Osman nuri topbaş hoca efendiden sohbetler..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)


Mezmûm ahlâkların en tehlikelilerinden olan hırs ve hasedin yegâne tedâvisi ise ancak kanâatin huzurlu rûhâniyetine bürünmekle mümkündür. Çünkü kanâatin gönle verdiği ilâhî hazîneler ne biter ne de tükenir. Nitekim Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"Kanâat, bitmez tükenmez bir hazînedir." buyurmaktadır.

Dolayısıyla zenginliğin gerçek ölçüsü kanâattir. İlâhî taksîme râzı olmaktır. İmkânı kendinden fazla olanları kıskanmamaktır. Zenginliğin gerçek lezzeti, ancak kanâat ile tadılabilir.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:

"Dirilmek için ölünüz ki, gerçek güzellik ve zenginliğe nâil olasınız!"

Ancak bilmelidir ki, güzeller, kendilerini görecek göz, sevecek gönül ararlar.

Görmeyen gözlere güzellik, duymayan kulaklara nağmeler sunulmadığı gibi doymayan obur tıynetler de kanâatin huzûr ve rahatlığını hissedemezler. Hangi sazın nağmeleri sağırlar, hangi gül veya miskin râyihası burunları koku almayanlar içindir?!.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)


Kâmil insan, rızık ve nîmet sıkıntısı çekmez. Rızkın değil, Rezzâk'ın peşindedir. Başkalarının imkân ve nîmetlerine göz ve gönül gezdirmez. Hep rızâ hâlindedir.

Bu rızâ hâli husûsunda İbrâhim bin Ethem ile Şakîk-i Belhî arasında geçen mülâkat ne kadar rûhâniyet doludur.

Şakîk-i Belhî, İbrâhim bin Ethem'e sorar:

"-Geçim noktasında ne yaparsınız.?"

İbrâhim bin Ethem şöyle cevap verir:

"-Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz!.."

Şâkîk-ı Belhî:

"-Horasan'ın köpekleri de böyle yapar!" deyince bu defa İbrâhim bin Ethem sorar:

"-Ya siz ne yaparsınız?"

Cevâben Şakîk-i Belhî:

"-Bulursak şükredip infak eder, bulamadığımızda ise sabr ile şükrederiz." der.

İşte kanâatin ka'bına varılmaz şâhikası!..

Bu makâma yaklaşabilen Hakk dostlarına iki cihânda da ne seâdet!..
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hırs, Hased ve Kanâat (devamı)



Ancak diriliği yalnız vücûd lezzetleri ve nefis istekleri ile dolu olanların sonu elbette acıklı ve hazîndir. Gayret ve imkânlarını ten lezzetlerine mahkûm edenler için bir

rûhâniyet düşünülemez. Kanâatkârlar, ne güzel rûh zenginleri ve gönül cömertleridir. Huzûr ve seâdet onlardan neş'et eder.

Sâlih kulun kalbi, malın ve mülkün ötesindedir. Onunla zengin olmaz. Lâkin gönlü Allâh -celle celâlühû- ile dolu olan sâlih kişi, varlığı ile gönülleri zengin eder.

Yâ Rabb!...i hırs ve hasedin sâlih amelleri yakıp bitiren alevlerinden muhâfaza eyleyip bitmez ve tükenmez bir hazîne olan kanâat ile müzeyyen kıl!...

http://www.gonuldunyamiz.com
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân



Tasavvufun başlıca gâyesi, ham insanı ihlâs ile tezyîn ederek kâmil insan hüviyetine kavuşturmaktır. Çünkü insan, kendisini Rabbine vâsıl edecek kudret akışları ve

Rabbânî sırlarla techîz edilmiş olan şu kâinâta, ebediyyet âlemine hazırlanmak için gelmiş ve bu maksada binâen muhtelif imtihânlara tâbî kılınmıştır. Onun, ebedî âlemde kendisi için hazırlanmış olan nîmetlere nâil olabilmesi de, bu imtihânları kazanarak bir kalb-i selîm elde edebilmesine bağlıdır.

