Osman nuri topbaş hoca efendiden sohbetler..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet


Kelime-i Şehadet Sarayının Sultan-ı Rusülü

İlahî muhabbet sâikıyla yaratılan kâinâtın ve onun özü durumundaki insanın aslî cevherini Muhammedî nûr teşkîl eder.

Bu cihetle hakîkat-i Muhammediyye, muhabbet saltanatının zuhûr aynasıdır. Varlığı gölgesine alan muhabbet nûru, semânın ve yeryüzünün teşekkülüne vesîle olmuştur. Allâh Teâlâ, O'na buyurmuş, böylece O, bütün mahlûkâta zirve teşkîl etmiştir. Hem öyle bir zirve ki, Cenâb-ı Hakk, O'nun ism-i şerîfini tâ ezelde kendi ism-i şerîfiyle beraber zikretmiş ve levh-i mahfûza:

"Lâilâhe illâllâh Muhammedü'r-Rasûlullâh..." şeklinde nakşetmiştir.


devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)

Kelime-i şehâdette de ifâde ettiğimiz gibi elbette ki O bir "kul"dur. Lâkin bu kulluğu insan hakkındaki telakkîmizle doldurmaya çalışmamalıyız. Zîrâ hakîkat-i

Muhammediyye karşısında bizim idrâkimiz, metafizik hâdiseleri kavramak hususunda bir çocuk idrâkinden farksızdır. Çünkü Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, kullar içinde seçilmiş, sertâc-ı cihân olmuş bir "rasûl"dür. Hem

öyle yüce bir rasûldür ki, bütün peygamberlerin adı, O'nun mübârek adında cemolmuştur. Bütün peygamberlerin getirmiş olduğu şerîat, yâni dîn-i mübîn, O'nun getirdiği İslâm ile kemâl bulmuştur.


Sultanlar adına hutbeler okunur, paralar basılır ve onların devletleri son bulmasın diye duâlar edilir. Lâkin bir zaman sonra, o sultanlar da devletleri de târih sahnesinden siliniverirler. Ancak nebîlerin adına okunan hutbeler böyle değildir.

Nebîlerin ve onların vârisi olan velîlerin saltanat ve devletleri dâimîdir, sonsuzdur. Onlar, Hakk katında olduğu gibi gönüllerde de ebedîleşmişlerdir. Pâdişâhların ve devlet ricâlinin saltanatları ise, geçici, gel-geç bir dünyâ saltanatıdır. Dolayısıyla zevâle mahkûmdur. Nitekim öyle de olur. Fakat peygamberler ve velîler, kulları

Mevlâ'ya götüren yüce kılavuzlardır. Onlar fânîliği ebedî olana fedâ ederek ölümsüzleşmiş ve zevâlden kurtulmuş müstesnâ rûhlardır. Berzah âleminde de sonraki âlemde de saltanatları devam eden mâneviyat sultanlarıdır. Onlar, dünyâda ve âhırette: (Yûnus, 92) beyânına muhatabdırlar. Bu kıymetli rûhların oluşturduğu safların mihrabında da sertâc-ı enbiyâ Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz vardır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


Bu itibarla her zâhirî pâdişâhın ismi silinir giderken dünyâ ve âhıret sultanı olan Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in mübârek ism-i şerîfi yerde, gökte ve gönüllerde ebedîdir. O halde gönüllere dünyevî pâdişâh ve onlara âid

saltanatların nâmını değil, o ebedîlik tahtında oturan eşsiz sultanın nâmını silinmeyen muhabbet yazısı ile yazmalı ki, kalblerimiz, kendisine verilen ulvî kıymetini muhâfaza edebilsin.

Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk'ın:

"(Ey Rasûlüm!) Sen onların içinde iken Allâh, onlara azâb edecek değildir!.." (el-Enfâl, 33) beyânı müşrikler için vârid olmuş bir âyet-i kerîmedir.


