Osman nuri topbaş hoca efendiden sohbetler..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Hazret-i Hamza'yı Uhud'da şehîd eden Vahşî, artık Hazret-i Vahşî -radıyallâhu anh- idi. Ve bu hidâyet ve mağfiretin mânevî hazzı içinde kendisini afvettirebilmek ümîdiyle Hazret-i Hamza'ya diyet olarak, peygamberlik iddiâsındaki yalancılardan Müseylemetü'l-Kezzâb'ı bütün tehlikesini göze alıp katletti ve bir fitneye son verdi.

Rasûl-i Ekrem'in yanındaki sahâbîler:

"-Yâ Rasûlallâh! Bu afv ve merhamet sâdece Vahşî'ye mi mahsûsdur, yoksa bütün müslümanlara mı? diye suâl ettiklerinde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

"-Bütün müslümanlar içindir." buyurdular. (Rûhu'l-Beyân, c. 8, sf. 124)

Tevbe-i nasûha yönelen gönüller, bu rivayette de görüldüğü gibi gerçek ve...
ilk mânâdaki merhamet ve muhabbetin en tesirli nağmelerini Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'den duymuştur. Ezcümle bütün insanlık âlemi, tesellî, şifâ ve ferahlık veren terennümleri O'nun mübârek dudaklarından işitmiştir. Uçsuz

bucaksız afv ü kerem denizini ve onun ümit sâhilini yine "Varlık Nûru"nun keremiyle görmüştür. Bütün günahlara rağmen "Ey benim kullarım!" şeklindeki müşfikâne hitâb-ı ilâhîye de yine o Fahr-i Kâinât'ın yüzü suyu hürmetine nâil olmuştur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Bu bakımdan hayat ve kâinâtı Allâh'ın rahmet ve merhametini ön plana çıkararak ümit verici bir üslûp ile telkîn etmek, zamanımızda -menfî materyalist tesirlerle-

batıdakine benzer bir mânevî buhrân içinde kalan cemiyetimiz için fevkalâde ehemmiyetlidir. İnsanları akıl kavgalarına sürüklemek değil, hissen kazanmak, daha

gerçekçi bir yoldur. Zîrâ birçokları, aklen yanlış bir şekilde şartlandırılmış olabilirler. Onun için "cedel ve münâkaşa" ile iknâ edilip kazanılmaları çoğunlukla imkân dâhilinde olmaz. Çünkü menfî şartlanmalar, aklî delilleri kabul etmez.

Kalblerin hakîkatle ülfet edebilmesi için evvelâ müsâmaha ile yaklaşılıp içlerdeki yüce temâyüllerin yeşermesine çalışmak, daha randıman verecek bir metoddur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Hatâ, isyân ve günahlara batmış bir insan, tenkit, târiz veyâ tekliflere muhatap kılınmadan evvel, öncelikle onun kalbi kazanılmalıdır. Bunun için şahsî yakınlık ve telkînin tesir zemînini oluşturacak muhabbetli bir alâka tesisine çalışılmalıdır.

Muhâtabın kalbi böylece hazır bir hâle getirildikten sonra hatâlar yavaş yavaş düzeltilebilir. Ayrıca, maddî ve mânevî ikrâm ve iltifatların muhatapta uyandıracağı rûhî alâkanın bereketli semeresini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu hususta

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in günah dumanlarıyla boğulmuş gönüllere semâvî bir pencere açıp da taze nefesler sunucu bir ikrâm sadedinde buyurduğu:

"Ümmetimden büyük günah işlemiş olanlar için de şefaatim vardır." beyanındaki inceliği kavramak lâzımdır.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in günahkârlara karşı bu tavır ve ifadesini Hazret-i Mevlânâ ne güzel îzâh eder:

"İlaç, iyileştirmek için, hasta ve yaralı kimseler arar. Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Nerede alçak ve çukur yer varsa, su oraya akar."