Bu nükte dolayısıyladır ki insanlar, îmân ve fazîlet dâvâsında çile, sıkıntı, ızdırap ve elemle dolu binbir merhalelerden geçirilirler. Böylece Hakk yolunda ilâhî dâvânın sâdıkları ile fâsıkları birbirinden ayırd edilir. Bunun içindir ki, sâdece îmân etmek kâfî değildir. Onu amel-i sâlihle süsleyerek ilâhî imtihânlarda muvaffak olabilecek bir seviyeye yükseltmek zarûreti vardır. Allâh Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de:

"Elif. Lâm. Mîm. İnsanlar yalnız inandık demekle hiç imtihân edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?"

"Şânım hakkı için onlardan öncekileri de imtihân ettik. Elbette Allâh, (dîn ve îmân dâvâsında) sâdık olanlarla yalancıları bilmektedir." (el-Ankebût, 1-3) buyurarak îmân ve imtihânın âdetâ içiçe olduğunu beyân eylemiştir.

devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân


Buna göre; îmân bir lutuf, imtihân da onun miyârı, kuldan istenilen sabır ve teslîmiyyetle îmânı muhâfaza ise, bir bedel mesâbesindedir. Yâni Hakk Teâlâ, verdiği lutfunun yüceliğini ve değerini idrâk ettirmek için kullarına takdîr buyurduğu imtihânlarla -onların iktidarları nisbetinde- âdetâ bir bedel taleb etmektedir. Âyet-i kerîmedeki:

"Allâh mü'minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır." (et-Tevbe, 111) ifâdesi de, bu hakîkatin bir tezâhürüdür.

Dolayısıyla, rızâ-yı ilâhîyi kazanmak için, Hakk'ın istediği bedelleri (can, mal-mülk, vesâireyi) seve seve O'nun yolunda fedâ etmek, îmânın kemâline vesîledir. Mü'minlerin şu imtihân dünyâsındaki ibtilâ, mihnet ve meşakkatlerinin, âhıret kazancına bir bedel olarak kaydedildiği şüphesizdir.

Diğer taraftan dünyâ ihtirasına kapılmış îmânsızların, Kur'ân'a ve dîni yaşamaya çalışanlara yaptıkları tecâvüzler ise, onlar için ebedî ızdırap ve felâket dolu bir cehennem azâbının kahredici bedeli hükmündedir. Zîrâ onlar, iki yönden azâbı hak etmektedirler. Biri îmân etmemeleri, diğeri de mü'minlere zulmetmeleridir.

Böyle sıkıntılı zamanlarda ibâdet ve amel-i sâlihde bulunup ihlâsı elde edebilmek ve Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in rûhâniyetine bürünebilmek zarûrîdir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân


Amel-i sâlih nedir? Amel-i sâlih, ne pahasına olursa olsun Allâh'ın râzı, Hazret-i Peygamber'in hoşnûd olacağı bir îmân, ibâdet ve yüksek ahlâkı, hayât düsturu eylemektir. Ehl-i tasavvuf, amel-i sâlihi, ta'zîm li-emrillâh (Allâh'ın emirlerine hakkıyla riâyet) ve şefekat li-halkıllâh (Allâh'ın mahlûkâtına merhamet) kâidesinin

yaşanması olarak târif etmişlerdir. Bilhassa dîn ve îmân bakımından sıkıntılı zamanlarda bunlara riâyet, Allâh Teâlâ'nın nusrat ve rahmet-i ilâhiyyesini mûcibdir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

"(Ey mü'minler!) Eğer (başınıza gelen sıkıntılara aldırmayıp Allâh'ın dînini yaşamak husûsunda) sabır (ve sebât) eder ve ittikâ ederseniz, (yâni hem takvâ üzre Allâh'a sığınır, hem de gerekli tedbirleri alarak korunursanız), onların (İslâm düşmanlarının) hîle ve tuzağı size hiçbir zarâr vermez! Çünkü Allâh, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır." (Âl-i İmrân, 120)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân (d



İslâm târihine bakıldığı zaman, Allâh'ın yardımı sâyesinde mü'minlerin, çok az bir güçle büyük muvaffakıyetler elde ettiği görülür. Bedir, Mûte, Târık bin Ziyâd'ın

İspanya'ya çıkışı, Malazgirt ve birçok zaferler bu hakîkatin birer misâlidirler. Diğer taraftan bütün dünyâya "i'lâ-yı kelimetullâh"ın imzâsını atan muhteşem Osmanlı Devleti de 400 atlı ile kurulmuştur. En son olarak şâhid olduğumuz Çeçenistan'ın koca Rusya'yı dize getirmesi de, yine bu nusrat-i ilâhiyye bereketiyledir.