İşârî mânâda bu demektir ki, o Varlık Nûru'nu gönlünde taşıyan mü'minler hakkında büyük müjdeler ve mükâfatlar vardır. Bu demektir ki, bir mü'min kulun gönlü,

Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e ne kadar muhabbetle dolarsa, o kadar azâb-ı ilâhîden ve gazabullâhdan uzaklaşmış olur. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın yüce bir va'didir. Yâni Mevlâ, gönlümüzde Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- varsa bizi helâk etmeyecek ve bize azâbda bulunmayacaktır.

Velîler ve sâlihler, gönül aynalarında en saf ve şeffaf nakışlar görülebilsin diye rûhlarını O'nun muhabbeti ile parlatırlar. Maddî aynalarda ancak cisimleri olan şeyler, şekiller ve renkler görünür. Velîler ve sâlihlerin gönül aynalarında ise,

O'ndan akseden nûr ile en şeffaf duygular, düşünceler, duâlar, ilâhî nûr ve feyzler ışıldar.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


Güzeller, kendilerini aynada görmek ister. Kendi güzelliklerini sevecek göz ve gönül ararlar. Mutlak güzel olan Rabbin, kâinatı ve insanları yaratışındaki sır da böyledir. Hadîs-i kudsîde:

"Ben gizli bir hazîne idim, bilinmek ve sevilmek istedim." buyurulması bundandır.

Yaratılışın başlangıcı, O'nun nûru ile vücûd bulduğundan kürre-i arzda zuhûr eden bütün peygamberler, başta Hazret-i Âdem olmak üzere O'ndan niyâbet tarîkı ile O'nun nûrunun feyz ve berekâtını taşımışlardır.

Bütün güzellikler O'na âiddir. O'nun sebebi ile yaratılmışlardır. Nerede bir güzellik varsa, O'ndan akistir. Âlemde bir çiçek açılmaz ki, O'nun nûrundan olmasın! Zîrâ O olmasa idi, hiçbir şey vücûd bulmaz idi. O ki, o yüzden varız... O ki, solmayan, aksine gün geçtikçe tazelik ve taraveti daha da artan serâpâ nûrdan ibâret bir gonca-i ilâhîdir.


Hazret-i Mevlânâ buyurur:

"Cebrâîl -aleyhisselâm-, sadece bir kanadını açınca doğuyu da batıyı da kaplamıştı. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, onu görünce, ona bu heybeti verenin büyüklük ve azametini düşünerek kendinden geçip bayıldı."

"Lâkin Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, eğer hakîkat-i Muhammediyye'nin o akıl almaz kanadını açsa idi, Cebrâîl ebedî olarak kendinden geçer, bir daha kendine gelemezdi."

"Zîrâ Habîbullâh, Cebrâîl'le beraber sidretü'l-müntehâ'ya varınca Cebrâîl durmuş ve: demiştir."

O, canlardan azîz, cânânlardan üstün, her vechile muhabbete en lâyık müstesnâ bir yaratılıştır. Gelmiş ve geleceklerin en güzeli ve fazîletlisi, insanlığa ağlayanların en merhametlisi, yegâne mürşid ve rehberdir. O ki, kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşet zindanına düşenleri gözü ve gönlü yaşlı âşıklar hâline getirmiş, onlara kitabı, sırrı ve hikmeti öğretmiştir. O'nu her şeyden üstün tutmak, emsâlsiz bir aşk ve muhabbetle sevmek, îmânın kemâlindendir. Bu muhabbetin zirvesi, hadîs-i şerîfte şöyle beyân edilir:

"Sizden biriniz beni, ana-babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe hakkıyla îmân etmiş olmaz!.."
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


Bu hadîs-i şerîf, îmânın kemâlinin Hazret-i Peygamber muhabbeti ile yeşereceği hususunda ne güzel bir tenbîh ve îkâzdır. Bu muhabbetten uzak kalanlar için feyz ve inkişâf yolları kapalıdır. Aşk tohumu, ancak O'nun muhabbet toprağında yeşerir.

Gönle bereket ve feyiz menbaı O'dur. O'nun muhabbet toprağı, nice taşlaşmış gönülleri bir mücevher saflığına, diğerleri arasında altın ve gümüş kıymetine yükseltmiştir.

