Osman nuri topbaş hoca efendiden sohbetler..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmandan İhsana Musa Efendi (k.s.)


7. Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında, kör ve sağır, yâni duygusuz davranmazlar. (Furkân, 73)

8. Cenâb-ı Hakk'a: «Ey Rabbimiz! Gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler ihsan et ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl.» diye niyazda bulunarak; âile hayatlarının ve nesillerinin dünya ve âhirette yüz ağartacak bir îmân, irfan ve ahlâk içerisinde olmasını, yetişip olgunlaşmasını talep ederler ve kendileri için de arzuları takvâda en önde bulunmaktan ibaret olur. (Furkân, 74)

Cenâb-ı Hak böyle sâlih mü'minlerin nâil olacağı ebedî neticeyi şöyle bildirir:

"İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamları ile mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır." (Furkân, 75)


Kalb, işte bu hâle, yâni musaffâ bir hâle gelebilmesi için tasfiye edile edile, beşerî ve tasavvufî temrinlere ilâve olan Allâh'ın lutf u keremiyle, yolun nihâyetinde öyle bir hâle gelir ki, sâhibini sûreten insan bırakmakla berâber, sîreten âdetâ melekiyet derecesine yükseltir.

Bu durumda olanlardan bâzıları, fezâdaki sonsuz yıldızlardan herhangi biri gibi, kendi âlemlerinde ve dışa karşı tam bir gizlilik içinde yaşarlar.

Böyleleri bilinemez. Nitekim bir hadîs-i kudsî olduğu rivâyet edilen:

"Velîlerim kubbelerim altındadır. Onları benden başkası bilemez." (Abdurrahman Câmî, Nefahâtü'l-Üns, s. 45) şeklindeki beyan da bu zümre hakkındadır.

Hak dostlarının bâzıları ise uhdelerine tevdî olunan irşâdî vazîfeler dolayısıyla -belli ölçüde- bilinirler ve kendi zamanlarından geleceğe doğru bir hidâyet meş'alesi olarak, beşerî hayatta hizmetlerini devâm ettirmek üzere bekâ sırrından nasip alırlar.

Hâdiselerin arkasında bulunan sır, hikmet ve murâd-ı ilâhîyi kavrarlar.

Bundan dolayı hikmete vukûfiyetin huzûr ve sükûnu içinde yaşarlar. Onlar telâş ve endîşe gibi birçok beşerî zaaftan korunmuşlardır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmandan İhsana Musa Efendi (k.s.)


Onlar için artık "abes" yoktur. "Yaratılmışı hoş gör Yaratan'dan ötürü." ölçüsüyle başlayan mânevî terakkîde, hikmete îtibâr ile âlemin kâffesini ibret, muhabbet ve hayret hisleriyle dolu olarak seyre başlarlar.

İşte bütün bu güzel ve ulvî hâlleri ve sıfatları kendisinde ömür boyu seyrettiğimiz Musa Efendi'nin davranışlarındaki nezâket ve zarâfet mükemmelliğinin bir tezâhürü de, günlük hayatın akışı içinde,

Rabbimizin her mahlûkuna merhamet ve muhabbetle nazar etmesiydi.

O derecede ki, civârında barınan kedileri ve hattâ bahçesi üzerinden uçan güvercinleri, ikram ve ihsânıyla, bu engin merhametinden nasiplendirirdi.

Biz de "tahdîs-i nîmet" kabîlinden zikredelim ki, üzerimizdeki fikrî ve fiilî nimetin gerçek müessirlerinden olan o Hak dostunun, hayatına hâkim bir davranış üslûbu

mahiyetindeki "imandan ihsana" mefhumunu, son eserimiz olan "Tasavvuf"un serlevhasına yerleştirerek, onu "İmandan İhsâna Tasavvuf" adıyla adlandırmış bulunmaktayız.

Bu vesileyle, o Allah dostunu, bütün sevenleri ve talebeleri adına, burada en derin hürmet, muhabbet ve kalbî duâ ve minnettarlığımızla yâd etmek ihtiyacını hissediyoruz.

Okuyucularımızdan, kendilerine Fâtihâlar lutfetmelerini istirham ederiz...

Merhum Musa Efendi'nin talebelerine yazmış olduğu mektuplardaki nasihatlerinden bir demet sunuyoruz. Okuyucularımızdan Fatihalar Lutfetmeleri Dileğiyle..