Bu da gösteriyor ki müslümanlar, ihlâsları ölçüsünde muvaffak olmaktadırlar. Yâni ihlâsdan ayrılmayan kuvvet ve kudrette yenilmez hâle gelir; ihlâsını kaybeden de gücünü kaybeder. Bu husûsda Allâh Teâlâ şöyle buyurur:

"(Ey mü'minler! Siz Hakk yolunda ihlâs, sabır ve takvâya sarılınız!) Eğer Allâh size yardım ederse, sizi yenecek yoktur... (Sakın gaflet ve cehâletle O'nun yolundan ayrılmayın; dînden tâviz vermeyin! Zîrâ Allâh), eğer sizi yüzüstü bırakırsa, O'ndan sonra size kim yardım edebilir? Mü'minler, yalnız Allâh'a güvenip tevekkül etsinler!.." (Âl-i İmrân, 160)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân



Hâsılı her hâlükârda, yâni bütün meşakkat ve zorluklara rağmen Allâh ve Rasûlullâh yolunda yürümek, mü'minin îmân şiârıdır. Ve her mü'min bu îmân nîmetinin bedelini Hakk Teâlâ'ya ödemelidir. Kaldı ki, bu bedeli ödeyenler için âyet-i kerîmede "Allâh'a borç verenler" ifâdesi kullanılmış ve bunun karşılığını da Cenâb-ı Hakk'ın fazlasıyla vereceği beyân buyurulmuştur:

"Kimdir o kimse ki, Allâh'a güzel bir borç versin de, Allâh da ona kat kat fazlasıyla (verdiğini) ödesin!.." (el-Bakara, 245)

Bununla birlikte bedeli ödenmeyen bir şeyin talebi ise, aslâ mümkün değildir. Yine âyet-i kerîmede buyurulur:

"(Ey mü'minler!) Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmezden önce cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihâyet Peygamber ve onunla birlikte inananlar: Allâh'ın yardımı ne zaman? diyecek olmuşlardı. Bilin ki Allâh'ın yardımı yakındır." (el-Bakara, 214)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân



Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:

"Mü'min bir erkek veya kadın; nefsinde, çoluk çocuğunda, malında imtihâna uğrar, tâ ki Allâhımız'a temiz ve günâhsız kavuşsun..."

Demek ki kula verilen imtihânların hikmeti, sadece sâdıklar ve fâsıkların birbirinden ayırd edilmesi için değil, aynı zamanda kulun, günâh kirlerinden temizlenmesi içindir.

Bu sebebledir ki, zâlimlerin inananlara yaptıkları zulümler, zâhiren kahır gibi görünse de îmânını koruyabilenler için bir lutufdur. Hadîs-i şerîfde:

"Meşakkat çektiğin kadar istifâde edersin!" buyurulmaktadır.

Her şey bir bedel mukâbilidir. Râm olmadan sâhib olabilmek mümkün değildir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân



Firavun'un sihirbazları, Mûsâ -aleyhisselâm-'ın mûcizesi karşısında: "-Âlemlerin Rabbine, Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine îmân ettik!" diyerek derhal secdeye kapanmışlardı. Ahmak Firavun, öfkelendi ve gücünü, vicdanlara da hükmederek göstermek istercesine haykırdı: "-Ben size izin vermeden ona îmân ettiniz ha!

Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!.." dedi. Sihirbazlar ise büyük bir îmân vecdi içinde:

"-Senin zulmün bize bir zarar veremez! Senin zarârın dünyâya âiddir. Âhıret seâdeti ise, ebedîdir!" ifâdesinde bulundular ve şöylece Cenâb-ı Hakk'a ilticâ eylediler: "Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver ve müslüman olarak canımızı al!"