"Sana rahmet ve merhamet suyu gerekse, sen de böyle yap!"
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Ancak elbette ki ilâcın tesiri için hasta veya yaraların önce mikroplardan kurtulması icap eder. Bu da, hasta gönüllerin günah mikrobundan temizlenmesi, yâni tevbe suyuyla yıkanması demektir. İlaç, yâni şefâat, bundan sonra gerçekleşir. Nitekim diğer bir hadîs-i şerîfteki:

"Günahlarına (nedâmetle) tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur!" beyanı, bir taraftan müjde, diğer taraftan da bu müjdenin şartını ifade edici bir mahiyette bir merhamet tezâhürüdür...

Bu ölçü çerçevesinde hidâyet ve rahmet üslûbundaki ulvî inceliğe bütün peygamberler riayet ettiği gibi onların izinden giden evliyâullâh da hassasiyetle riayet etmiştir. Buna binâen îmânın ilk meyvesi merhamet olarak telakkî edilmiş ve kulluk kısaca şu iki ölçü çerçevesinde tarif buyurulmuştur:

a- Tâzim li-emrillâh, yâni Allâh'ın emirlerini ihtiram ile yerine getirmek.

b- Şefkat li-halkillâh, yâni Yaratan'dan ötürü yaratılanlara şefkat ve merhamet göstermek.

Allâh dostlarından Fudayl bin Iyâd'ın hâli, bu ölçülerle yaşayan mü'min gönlüne ne güzel bir misâldir:

Kendisini ağlarken gördüler:

"-Niçin ağlıyorsun?" dediler.

O da:

"-Bana zulmeden bir zavallı müslümana üzüldüğümden ağlıyorum! Bütün kederim, onun kıyamette rezil olmasındandır..." buyurdu.

Bu kâmil insanları, böylesi bir rahmet ve merhamete sevkeden hususu îzâh sadedinde Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:

"Rahmet denizleri coşunca, taşlar bile âb-ı hayat içer. Yüz yıllık ölü mezarından çıkar, şeytan ruhlu kara sîmâlar, hurilerin bile kıskanacakları güzel bir melek olur."

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Nakledildiğine göre İbrahim bin Ethem Hazretleri, bir sarhoşun pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamış, bunu niçin yaptığını soranlara da:

"-Eğer yüce Allâh'ın adını zikretmek için yaratılan dil ve ağzı bulaşık olarak bırakırsam, hürmetsizlik olur..." demişti.

Adam ayıldığında ona:

"-Horasan zâhidi İbrahim bin Ethem ağzını yıkadı..." dediler.

Bu durumdan mahcup olan sarhoşun gönlü de uyandı ve:

"-Öyleyse ben de tevbe ettim..." dedi.

Böyle bir hâle vesîle olan İbrahim bin Ethem Hazretlerine rü'yâsında Hakk katından şöyle buyuruldu:

"-Sen bizim için onun ağzını yıkadın! Biz de senin için onun kalbini yıkadık!.."

Cenâb-ı Hakk, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e ve onun şahsında bütün ümmete buyurur:

"Sen (daima) afv yolunu tut, iyiliği emret..." (el-A'raf, 199)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Bu emri tatbik hususunda hiç şüphesiz ki Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, bizler için en güzel ve mükemmel bir örnektir ve O'nun serdettiği güzel ahlâk, merhamet ve afv tezahürleri âdeta melekleri dahî imrendirecek bir yücelik ve erişilmezliktedir. İşte bunlardan bir tanesi:

Mekke'nin fethi günü Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, umûmî bir afv ve eman ilân etmişti. Yıllardır zulüm ve düşmanlıktan başka bir şeye şahid olmayan

Mekke, o gün sergilenen büyük bir afv bayramıyla tarifsiz bir muhabbet ve merhamet tecellîleri yaşıyordu. Ancak Mekkelilerden Fudala isimli bir şahıs bu güzelliğe gölge düşürmek istercesine Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'i öldürmek kastıyla mübarek yanlarına sokuldu. Onu ve niyetini farkeden

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, hiçbir telâş ve kızgınlık göstermeyip yine şefkat ve rahmet kanatlarını açarak Fudala'ya sükûnetle:

"-Sen Fudala mısın?" diye sordu.