Bir müminin gönül âlemi ve kemâli, davranışlarında sergilenir. Bu güzelliklerin en başta gelenlerinden birkaçı şöyledir:

Dâimî olarak alçak gönüllü olması,

zamanlarının ve nefeslerinin kıymetini bilip israf etmemesi,

Allâh'ın kullarını sevip onlarla çekişmemesi

muhatablarına dinî seviyesine göre muâmele etmesi

kabahat örtücü olması, haram ve helâle dikkat etmesi ve herkesin küçük gördüğü masiyetleri dahi büyük görmesidir.

Zîrâ günahını küçük gören -hâşâ- Cenâb-ı Hakk'ın emrini küçük görmüş olur.

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmandan İhsana Musa Efendi (k.s.)


Mevlâmızın rızası yolunda, seher vakitlerini namaz, zikir ve duâlarla zînetlendirelim.

Başta âile efrâdımızın ve aile büyüklerimizin hizmetinde bulunalım. Dünyacılarla, yâni gaflete dalanlarla ülfeti azaltıp, salihlerle oturup kalkalım.

Diğer akrabalarımız ile muhtaçların hizmetinde olup, gerek lisânen gerek maddeten yardımda bulunalım.

En önemlisi haram ve helâle titizlik gösterelim. Ayrıca çarşı-pazar işlerinde de dikkatli davranalım ki, kulluktan fire vermiş olmayalım.

Bütün hatâlar, nisyanlar, bocalamalar; zikirden gâfil olduğumuz, yâni Rabbimizi unuttuğumuz anlarda husûle gelir.

Zikrin mânevî hâlini devam ettirenlerde dünyâ kederi, üzüntüsü, hattâ lüzûmundan fazla dünyevî neş'e dahî bulunmaz. Dâimî huzur, sehâvet ve mahlukata şefkatli olmak, o boşluğun yerini doldurur.

Yani sevgi, daimâ sevgi... Allâh Teâlâ Hazretleri, kendisini seven kulunu muhabbet deryasına daldırır.

Artık o kimse Cenâb-ı Hakk'ın...sevdirdiği nispette sevilmeye lâyık olanları sever.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmandan İhsana Musa Efendi (k.s.)


Bir insan mensub olduğu cemiyete, rıza-yı ilâhî için güzelce hizmet etmeyi pek kıymetli bir vazife bilmelidir.

Bir cemiyetin hayatına, intizamına, refahına hizmet eden kimse, o cemiyet arasında pek kıymetli bir varlık sahibi demektir.

Binaenaleyh onun ecir ve mükâfâtı da o nisbette büyüktür.

Hadis-i şerifte:

"Bir kavme hizmet eden kimse, (ecir ve mükâfâta nâiliyet itibâriyle) onların en büyüğüdür" (Deylemî, Müsned, II, 324) buyurulmaktadır.

Birçok kimseler, ibâdet ve taata çokça yöneldikleri hâlde, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatı olan "settâru'l-uyûb", yâni ayıpları örtücülük ve kusurları affedicilik hasletine lâkayd kalıyorlar.

Bu sebeple de tam istenildiği gibi terakkî edemiyorlar.

Halbuki bağışlamak ve kusur örtmek, güzel ahlâkın en ehemmiyetlilerinden biridir.

Allâh Teâlâ biz kullarının sayısız kusur ve hatalarını örtüp affettiği gibi, biz de affedici olmalıyız.

Zirâ Allâh sevgisine sâhip olanlar, affetmeyi bilirler.

Affedelim ki inşâallâh affolunuruz.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmandan İhsana Musa Efendi (k.s.)


Bütün hüner, bu dünya hengâmesinde ve binbir türlü meşgale içinde Hak'la beraber olabilmektir.

Bu öyle hoş bir hâldir ki, Cenâb-ı Hakk'ın kuluna bir atiyyesi, yâni hediyesidir.

Bu pek ulvî vazifeyi teemmül edebilirsek, dünyanın gel-geç oyuncaklarına aldanmaktan da kurtuluruz.

Cenâb-ı Hakk'ın, bir kuluna en büyük nîmetlerinden biri, o kuluna aczini bildirmesidir.

Bu mâneviyat yolunda kazandığım belki de en büyük nîmet, hatâlarımı görmem oldu.