Velhâsıl sihirbazlar, aslâ Firavun'a meyletmediler ve onun tehdîdlerine aldırmadılar; nihâyet nâil oldukları hidâyetin bedelini, kolları ve bacaklarının çapraz kesilmesi şeklinde ödeyerek şehîd ve velî olma şerefiyle Cenâb-ı Hakk'a kavuştular.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân

Zâlimler, îmânlarını suç sayarak Ashâb-ı Uhdûd'u hendeklerde yakıyorlardı.

O sâdık mü'minler, buna rağmen inançlarından vazgeçmediler ve dâvâları uğruna korkusuzca ölüme giderek îmânlarının bedelini Hakk Teâlâ'ya minnetle ödediler.

Böylece Allâh Teâlâ da, onları seçkin ve sâlih kulları arasına dâhil eyledi. Ashâb-ı Karye'den Habîb-i Neccâr, îmânı ve irşâdı dolayısıyla taşlanarak katledilmişti. Fakat son ânında ilâhî lutuflar kendisine gösterildi de o, kavminin gafletine acıyarak: "Keşke kavmim bunu bilseydi!.." (Yâsîn, 26) dedi.

Zîrâ kendisine, taşlanmasının karşılığında sonsuz bir seâdet bahşedilmişti.

Yine hıristiyanlığın ilk yayıldığı dönemlerde Romalılar, Yunanlılar ve putperestlerle birleşip ehl-i îmânı sirklerde hayvanlara parçalatıyorlardı. Ancak gerçek îmân sâhibleri, bu zulme...

Allâh indindeki yüce mükâfâtı tercîh ederek îmânlarının bedelini arslanların ağızlarında parçalanmak sûretiyle ödediler ve ebedî kazanca nâil oldular.

İlk müslümanlar da, Mekke devrinde hicrete kadar onüç sene îmânlarının bedellerini ödediler. Açlık, zulüm, Habeşistan hicretleri gibi birçok meşakkatler, hep bir îmân bedelinin mukâbili idi. Nihâyet Medîne gibi her bakımdan İslâm'ın kalbi olan bereketli bir belde ile ulvî bir İslâm hayâtına nâil oldular. Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in Tâif'de çektiği sıkıntı, cefâ ve elemler de, O'nu, hiçbir peygambere nasîb olmayan Mi'râc nîmetine kavuşturmuştur.

Diğer taraftan dînî hayâtı himâyesine almış olan Allâh -celle celâlühû-, kudret ve azametine rağmen ehl-i îmâna yapılan dînsizlik muamelelerini de hiçbir zaman cezâsız bırakmamıştır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân


Târîh, îmân ve ahlâk yolundan çıkan azgınlara tatbîk olunan azâblar, ilâhî gazablarla doludur.

Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin kibirli ve zâlim insanları; peygamberlerle mücâdele eden, kendisinin tanrı olduğunu iddiâ eden ve sonunda bir avuç suda helâk olan

Firavun; bir sineğin mağlûb ettiği

Nemrûd; yaşayışları hayvanlardan daha aşağı olan ahlâksız Lût kavmi ve birçok benzerleri, zulümlerine ve isyânlarına bürünerek dünyâdan gelip geçtiler.

Onların arkasından semâlar ağlamadı. Gözler yaşarmadı. Gönüller sızlamadı.

Bilâkis mazlûmlarının âhları ve bedduâları ile onlar, târihin çöplüğünde yok olup gittiler.

Saltanat sürdükleri yerleri, şimdi baykuşlar ve köpekler şenlendiriyor.

Küfür, isyân, zulüm ve haksızlık târihi, ilâhî intikâmın dehşetli örnekleri ile doludur.

Allâh'a ve peygamberlerin gösterdiği yola muhâlefet ve isyân edip inananlara zulmedenlerin, er-geç ilâhî kudretin acı azâbı ve çetin tecellîleri ile karşılaşmaları, kaçınılmaz bir mecbûriyet ve değişmez ilâhî bir kânûndur.