O'nun muhabbet toprağında yeşerenlerin başında gelen ashâb-ı kirâm, târiflere sığmayan bir aşk iklîminde yaşamışlardır.

Bir hanım sahâbiyeden ibret dolu bir muhabbet-i Peygamberî manzarası:

Kâ'b'ın kızı Nesibe -radıyallâhu anhâ-, müslümanlarla birlikte Uhud gazâsına iştirak etmişti. Kendi elleri ile hazırladığı kaplarla yaralılara su taşırken, müslümanların bozguna uğrayarak dağıldığını gördü. Bunun üzerine derhal Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in yanına koştu. Atılan ok ve taşlara kendini hedef yaparak bütün gayret ve cesâreti ile Rasûl-i Ekrem -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz'i korudu. Bu fedâkârlığı sırasında atılan ok ve taşlarla on iki yerinden de yaralandı.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


Onun bu hâlini takdîr ve tahsîn buyuran Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"Bugün Nesibe falan ve filan kahramanları geçmiştir." buyurarak ondan sitâyişle bahsetti.

Böylece dindarlığın verdiği şuurla harplerde gösterdiği kahramanlığından dolayı Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in medhine ve iltifâtına mazhar olan Nesîbe'nin ismi, örnek müslüman hanımlardan biri olarak İslâm târihine geçti.

Bir diğer muhabbet tezâhürü:

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi vesellemin
bir sohbetinde Sevbân -radıyallâhü anh-, Habîbullâh'a pek derin ve dalgın bir surette bakıyordu. Gâyet de ızdıraplı bir hâli vardı. Öyle ki onun bu hâli, Âlemlerin Efendisi'nin dikkatini çekti. Merhametle sordular:

"-Yâ Sevbân! Nedir bu hâlin?"

Sevbân -radıyallâhü anh-, bu iltifat ile muhabbet çağlayanı hâline gelen sevdâlı gönlüyle şöyle dedi:

"-Anam, babam ve bu cânım sana fedâ olsun yâ Rasûlallâh! Senin hasretin beni öyle yakıp kavurmaktadır ki, nûrundan ayrı geçirdiğim her an bana ayrı bir hicran olmaktadır. Dünyâda böyle olunca âhırette nice olur diye dertleniyorum. Orada siz peygamberlerle beraber olacaksınız. Benim ise, ne olacağım ve nerede bulunacağım belli değil! Üstelik cennete giremezsem, sizi görmekten tamamen mahrum kalacağım! Bu hâl beni yakıp kavuruyor ey Allâh'ın Rasûlü!"
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, Sevbân ile birlikte ashâb-ı kirâmdan da zaman zaman vâkî olan bu ve benzerî hicranlı sözlere ve ayrıca kıyâmete kadar gelecek olan ümmetin muhabbet ve aşk kâfilesinin yanık gönüllerine sürûr dolu bir müjde sadedinde şöyle buyurmuşlardır:

"Kişi sevdiği ile beraberdir..."

Tabiî ki, samîmî muhabbet, itâat ve teslîmiyyet şartı ile_

O vefât ettiğinde ashâbın hâli, hüznün son raddesindeydi. Âdetâ yanıp erimiş bir mum misâli gibiydi. Zîrâ düşünüyorlardı ki, O'nu görmeden bir gün bile duramayan âşık gönülleri, artık kendisini bu fânî dünyâda hiç göremeyecekti. İşte bu hicrân ve yanışa dayanamayan Abdullâh bin Zeyd -radıyallâhü anh-, ellerini yüce dergâha mahzûn bir gönülle açarak:

"İlâhî! Artık benim gözlerimi âmâ kıl! Ben her şeyden çok sevdiğim Peygamberimden sonra artık dünyâda bir şey görmeyeyim!.." diye ilticâ etti ve oracıkta gözleri âmâ oldu.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


Hazret-i Peygamber'e ashâbın engin aşk ve muhabbetini kelimelerin mahdud imkânları ile îzâh etmek mümkün değildir. Sayısız misâller deryâsından birkaçı da şöyledir:

Enes -radıyallâhü anh- anlatıyor:

"Rasûlullâh'ı berber tıraş ederken gördüm. Ashâb, etrâfını çevirmişti. Kesilen mübârek saç ve sakal tellerinin tekinin dahî yere düşmemesi için âdetâ onları kapışıyorlardı."