Fudala:

"-Evet!" dedi.

Ardından O Rahmeten li'l-âlemîn:

"-Ey Fudala! Zihninde kurduğun şeyden tevbe ve istiğfar et!" buyurdu ve mübarek ellerini Fudala'nın göğsüne koydu.

Böylece daha o anda zihnindeki öldürme düşüncesi giden Fudala'nın kalbi îmân nuru ile doldu ve Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, bir anda kendisi için yaratılanların en sevgilisi hâline geldi.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Hiç şüphesiz ki bu hâl, "Seni öldürmeye gelen sende dirilsin!" şeklinde ifade edilen çok üstün bir davranış ve olgunluktur ki, İslâm tarihi, bunun kâ'bına varılmaz sayısız misâlleriyle doludur. Nitekim başta Hazret-i Ömer ve daha niceleri hep bu güzel üslûbun kıymetli birer meyveleri olmuşlardır. Hazret-i Mevlânâ buyurur:

"Allâh'ın rahmetinin kemâli ve kerem deryasının dalgalanması neticesinde her çorak yere yağmur yağıyor, her susuz yer su buluyor!"

"Ey hidâyete çağıran! Bilesin ki, kem gözün ilacı, iyi gözdür! İyi göz ve güzel bakış, kem gözü ayağı altında ezip yok eder. İyi göz ve temiz nazar; Allah'ın rahmetinin, kahrından daha üstün oluşundandır. Rahmettendir. Kem göz ise, kahırdan, yâni lanetten ileri gelir. Dolayısıyla güzel bakış Hakk'ın rahmetinden olduğu için, kem göze galip olur. Bu hâl, hadîs-i kudsîdeki: beyanının bir tecellîsidir. Hem bilesin ki,

Allah'ın rahmeti, her zaman kahrından üstündür. Bu bakımdan her peygamber, zıttı bulunan düşmanlarına üstün gelmiştir. Çünkü o, rahmetin neticesidir. Zıttı olan çirkin suratlı ise, kahrın neticesidir."
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


"Öyleyse belayı gidermenin çaresi, sitem etmek, zulüm etmek değildir. Onun çaresi affetmek, bağışlamak ve kerem eylemektir. ikazı seni uyandırsın. Artık hastalık ve belâları tedavi usûlünü iyi anla!.."

"Ancak şunu da unutma ki, zalimleri affetmek, mazlumlara zulmetmektir! Hırsızlara ve her türlü kötü insanlara acımak; zayıf insanları dövmek, onlara merhamet etmemektir! (Bu dengeyi güzel ayarla!.. Bil ki, Allâh, ğafûru'r-rahîm, yâni çok bağışlayıcı bir merhamet sahibi olmakla birlikte, azîzün zü'n-tikâm, yâni zulüm ve haksızlık zebûnu hâlinde insanlara ve hakka mütecâviz olanlara karşı da intikam alıcı bir izzet sahibidir.)"

Onun için Rasûl-i Ekrem...sallâllâhü aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde:

"-Kavga eden iki kardeşinizi gördüğünüz zaman zâlime de mazlûma da yardım ediniz." buyurmuşlar ve sahâbenin:

"-Yâ Rasûlallâh! Mazlûmu anladık da zâlime nasıl yardım edeceğiz?" suâline mukâbil:

"-Onun da zulmüne mani olarak..." cevabını vermişlerdir.