Hayatta en çok korkulan ve ilâhî bir tehdîd olan hâdiseler; tûfânlar, kasırgalar, zelzeleler, kıtlık, azab dolu ateş bulutları, düşman işgalleri ve sârî hastalıklar, ilâhî gazap dolu tecellîlerdir.

"Tabiat olayları" olarak görülen bu tip vak?alar, gelişi-güzel olmayıp birçok sebep ve hikmetlere bağlıdır.

Bu tip acı hâdiseler, insanların isyanları ve günâhları sebebiyle meydana gelir. Ve ilâhî nizâmın felâketleri, tahakkuk safhasına girer.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân (devamı)


Allâh -celle celâlühû-, -hâşâ- zâlim değildir. Fakat bu felâketlerin, kulların hak etmesiyle zuhûr ettiği bir gerçektir.

Cenâb-ı Hakk, bu hakîkati âyet-i kerîmede şöyle bildirir: "Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir..." (eş-Şûrâ, 30) Dolayısıyla ilâhî nizâma ve kudsî esaslara karşı koyanların, ilâhî intikâmın acı tatbîkâtı ile karşılaşmaları kaçınılmazdır. Bütün fizikî hâdiselerin içinde binbir türlü esrâr gizlidir.

Bu esrâr, peygamberlere ve ehl-i kalbe ayândır. Kur'ân-ı Kerîm'de bu hususdaki beyanlardan birkaç örnek şöyledir:

"Biz refâhından şımarmış nice memleketleri helâk etmişizdir. İşte, onların kendilerinden sonra pek az iskân görmüş harâbeleri!..

Biz onların (hepsinin) vârisi olduk..." (el-Kasas, 58) "İşte bak, zâlimlerin sonu nasılmış?!." (el-Kasas, 40) "Onlardan önce, kendilerinden kuvvetçe pek üstün nice nesiller helâk ettik; beldelerde oyuklar (sığınaklar) tuttular, kaçacak delik aradılar; kurtulabildiler mi?

Bu hususda, kalbi olan veya hazır bulunup kulak veren kimselere mev'izalar, ibretler vardır..." (Kâf, 36-37) "Sonra onların ardından başka nesiller getirdik..." (el-Mü'minûn, 42)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân (devamı)


"Zâlim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arkasından da nice başka topluluklar vücûda getirdik..." (el-Enbiyâ, 11)

"Şüphesiz O'nun yakalaması, pek elem vericidir, pek çetindir!" (Hûd, 102)

"Andolsun ki, civârınızdaki memleketlerden nicelerini helâk ettik.. Belki doğru yola dönerler diye âyetleri (böyle) tekrar tekrar açıklıyoruz!." (el-Ahkâf, 27)

"Andolsun ki biz, sizin benzerlerinizi helâk ettik. Düşünüp ibret alan yok mu? (Nerde kendine gelen?)" (el-Kamer, 51)

Allâhımız; Nemrûd'un ateşlerini, Hazret-i İbrâhim îmânı ile gülistâna çeviren, Fir'avn'ın saltanatını Hazret-i Mûsâ asâsı ile altüst eden, Kâbe'yi yıkmaya kalkışan Ebrehe ordularının fillerini ve askerlerini küçük kuş ordularına çiğneterek Mekke'nin civârını fil mezarlığına çeviren ve benzerî azgın kavimleri altüst eden ve

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-i, "melek, rüzgâr, korku" gibi görünmez askerlerle te'yîd ederek O'na zafer ufukları açan, kahredici bir kudret sâhibidir.

Dolayısıyla îmân ve İslâm'a karşı bayrak açan her âsî, kahr-ı ilâhînin azametli pençesinde helâk olmaya mahkûm olmuş demektir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân (devamı)



Cenâb-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerîm'de buyurur:

"... Yerin göğün hazîneleri Allâh'a âiddir. Fakat münâfıklar bunu anlamazlar." (el-Münâfikûn, 7)

Bu itibarla mü'minlerin, binbir çileli hâdise ile imtihân geçirirlerken İslâmî teâhhüdlerine, dînî râbıtalarına ve ahlâkî güzelliklerine dikkatle îtinâ etmeleri îcâb eder.