Rabbime karşı müflisliğimi idrâk ettim.

Böylece kimsenin hatâsını görmeye ve onunla uğraşmaya tâkatim kalmadı.

Hamdolsun, bütün bunların şükrü içindeyim..."

* * * * *

Bütün bu muhabbet, merhamet ve istikamet dolu ikaz ve nasihatler, onun "ihsan" kıvamındaki hayatından bizlere akseden feyz damlacıklarıdır.

Rahmetullâhi...

[url]http://www.gonuldunyamiz.com[/URL]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Cenâb-ı Hakk'ın ahsen-i takvim üzere yaratmış olduğunu beyân buyurduğu insanoğlu, kâinâtın âdetâ bir özü veya tohumu gibidir.

Çünkü câmiu'l-ezdâd olan Allâh'ın bütün sıfatlarından az veya çok nasîb almış tek varlık odur.

Ve onun varlıkların en şereflisi diye vasıflandırılmasının hikmeti de budur.

Bu yüzden o, yücelerin en yücesine yükselten cemâlî sıfatlarla olduğu kadar aşağıların aşağısına düşüren menfîliklerle de muttasıftır.

İnsan hayatı, bu iki kutup arasında bir noktada karar kılmayı neticelendiren ebedî bir mücâdele sahnesidir.

Bu gerçek, kâinâttaki benzer cidâlin "insan" denilen "küçük kâinât"taki bir tecellîsidir. İnsanı insan yapan asıl kahramanlık, bu mücâdeleden fıtrattaki aslî cevheri koruyan bir netice hâsıl edebilmektir.

İşte insan-ı kâmil, bu sûretle temâyüz edenlerin müşterek adıdır.

Böyleleri, bir zerafetler meşheri ve bir san'at hârikasıdır.

Kâinât kitabının hulâsası, fâtihası ve yaradılış sırrının tecellî mekânıdır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Kâmil insanın vücûdu bile azâlarına hâkimiyyet sayesinde kalbindeki yüceliklerin bir tezâhür sahnesidir.

Kalbi ise, Cenâb-ı Hakk'a muhabbet ve aşkının mekânı, mârifetullâh hazînesinin âdetâ ihtişamlı sarayıdır.

Bunun için kâmil insanın kalbi, bir mânâda beytullâh olmuştur.

Kâmil insanı hakkıyla anlayabilmek ve îzâh edebilmek pek zordur.

Şeyh Sâdî buyurur:

"Gönül, celîl olan Allâh'ın nazargâhıdır."

Kâmil insanın sözleri hikmet ve esrâr, amelleri sâlihdir.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in gönül iklîminden nasîb almıştır.

Kalbî yapısı ile bir îcâd bedîasıdır.

Çünkü Hakk'a vâsıl oluş ve halîfetullâh olma keyfiyeti kalb-i selîm ile mümkündür.

Kâmil insan:

"Şerîat sözlerim, tarîkat fiillerim, hakîkat de hâl ve durumumdur." hadîsinden feyiz-yâb olmuştur.

Hadîs-i kudsîde buyurulmuştur:

"Yere göğe sığmam, mü'min kulumun kalbine sığarım."
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Kâmil insan, ışığın etrafında dönen kelebekler gibi Mevlâ muhabbetiyle irâdesiz hâle gelmiştir.

Yâni O'nun gören gözü ve işiten kulağıdır.

Mukadderât, kâmil insan için olacak şeylerin en güzelidir.

İlâhî manzaraların müşâhedesi altında olduğu için dünyâya âid hevâ ve heves cüceleşmiştir.

Fânî izâfetlerin hiçbir ehemmiyeti kalmamıştır.

Kâmil insan, müşâhede ve seyr-i bedâyî, yâni ilâhî güzellikleri temâşâ hâlindedir.

Âlem ve hâdiseler, onun için bir ibret akışıdır.

Cereyan edip giden ilâhî tecellîler karşısında kulluk idrâki ve mahviyet edebi hâlindedir.

Bunun içindir ki, kâmil insanın Hakk'a yaptığı ilticâlar, umûmiyetle müstecâbdır. Onun niyâzları, geri çevrilmez.

Fakat o, edeb ve Hakk'a rızâsı muktezâsınca kendisine âid hiçbir şey istemez.

Yâni duâlarının içinde kendisi yoktur.