Sahâbe-i kirâm, Hazret-i Peygamber'in hem eşyâları hem de saç ve sakalının mübârek telleriyle teberrük hâlinde olurlardı. Savaşlarda bile bu teberrük heyecanını taşımışlardır. Bunun en güzel misâli Halid bin Velid -radıyallâhü anh-'ın

Hazret-i Peygamber'in saçlarından aldığı birkaç mübârek teli sarığında saklamasıdır. Rivâyet olduğuna göre Hâlid -radıyallâhü anh-, Yermük savaşında bu sarığı kaybetmişti. Askerlerine:

"-Onu arayın!" diye talimat verdi.

Aradılar, bulamadılar. Hazret-i Halid, tekrar aramaları için emir verdi. Bu defa buldular. Baktılar ki, eski bir sarık imiş! Sahâbî, bu eski sarık üzerinde Hazret-i Hâlid'in bu kadar ısrar etmesine hayret etti. Bunun üzerine Hâlid -radıyallâhü anh-, şunları söyledi:

"-Rasûlullâh saçlarını kesmişti. Ashab o saçları kapıştılar. Ben de alnından birkaç tel aldım ve bu sarığın içine koydum. Bu benim için öyle bir bereket oldu ki, onunla girdiğim bütün savaşları zaferle neticelendirdim. Zaferlerimin sırrı, benim Rasûlullâh'a olan muhabbetimdir."

İşte bu muhabbetten kaynaklanan bir sâikle günümüze kadar Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'den muazzez bir hâtıra olarak devam eden saç ve sakallarının mübârek telleri, câmî minberlerinde saklanarak "sakal-ı şerîf" adı ile asırlardan beri ümmete rahmet olagelmektedir
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


Misâllerde görüldüğü gibi Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e muhabbetin bereketi, yalnız mânevî âlemde tezâhür etmez. Zâhir âlemde de o feyz ve bereketin müşahhas tezâhürleri olur. Bunun en iyi misâli 700. kuruluş

yıldönümünü idrâk ettiğimiz Osmanlı Devleti'dir. Onlar, devletlerini çoğu kere "Devlet-i Muhammediyye" suretinde adlandırmışlar ve ordularındaki her ferdi -

kendi istidadları mikdarınca- o yüce varlığın bir küçük modeli telâkkî ederek "Mehmedcik" diye isimlendirmişlerdir. Nitekim Osmanlı Devleti'nin tarihteki diğer İslâm devletlerinin hepsinden daha uzun bir ömürle muammer olması da,

başka meziyetleri yanında bir de ve en ehemmiyetli olarak Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e tekrîm ve muhabbette erişilmez bir zirvede oluşlarıdır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


Aşağıda anlatacağımız hâdiseler, bu zirveye tipik birer misâldir:

Dünyâ müslümanlarının Harameyn'e kolayca gidip gelmelerini te'mîn için Hicaz Demiryolu Hattı'nı inşâ ettiren II. Abdülhamid Han, bu demiryolunun sünnet-i seniyyeye uygun olması için Hazret-i Peygamber'in seyahatlerinde dinlendiği noktalara istasyon yapılmasını emretmiş, böylece demiryollarını bile bir muhabbet akışı içinde Medîne'ye ulaştırmıştır.