Hâsılı söylemek istediğimiz şudur ki, bugün dünyâ ile birlikte ülkemiz insanları da îmânî ve İslâmî bakımdan birer yaralı kuş gibidirler. Dikkatli ve hassas bir şekilde onların yaralarını sarmak, bunun için de merhamet ve muhabbetle yaklaşmak zarûrîdir. Bu da, elbette ki yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız üslûp ve muhtevâ içerisinde gerçekleşebilecek bir keyfiyettir.

Rabbimiz, bizleri sırrı çerçevesinde hareket ile daima afv yolunu tutarak hidayet rehberi olan sâlihler zümresine ilhak eylesin!...
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat


İnsanoğlu hayra da şerre de meyyâl bir fıtrat ve istidad ile yaratılmıştır. Bu âlemin bir imtihan âlemi olmasına bağlı bulunan ve ilâhî tâyin ve takdîr ile gerçekleşen şu keyfiyet, âdemoğlunun hayır-şer, güzellik ve çirkinlik arasındaki ebedî medd ü cezrinin sebebidir. Bununla beraber hayır ve güzellikte matlub olan kemâl noktasına ulaşabilenler, hemen hemen yüce dağ zirveleri gibi nâdirattandır. Bu sebepledir ki, şarkın büyük dâhîlerinden Şeyh Sâdi-i Şirâzî, umûmî bir hükümle:

"İnsan nedir?" suâlini:

"Bir kaç damla kan, binbir endîşe!.." diye cevaplandırmıştır.

Bir yığın endîşe... Zîrâ dizginlenemeyen ihtiras ve arzular, bertaraf edilemeyen aşırı imrenme ve kıskançlıklar gibi menfî temâyüllerin doğurduğu huzursuzluktan kurtulabilen azın azı bahtiyarlar, böyle bir umûmî hüküm içinde istisnâ teşkîl ederler.

Cenâb-ı Hakk, insanların bir topluluk hâline gelmelerini murâd etmiş, bunu te'min maksadıyla da nîmetlerini ferdden ferde farklılık arzeden bir sûrette tevzî buyurmuştur. Böylece onları birbirine muhtaç kılmıştır. Beşer tarihinin her devrinde görülen ve beşerin imtihanı için gerekli olan bu farklılık, insan fıtratındaki

ilâhî tâyine dayanan ve bu yüzden bertaraf edilemeyen temel bir esastır. Sosyal dayanışma ihtiyacı, yaratılıştaki bu farklılığın bir tezâhürüdür. Ancak bazı insanlarda birtakım arzu edilmeyen menfîlikler doğurabilmektedir ki, bunların başında hırs, kin, hased v.s. gelir.

devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



Zincirleme devam edip giden bu menfîliklerden hırs, firenlenmediği takdirde hased denilen kalbî hastalığa müncer olur. Kendisini hırs ve hasedin girdabına kaptıranlar, er-geç hüsran ve huzursuzluk gayyâsına düşerler. İnsanlık cevherine zarar veren bu

temâyüller, aynı zamanda Rabbin taksîm ve takdîr programına râzı olmamaktır ki, bir isyan suçudur. Müthiş bir nefis hastalığıdır ki, buna dûçâr olanlar, kendilerindeki ihtiras ve hasedin ekseriya farkına varmazlar.

İnsanı tûl-i emel girdabında boğan ihtiras ve hasedler, kulun, âhıreti unutarak dünyâ muhabbetine mecnûnca bağlanmasıdır. Diğer bir ifâde ile nefsin arzularını yenemeyip maddeye köle olmasıdır. Muhterisin gözü, aslâ doymaz. O, bu sebeple dâimî bir fakirlik hâlinde yaşar. Mânevî bir açlık içinde kıvranır. Her tatminkârlık,

onda bir doyum husûle getireceği yerde yeni bir iştihâ ve hırs uyandırır. Hasedin nefsdeki tezâhürleri çok çeşitlidir. Hased, ferdin fıtratındaki selîm temâyülleri felç eder. Mantığını za'fa uğratır. Îmân ve tevekkülün tabiî tezâhürlerini mağlûb ve mahkûm eder. Bundan dolayıdır ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"Hasedin kökü, cehennemdedir." buyurmuştur.

devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)


Hasedçi, hased ettiği kimseden nîmetin alınıp kendisine verilmesini ister. Bu mümkün olmaz ise; "Ne bana, ne ona!" der. Nîmet sahibinin nîmet ve istidadlarından aslâ hoşlanmaz ve onların zevâlini arzu eder. Hasedçi, hased ettiği kimseye kin, hâinlik, intikam, hîle, ayıplama ve onu gıybet etme hisleri ile doludur. Kısacık ömrünü, kuruntular ve endişeler içinde geçirir.

Hayatı takvâ ölçüleri içinde yaşayan evliyâullâh ise, dünyâ işlerinde imrenmeyi bile hoş görmemişlerdir. Onlar, imrenmeleri bile nîmet sahipleri üzerine düşürülmüş birer hased gölgesi olarak telâkkî etmişlerdir.

"Ona verilen bana da verilmiş olsa idi..." gibi vesveseler, ilâhî taksîme karşı bir hoşnutsuzluk ve ilâhî takdîre bir nevî râzı olmamaktır. İnsan bilmez ki, belki hakkında hayırlı olan, yaşadığı hâldir.

Rûh incelip zarîfleştikçe, dünyâya âid bütün imrenmeler ve hasedler ortadan kalkar. Böylece mü'minlerin kalbî seviyelerine göre nîmetlerdeki kıymet ölçüleri farklılaşır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



Şerîatte; "senin malın senin, benimki ise benimdir."

Tasavvufda; "senin malın senin, benimki de senindir."

Hakîkatte ise; "ne seninki senin, ne benimki benim; hepsi Allâh'ındır." telâkkîsi gerçekleşir.

İhtiras ve hasedin bir aldanış ve neticesinin de bir serap olduğunu, içli Yûnus ne güzel ifâde eder:

Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan !..

Buna göre, yeni îcâd edilmiş sanılan devre-mülk mâlikliği ezelden beri mevcûd demektir.

Muhterisin îmân ve tevekkülü, hased sebebiyle sürekli zaaf hâlinde olduğu için onun rûhânî hayatını zindana çevirir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, muhterisin hâline hayret ederek şöyle buyurur:

"İnsana ne oluyor da altının, dünyâ malının kölesi oluyor? Hakk yolunda harcanmayanlar nedir? Neyi ifâde eder? Dünyâ malının esiri olarak onun kapısında yılan gibi kıvrılıp yerlerde sürünmek zilleti, insanı göklere eli boş gönderen bir sefâlet sebebi değil de nedir?!."

Nitekim mala-mülke esir olup mânevî sefâletin girdaplarında boğulan Sâlebe'nin hâli, pek düşündürücü bir misâldir:1

Medîne müslümanlarından olan Sâlebe'nin, mala-mülke karşı aşırı derecede hırsı vardı. Zengin olmak istiyordu. Bunun için Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'den duâ istedi.

Onun bu talebine Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdi:

"-Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır..."
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



Bu ifâde üzerine isteğinden vazgeçen Sâlebe, bir müddet sonra hırsının yeniden depreşmesi ile tekrar Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e gelip:

"-Yâ Rasûlallâh! Duâ et de zengin olayım!" dedi.

Bu defâ Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

"-Ben senin için kâfî bir örnek değil miyim? Allâh'a yemîn ederim ki, isteseydim şu dağlar altın ve gümüş olarak arkamdan akıp gideceklerdi; fakat ben müstağnî kaldım."