Fıtratı mâye-i merhametle yoğrulduğu için gönlü bütün mahlûkatı içine alır.

Kâinattaki ilâhî programın en mükemmel sûrette, yerli yerince olduğu ve derin bir hikmet ile mücehhez bulunduğu idrâki içindedir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Sünbül Sinan Efendi, birgün mürîdânına sordu:

"-Şâyet Cenâb-ı Hakk, farz-ı muhâl bu kâinâtın sevk u idâresini size vermiş olsaydı, ne yapardınız?"

Beklemedikleri bu değişik suâl karşısında mürîdler, şaşırmakla beraber Hazret-i Pîr'e cevap vermeme nezaketsizliğinde bulunmamak için muhtelif mütâlaalarını serdettiler. Kimi:

"Dünyâda bir tek kâfir bırakmazdım!"

Kimi:

"Bütün kötülükleri yok ederdim!"

Kimi:

"İçki içenleri helâk ederdim!" gibi devam edip giden cevaplar verdiler.

İçlerinde bir tanesi ise cevap vermeden susuyordu. Pîr'in dikkatini çekti ve ona bakarak:

"-Evlâdım! Ya sen ne yapardın?" dedi.

Edebinden yüzü kızaran mürîd, büyük bir mahviyet içinde şeyhinin bu husûsî hitâbına boyun bükerek şöyle cevap verdi:

"-Efendim! Allâh'ın bu kâinâtı sevk u idâresinde -hâşâ- bir noksanlık mı var ki, ben farklı bir şey yapabileyim?

Kâinâttaki ilâhî tanzîm, tasavvurların ötesinde bir kudret akışı içinde devam ederken benim, âciz, kısıtlı, mahdûd akıl ve irâdemle "Bunu şöyle yapardım, bunu böyle yapardım!" demek ne haddime!.." dedi ve utancından gözlerini yere indirdi.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Hazret-i Pîr ise, bu kâmil cevapdan son derece memnûn kaldı.

Mütebessim ve nûrlu çehresiyle mürîdini derûnî nazarlarıyla süzerek oradakilere:

"-İşte şimdi iş merkezini buldu!.." dedi.

Bundan sonra o mürîdin adı Merkez Efendi olarak kaldı.

Asıl ismi olan Mûsâ Muslihiddîn unutuldu, "merkez" lafzı, kendisine sıfat oldu.

Kâmil insan, Hakk'ın aşk ve muhabbetinin tecellîsi altında olduğu için mercek altında bir kağıdın yanması gibi nefsî temâyüller onda ömrünü tüketmiştir.

Böylece nûrânî bir câzibe merkezi hâline geldiğinden diğer insanlar da gayr-i irâdî olarak onu sever ve sayarlar.

Ancak o, fânî iltifat ve alâkaların kıskacından kendisini kurtarmış olduğundan gurûr, kibir ve ucûb gibi mezmûm sıfatların girdabına düşmez. Halk içinde Hakk ile beraberdir.

"Tâzim li-emrillâh" (Allâh'ın emirlerine hürmetle riâyet) ve "Sefkat li-halkıllâh" (Allâh'ın mahlûkâtına şefkat) düstûrunu yaşar, ancak Allâh'a muhabbetinin muktezâsınca zıdd-ı kâmili olan zâlim ve nankör kullara aslâ muhabbet ve meyil göstermez.

Yalnız merhameti îcâbı onlara da acır, hidâyetlerine duâ eder.

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Mal-mülk ve dünyâya âid bütün servetler, ona yalnız infâk için lâzımdır.

Kâmil insan; "İnsan benim sırrımdır.

Ben de insanın sırrıyım." hadîs-i kudsîsi muktezâsınca derûnî hikmet ve esrâra nüfûz ederek kendini mârifetullâh ve vâsıl-ı ilâllâh olmaya adamıştır.

Artık o, bu cihânın dert ve ızdıraplarına aldırmayan has bir kuldur.

Rivâyete göre Îsâ -aleyhisselâm-, teninde alacalar bulunan ve iki şakağı da çökmüş bir şahsa rastladı.

O şahıs, üzerindeki hastalıklara aldırmayarak:

"-Yâ Rabbî! Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, mahlûkatın pek çoğunu mübtelâ kıldığın dertten beni halâs eyledin!.." diyordu.


