ﺍﻟﺴَّﺎﻃِﻌَﺔِ ﺍﻟْﻘَﺎﻃِﻌَﺔِ ﺑِﺎِﺟْﻤَﺎﻉِ ﺍَﻟِﻪِ ﺫَﻭِﻯ ﺍْﻟﺎَﻧْﻮَﺍﺭِ ﻭَ ﺑِﺎِﺗِّﻔَﺎﻕِ ﺍَﺻْﺤَﺎﺑِﻪِ ﺫَﻭِﻯ ﺍْﻟﺎَﺑْﺼَﺎﺭِ ﻭَ ﺑِﺘَﻮَﺍﻓُﻖِ ﻣُﺤَﻘِّﻘِﻰ ﺍُﻣَّﺘِﻪِ ﺫَﻭِﻯ ﺍﻟْﺒَﺮَﺍﻫِﻴﻦِ ﻭَ ﺍﻟْﺒَﺼَﺎﺋِﺮِ ﺍﻟﻨَّﻮَّﺍﺭَﺓِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, Kur'ân'ının azamet-i saltanatı ve dininin haşmet-i vüs'ati ve kemâlâtının kesreti ve hattâ düşmanlarının tasdikiyle dahi ahlâkının ulviyetiyle, fahr-i âlem ve şeref-i nev-i benî Âdem olan zât (a.s.m.), Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, o zât (a.s.m.), zâhir ve bâhir ve musaddık ve musaddak yüzlerce mu'cizâtının kuvvetiyle ve dininin sâti' ve kàti' binlerce hakaik-i diniyesinin kuvvetiyle ve Ehl-i Beytinin icmâıyla ve basar sahibi Ashabının ittifakıyla ve ümmetinden burhan ve nuranî basiret sahibi muhakkiklerin tevafukuyla, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna şehadet ve onu ispat eder.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Bâkî olan sadece Odur.

(Mektûbat sh: 222)
 

Ahmet.1

Well-known member
Yirminci Mektub

Yirminci Mektub, 1928 yılında Barla'da te'lif edilmiştir.

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 17:44)

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَﺣْﺪَﻩُ ﻟﺎَ ﺷَﺮِﻳﻚَ ﻟَﻪُ ﻟَﻪُ ﺍﻟْﻤُﻠْﻚُ ﻭَ ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻳُﺤْﻴِﻰ ﻭَ ﻳُﻤِﻴﺖُ ﻭَ ﻫُﻮَ ﺣَﻰٌّ ﻟﺎَ ﻳَﻤُﻮﺕُ ﺑِﻴَﺪِﻩِ ﺍﻟْﺨَﻴْﺮُ ﻭَ ﻫُﻮَ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻗَﺪِﻳﺮٌ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻤَﺼِﻴﺮُ
Allah'tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; Onun hiçbir şeriki yoktur. Mülk Ona ait, hamd Ona mahsustur. Hayatı veren de Odur, ölümü veren de Odur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. O herşeye hakkıyla kàdirdir. Herşeyin ve herkesin dönüşü de Onadır. (Buharî, Ezân: 155; Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30, 74, 75, 76; Tirmizî, Mevâkıt: 108; Hac: 104; Nesâî, Sehiv: 83-86; İbni Mâce, Dua: 10, 14, 16; Ebû Dâvud, Menâsik: 56; Dârîmî, Salât: 88, 90; Muvatta', Hac: 121, 243; Kur'an: 20, 22; Müsned, 1:47; 2:5; 3:320; 4:4; 5:191)

(Mektûbat sh: 223)

ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ
Allahtan başka ilah yoktur

ﻭَﺣْﺪَﻩُ
O birdir

(Mektûbat sh: 224)

ﻭَﺣْﺪَﻩُ
"Allah birdir.

ﻟﺎَ ﺷَﺮِﻳﻚَ ﻟَﻪُ
Onun şeriki yoktur

ﻟَﻪُ ﺍﻟْﻤُﻠْﻚُ
Mülk onundur

(Mektûbat sh: 225)

ﻭَ ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ
Hamd onundur

ﻳُﺤْﻴِﻰ
Hayatı veren Odur

(Mektûbat sh: 226)

ﻭَ ﻳُﻤِﻴﺖُ
Mevti veren Odur.

ﻭَ ﻫُﻮَ ﺣَﻰٌّ ﻟﺎَ ﻳَﻤُﻮﺕُ
Hayatı daimidir, ölümsüzdür.

ﺑِﻴَﺪِﻩِ ﺍﻟْﺨَﻴْﺮُ
Hayır Onun elindedir.

(Mektûbat sh: 227)

ﻭَ ﻫُﻮَ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻗَﺪِﻳﺮٌ
Hiçbir şey Ona ağır gelemez, herşeye gücü yeter.

(Mektûbat sh: 228)

ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻤَﺼِﻴﺮُ
Dönüş Onadır

(Mektûbat sh: 229)

ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ
Allahtan başka ilah yoktur

(Mektûbat sh: 230)

ﻭَﺣْﺪَﻩُ
O birdir

(Mektûbat sh: 231)

ﻟﺎَ ﺷَﺮِﻳﻚَ ﻟَﻪُ
Onun şeriki yoktur

ﻟَﻪُ ﺍﻟْﻤُﻠْﻚُ
Mülk onundur
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
ﻟَﻪُ ﺍﻟْﻤُﻠْﻚُ ِﻟﺎَﻥَّ ﺫَﺍﻙَ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢَ ﺍﻟْﻜَﺒِﻴﺮَ ﻛَﻬَﺬَﺍ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢِ ﺍﻟﺼَّﻐِﻴﺮِ ٭ ﻣَﺼْﻨُﻮﻋَﺎ ﻗُﺪْﺭَﺗِﻪِ ﻣَﻜْﺘُﻮﺑَﺎ ﻗَﺪَﺭِﻩِ ٭ ﺍِﺑْﺪَﺍﻋُﻪُ ﻟِﺬَﺍﻙَ ﺻَﻴَّﺮَﻩُ ﻣَﺴْﺠِﺪًﺍ ٭ ﺍِﻳﺠَﺎﺩُﻩُ ﻟِﻬَﺬَﺍ ﺻَﻴَّﺮَﻩُ ﺳَﺎﺟِﺪًﺍ ﺍِﻧْﺸَٓﺎﺅُﻩُ ﻟِﺬَﺍﻙَ ﺻَﻴَّﺮَ ﺫَﺍﻙَ ﻣِﻠْﻜًﺎ ٭ ﺍِﻳﺠَﺎﺩُﻩُ ﻟِﻬَﺬَﺍ ﺻَﻴَّﺮَﻩُ ﻣَﻤْﻠُﻮﻛًﺎ ٭ ﺻَﻨْﻌَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ ﺗَﻈَﺎﻫَﺮَﺕْ ﻛِﺘَﺎﺑًﺎ ٭ ﺻِﺒْﻐَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﻫَﺬَﺍ ﺗَﺰَﺍﻫَﺮَﺕْ ﺧِﻄَﺎﺑًﺎ ٭ ﻗُﺪْﺭَﺗُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ ﺗُﻈْﻬِﺮُ ﺣِﺸْﻤَﺘَﻪُ ٭ ﺭَﺣْﻤَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﻫَﺬَﺍ ﺗُﻨَﻈِّﻢُ ﻧِﻌْﻤَﺘَﻪُ ٭ ﺣِﺸْﻤَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ ﺗَﺸْﻬَﺪُ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﻮَﺍﺣِﺪُ ٭ ﻧِﻌْﻤَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﻫَﺬَﺍ ﺗُﻌْﻠِﻦُ ﻫُﻮَ ﺍْﻟﺎَﺣَﺪُ ٭ ﺳِﻜَّﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻜُﻞِّ ﻭَﺍْﻟﺎَﺟْﺰَٓﺍﺀِ ٭ ﺧَﺎﺗَﻤُﻪُ ﻓِﻰ ﻫَﺬَﺍ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺠِﺴْﻢِ ﻭَ ﺍْﻟﺎَﻋْﻀَٓﺎﺀِ