Sâlebe, yine isteğinden vazgeçti. Fakat içindeki ihtiras fırtınası dinmiyordu. Kendi kendine; "Zengin olursam, fakîr fukarâya yardım eder, daha çok ecre nâil olurum!" şeklinde zannî bir sebebe sarılmış ve nefsinin şiddetli talebine yenilmiş olarak üçüncü kez Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in yanına gitti ve:

"-Seni hak peygamber olarak gönderene yemîn ederim ki, eğer beni zengin ederse, fakîr fukarâyı koruyacak, her hak sâhibine hakkını vereceğim!.." dedi.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



Nihâyet bu kadar ısrar karşısında Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"-Yâ Rabbî! Sâlebe'ye istediği dünyâlığı ver!" diye duâ eyledi.

Çok geçmeden bu duâ vesîlesiyle Allâh Teâlâ, Sâlebe'ye büyük bir zenginlik ihsân etti. Sürüleri dağı taşı doldurdu. Lâkin o âna kadar "mescid kuşu" ifâdesi ile vasıflandırılan Sâlebe, mal ve mülkü ile uğraşmaktan yavaş yavaş cemâati aksatmaya başladı. Gün geldi sadece Cuma namazlarına gelir oldu. Ancak bir müddet sonra Cuma namazlarını da unuttu.

Birgün onun durumunu sorup öğrenen Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"-Sâlebe'ye yazık oldu!.." buyurdular.

Sâlebe'nin gaflet ve cehâleti, bu yaptıklarıyla kalmadı. Kendisine zekât toplamak için gelen memûrlara:

"-Bu sizin yaptığınız düpedüz haraç toplamaktır!" deyip, daha evvel vereceğini va'dettikleri şöyle dursun, fakîr fukarânın âyetle sâbit olan asgarî hakkını dahî vermekten kaçınacak kadar ileri gitti. Münâfıklardan oldu.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



Bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

"Onlardan (münâfıklardan) kimi de: Eğer Allâh, lutuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız! diye Allâh'a söz verdi."

"Fakat Allâh, onlara lutfundan (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allâh'ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler." (et-Tevbe, 75-76)

Kendi ahmaklığı yüzünden Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in îkâzını dinlemeyerek hareket edip de sefîl ve perîşân bir şekilde bedbaht ve hazîn bir âkıbete dûçâr olan Sâlebe, dünyânın geçici servetine aldanarak ebediyyet fukarâsı olmuştu. Büyük bir pişmanlık içinde ölürken kulaklarında Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in şu sözleri çınlıyordu âdetâ:

"-Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin...çok maldan hayırlıdır..."
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



Ancak bu îkâza kulak vermemiş bulunan Sâlebe, fânî servetinin kendisini perîşân eden girdapları içinde sonsuz bir elem ve ızdıraba dûçâr olarak can verdi. Seâdet zannettiği kısacık bir an ve az bir mala mukâbil, ebedî bir seâdeti ahmakça mahvetti.

Sâlebe'nin yukarıda nakledilen hikâyesi, kaderi zorlamanın ve duâ âdâbına riâyet etmemenin fecî âkıbetini kavramamız için mükemmel bir misâldir. Hazret-i

Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de, onun hakkındaki murâd-ı ilâhîyi bildiği halde -muhtemelen- ümmeti için böyle bir misâl vârid olsun diye Sâlebe'nin ısrarı üzerine arzu ettiği duâyı yapmıştır. Bizse, Cenâb-ı Hakk'dan bir şey isterken onun

hakkımızda hayır mı, yoksa şer mi olduğu hususunda aklımıza gereğinden fazla güvenerek ısrarcı olmak yerine talebimizin ind-i ilâhîde makbûl ise kabûlünü istemeliyiz. Aksi halde lutuf içine saklanmış kahırları görememekten dolayı başımıza

çâresiz dertler açarız. Duânın -sadaka gibi- mutlak kaderi değilse de muallak kaderi değiştireceği dînî bir gerçektir. Lâkin o değişikliğin -zahir ve bâtın- lehde olup olmadığı husûsunu sırf âciz aklımızla tâyin etmemiz büyük bir hatâdır. Duâ, Rabbin

bize bir müsâadesi, nîmeti ve hattâ emridir. Lâkin onun muhtevâsını ferdî akıl ve hislerimizle doldursak da, bu muhtevânın mutlaka hayır olduğu husûsunda inâd etmemeli ve Allâh'tan "Yâ Rabb! Hayırlı ise lutfeyle!" diye niyazda bulunmayı ihmâl etmemelidir.

devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



Ancak bu îkâza kulak vermemiş bulunan Sâlebe, fânî servetinin kendisini perîşân eden girdapları içinde sonsuz bir elem ve ızdıraba dûçâr olarak can verdi. Seâdet zannettiği kısacık bir an ve az bir mala mukâbil, ebedî bir seâdeti ahmakça mahvetti.

Sâlebe'nin yukarıda nakledilen hikâyesi, kaderi zorlamanın ve duâ âdâbına riâyet etmemenin fecî âkıbetini kavramamız için mükemmel bir misâldir. Hazret-i

Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de, onun hakkındaki murâd-ı ilâhîyi bildiği halde -muhtemelen- ümmeti için böyle bir misâl vârid olsun diye Sâlebe'nin ısrarı üzerine arzu ettiği duâyı yapmıştır. Bizse, Cenâb-ı Hakk'dan bir şey isterken onun

hakkımızda hayır mı, yoksa şer mi olduğu hususunda aklımıza gereğinden fazla güvenerek ısrarcı olmak yerine talebimizin ind-i ilâhîde makbûl ise kabûlünü istemeliyiz. Aksi halde lutuf içine saklanmış kahırları görememekten dolayı başımıza

çâresiz dertler açarız. Duânın -sadaka gibi- mutlak kaderi değilse de muallak kaderi değiştireceği dînî bir gerçektir. Lâkin o değişikliğin -zahir ve bâtın- lehde olup olmadığı husûsunu sırf âciz aklımızla tâyin etmemiz büyük bir hatâdır. Duâ, Rabbin

bize bir müsâadesi, nîmeti ve hattâ emridir. Lâkin onun muhtevâsını ferdî akıl ve hislerimizle doldursak da, bu muhtevânın mutlaka hayır olduğu husûsunda inâd etmemeli ve Allâh'tan "Yâ Rabb! Hayırlı ise lutfeyle!" diye niyazda bulunmayı ihmâl etmemelidir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



İnsanoğlundaki ihtiras, hadîs-i şerîfte şu şekilde ifâde buyurulur:

"Âdemoğlunun altından iki vâdîsi olsa, ister ki üçüncüsü olsun. Onun gözünü ancak toprak doyurur. Allâh -celle celâlühû- tevbe edenlerin tevbelerini kabûl eder."

Muhteris, dünyâdan üç bâriz vasıfla ayrılır:

1. Topladıklarına doyamamak,

2. Umduklarına nâil olamamak,

3. Her türlü gönül, irfân ve mâneviyat mahrûmu olmak.

Muhterisin gönlünü saran tamahkârlık, orada ilâhî aşk ve ihlâsa en ufak bir yer bırakmaz. Ne hüsrandır ki, böyle kimselerin ömürleri mal istiflemenin hamallığı ile geçer. Hayatları bir "körebe" oyununa döner ve hazîn bir son ile nihâyet bulur.

Muhterisin doyamadığı dünyâ hayatı hakkında Nâziât Sûresi'nin 46. âyetinde:

"Kıyâmet gününü gördüklerinde, (dünyâda) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk vakti kadar kaldıklarını sanırlar." buyurulmaktadır.

İhtirasın, insan rûhunu helâk eden iştihalarla girdaplaştırması, Cenâb-ı Hakk'ın cehennemi tasvîrdeki ifâdesini hatırlatır:

"O gün cehenneme: Doldun mu? deriz. O da: Daha var mı? der." (Kâf, 30)

Cenâb-ı Hakk, muhterisler için diğer bir âyet-i kerîmede:

"Bırak onları! Yesinler, tad çıkarsınlar (eğlensinler) ve boş emel onları oyalayadursun!.. Yakında (hakîkati ve başlarına gelecek kötü neticeyi) bilecekler..." (el-Hicr, 3) buyurulur.