 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil (devamı )


Îsâ -aleyhisselâm-, muhâtabının fikriyâtının idrâk ve kemâlini yoklamak maksadıyla ona:

"-Ey kişi! Allâh'ın senden giderdiği hangi dert var ki?!." dedi.

Hasta şöyle cevap verdi:

"-Ey Rûhullâh! En fecî hastalık ve belâ, kalbin Hakk'dan gâfil ve mahrûm olmasıdır. Şükürler olsun ki Allâh Teâlâ, beni bundan muhâfaza buyurmuştur.

Zîrâ ben Cenâb-ı Hakk'ın kalbime verdiği mârifetullâh lezzeti ve neş'esi içindeyim.

Onun dışındaki dünyâ nîmetlerini görmüyor ve hissetmiyorum bile."

Kâmil insan, bu dünyâ âlemine "küllü men aleyhâ fân" (Herkes ve her şey fânîdir.) gözüyle bakar.

Hayret makamında bâkî olan Rabbiyle beraberdir.

Kâmil insanın bütün hedef ve gâyesi Allâh rızâsıdır.

Bu istikamette onun için yemeğin lezzetlisi de lezzetsizi de birdir.

Kezâ az ile çoğun, soğuk ile sıcağın, zenginlik ile fakîrliğin bir farkı kalmamıştır.

Çünkü hepsi izâfîdir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Kâmil insan, zâhiren bir garîb gibidir, ancak gönül âleminde öyle mutantan saraylar içinde ve müzeyyen tahtlar üzerinde saltanat sürer ki, bütün dünyâ onun nazarında kumda oynanan bir oyundan başka bir şey değildir.

Dolayısıyla insanlardan ve dünyâdan nefsine âid herhangi bir talebi yoktur.

Bütün işlerinde itidal üzeredir.

İbadetlerinde de en hayırlı bir yol takip eder.

İnsanın kendi üzerinde Rabbinin bir ibâdet ve şükür hakkı, âilesinin hakkı, nefsinin hakkı gibi birtakım mühim haklar vardır.

Kâmil insan bu dengenin muhâfazası içindedir.

Rakîk bir gönle sahip kâmil insan, verdiği sözü mutlaka yerine getirir ve hiçbir zaman va'dinden dönmez.

Birtakım nefsânî sebeplerle muhatabını rencide etmez.

O Hakk'a kullukta ve insanlara muâmelesinde adâlet sahibidir.

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil



Kendisinin aleyhinde olanlara dahî kırılmaz.

Eğer o kimse, iyilik yaptığı bir fakîr ise, elinden gelen ihsânı aynen devam ettirir.

Çünkü kâmil insan, Allâh'ın ahlâkı ile ahlâklandığı ve yalnız O'nun rızâsını taleb ettiği için fiil ve davranışları Kur'ân ve sünnet ölçüsü içindedir.

Zîrâ Cenâb-ı Hakk, bu dünyâda bütün mevcûdatın, hatta kendisine...isyan eden nice gâfillerin bile rızıklarını vermektedir.

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhü anh-, Mıstah isimli birine devamlı olarak yardımda bulunurdu.

Fakat mâlûm ifk (iftira) hâdisesinde onun da iftiracılar arasında yer aldığını görünce, bir daha ona ve âilesine iyilik yapmayacağına dair yemin etti.

Mıstah ve âilesi, Hazret-i Ebû Bekir'in yardımı kesilince perîşân bir hâle düştüler.
Ancak Cenâb-ı Allâh, isyânlarına rağmen kullarına merhameti muktezâsınca yardımın kesilmesinin ardından şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:

"İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler, akrabâya, yoksullara, Allâh yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine dair yemin etmesinler; afvetsinler, bağışlasın geçsinler!

Allâh'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allâh (ki) çok bağışlayandır, çok merhametlidir." (en-Nûr, 22)

"Yeminlerinizden dolayı Allâh'ı (O'nun adını), iyilik etmenize, O'ndan sakınmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel kımayın! Allâh işitir ve bilir." (el-Bakara, 224)

Bu âyetin inzâlinden sonra Ebû Bekir -radıyallâhü anh-:

"-Ben elbette Allâh'ın beni bağışlamasını severim!" dedi.

Ardından yemin keffareti vererek yapmış olduğu hayra devam etti.