(Mektûbat sh: 232)

ﺫَﺍﻙَ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢَ ﺍﻟْﻜَﺒِﻴﺮَ...ﺍﻟﺦٓ

Yani: Şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musaggarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî ve enfüsî vahdaniyet delailini gösteriyorlar. Evet kâinattaki san'at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta, nümunesi insanda vardır. O daire-i kübradaki san'at, Sâni'-i Vâhid'e şehadet ettiği gibi, şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebînî san'at dahi, yine o Sani'a işaret eder, vahdetini gösterir. Hem nasılki şu insan gayet manidar bir mektub-u Rabbanîdir, muntazam bir kaside-i kaderdir.. öyle de şu kâinat dahi, aynı o kalem-i kaderle, fakat büyük bir mikyasta yazılmış muntazam bir kaside-i kaderdir. Hiç mümkün müdür ki; hadsiz alâmet-i farika ile bütün insanlara bakan şu insan yüzündeki sikke-i vahdete ve bütün mevcudatı omuz omuza, el ele, baş başa veren kâinat üstündeki hâtem-i vahdaniyete, Vâhid-i Ehad'den başka bir şey'in müdahalesi bulunsun?

ﺍِﺑْﺪَﺍﻋُﻪُ ﻟِﺬَﺍﻙَ...ﺍﻟﺦ

Meali şudur: Sani-i Hakîm, âlem-i ekberi öyle bedi' bir surette halk edip âyât-ı kibriyasını üstünde nakşetmiş ki; kâinatı bir mescid-i kebir şekline döndürmüş ve insanı dahi öyle bir tarzda icad edip, ona akıl vererek, onunla o mu'cizat-ı san'atına ve o bedi' kudretine karşı secde-i hayret ettirerek, ona âyât-ı kibriyayı okutturup, kemerbeste-i ubudiyet ettirerek, o mescid-i kebirde bir abd-i sâcid fıtratında yaratmıştır. Hiç mümkün müdür ki: Şu mescid-i kebirin içindeki sâcidlerin, âbidlerin mabud-u hakikîleri; o Sâni'-i Vâhid-i Ehad'den başkası olabilsin?.

ﺍِﻧْﺸَٓﺎﺋُﻪُ ﻟِﺬَﺍﻙَ...ﺍﻟﺦ

Meali şudur ki: O Mâlik-ül Mülk-i Zülcelal, âlem-i ekberi, bahusus Küre-i Arz yüzünü öyle bir surette inşa ederek yapmıştır ki; birbiri içinde hadsiz daireler olup, herbir daire bir tarla hükmünde olup, vakit-bevakit, mevsim-bemevsim, asır-beasır;

(Mektûbat sh: 233)

eker, biçer, mahsulât alır. Mütemadiyen mülkünü çalıştırır, tasarruf eder. En büyük daire olan zerrat âlemini bir tarla yapıp, her zaman kâinat kadar mahsulâtı; kudretiyle, hikmetiyle onda eker, biçer, kaldırır. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme gönderir. Sonra mutavassıt bir daire olan zemin yüzünü, aynen öyle bir mezraa yapmış ki; mevsim-bemevsim âlemleri, enva'ları içinde eker, biçer, kaldırır. Manevî mahsulâtını dahi gaybî, uhrevî, misalî ve manevî âlemlerine gönderir. Daha küçük bir daire olan bir bahçeyi yine yüz defa, bin defa kudretle doldurup, hikmetle boşalttırıyor. Daha küçük bir daire olan bir zîhayatı, meselâ bir ağacı, bir insanı, yüz defa onun kadar, ondan mahsulât alır. Demek o Mâlik-ül Mülk-i Zülcelal; küçük-büyük, cüz'î-küllî herşey'i birer model hükmünde inşa ederek, yüzler tarzda, taze taze nakışlarla münakkaş mensucat-ı san'atını onlara giydirir; cilve-i esmasını, mu'cizat-ı kudretini izhar eder. Kendi mülkünde herbir şey'i, birer sahife hükmünde inşa etmiş; her sahifede, yüzer tarzda manidar mektubatını yazar; hikmetinin âyâtını izhar eder, zîşuurlara okutturur. Şu âlem-i ekberi, mülk şeklinde inşa etmekle beraber; şu insanı dahi öyle bir surette halketmiştir ve ona öyle cihazat ve âletler ve havas ve hissiyatlar ve bilhassa nefs, heva ve ihtiyaç ve iştiha ve hırs ve dava vermiştir ki; o geniş mülkünde, bütün mülke muhtaç bir memluk hükmüne getirmiştir.

İşte hiç mümkün müdür ki: Pek büyük olan âlem-i zerrattan tâ bir sineğe kadar bütününü mülk ve tarla yapan ve küçük insanı, o büyük mülke nâzır ve müfettiş ve çiftçi ve tüccar ve dellâl ve âbid ve memluk yaptıran ve kendine, muhterem bir misafir ve sevgili bir muhatab ittihaz eden o Mâlik-ül Mülk-i Zülcelal'den başka, o mülke tasarruf edip, o memluke seyyid olabilsin?

ﺻَﻨْﻌَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ...ﺍﻟﺦ

ibaresidir. Meali şudur ki: Sani'-i Zülcelal'in âlem-i ekberdeki san'atı o derece manidardır ki; o san'at, bir kitab suretinde tezahür edip, kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden, akl-ı beşer, hakikî fenn-i hikmet kütübhanesini ondan aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı hikmet, o derece hakikatla bağlı ve hakikattan meded alıyor ki, büyük Kitab-ı Mübin'in bir nüshası olan Kur'an-ı Hakîm şeklinde ilân edildi. Hem nasılki kâinattaki san'atı, kemal-i intizamından kitab şekline girdi; insandaki sıbgatı ve nakş-ı hikmeti dahi, hitab çiçeğini açtı. Yani o san'at, o derece manidar ve hassas ve güzeldir ki; o makine-i zîhayattaki cihazatı, fonoğraf gibi nutka geldi, söylettirdi. Ve öyle bir ahsen-i takvim içinde bir sıbga-i Rabbaniye

(Mektûbat sh: 234)

vermiş ki; o maddî, cismanî, camid kafada; manevî, gaybî, hayatdar olan beyan ve hitab çiçeği açıldı. Ve o insan kafasındaki kabiliyet-i nutk u beyana, o derece ulvî cihazat ve istidad verdi ki; Sultan-ı Ezelî'ye muhatab olacak bir makamda inkişaf ettirdi, terakki verdi. Yani fıtrat-ı insaniyedeki sıbgat-ı Rabbaniye, hitab-ı İlahî çiçeğini açtı. Hiç mümkün müdür ki: Kitab derecesine gelen bütün mevcudattaki san'ata ve hitab makamına gelen insandaki o sıbgata, Vâhid-i Ehad'den başkası karışabilsin? Hâşâ!..

ﻗُﺪْﺭَﺗُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ...ﺍﻟﺦ

ibaresidir. Meali şudur ki: Kudret-i İlahiye âlem-i ekberde, haşmet-i rububiyetini gösteriyor. Rahmet-i Rabbaniye ise âlem-i asgar olan insanda, nimetleri tanzim ediyor. Yani Sani'in kudreti, kibriya ve celal noktasında, kâinatı öyle muhteşem bir saray şeklinde icad ediyor ki; Güneş'i büyük bir elektrik lâmbası, Kamer'i kandil ve yıldızları mumlar meyveleriyle yaldızlar, elektrikler. Ve zemin yüzünü bir sofra, bir tarla, bir bahçe, bir haliçe ve dağları birer mahzen, birer direk, birer kal'a ve hakeza bütün eşyayı büyük bir mikyasta o büyük sarayın levazımatı şekline getirerek, şaşaalı bir surette haşmet-i rububiyetini gösterdiği gibi; cemal noktasında rahmeti dahi en küçük zîhayata kadar her zîruha enva'-ı nimetini verir, onun ile tanzim eder.. baştan aşağıya kadar nimetlerle süsleyip, lütf u keremle tezyin eder ve o haşmet-i celaliyeye karşı cemal-i rahmetini o küçücük lisanlarla o büyük lisana karşı çıkarır. Yani: Güneş ve Arş gibi büyük cirmler, haşmet lisanıyla "ya Celil, ya Kebîr, ya Azîm" dedikleri vakit; sinek ve semek gibi o küçücük zîhayatlar dahi rahmet lisanıyla "ya Cemil, ya Rahîm, ya Kerim" diyerek o musika-i kübraya latif nağamatlarını katıyorlar, tatlılaştırıyorlar. Hiç mümkün müdür ki: O Celil-i Zülcemal'den ve o Cemil-i Zülcelal'den başka birşey, kendi başıyla şu âlem-i ekber ve asgara icad cihetinde müdahale edebilsin? Hâşâ!..

ﺣِﺸْﻤَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ...ﺍﻟﺦ

ibaresidir. Meali şudur ki: Yani, kâinatın heyet-i mecmuasında tezahür eden haşmet-i rububiyet, vahdaniyet-i İlahiyeyi isbat edip gösterdiği gibi; zîhayatların cüz'iyatlarına mukannen erzaklarını veren nimet-i Rabbaniye dahi, ehadiyet-i İlahiyeyi isbat edip gösterir. Vâhidiyet ise, bütün o mevcudat

(Mektûbat sh: 235)

birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır demektir. Ehadiyet ise; herbir şeyde, Hâlık-ı Külli Şey'in ekser esması tecelli ediyor demektir. Meselâ Güneşin ziyası, bütün zeminin yüzünü ihata ettiği haysiyetiyle, vâhidiyet misalini gösterir. Ve herbir şeffaf cüz'de ve su katrelerinde, Güneşin ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması, ehadiyet misalini gösterir. Ve herbir şeyde hususan zîhayatta ve bilhassa herbir insanda; o Sani'in ekser esması onda tecelli ettiği cihetle, ehadiyeti gösterir.

İşte şu fıkra işaret eder ki: Kâinatta tasarruf eden haşmet-i rububiyet, o koca Güneş'i şu zemin yüzündeki zîhayatlara bir hizmetkâr, bir lâmba, bir ocak; ve koca Küre-i Zemini onlara bir beşik, bir menzil bir ticaretgâh; ve ateşi, heryerde hazır bir aşçı ve dost; ve bulutu, süzgeç ve murdia; ve dağları, mahzen ve anbar; ve havayı, zîhayata enfas ve nüfusa yelpaze; ve suyu, yeniden hayata girenlere süt emziren daye ve hayvanata âb-ı hayat veren bir şerbetçi hükmüne getiren rububiyet-i İlahiye, gayet vazıh bir surette vahdaniyet-i İlahiyeyi gösterir. Evet Hâlık-ı Vâhid'den başka kim Güneş'i Arzlılara müsahhar bir hizmetkâr eder? Ve o Vâhid-i Ehad'den başka kim havayı elinde tutar, pek çok vazifelerle tavzif edip, rûy-i zeminde çevik-çalak bir hizmetkâr eder? Ve o Vâhid-i Ehad'den başka kimin haddine düşmüştür ki, ateşi aşçı yapsın ve kibrit başı kadar bir zerrecik ateşe, binler batman eşyayı yuttursun ve hakeza... Herbirşey, herbir unsur herbir ecram-ı ulviye, o haşmet-i rububiyet noktasında Vâhid-i Zülcelal'i gösterir.

İşte celal ve haşmet noktasında vâhidiyet göründüğü gibi, cemal ve rahmet noktasında dahi nimet ve ihsan, ehadiyet-i İlahiyeyi ilân eder. Çünki zîhayatta ve bilhassa insanda, o derece san'at-ı câmia içinde; hadsiz enva'-ı nimeti anlayacak, kabul edecek, isteyecek cihazat ve âletler vardır ki; bütün kâinatta tecelli eden bütün esmasının cilvesine mazhardır. Âdeta bir nokta-i mihrakıye hükmünde, bütün esma-i hüsnayı birden mahiyetinin âyinesiyle gösterir ve onunla ehadiyet-i İlahiyeyi ilân eder.

ﺳِﻜَّﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻜُﻞِّ ﻭَﺍْﻟﺎَﺟْﺰَٓﺍﺀِ ﺧَﺎﺗَﻤُﻪُ ﻓِﻰ ﻫَﺬَﺍ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺠِﺴْﻢِ ﻭَﺍْﻟﺎَﻋْﻀَٓﺎﺀِ

Meali şudur ki: Sani'-i Zülcelal âlem-i ekberin heyet-i mecmuasında bir sikke-i kübrası olduğu gibi, bütün eczasında ve enva'ında dahi birer sikke-i vahdet koymuştur. Âlem-i asgar olan insanın cisminde ve yüzünde birer hâtem-i vahdaniyet bastığı gibi, herbir azasında dahi, birer mühr-ü vahdeti

(Mektûbat sh: 236)

vardır. Evet o Kadîr-i Zülcelal her şeyde, külliyatta ve cüz'iyatta, yıldızlarda ve zerrelerde birer sikke-i vahdet koymuştur ki; ona şehadet eder. Ve birer mühr-ü vahdaniyet basmıştır ki, ona delalet eder. Şu hakikat-ı uzma, Yirmiikinci Söz'de ve Otuzikinci Söz'de ve Otuzüçüncü Mektub'un otuzüç aded Penceresinde gayet parlak ve kat'î bir surette izah ve isbat edildiğinden onlara havale edip, sözü keser, burada hâtime veririz.

ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ
Hamd onundur

(Mektûbat sh: 238)

ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻣِﻦْ ﻛُﻞِّ ﺍَﺣَﺪٍ ﻣِﻦَ ﺍْﻟﺎَﺯَﻝِ ﺍِﻟَﻰ ﺍْﻟﺎَﺑَﺪِ
Her kimden gelirse gelsin ve kime giderse gitsin, ezelden ebede bütün hamdler Ona mahsustur.

ﻳُﺤْﻴِﻰ
Hayatı veren Odur

(Mektûbat sh: 239)

ﻫُﻮَ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻳُﺤْﻴِﻰ
Hayatı veren ancak Odur.

ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺤَﻰُّ ﺍﻟْﻘَﻴُّﻮﻡُ ﻟﺎَ ﺗَﺎْﺧُﺬُﻩُ ﺳِﻨَﺔٌ ﻭَ ﻟﺎَﻧَﻮْﻡٌ
Allah Teâlâ ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayy ve Kayyûmdur. Onu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz, gafletin hiçbir çeşidi hiçbir zaman Ona ârız olamaz. Göklerde ne var, yerde ne varsa Onundur. Onun katında, Onun izni olmaksızın kim şefaat edebilir? O bütün mahlûkatının geçmiş ve gelecekteki bütün hallerini bilir. Onun mahlûkatı ise, Onun dilediğinden başka, İlâhî ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Onun hâkimiyet ve saltanatı gökleri ve yeri kuşatmıştır. Gökleri ve yeri tasarrufu altında tutmak Onun kudretine ağır gelmez. Herşeyden yüce ve herşeyden büyük olan da ancak Odur. (Bakara Sûresi, 2:255)
 

Ahmet.1

Well-known member
ﻭَ ﻳُﻤِﻴﺖُ
Mevti veren Odur

(Mektûbat sh: 240)

ﻭَ ﻫُﻮَ ﺣَﻰٌّ ﻟﺎَ ﻳَﻤُﻮﺕُ
Hayatı daimidir

(Mektûbat sh: 241)

ﺑِﻴَﺪِﻩِ ﺍﻟْﺨَﻴْﺮُ
Hayır Onun elindedir

(Mektûbat sh: 245)

ﻭَ ﻫُﻮَ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻗَﺪِﻳﺮٌ
Hiçbir şey Ona ağır gelemez, herşeye gücü yeter.

ﺍِﻧَّﻤَٓﺎ ﺍَﻣْﺮُﻩُٓ ﺍِﺫَٓﺍ ﺍَﺭَﺍﺩَ ﺷَﻴْﺌًﺎ
Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, (Onun işi sadece 'Ol' demektir; o da oluverir.) (Yâsin Sûresi, 36:82)

ﺍِﻧَّﻤَٓﺎ ﺍَﻣْﺮُﻩُٓ ﺍِﺫَٓﺍ ﺍَﺭَﺍﺩَ ﺷَﻴْﺌًﺎ ﺍَﻥْ ﻳَﻘُﻮﻝَ ﻟَﻪُ ﻛُﻦْ ﻓَﻴَﻜُﻮﻥُ
Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece 'Ol' demektir; o da oluverir. (Yâsin Sûresi, 36:82)

(Mektûbat sh: 246)

ﻭَﻟِﻠَّﻪِ ﺍﻟْﻤَﺜَﻞُ ﺍْﻟﺎَﻋْﻠَﻰ
En yüce misaller, temsiller Allah'ındır. (Nahl Sûresi, 16:60)

(Mektûbat sh: 247)

ﻭَﻟِﻠَّﻪِ ﺍﻟْﻤَﺜَﻞُ ﺍْﻟﺎَﻋْﻠَﻰ
En yüce sıfatlar, misaller, temsiller Allah'ındır. (Nahl Sûresi, 16:60)

(Mektûbat sh: 248)

ﻭَﻟِﻠَّﻪِ ﺍﻟْﻤَﺜَﻞُ ﺍْﻟﺎَﻋْﻠَﻰ
En yüce sıfatlar, misaller, temsiller Allah'ındır. (Nahl Sûresi, 16:60)

(Mektûbat sh: 249)

ﻭَﻟِﻠَّﻪِ ﺍﻟْﻤَﺜَﻞُ ﺍْﻟﺎَﻋْﻠَﻰ
En yüce sıfatlar, misaller, temsiller Allah'ındır. (Nahl Sûresi, 16:60)

ﻟﺎَ ﻣَﻮْﺟُﻮﺩَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ
Ondan başka hiçbir gerçek varlık yoktur.

(Mektûbat sh: 250)

ﻭَﻟِﻠَّﻪِ ﺍﻟْﻤَﺜَﻞُ ﺍْﻟﺎَﻋْﻠَﻰ
En yüce sıfatlar Allah'ındır. (Nahl Sûresi, 16:60)

(Mektûbat sh: 251)

ﻣَﺎ ﺧَﻠْﻘُﻜُﻢْ ﻭَﻟﺎَ ﺑَﻌْﺜُﻜُﻢْ ﺍِﻟﺎَّ ﻛَﻨَﻔْﺲٍ ﻭَﺍﺣِﺪَﺓٍ
Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman Sûresi, 31:28)

ﺍِﻥْ ﻛَﺎﻧَﺖْ ﺍِﻟﺎَّ ﺻَﻴْﺤَﺔً ﻭَﺍﺣِﺪَﺓً ﻓَﺎِﺫَﺍﻫُﻢْ ﺟَﻤِﻴﻊٌ ﻟَﺪَﻳْﻨَﺎ ﻣُﺤْﻀَﺮُﻭﻥَ
Tek bir sesledir ki, hepsi birden toplanıp huzurumuza getirilirler. (Yâsin Sûresi, 36:53)

(Mektûbat sh: 252)

ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻤَﺼِﻴﺮُ
Dönüş Onadır

(Mektûbat sh: 253)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻭَ ﺑَﺎﺭِﻙْ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِ ﺑِﻌَﺪَﺩِ ﺍَﻧْﻔَﺎﺱِ ﺍَﻫْﻞِ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔِ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔِ ﻭَ ﺍﺣْﺸُﺮْﻧَﺎ ﻭَ ﻧَﺎﺷِﺮَﻩُ ﻭَ ﺭُﻓَﻘَﺎﺋَﻪُ ﻭَ ﺻَﺎﺣِﺒَﻪُ ﺳَﻌِﻴﺪًﺍ ﻭَ ﻭَﺍﻟِﺪِﻳﻨَﺎ ﻭَ ﺍِﺧْﻮَﺍﻧَﻨَﺎ ﻭَ ﺍَﺧَﻮَﺍﺗِﻨَﺎ ﺗَﺤْﺖَ ﻟِﻮَٓﺍﺋِﻪِ ﻭَﺍﺭْﺯُﻗْﻨَﺎ ﺷَﻔَﺎﻋَﺘَﻪُ ﻭَ ﺍَﺩْﺧِﻠْﻨَﺎ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔَ ﻣَﻊَ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺍَﺻْﺤَﺎﺑِﻪِ ﺑِﺮَﺣْﻤَﺘِﻚَ ﻳَٓﺎ ﺍَﺭْﺣَﻢَ ﺍﻟﺮَّﺍﺣِﻤِﻴﻦَ ﺍَﻣِﻴﻦَ ﺍَﻣِﻴﻦَ