Diğer bir misâl:

Osmanlı paşalarından meşhur Medîne müdâfii Fahreddin Paşa, Rasûlullâh'ın rûhâniyeti rencide olur endişesiyle Ravza'nın tamirinde vazîfe alan ustalara herhangi bir çivi çakmak îcâb ettiği takdirde mutlaka tahta çekiç kullanılması ve çekiç ile çivi arasına da lastik bandaj konularak sükûnetin ihlâl edilmemesini emretmiştir. Bu hususta onu böylesine bir edeb ve inceliğe sevkeden âyet-i kerîme şöyledir:

"Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin! Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir." (el-Hucurât, 2)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)



Nûrunu güneşten alan ay, nasıl güneşin varlığına delîl ise, nur-i Muhammedî ile nurlanan peygamberler ve velîler de O'nun birer şâhididirler. Bunun içindir ki diyen ve bunu muhabbet ve aşkla tâ gönülden söyleyen her kalbde, ayna ışık vurmuş gibi

ilâhî bir parıltı yanar. Hattâ bazen öyle kuvvetli yanar ki, böyle gönüller, o nurun aksinden bütün ruhlarının târifsiz bir hazzı içinde yaşarlar.

Bu hazzı yaşayanlardan Bilâl-i Habeşî -radıyallâhü anh-'ın hâli ibretle doludur:

Bilâl -radıyallâhü anh-'ın dünyâda tutunacak bir dalı, sığınacak bir yakını ve ızdırabını paylaşacak bir dostu yoktu. Sadece bir köleydi. Ama birgün geldi, îmân nûru ile şereflendi. Bundan sonra îmânı ve onu muhâfaza için yaşadığı hâller, yâni kelime-i tevhîd uğruna katlandığı ızdıraplar, kıyamete kadar gelecek olan mü'minlere îmân mücâdelesi yolunda örnek oldu.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


O, Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in yüzünü ve nûrunu görmüş, yanmış ve
O'nun muhabbet bağına girmişti. Âdetâ bütün varlığı ile O'ndan bir parça hâline gelmişti. Ancak ilâhî nurdan nasîbsiz olan sahibi, onu bu îmânından ötürü çölün kızgın sıcağında alevli kumların üzerine yatırarak kendisine işkenceler yaptı. Çıplak vücudunu acımasızca kırbaçlattı. Siyah derisinden kırmızı kanlar fışkırdı. Etrafını saran gâfil kalabalık:

"-Ey pis köle! Bize dön kurtul!" dediler.

Hazret-i Bilâl ise, yatırıldığı kızgın kum deryâsında yaralı bir arslan gibi kükredi ve kelime-i tevhîdi bütün gücü ile haykırdı.

Bunun üzerine galeyana gelen azgınlar kendisine vurmaya devam ettiler. Vurdular, vurdular... Hırslarını alamadılar ve boynuna ip bağlayıp sürüklediler. Bütün bunlara ve türlü türlü eziyetlere rağmen Bilâl-i Habeşî -radıyallâhü anh-, Allâh ve

Rasûlü'nün muhabbet kalkanına sığınmıştı. Kendisine yapılanları âdetâ hissetmiyor, gönlü sadece muhabbetullah ve muhabbet-i Rasûlullâh ile dolup taşıyordu. Yüreği dünyâlar kadar geniş bir haldeydi. Oysa maddî âlemde hâli perîşândı; kuru başını sokacak bir kulübesi dahî yoktu.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


Kendisine yapılanları âdetâ hissetmiyor, gönlü sadece muhabbetullah ve muhabbet-i Rasûlullâh ile dolup taşıyordu. Yüreği dünyâlar kadar geniş bir haldeydi. Oysa maddî âlemde hâli perîşândı; kuru başını sokacak bir kulübesi dahî yoktu.

İşte Hazret-i Bilâl'in bu aşk ve muhabbeti, onu kölelikten gönül tahtlarındaki sultanlığa yükseltti. Âlemlerin Efendisi'nin bağrı yanık müezzini oldu. Öyle ki, son nefesinde de O'nun aşk ve muhabbeti dudaklarında tebessüm ve terennüm hâlindeydi:

"-Sevinin, sevinin!.. Ben Allâh Rasûlü'nün yanına sefer ediyorum..." dedi ve ötelere uçuverdi...