Yâni iffet timsâli kızı, Fahr-i Kâinât -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in temiz zevcesi ve mü'minlerin annesi olan Hazret-i Âişe -radıyallâhü anhâ-'ya iftira atan şahsa infâkına devam etti.

Bu da, Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhü anh-'ın fazîletinin ve kemâlinin kâ'bına varılamayacağını gösteren en bâriz bir misâldir.

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Kâmil insan, yerinde ve zamanında o kadar çok infâk eder ki, onu görenler müsrif sanır.

Şâyet yeri ve zamanı değilse, o kadar az verir ki, insanlar onu hasis ve cimri sanırlar.

Ancak o, sadece Hakk'ın rızâsını yaşamaktadır. Cenâb-ı Hakk âyet-i kerîmede buyurur:

"Bir de akrabâya, yoksula, yolcuya hakkını ver. (Ancak) gereksiz yere de saçıp savurma!"

"Zîrâ böylesine saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür." (el-İsrâ, 26-27)

"Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma! Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun!" (el-İsrâ, 29)

Bu âyetin şuûr ve idrâki içerisinde olan Ömer bin Abdülazîz, muhtaç, garîb ve yetîme kendisinin ve rızâsını almak sûretiyle âilesinin servetlerini infâk etmiştir.

Böylece teb'asına rehber olmuş, servet sahipleri de kendisini nümûne-i imtisâl edinmiş olduğundan devrinde ümmet içerisinde zekât verilecek fakîr insan kalmamıştır.

Ömer bin Abdülazîz sarayda oturmayıp kıl çadırını tercîh etmesiyle de israfı önlemek husûsunda güzel bir örnek olmuştur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Kâmil insan, nefsini dâimî bir murâkaba altında tutar.

Bunun için başkalarının kusur ve kabahatleriyle uğraşmaz.

İnsanların gizli-saklısıyla meşgul olmaz.

Bu mevzuda bildiklerini ifşa etmez. O, yüce Mevlâ'nın "Settâru'l-uyûb" (ayıpları çok örtücü) sıfatından nasîb almıştır.

Kâmil insan, dünyânın geçici âlâyişine gönül vermeyip müstağnî bir hayat yaşamakla başkaları tarafından her ne kadar bazen kınansa da aslında herkesin gıpta ettiği bir makam ve mevkîde heybet hâlindedir.

Dünyâ dahî ona râm olma emrini almıştır.

Hadîs-i şerîfde buyurulur:

"Her kimin kaygısı âhıret olursa, Allâh onun zenginliğini kalbine koyar.

İşlerini dağınık olmaktan kurtarır ve dünyâ ona boyun eğerek gelir.

Her kimin kaygısı da dünyâ olursa, Allâh, onun fakîrliğini gözü önüne koyar, kendisini derbeder eder ve dünyâdan da kendisine ancak mukadder olan gelir." (Tirmizî)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Kâmil insan, zâhiren bir garîb gibidir, ancak gönül âleminde öyle mutantan saraylar içinde ve müzeyyen tahtlar üzerinde saltanat sürer ki, bütün dünyâ onun nazarında kumda oynanan bir oyundan başka bir şey değildir.

Dolayısıyla insanlardan ve dünyâdan nefsine âid herhangi bir talebi yoktur.

Bütün işlerinde itidal üzeredir.

İbadetlerinde de en hayırlı bir yol takip eder.

İnsanın kendi üzerinde Rabbinin bir ibâdet ve şükür hakkı, âilesinin hakkı, nefsinin hakkı gibi birtakım mühim haklar vardır.

Kâmil insan bu dengenin muhâfazası içindedir.

Rakîk bir gönle sahip kâmil insan, verdiği sözü mutlaka yerine getirir ve hiçbir zaman va'dinden dönmez.

Birtakım nefsânî sebeplerle muhatabını rencide etmez.

O Hakk'a kullukta ve insanlara muâmelesinde adâlet sahibidir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil



Kendisinin aleyhinde olanlara dahî kırılmaz.

Eğer o kimse, iyilik yaptığı bir fakîr ise, elinden gelen ihsânı aynen devam ettirir.

Çünkü kâmil insan, Allâh'ın ahlâkı ile ahlâklandığı ve yalnız O'nun rızâsını taleb ettiği için fiil ve davranışları Kur'ân ve sünnet ölçüsü içindedir.