Allahım! Ona, âline ve ashabına, Cennetteki ehl-i Cennetin nefesleri sayısınca salât ve selâm et ve bereket ihsan et. Bizi, bu kitabın naşirini, arkadaşlarını, sahibi olan Said'i, anne ve babalarımızı, erkek ve kız kardeşlerimizi, onun sancağı altında saidler olarak haşret; bizi Onun şefaatiyle rızıklandır; bizi, Onun âl ve ashabıyla beraber, rahmetinle Cennete koy, ey Erhamürrâhimîn. Âmin, âmin.

ﺭَﺑَّﻨَﺎ ﻟﺎَ ﺗُﺆَﺍﺧِﺬْﻧَﺎ ﺍِﻥْ ﻧَﺴِﻴﻨَٓﺎ ﺍَﻭْ ﺍَﺧْﻄَﺎْﻧَﺎ
Ey Rabbimiz, unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme. (Bakara Sûresi, 2:286)

ﺭَﺑَّﻨَﺎ ﻟﺎَ ﺗُﺰِﻍْ ﻗُﻠُﻮﺑَﻨَﺎ ﺑَﻌْﺪَ ﺍِﺫْ ﻫَﺪَﻳْﺘَﻨَﺎ ﻭَﻫَﺐْ ﻟَﻨَﺎ ﻣِﻦْ ﻟَﺪُﻧْﻚَ ﺭَﺣْﻤَﺔً ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻮَﻫَّﺎﺏُ
Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin. (Âl-i İmrân Sûresi, 3:8)

ﺭَﺏِّ ﺍﺷْﺮَﺡْ ﻟِﻰ ﺻَﺪْﺭِﻯ ٭ ﻭَﻳَﺴِّﺮْ ﻟِﻰ ﺍَﻣْﺮِﻯ ٭ ﻭَﺍﺣْﻠُﻞْ ﻋُﻘْﺪَﺓً ﻣِﻦْ ﻟِﺴَﺎﻧِﻰ ٭ ﻳَﻔْﻘَﻬُﻮﺍ ﻗَﻮْﻟِﻰ
Ey Rabbim, gönlüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz -tâ ki sözümü iyice anlasınlar. (Tâhâ Sûresi, 20:25-28)

ﺭَﺑَّﻨَﺎ ﺗَﻘَﺒَّﻞْ ﻣِﻨَّﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟﺴَّﻤِﻴﻊُ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ
Dualarımızı kabul et, ey Rabbimiz. Herşeyi hakkıyla işiten de, herşeyi hakkıyla bilen de ancak Sensin. (Bakara Sûresi, 2:127)

ﻭَ ﺗُﺐْ ﻋَﻠَﻴْﻨَﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟﺘَّﻮَّﺍﺏُ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢُ
Tevbemizi kabul et. Muhakkak ki tevbeleri çok kabul eden ve rahmeti herşeyi kuşatan ancak Sensin. (Bakara Sûresi, 2:128)

ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin. (Bakara Sûresi, 2:32)

(Mektûbat sh: 254)

Yirminci Mektub'un Onuncu Kelimesine Zeyldir

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 17:44)

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

ﺍَﻟﺎَ ﺑِﺬِﻛْﺮِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺗَﻄْﻤَﺌِﻦُّ ﺍﻟْﻘُﻠُﻮﺏُ
Haberiniz olsun ki, kalbler ancak Allah'ın zikriyle huzura kavuşur. (Ra'd Sûresi, 13:28)

ﺿَﺮَﺏَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻣَﺜَﻠﺎً ﺭَﺟُﻠﺎً ﻓِﻴﻪِ ﺷُﺮَﻛَٓﺎﺀُ ﻣُﺘَﺸَﺎﻛِﺴُﻮﻥَ
Birçok geçimsiz kimsenin ortaklığı altındaki bir köleyi, Allah misal olarak verdi. (Zümer Sûresi, 39:29)

(Mektûbat sh: 255)

ﻭَﻟِﻠَّﻪِ ﺍﻟْﻤَﺜَﻞُ ﺍْﻟﺎَﻋْﻠَﻰ
En yüce sıfatlar, misaller, temsiller Allah'ındır. (Nahl Sûresi, 16:60)

(Mektûbat sh: 256)

ﻭَﻟِﻠَّﻪِ ﺍﻟْﻤَﺜَﻞُ ﺍْﻟﺎَﻋْﻠَﻰ
En yüce sıfatlar, misaller, temsiller Allah'ındır. (Nahl Sûresi, 16:60)

(Mektûbat sh: 257-8)

ﺿَﺮَﺏَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻣَﺜَﻠﺎً ﺭَﺟُﻠﺎً ﻓِﻴﻪِ ﺷُﺮَﻛَٓﺎﺀُ ﻣُﺘَﺸَﺎﻛِﺴُﻮﻥَ ﻭَﺭَﺟُﻠﺎً ﺳَﻠَﻤًﺎ ﻟِﺮَﺟُﻞٍ ﻫَﻞْ ﻳَﺴْﺘَﻮِﻳَﺎﻥِ ﻣَﺜَﻠﺎً ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﺑَﻞْ ﺍَﻛْﺜَﺮُﻫُﻢْ ﻟﺎَ ﻳَﻌْﻠَﻤُﻮﻥَ
Birçok geçimsiz kimsenin ortaklığı altındaki bir köle ile, tek bir efendiye bağlı olan bir köleyi Allah misal olarak verdi. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd Allah'a mahsustur; lâkin onların çoğu bunu bilmez. (Zümer Sûresi, 39:29)

ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin. (Bakara Sûresi, 2:32)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﺑِﻌَﺪَﺩِ ﺫَﺭَّﺍﺕِ ﺍﻟْﻜَﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ ﺍَﻣِﻴﻦَ ﻭَﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﺭَﺏِّ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻤِﻴﻦَ
Allahım! Efendimiz Muhammed'e ve bütün âl ve ashabına, kâinatın zerrâtı adedince salât ve selâm et. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﻳَٓﺎ ﺍَﺣَﺪُ ﻳَﺎ ﻭَﺍﺣِﺪُ ﻳَﺎ ﺻَﻤَﺪُ ﻳَﺎ ﻣَﻦْ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ﻭَﺣْﺪَﻩُ ﻟﺎَ ﺷَﺮِﻳﻚَ ﻟَﻪُ ﻳَﺎ ﻣَﻦْ ﻟَﻪُ ﺍﻟْﻤُﻠْﻚُ ﻭَ ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻭَ ﻳَﺎ ﻣَﻦْ ﻳُﺤْﻴِﻰ ﻭَ ﻳُﻤِﻴﺖُ ﻳَﺎ ﻣَﻦْ ﺑِﻴَﺪِﻩِ ﺍﻟْﺨَﻴْﺮُ ﻳَﺎ ﻣَﻦْ ﻫُﻮَ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻴْﺊٍ ﻗَﺪِﻳﺮٌ ٭ ﻳَﺎ ﻣَﻦْ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻤَﺼِﻴﺮُ ﺑِﺤَﻖِّ ﺍَﺳْﺮَﺍﺭِ ﻫَﺬِﻩِ ﺍﻟْﻜَﻠِﻤَﺎﺕِ ﺍِﺟْﻌَﻞْ ﻧَﺎﺷِﺮَ ﻫَﺬِﻩِ ﺍﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ ﻭَ ﺭُﻓَﻘَﺎﺋَﻪُ ﻭَ ﺻَﺎﺣِﺒَﻬَﺎ ﺳَﻌِﻴﺪًﺍ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤُﻮَﺣِّﺪِﻳﻦَ ﺍﻟْﻜَﺎﻣِﻠِﻴﻦَ ﻭَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺼِّﺪِّﻳﻘِﻴﻦَ ﺍﻟْﻤُﺤَﻘِّﻘِﻴﻦَ ﻭَ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﻴﻦَ ﺍﻟْﻤُﺘَّﻘِﻴﻦَ ﺍَﻣِﻴﻦَ ٭

Ey Ehad ve Vâhid ve Samed olan, Ey Ondan başka hiçbir ilâh bulunmayan, Ey bir olan ve hiçbir şeriki bulunmayan, Ey bütün mülk Onun olan ve bütün hamd ona mahsus olan, Ey hayatı veren ve ölümü veren, Ey bütün hayır elinde bulunan, Ey herşeye hakkıyla kàdir olan, Ey bütün mahlûkatın dönüşü Ona olan Allahım! Bu kelimelerin hakkı için, bu risalenin naşirini, arkadaşlarını ve sahibi Said'i kâmil muvahhidlerden ve muhakkik sıddıklardan ve müttakî mü'minlerden eyle. Âmin.

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺑِﺤَﻖِّ ﺳِﺮِّ ﺍَﺣَﺪِﻳَّﺘِﻚَ ﺍِﺟْﻌَﻞْ ﻧَﺎﺷِﺮَ ﻫَﺬَﺍ ﺍﻟْﻜِﺘَﺎﺏِ ﻧَﺎﺷِﺮًﺍ ِﻟﺎَﺳْﺮَﺍﺭِ ﺍﻟﺘَّﻮْﺣِﻴﺪِ ﻭَ ﻗَﻠْﺒَﻪُ ﻣَﻈْﻬَﺮًﺍ ِﻟﺎَﻧْﻮَﺍﺭِ ﺍْﻟﺎِﻳﻤَﺎﻥِ ﻭَ ﻟِﺴَﺎﻧَﻪُ ﻧَﺎﻃِﻘًﺎ ﺑِﺤَﻘَﺎﺋِﻖِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﺍَﻣِﻴﻦَ ٭ ﺍَﻣِﻴﻦَ ٭ ﺍَﻣِﻴﻦَ
Allahım! Ehadiyetinin sırrı hürmetine, bu kitabın naşirini tevhidin esrarına bir naşir, kalbini imanın envârına mazhar eyle ve lisanını Kur'ân'ın hakaikiyle intak et. Âmin, âmin, âmin.

(Mektûbat sh: 259)
 

Ahmet.1

Well-known member
Yirmibirinci Mektub

Yirmibirinci Mektub, 1926-1934 yılları arasında, Bediüzzaman Hazretleri Barla'da bulunduğu yıllarda te'lif edilmiştir.

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 17:44)

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

ﺍِﻣَّﺎ ﻳَﺒْﻠُﻐَﻦَّ ﻋِﻨْﺪَﻙَ ﺍﻟْﻜِﺒَﺮَ ﺍَﺣَﺪُﻫُﻤَٓﺎ ﺍَﻭْ ﻛِﻠﺎَﻫُﻤَﺎ ﻓَﻠﺎَ ﺗَﻘُﻞْ ﻟَﻬُﻤَٓﺎ ﺍُﻑٍّ ﻭَﻟﺎَ ﺗَﻨْﻬَﺮْﻫُﻤَﺎ ﻭَﻗُﻞْ ﻟَﻬُﻤَﺎ ﻗَﻮْﻟﺎً ﻛَﺮِﻳﻤًﺎ ٭ ﻭَﺍﺧْﻔِﺾْ ﻟَﻬُﻤَﺎ ﺟَﻨَﺎﺡَ ﺍﻟﺬُّﻝِّ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﺔِ ﻭَﻗُﻞْ ﺭَﺏِّ ﺍﺭْﺣَﻤْﻬُﻤَﺎ ﻛَﻤَﺎ ﺭَﺑَّﻴَﺎﻧِﻰ ﺻَﻐِﻴﺮًﺍ ٭ ﺭَﺑُّﻜُﻢْ ﺍَﻋْﻠَﻢُ ﺑِﻤَﺎ ﻓِﻰ ﻧُﻔُﻮﺳِﻜُﻢْ ﺍِﻥْ ﺗَﻜُﻮﻧُﻮﺍ ﺻَﺎﻟِﺤِﻴﻦَ ﻓَﺎِﻧَّﻪُ ﻛَﺎﻥَ ﻟِـْﻠﺎَﻭَّﺍﺑِﻴﻦَ ﻏَﻔُﻮﺭًﺍ
Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın 'Öf' bile deme, onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: 'Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.' Sizin içinizde olanı Rabbiniz hakkıyla bilir. Eğer siz salih kimseler olursanız, muhakkak ki O, kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır. (İsrâ Sûresi, 11:23-25)

(Mektûbat sh: 260)

ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻫُﻮَ ﺍﻟﺮَّﺯَّﺍﻕُ ﺫُﻭ ﺍﻟْﻘُﻮَّﺓِ ﺍﻟْﻤَﺘِﻴﻦُ
Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır. (Zâriyat Sûresi, 51:58)

ﻭَﻛَﺎَﻳِّﻦْ ﻣِﻦْ ﺩَٓﺍﺑَّﺔٍ ﻟﺎَ ﺗَﺤْﻤِﻞُ ﺭِﺯْﻗَﻬَﺎ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻳَﺮْﺯُﻗُﻬَﺎ ﻭَﺍِﻳَّﺎﻛُﻢْ
Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir. (Ankebût Sûresi, 29:60)

(Mektûbat sh: 261)

ﻟَﻮْﻟﺎَ ﺍﻟﺸُّﻴُﻮﺥُ ﺍﻟﺮُّﻛَّﻊُ ﻟَﺼُﺐَّ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢُ ﺍﻟْﺒَﻠﺎَٓﺀُ ﺻَﺒًّﺎ
"Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti". el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:163; Süyûtî, Kenzü'l-Ummâl, 9:167; İmam-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn, s. 341; Mecmeu'z-Zevaid, 10:221; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, 3:345