Hasedin târihi, insanın yaratılışı kadar eskidir. İlk hased, İblis'in Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-'ı topraktan ibaret görüp ona karşı tavır alması ile başlar.

Çünkü İblîs, meleklerin hocası durumunda olmasına rağmen insanlar gibi nefs ile mâlûl cin soyundandı. Bundan dolayı fıtratındaki bu temâyülün tezâhürü ile ilâhî hikmete vâkıf olamayıp Hazret-i Âdem'in topraktan yapısına aldanarak onunla kendisi arasında bir mukayese yaptı. Dumansız ateşten yaratılmış olan İblîs, Hazret-i Âdem'in üstünlüğünü kıskandı.

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



Bilemedi ki, Hazret-i Âdem'e meleklerin ilâhî bir emirle secde ettirilmesi, onda nûr-i Muhammedî'nin tekrîmi zarûretiyle idi. Bu kıssa, zâhiri ilmin ilâhî hikmete vukûf için kifâyetsizliğini gösteren ilk ve mükemmel bir örnektir.

Daha sonra vâkî olan Hâbil-Kâbil kıssası da hasedin beşer hayatında ne kadar eski olduğunu gösteren bir misâldir.

Hasedin bizim için diğer bir ibret tezâhürü de Yûsuf -aleyhisselâm- ile kardeşleri arasında geçen târihî vak'adır. Yusuf'un kardeşleri ki, Hazret-i Ya'kûb gibi büyük bir peygamberin evlâdları ve onun terbiyesi dâhilinde yetişmiş kimselerdi. Buna rağmen öz kardeşleri olan Yûsuf -aleyhisselâm-'ı kıskanıp onu kuyuya atmak gibi bir cürmü irtikâb etmekten kendilerini koruyamadılar. Bu vak'a, hased meylinin insandaki şiddet ve kuvvetini göstermek bakımından câlib-i dikkattir.

Hadîs-i Şerîfte buyurulur:

"Sakın hased etmeyiniz! Zîrâ hased, ateşin odunu yediği gibi sevapları ve iyilikleri yer bitirir."

Anahtarları taşınamayacak kadar ağırlıkta olan Karun'un hazînelerini Karun'la beraber yerin dibine geçiren de hased değil midir?

Allâh Teâlâ, Karun'un akıbetini şöyle beyân buyurur:

"Nihâyet biz, onu da sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allâh'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini müdâfaa edip kurtarabilecek kimselerden değildir." (el-Kasas, 81)

Hased, her husûsta zemmedilmiş olduğu halde, onun, gıpta tâbir edilen ve başkasındaki nîmetin zâil olması yerine kendisinde de gerçekleşmesi mânâsına gelen çeşidi câiz görülmüştür.

Hadîs-i Şerifte buyurulur:

"Yalnız iki kişiye gıpta edilir. Biri, Allâh'ın, mal verip hak yolunda harcamağa muvaffak kıldığı kişi; diğeri de, Allâh'ın, kendisine ilim verip de onunla amel eden ve bunları başkasına öğreten (yâni ilmini infak eden) kimsedir." (Buhârî ve Müslim)

Yalnızca böyle infâk eden bir zengine ve ilmini insanlar için faydalı kılan âlime hased, yâni gıpta edilebilir. Bu gıpta, hasedin uhrevî ve fazîlete dönmüş şeklidir.

Örnek şahsiyetler olan nebîler ve velîlerin hallerine gıpta edilir. Bu vesîle ile mânevî heyecan seviye bulur. Temiz rûhların ahıret ve fazîlet husûslarındaki imrenmeleri, onların asâleti muktezâsıdır.
 
Üst