Bunun aksine, değişen hayât telâkkîleri karşısında ve menfaat mukâbilinde îmân cevherini yaz-boz tahtası hâline getirmek, îmânî tehlike ile karşı karşıya gelmektir.

Bu husûsda Cenâb-ı Hakk'ın îkâzı çok şiddetlidir:

"Onlar ki îmân ettiler, sonra inkâr ettiler; daha sonra yine îmân ettiler, yine inkâr ettiler; sonra inkârları arttı; işte Allâh, onları ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir."

"(Ey Rasûlüm!) Acı bir azâbın onlar için olduğunu münâfıklara müjdele!"

"Onlar, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutuyorlar. Onların yanında (şeref ve) izzet mi arıyorlar? (De ki Bütün (şeref ve) izzet (ler) tamâmen Allâh'a âiddir." (en-Nisâ, 137-139)

Unutmamalıdır ki insan, hayât ve ölüm kanunlarına tâbîdir.

Yaşatan ve öldüren Allâh Teâlâ'nın verdiği makâm ve mevkî karşısında Allâh'dan gâfil olarak îmânı koruyamamak ne müthiş bir ahmaklık ve hüsrândır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân (devamı)



İnsanda göz, kulak, el, ayak, söz, şuûr, vicdân gibi maddî ve mânevî techîzât, öncelikle fıtrî gâyeye mebnî olarak, yâni kulu ilâhî hakîkate mazhar kılmak için verilmiş Rabbin yüce ihsânlarıdır.

Göz, âfâkî hak parıltılarını görmek; kulak, ilâhî irşâd seslerini duymak; el, hayırlara mecrâ olmak; ayak, hasenâta ve hizmete seferber olmak; söz, gönül akışlarını dile getirmek ve ilâhî kelimeleri okuyup kalbin zikrullâh ile itmi'nâna ermesini sağlamak; şuûr, dış âlemdeki kudret akışlarını idrâk etmek; vicdân, iç âlemdeki kudsî parıltıları, rûhânî temasları derlemek için verilmiştir.

Bu nûrânî teşkilâtı, fısk u fücûrda kullanmak, fıtrî gâyeye ihânet, yaradanına isyândır. Bunları yerli yerinde kullanmak da fıtrata dönmek, kalbini rûhânî hayâtla gıdâlandırmaktır.

Dîni himâyesi altına almış olan Allâh -celle celâlühû-'nun, kudret ve azameti karşısında müslümanlara ve Kur'ân'a tasallut teşebbüslerinde bulunanların er-geç ilâhî intikâma dûçâr olacakları muhakkaktır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmân ve İmtihân (devamı)


Sînelerde zehirli bir yılan gibi çöreklenen, zaman zaman da iz'aç halkaları ile kımıldayan zehirli ağızların ve şuûrsuz kalemlerin temiz dindarları ne kadar rencide ettiği mâlûmdur.

Şunu iyi bilmek îcâb eder ki, fıtrî asâleti bozmak, Allâh'ın yarattığını değiştirmek imkâsızdır.

Dînsizlik, ne kadar zulümle yaygınlaştırılmaya çalışılsa da, dînin, rûhî ve vicdânî derinliklere yerleştirilmiş ulvî köklerinin yeşermesine mânî olunamaz. Kulun, Rabbine yakınlaşmak ihtiyâcı durdurulamaz.

Yaradılışdaki bu ulvî neş'eler önlenemez. Çünkü ilâhî kudret, dîn ihtiyâcı ve Rabbe yakınlaşmayı sünnetullâh olarak takdîr buyurmuştur.

"Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır dök! Ayaklarımızı (dîninde ihlâs üzere) sâbit kıl ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle!.." (el-Bakara, 250)

"Ey Rabbimiz! Bize, rasûllerine va'dettiğini lutfeyle; kıyâmet günü bizleri rezîl ve perîşân eyleme!.." (Âl-i İmrân,...

http://www.gonuldunyamiz.com
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmandan İhsana Musa Efendi (k.s.)