ﺍَﻟْﺠَﺰَٓﺍﺀُ ﻣِﻦْ ﺟِﻨْﺲِ ﺍﻟْﻌَﻤَﻞِ
Her amel kendi cinsinden birşeyle karşılık görür. (Aclûnî, Keş-fu'l-Hafâ, 1:332; Aliyyu'l-Kâri, el-Esrâru'l-Merfûa, 103)

ﺧَﺴِﺮَ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﻭَ ﺍْﻟﺎَﺧِﺮَﺓَ
Dünyayı da, âhireti de kaybetti. (Hac Sûresi, 22:11)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻭَﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﻣَﻦْ ﻗَﺎﻝَ ﺍَﻟْﺠَﻨَّﺔُ ﺗَﺤْﺖَ ﺍَﻗْﺪَﺍﻡِ ﺍْﻟﺎُﻣَّﻬَﺎﺕِ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَﺻَﺤْﺒِﻪِ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ
Allahım! "Cennet annelerin ayakları altındadır" buyuran Zâta ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm et. [Tırnak içindeki metnin kaynağı: Süyûtî, el-Câmiu's-Sağîr, 3642; el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:335; el-Elbânî, Sahîhu'l-Câmii's-Sağîr ve Ziyâdetuhu, 1259, 1260]

ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin." Bakara Sûresi, 2:32

(Mektûbat sh: 262)
 

Ahmet.1

Well-known member
Yirmiikinci Mektub

Yirmiikinci Mektub, 1926-1934 yılları arasında, Bediüzzaman Hazretleri Barla'da bulunduğu yıllarda te'lif edilmiştir.

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 17:44)

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

ﺍِﻧَّﻤَﺎ ﺍﻟْﻤُﺆْﻣِﻨُﻮﻥَ ﺍِﺧْﻮَﺓٌ ﻓَﺎَﺻْﻠِﺤُﻮﺍ ﺑَﻴْﻦَ ﺍَﺧَﻮَﻳْﻜُﻢْ
Mü'minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin. (Hucurât Sûresi, 49:10)

ﺍِﺩْﻓَﻊْ ﺑِﺎﻟَّﺘِﻰ ﻫِﻰَ ﺍَﺣْﺴَﻦُ ﻓَﺎِﺫَﺍ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﺑَﻴْﻨَﻚَ ﻭَﺑَﻴْﻨَﻪُ ﻋَﺪَﺍﻭَﺓٌ ﻛَﺎَﻧَّﻪُ ﻭَﻟِﻰٌّ ﺣَﻤِﻴﻢٌ
Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir. (Fussilet Sûresi, 41:34)

ﻭَﺍﻟْﻜَﺎﻇِﻤِﻴﻦَ ﺍﻟْﻐَﻴْﻆَ ﻭَﺍﻟْﻌَﺎﻓِﻴﻦَ ﻋَﻦِ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ ﻭَﺍﻟﻠَّﻪُ ﻳُﺤِﺐُّ ﺍﻟْﻤُﺤْﺴِﻨِﻴﻦَ
Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlere gelince, Allah iyilik yapanları ve iyi kullukta bulunanları sever. (Âl-i İmrân Sûresi, 3:134)

(Mektûbat sh: 264)

ﻭَﻟﺎَ ﺗَﺰِﺭُ ﻭَﺍﺯِﺭَﺓٌ ﻭِﺯْﺭَ ﺍُﺧْﺮَﻯ
Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En'âm Sûresi, 6:164)

ﺍِﻥَّ ﺍْﻟﺎِﻧْﺴَﺎﻥَ ﻟَﻈَﻠُﻮﻡٌ
Muhakkak ki insan çok zalimdir. (İbrahim Sûresi, 14:34)

(Mektûbat sh: 265)

ﻭَﻋَﻴْﻦُ ﺍﻟﺮِّﺿَﺎ ﻋَﻦْ ﻛُﻞِّ ﻋَﻴْﺐٍ ﻛَﻠِﻴﻠَﺔٌ ٭ ﻭَﻟَﻜِﻦَّ ﻋَﻴْﻦَ ﺍﻟﺴُّﺨْﻂِ ﺗُﺒْﺪِﻯ ﺍﻟْﻤَﺴَﺎﻭِﻳَﺎ
Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise çirkinlikleri gösterir. (Ali Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s.10; Dîvânü'ş-Şâfiî, s.91)

ﺍِﺫَﺍ ﺍَﻧْﺖَ ﺍَﻛْﺮَﻣْﺖَ ﺍﻟْﻜَﺮِﻳﻢَ ﻣَﻠَﻜْﺘَﻪُ ٭ ﻭَ ﺍِﻥْ ﺍَﻧْﺖَ ﺍَﻛْﺮَﻣْﺖَ ﺍﻟﻠَّﺌِﻴﻢَ ﺗَﻤَﺮَّﺩًﺍ
İyi ve izzetli birine iyilik edersen, onu elde edersin. Kötü birine iyilik edersen, o daha da azar. (Bu beyit Mütenebbi'ye aittir. bk. el-Orfü't-Tayyib fî Şerhi Dîvâni't-Tayyib, s. 2:710.)

ﻭَﺍِﺫَﺍ ﻣَﺮُّﻭﺍ ﺑِﺎﻟﻠَّﻐْﻮِ ﻣَﺮُّﻭﺍ ﻛِﺮَﺍﻣًﺎ
Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler. (Furkan Sûresi, 25:72)

ﻭَﺍِﻥْ ﺗَﻌْﻔُﻮﺍ ﻭَﺗَﺼْﻔَﺤُﻮﺍ ﻭَﺗَﻐْﻔِﺮُﻭﺍ ﻓَﺎِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻏَﻔُﻮﺭٌ ﺭَﺣِﻴﻢٌ
Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz ki Allah da çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. (Teğâbün Sûresi, 64:14)

(Mektûbat sh: 267)

ﺩُﻧْﻴَﺎ ﻧَﻪ ﻣَﺘَﺎﻋِﻴﺴْﺘِﻰ ﻛِﻪ ﺍَﺭْﺯَﺩْ ﺑَﻨِﺰَﺍﻋِﻰ
Yani: "Dünya öyle bir meta' değil ki, bir nizaa değsin." Çünki fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın!..

ﺁﺳَﺎﻳِﺶِ ﺩُﻭ ﮔِﻴﺘِﻰ ﺗَﻔْﺴِﻴﺮِ ﺍِﻳﻦْ ﺩُﻭ ﺣَﺮْﻓَﺴْﺖْ

ﺑَﺎﺩُﻭﺳِﺘَﺎﻥْ ﻣُﺮُﻭَّﺕْ ﺑَﺎﺩُﺷْﻤَﻨَﺎﻥْ ﻣُﺪَﺍﺭَﺍ


Yani: "İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârane muaşeret ve düşmanlarına sulhkârane muamele etmektir."

ﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﺎﻟﻠَّﻪِ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺸَّﻴْﻄَﺎﻥِ ﻭَ ﺍﻟﺴِّﻴَﺎﺳَﺔِ
Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım.

(Mektûbat sh: 268)

ﺍِﺧْﺘِﻠﺎَﻑُ ﺍُﻣَّﺘِﻰ ﺭَﺣْﻤَﺔٌ
Ümmetimin ihtilâfı rahmettir. (el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:64; el-Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 1:210-212)

ﺍَﻟْﺤُﺐُّ ﻟِﻠَّﻪِ
Allah için sevmek. (Buharî, Îman: 1; Ebû Dâvud, Sünnet: 2; Müsned, 5:146)

ﻭَﺍﻟْﺒُﻐْﺾُ ﻓِﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Allah için buğzetmek. (Buharî, Îman: 1; Ebû Dâvud, Sünnet: 2; Müsned, 5:146)

ﻭَﺍﻟْﺤُﻜْﻢُ ﻟِﻠَّﻪِ
Hüküm Allah'a aittir. (Mü'min Sûresi, 40:12; Kasas, 28:70; En'âm Sûresi, 6:57)

ﻭَﺍﻟْﺒُﻐْﺾُ ﻓِﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ
Allah için buğzetmek. (Buharî, Îman: 1; Ebû Dâvud, Sünnet: 2; Müsned, 5:146)

ﻭَﺍﻟْﺤُﻜْﻢُ ﻟِﻠَّﻪِ
Hüküm Allah'a aittir. (Mü'min Sûresi, 40:12; Kasas, 28:70; En'âm Sûresi, 6:57)

(Mektûbat sh: 270)

ﺍِﻧَّﻤَﺎ ﺍﻟْﻤُﺆْﻣِﻨُﻮﻥَ ﺍِﺧْﻮَﺓٌ

Mü'minler ancak kardeştirler. (Hucurât Sûresi, 49:10)

ﺍَﻟْﻤُﺆْﻣِﻦُ ﻟِﻠْﻤُﺆْﻣِﻦِ ﻛَﺎﻟْﺒُﻨْﻴَﺎﻥِ ﺍﻟْﻤَﺮْﺻُﻮﺹِ ﻳَﺸُﺪُّ ﺑَﻌْﻀُﻪُ ﺑَﻌْﻀًﺎ
Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir. (Buharî, Salât: 88; Edeb: 36; Mezâlim: 5; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18; Nesâî, Zekât: 61; Müsned, 4:405, 409)

(Mektûbat sh: 271)

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻫُﻮَ ﺍﻟﺮَّﺯَّﺍﻕُ ﺫُﻭ ﺍﻟْﻘُﻮَّﺓِ ﺍﻟْﻤَﺘِﻴﻦُ

Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır. (Zâriyat Sûresi, 51:58)

ﻭَﻛَﺎَﻳِّﻦْ ﻣِﻦْ ﺩَٓﺍﺑَّﺔٍ ﻟﺎَ ﺗَﺤْﻤِﻞُ ﺭِﺯْﻗَﻬَﺎ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻳَﺮْﺯُﻗُﻬَﺎ ﻭَﺍِﻳَّﺎﻛُﻢْ ﻭَ ﻫُﻮَ ﺍﻟﺴَّﻤِﻴﻊُ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ
Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir. O herşeyi hakkıyla işitir, herşeyi hakkıyla bilir. (Ankebût Sûresi, 29:60)

(Mektûbat sh: 272)

ﺍَﻟْﺤَﺮِﻳﺺُ ﺧَﺎﺋِﺐٌ ﺧَﺎﺳِﺮٌ
Hırs, hasâret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir.

(Mektûbat sh: 274)

ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin. (Bakara Sûresi, 2:32)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻗَﺎﻝَ ﺍَﻟْﻤُﺆْﻣِﻦُ ﻟِﻠْﻤُﺆْﻣِﻦِ ﻛَﺎﻟْﺒُﻨْﻴَﺎﻥِ ﺍﻟْﻤَﺮْﺻُﻮﺹِ ﻳَﺸُﺪُّ ﺑَﻌْﻀُﻪُ ﺑَﻌْﻀًﺎ

Allahım! "Mü'minler birbiri için sağlam bir binanın taşları gibidir; birbirlerine kuvvet verirler." buyuran Efendimiz Muhammed'e salât ve selâm et.

ﻭَ ﻗَﺎﻝَ ﺍَﻟْﻘَﻨَﺎﻋَﺔُ ﻛَﻨْﺰٌ ﻟﺎَ ﻳَﻔْﻨَﻰ ﻭَﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَﺻَﺤْﺒِﻪِٓ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ ﺍَﻣِﻴﻦَ ﻭَﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﺭَﺏِّ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻤِﻴﻦَ
"Kanaat tükenmez bir hazinedir" [Süyûti, el-Fethü'l-Kebîr, 2:309] buyuran Efendimiz Muhammed'e ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm et. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.

(Mektûbat sh: 275)

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ
Yüce olan Allah'ın adıyla.

ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 17:44)

ﺍَﻳُﺤِﺐُّ ﺍَﺣَﺪُﻛُﻢْ ﺍَﻥْ ﻳَﺎْﻛُﻞَ ﻟَﺤْﻢَ ﺍَﺧِﻴﻪِ ﻣَﻴْﺘًﺎ
Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? (Hucurât Sûresi, 49:12)

ﻳُﺤِﺐُّ
Sever, hoşlanır. (Hucurât Sûresi, 49:12)

(Mektûbat sh: 276)

ﺍَﺣَﺪُﻛُﻢْ
Sizden biri. (Hucurât Sûresi, 49:12)

ﺍَﻥْ ﻳَﺎْﻛُﻞَ ﻟَﺤْﻢَ
Eti yemek. (Hucurât Sûresi, 49:12)

ﺍَﺧِﻴﻪِ
Kardeşinin. (Hucurât Sûresi, 49:12)

ﻣَﻴْﺘًﺎ
Ölü halde. (Hucurât Sûresi, 49:12)

ﺍُﻛَﺒِّﺮُ ﻧَﻔْﺴِﻰ ﻋَﻦْ ﺟَﺰَﺍﺀٍ ﺑِﻐِﻴْﺒَﺔٍ ٭ ﻓَﻜُﻞُّ ﺍِﻏْﺘِﻴَﺎﺏٍ ﺟَﻬْﺪُ ﻣَﻦْ ﻟﺎَ ﻟَﻪُ ﺟَﻬْﺪٌ
Yani: "Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünki gıybet; zaîf ve zelil ve aşağıların silâhıdır."

(Mektûbat sh: 277)

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍﻏْﻔِﺮْﻟَﻨَﺎ ﻭَ ﻟِﻤَﻦِ ﺍﻏْﺘَﺒْﻨَﺎﻩُ
Allahım, bizi ve gıybetini ettiğimiz zâtı mağfiret et. (Suyûtî, el-Fethu'l-Kebîr, 1:87)

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Bâkî olan sadece Odur.

(Mektûbat sh: 278)
 
Üst