Bir kul, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in hakîkati ve nûrundan bir Allâh dostu vâsıtasıyla nasîb alsa, bu nasîb O'ndan olduğu için bizzat Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'den...


almış gibidir. Tıpkı bir mumdan bir başka mumun yakılması gibi_ Kandilleri yakan ve onlar vâsıtasıyla etrafı aydınlatan alev, aynı alevdir. Kul, bu kandillerin en sonuncusuyla da aydınlansa, o ziyâ, ilk ışıkla parıldadığından dâimâ ilk kaynağı aksettirir. Dolayısıyla bir kimse, bir başkasında ışıldayan ilâhî güzelliğe ister bilerek,

ister bilmeyerek kendisini kaptırsın, hakîkatte hayrân ve âşık olduğu letâfet, Allâh Teâlâ'nın güzelliğidir ve O'nun varlıklarda ve insanlardaki hârikulâde in'ikâsıdır. Hiç şüphesiz bu in'ikâsın en büyük tecellîsi de Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'de zuhûr etmiştir. Bu itibarla Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, kulu Cenâb-ı Hakk'a götüren yegâne rahmet ve vuslat köprüsüdür.

Muhabbetin derecesi, eserinde tecellî eder. O'na olan itâat ve sünnet-i seniyyenin yaşanması, muhabbetin tezâhürü nisbetindedir. Nur Suresi 56. âyette buyurulur:

"Namazı kılın, zekâtı verin Peygamber'e (sallâllâhü aleyhi ve sellem) itâat edin; umulur ki, merhamet görürsünüz."

İbâdetteki rûhâniyet, muâmelâttaki zerâfet, ahlâktaki nezâket, gönüldeki letâfet, sîmâlardaki nûr-i melâhat, lisanlardaki selâset, duygulardaki incelik, nazarlardaki derinlik, velhâsıl bütün bu güzellikler o Varlık Nûru'na olan muhabbetten kalplere akseden parıltılardır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet (devamı)


Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

"Gel ey gönül! Hakîkî bayram, Cenâb-ı Muhammed'e vuslattır. Çünkü cihânın aydınlığı, O mübârek varlığın cemâlinin nûrundandır."

Yâ Rabbi! Bu gün ve gecelerin kutsî akışlarından istifâde edip Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in muhabbet ve heyecanıyla içinde bulunduğumuz

Ramazân-ı Şerîfi tamamlayıp O'nun rûhâniyetinin gölgesinde nûrânî tezâhürlerle bayram-ı şerîfi idrâk edebilmeyi nasîb eyle!...

OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAEFENDİ - ANASAYFA
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu

Ramazan-ı Şerîfte va'z u nasîhat için Erzurum'un bir köyüne davet edilen İbrahim Hakkı Hazretleri'ni alıp köye getirmek üzere bu işleri yapan Ermeni bir hizmetçi ile bir at gönderilmişti. Yola çıkıldı. Fakat binit bir tane olduğundan İbrahim Hakkı

Hazretleri, Ömer -radıyallâhü anh-'ın Kudüs'e giderken kölesiyle beraber nöbetleşe deveye binmesi hususundaki ahlâk-ı hamîdeyi tatbik etti. Ermeni hizmetçi buna her ne kadar:

"-Köylüler bu durumu işitirlerse, beni azarlarlar; ücretimi de vermezler!" diye itiraz etti ise de, Hazret:

"-Evladım, son nefeste hâlimizin ne olacağı meçhul! Sen köylülerin seni azarlamasından endişelisin, ben ise Allâh huzurunda verilecek olan büyük hesaptan korkuyorum!.." buyurup ata binme işini sıraya koydu.

Hikmet-i ilâhî tam köye girecekleri esnada aynen Hazret-i Ömer -radıyallâhü anh-'in misâlinde olduğu gibi sıra Ermeni hizmetçiye geldi. Köylülerden korkan adamcağız, hakkından feragat ettiğini, ata Hazret'in binmesini ısrarla istediyse de İbrahim Hakkı Hazretleri:

"-Sıra senindir!" dedi ve atın önünde yürüyerek köye girdi.

Halk bu hâli görünce, hemen Ermeni hizmetçinin etrafını sardı ve:

"-Vay densiz! Gençliğine bakmadan ata kurulmuş, ak sakallı şu ihtiyar üstadı yürütmektesin ha! Bu mu senin sadakatin? Biz böyle mi tembih ettik sana?!." şeklinde muhtelif ifadelerle azarlamaya başladı.