Müminin sürekli olarak ilahi müşahade altında olduğunu idrak etmesi ve bu halin kalpte sabitleşmesi demek olan ihsan, aynı zamanda herhangi bir iş ve davranışın en mükemmel ölçüler dâhilinde îfâ edilmesidir.

İlahi rahmete tevdî edilişinin üçüncü sene-i devriyesini idrâk ettiğimiz Mûsâ Efendi -kuddise sirruh- hazretlerinin hayat tarzı ve uslûbu, beşerî münasebet ve davranışları açısından da müstesna bir nezâket, zerâfet ve letâfet misalleriyle doluydu.

Yani, onun hayatı kısaca "ihsan" kıvamındaydı.

O derecede ki, latîfe yaparken bile, Allah'ın müşâhedesi altında bulunduğu husûsundaki idrâk ve dikkatini za'fa uğratmama gayreti içinde olurdu.

Onun bu güzel hâli, etrafındakilere hep ihsan duygusunu hatırlatırdı.

O büyük zât, "imandan ihsana" doğru olan uslûb ve muhtevâyı, bütün davranış ve sözlerinde en kâmil bir sûrette gerçekleştirme azmi içindeydi.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmandan İhsana Musa Efendi (k.s.)


Onun nezih hayatı, bu davranış zerafet ve mükemmelliğinin zamanımızdaki en kâmil örneklerinden biriydi. O daimâ, hâl ve kâl itibariyle, kesintisiz ışık saçan ve ısıtan bir güneş gibi etrafına bu telkînin feyz ve bereketini yayardı.

Kendisiyle az-çok vicâhî veya gıyâbî, yâni yakından ve uzaktan münâsebeti olan herkesin feyiz mecrâı olan o Hak dostu, kâinatta, ilâhî nizamın icabı olan ahengin bozulmasından rencide olurdu.

Görebildiği her yanlış ve eksikliği gidermek husûsunda derin bir dikkat ve hassasiyetle hareket ederdi.

Mesela, en basitinden, duvardaki bir levhanın eğri durmasından veya bir seccadenin rastgele serilmesinden bile rahatsız olurdu.

Ya onu birisine düzelttirir veya bizzat kendi elleriyle düzeltirlerdi.

Bir mecliste veya sohbette, odanın intizamsız olması, gelenlerin gelişigüzel oturması veya kapı eşiğinde birikmeleri onun dikkatinden uzak kalmaz, zevk-i selîmini rahatsız ederdi.

Hak dostlarının davranış mükemmellik ve zerafetini şu âyet-i kerîmeler ne kadar güzel sergiler:

"Rahmân'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüyünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incinmez ve incitmezler, sadece) «selâm» derler."

"Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyama durarak geçirirler." (Furkân, 63-64)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmandan İhsana Musa Efendi (k.s.)



Bu âyet-i kerîmeler ve bunların ardından gelen diğer âyet-i kerîmelerde Cenâb-ı Hak, sâlih mü'minlerin husûsiyetlerini sekiz sıfatla özetlemektedir:

1. Yeryüzünde yürüyüşleri ve hareket tarzları mülâyimdir; gurur ve kibirden uzak, tevâzu ve vakar içindedir. Câhiller kendilerine çatsalar dahî selâmetle neticelenecek söz söylerler. Etraflarına hesaplı, merhametli ve mütehammil olarak güven ve huzur verirler. (Furkân, 63)

2. Geceleri ibadetle ihyâ ederler. Yatışları ve kalkışları hep Allâh için olur. (Furkân, 64)

3. Şöyle duâ ederler: «Ey Rabbimiz! Bizlerden cehennem azâbını defet! Çünkü onun azâbı geçici bir şey değildir.» (Furkân, 65)

4. Harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar. (Furkân, 67)

5. Allâh'tan başka bir ilâha yalvarmazlar. Allâh'ın harâm kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zinâ etmezler. (Furkân, 68)

6. Yalan yere şahitlik etmezler; boş bir şeye rastladıkları vakit vakar ile (oradan) geçip giderler. (Furkân, 72)
 
Üst