Zîrâ Cenâb-ı Hakk, bu dünyâda bütün mevcûdatın, hatta kendisine...isyan eden nice gâfillerin bile rızıklarını vermektedir.

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhü anh-, Mıstah isimli birine devamlı olarak yardımda bulunurdu.

Fakat mâlûm ifk (iftira) hâdisesinde onun da iftiracılar arasında yer aldığını görünce, bir daha ona ve âilesine iyilik yapmayacağına dair yemin etti.

Mıstah ve âilesi, Hazret-i Ebû Bekir'in yardımı kesilince perîşân bir hâle düştüler.

Ancak Cenâb-ı Allâh, isyânlarına rağmen kullarına merhameti muktezâsınca yardımın kesilmesinin ardından şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:

"İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler, akrabâya, yoksullara, Allâh yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine dair yemin etmesinler; afvetsinler, bağışlasın geçsinler!

Allâh'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allâh (ki) çok bağışlayandır, çok merhametlidir." (en-Nûr, 22)

"Yeminlerinizden dolayı Allâh'ı (O'nun adını), iyilik etmenize, O'ndan sakınmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel kımayın! Allâh işitir ve bilir." (el-Bakara, 224)

Bu âyetin inzâlinden sonra Ebû Bekir -radıyallâhü anh-:

"-Ben elbette Allâh'ın beni bağışlamasını severim!" dedi.

Ardından yemin keffareti vererek yapmış olduğu hayra devam etti.

Yâni iffet timsâli kızı, Fahr-i Kâinât -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in temiz zevcesi ve mü'minlerin annesi olan Hazret-i Âişe -radıyallâhü anhâ-'ya iftira atan şahsa infâkına devam etti.

Bu da, Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhü anh-'ın fazîletinin ve kemâlinin kâ'bına varılamayacağını gösteren en bâriz bir misâldir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Kâmil insan, yerinde ve zamanında o kadar çok infâk eder ki, onu görenler müsrif sanır.

Şâyet yeri ve zamanı değilse, o kadar az verir ki, insanlar onu hasis ve cimri sanırlar.

Ancak o, sadece Hakk'ın rızâsını yaşamaktadır. Cenâb-ı Hakk âyet-i kerîmede buyurur:

"Bir de akrabâya, yoksula, yolcuya hakkını ver. (Ancak) gereksiz yere de saçıp savurma!"

"Zîrâ böylesine saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür." (el-İsrâ, 26-27)

"Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma! Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun!" (el-İsrâ, 29)

Bu âyetin şuûr ve idrâki içerisinde olan Ömer bin Abdülazîz, muhtaç, garîb ve yetîme kendisinin ve rızâsını almak sûretiyle âilesinin servetlerini infâk etmiştir.

Böylece teb'asına rehber olmuş, servet sahipleri de kendisini nümûne-i imtisâl edinmiş olduğundan devrinde ümmet içerisinde zekât verilecek fakîr insan kalmamıştır.

Ömer bin Abdülazîz sarayda oturmayıp kıl çadırını tercîh etmesiyle de israfı önlemek husûsunda güzel bir örnek olmuştur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsan-ı Kâmil


Kâmil insan, nefsini dâimî bir murâkaba altında tutar.

Bunun için başkalarının kusur ve kabahatleriyle uğraşmaz.

İnsanların gizli-saklısıyla meşgul olmaz.

Bu mevzuda bildiklerini ifşa etmez. O, yüce Mevlâ'nın "Settâru'l-uyûb" (ayıpları çok örtücü) sıfatından nasîb almıştır.

Kâmil insan, dünyânın geçici âlâyişine gönül vermeyip müstağnî bir hayat yaşamakla başkaları tarafından her ne kadar bazen kınansa da aslında herkesin gıpta ettiği bir makam ve mevkîde heybet hâlindedir.

Dünyâ dahî ona râm olma emrini almıştır.

Hadîs-i şerîfde buyurulur:

"Her kimin kaygısı âhıret olursa, Allâh onun zenginliğini kalbine koyar.

İşlerini dağınık olmaktan kurtarır ve dünyâ ona boyun eğerek gelir.

Her kimin kaygısı da dünyâ olursa, Allâh, onun fakîrliğini gözü önüne koyar, kendisini derbeder eder ve dünyâdan da kendisine ancak mukadder olan gelir." (Tirmizî)

 
Üst