Durum bu minvâldeyken İbrahim Hakkı Hazretlerinin mes'eleyi îzâh etmesi üzerine azardan vazgeçtiler. Bu esnada uyanık köylülerden biri Ermeni hizmetçiye seslendi:

"-Be adam! Bu kadar fazileti gördün ve yaşadın! Bari müslüman ol!" dedi.

Ermeni hizmetçi, birkaç dakikalık sükuttan sonra oradakilere şu ibretli cümleyi söyledi:

"-Eğer sizin dîninize davet ediyorsanız, aslâ! Ama şu mübârek zâtın dînine dâvet ediyorsanız, o dîne daha yoldayken îmân ettim bile!.."

devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Gönlü engin bir Hakk dostu tarafından sergilenen bu misâl, bir hidâyet ve rahmet üslûbudur. İnsana, daha ziyade onun özüne bakarak davranmak, bir mânâda yaratılana, Yaratanın nazarıyla bakabilmektir. Bunun için sâlih gönüller, insana

Cenâb-ı Hakk'ın yeryüzündeki "halîfe"si olma şerefi bahş edilmiş bulunduğunu ve ona âyetteki ifadesiyle Rabbin: "Kendi kudretinden bir sır üflemiş" olduğunu düşünürler ve kul, günahlarla ne kadar kirlenmiş bulunursa bulunsun, özündeki mükemmelliğe

bakarak ona sırtlarını dönmezler. İnsandan kolay kolay ümîd kesmez, ayrıca onun da ümidini yitirmemesini sağlarlar. Bu, gerçekten inkâr olunamayacak aklî ve hissî bir sebeptir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerîm'de bize en çok "Rahmân ve

Rahîm" esmâsını telkîn etmiş ve "er-Rahmân" (kâfir-mü'min bütün insanlara merhamet edici) isimli bir sûre inzal buyurarak ilk âyetini de "er-Rahmân" diye başlatmıştır.

devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Bu bakımdan insana bu gönül penceresinden, yâni hidâyet ve rahmet üslûbu noktainazarından yaklaşmak, ilâhî rızâya en muvafık ve netice bakımından da son derece bereketli ve insanda meknuz olan ulvî güzellikleri yeşertici bir hususiyet

ihtiva eder. Çünkü bu üslûp, hem tatbik edene, hem tatbik edilene, yâni her iki tarafa da ayrı bir letâfet, olgunluk, muhabbet ve Hakk'a rağbet hasletleri kazandırıcı bir vasıftadır. Bu üslûp, Yûnusları Yûnus, Mevlânâları Mevlânâ yapan bir iksîr ve mânen ölmekte olan nice hasta rûhlara da bir âb-ı hayât gibidir.

Onun için tasavvufun gerek muhtevâsı ve gerekse de İslâmî teblîğde ona âid üslûbun kullanılması, her zaman büyük bir ehemmiyet arz etmiştir. Târihî bir gerçektir ki,

Anadolu'nun ictimâî nizâmının Moğol istilâlarıyla sarsıldığı devirde yetişen Mevlânâ ve Yûnus Emre Hazretleri gibi büyük mutasavvıflar, âdeta birer sulh, sükûn ve huzûr pınarları olmuş, bunalan kitlelere, kanayan yaralara ve yorgun gönüllere şifâ ve tesellî sunmuşlardır. Onlar, nice gafilleri, kurtarılmayı bekleyen birer hasta olarak telakkî etmişler ve muâmelelerinde "kin ve nefret"ten daima uzak yaşamışlardır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Yûnus ne güzel söyler:

Ben gelmedim dâvî için
Benim işim sevi için,
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim...

Bu büyük şahsiyetler gönül yapmaya geldiklerinden insanlara bakışları hep gönül penceresinden olmuş, etraflarına daima muhabbet ve şefkat tevziinde bulunarak nicelerinin hidayetine vesile olmuşlardır. Eğer onlar, bu güzel ve firasetli davranışların aksine hareket etselerdi, netice, arada uçurum bulunan insanlarla olan irtibâtın tamamen koparılması ve nihayet bu gibi kimselere Hakk'ı tebliğ etme imkânının zâyî olması şeklinde gerçekleşirdi. Bu da, ilâhî murada ters düşerdi. Zîrâ

Cenab-ı Hakk, kullarının içine düştüğü bataklıktan kurtulmasını istemektedir. Ki, bunun için insanlık tarihi boyunca binlerce peygamber ve veli göndermiş, onların, en güzel üslûplarla gönülleri tezkiye etmelerini emir buyurmuştur. Böylece nice

dikenleşmiş ruhlar güle dönmüş ve zindan gibi sîneler nûra gark olmuştur. Bu hakîkate işaretle Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, gerek inançsız, gerek günahkâr olsun insanları doğru yola istikametlendirmenin lüzum ve ehemmiyetini ve bu husustaki üslûbu şöyle telkin buyurur:

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


"Demir; kapkara ve nûrsuz olmakla beraber, silinip cilâlandığı zaman ondaki pas gider! Bir ayna, demirden de olsa, cilâlanınca, yüzü parlar ve güzelleşir; orada şekiller, sûretler görülür."

"Gönül şehrinin suyunu bulandırma ki, orada ay ve yıldızları dolaşır halde göresin! Çünkü insanlar, ırmağın suyuna benzerler; su bulanınca, dibini göremezsin! Irmağın dibini ara; dibi mücevherlerle, incilerle dolu!"

Hazret-i Mevlânâ'nın buyurduğu gibi insanın rûhu, berrak bir su gibidir. Fakat kötü işler ve günahlarla bulanınca hiçbir şey görünmez olur. Bu durumda maneviyat incilerini ve hakîkat nûrlarını görebilmek için o suyu durultmak lâzımdır.

Dolayısıyla tasavvufun gâyesi, bencil ve nefsânî duyguları terbiye edip, fertleri ve netîcede toplumları sulh, sükûn ve huzûra kavuşturmaktır. Zira Cenâb-ı Hak insanı, incelik, zerâfet ve ulvî derinliklerle tezyîn etmiştir. İnsanın asıl kıymeti de bu meziyetleri kalb âleminde yeşertip geliştirdiği nisbettedir. Rûhâniyet dolu kalpler, güzel ahlâk, amel-i sâlih ve mânevî hâllerin tezâhürüne mazhardır. Bu şekilde kul, en güzel sûrette, yani "ahsen-i takvîm" olarak yaratılmış olmanın îcâbını gerçekleştirmiş olur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hidâyet ve Rahmet Üslûbu (devamı)


Bu itibarla küfür, şirk ve günahta ne kadar ileri gitmiş olursa olsun hiçbir "insan" hidâyet dâvetine muhâtab olmaktan mahrûm bırakılamaz. Bunun asr-ı seâdetteki sayısız misâlinden biri de şöyledir. Allâh Rasûlü, amcası Hazret-i Hamza'yı şehîd ederek kendisini derîn bir teessüre gark eden Vahşî'yi, İslâm'a dâvet etmesi için ashâbından birini gönderdi. Vahşî ise Rasûlullâh'a cevâben:

"-Yâ Muhammed! Sen, diye Allâh'ın hükmünü beyân etmiş iken beni nasıl İslâm'a dâvet ediyorsun? Ben ki bu çirkinliklerin hepsini yaptım. Benim için nerede bir kurtuluş yolu olacak ki?" dedi.

Allâh Teâlâ:

"De ki: Ey nefislerine zulüm etmekte ileri giden kullarım! Allâh'ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyiniz! Çünkü Allâh bütün günahları afv eder. Muhakkak o Gafûr ve Rahîm'dir." (ez-Zümer, 53) âyetini inzâl etti.

Nihâyet Vahşî âyet-i kerîmedeki müjde ile ferahladı ve:

"-Rahmetin ne kadar da büyük ey Rabbim!" diyerek ve tevbe-i nasûhta bulunarak arkadaşlarıyla birlikte müslüman oldu.
 
Üst