Yaratılanı Sevelim, Yaratandan Ötürü

uður1

Well-known member
Cevap: Günün ayeti

Kur'an-ı Kerim'den...
Bilmez misin ki, kuşkusuz Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir. Kuşkusuz bunların hepsi bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da)dır. Şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır.
"Hacc Sûresi 70. Ayet Meali"
 

uður1

Well-known member
Cevap: Günün ayeti

Rabbimiz Kur'anda şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allah'ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur)."
Hucurat Suresi 12. Ayetin Meali
Zannın çeşitleri vardır. Hüsnüzan kısmı makbul olup müminin Allah, Resulü, müminler ve aksine sebep olmadıkça bütün insanlar hakkında bu zannı beslemesi gerekir. Bazan başka çare kalmayınca zanna dayanarak hüküm verme ihtiyacı olur. Günah olan kısım ise, insanlar hakkında haksız yere suizan besleyip onlar hakkında iyi tarafa değil de kötü tarafa yorumlar yapmaktır. Tecessüs, insanların gizli hallerini araştırmak, keza onların gıybetini yapmak da bu âyetle şiddetle yasaklanmıştır. Gizli halleri araştırmak fertlere olduğu gibi devlet yetkililerine de haramdır. "İdareci, halkın mahrem ve gizli hallerini araştırırsa onların ahlâkını ve düzenlerini bozar." (hadis-i şerif).
 

uður1

Well-known member
Medresetüzzehranın akreditasyonu, misyonu

[h=2] TÜRK - KÜRT BİRLİKTELİĞİ ÇEVRESİNDE MEDRESETÜZZEHRA [/h] Çarşamba, 05 Ekim 2011 14:07 Prof. Dr. Gürbüz AKSOY RİNET - Konferans



Münazarat Ekseninde Milliyet Fikri ve Demokrasi Konferansı tebliğidir.

Giriş
Dünya’da iki yüz yıldır, Türkiye’de ise yüz yıldır gerek siyaset, kültür, eğitim, ekonomi, bilim, insan ve toplum alanlarında ve gerekse bunların birbirleriyle olan ilişkilerinde büyük değişim, gelişim ve problemler yaşanmakta; hızlı bir dinamizm göze çarpmaktadır. Tüm bu alanlarda yeni teoriler, fikirler ve bunların doğurduğu şaşkınlıklar ve karışıklıklar ortaya çıkmakta; eskiyi savunanlarla yer yer çatışmalar kaçınılmaz olmaktadır.




Ortaya çıkan çok karmaşık, farklı ve çeşitlenmiş problemlerin çözümünde Türkiye’de de artık askeri darbeler değil bilimsel hakikatler ve demokratik ilkeler öne çıkmaktadır.




Çalkantılarla dolu son yüz yılda büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi’nin, insanın mahiyeti ve insanlığın problemlerine karşı Kur’an’a dayalı orijinal ve berrak fikirleri, projeleri ve eserleriyle zamana damgasını vurduğunu görmekteyiz.



Bütün kötülüklerin, şerlerin, fakirlik, nifak ve keşmekeşin kaynağının cehalet olduğunu; bunları düzeltmenin ise ancak bütün hayırların anası olan ilimle mümkün olabileceğini öne süren Bediüzzaman genelde eğitim ve özelde üniversite konusunda önemli projeler geliştirmiştir. Bilhassa bu tebliğin de konusu olan Medresetüzzehra projesi çok dikkat çekicidir.




Bu tebliğde Medresetüzzehra’nın bilhassa Türk-Kürt birlikteliğine dair esasları ele alınacak; günümüze uyarlanmış bir Medresetüzzehra örneği olarak “Uluslararası Zehra Üniversitesi” ile “Günümüzde Yükseköğretim Alanındaki Yeni Yönelişler ve Bediüzzaman’ın Yaklaşımı” konularına değinilecektir. 1. Medresetüzzehra’nın Türk-Kürt Birlikteliği’ne Etkisi
• Menfi ırkçılığı ve bölücülüğü önleme açısından: Bediüzzaman Doğu’nun kurtuluşunu ilme, maarife bağlamış; istikbalde her şeyin akıl, ilim ve fenne döküleceğini eserlerinde sık sık belirtmiştir. Bediüzzaman’a göre ayırımcılığı bertaraf edecek, hürriyeti yaşatacak, terakkiyi, dünya ve ahiret saadetini sağlayacak en önemli unsur ilimdir (1). İlmin paha biçilmez bir değer, güç ve kuvvet olduğunu vurgular (2). Özellikle doğu insanının iradesinin ulema elinde olduğunu; bilim adamlarına ve medreselere önemli sorumluluklar düştüğünü belirtir (3). Medresetüzzehra gibi bilim merkezleri hoşgörü ve kültürlerarası dayanışmanın, kaynaşmanın yoğun şekilde yaşandığı, münakaşa ve münazara suretindeki fikir alışverişleriyle hakikatin ortaya çıktığı, fen ve din alanında ilim üretilen yerlerdir. Medresetüzzehra’nın hürriyet ortamında ilmi düşünceler çoşacak (4); eleştirel bakış açısıyla da muhakeme melekesi gelişecektir (5). Medresetüzzehra, cehaleti ilim yoluyla ortadan kaldıracaktır. Böylece cehaletten kaynaklanan nifak, ayırımcılık ve menfi ırkçılık çözüme kavuşacak, “İslamiyet milliyeti” öne çıkacaktır. Ayrıca “Müminler kardeştir” mealindeki Kur’an’ın bir kanun-u esasisi tam inkişaf edecektir (6 – 8). Bediüzzaman; tarihi, coğrafi ve dini açıdan birliktelik gerekçelerinin bölge halkının cehaletten kurtarılmasıyla yani ilim yoluyla mümkün olabileceğine dikkat çekmekte: ”Yakinen biliyoruz, içtimai hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş’et eder.” derken tüm bu hususları Medresetüzzehra’nın tesisi ile ilişkilendirmektedir (9).




• Yetişmiş insan gücü açısından: Medresetüzzehra, ülke meselelerine sahip çıkacak yeni nesil elemanlar yetiştirecektir. Bunlar kalp ve zihinleri aydın, fen bilimleriyle dini bilimleri mezc etmiş kişilerdir. Bu tip aydın insanlar sayıca çok az ve ihtiyaca kafi gelmemektedir (10). Bediüzzaman bu mezunların resmi üniversitelerle diploma denkliklerinin sağlanmasını ve sınavlarının da buna uygun olmasını ve iş imkanı verilmesini ister. Bediüzzaman’a göre ehl-i medrese, ehl-i mektep ve ehl-i tekye sınıfları arasındaki fikri ayrılıklar, milletin gelişmesi önündeki en büyük engel olup, bölücü - ayrılıkçı fikirlerin de kaynağını oluşturmaktadır. Asırlardır biri diğerini cahillik ve taassupla, öbürü ötekini dinsizlikle suçlamıştır. Bu konu zamanla halk kesimi ile aydın sayılan tipler arasında da ciddi bir uzaklaşma ve soğukluğa yol açmış; aydın yabancılaşması ya da aydın ihaneti kavramları ortaya çıkmıştır (11). İşte Bediüzzaman’ın medrese projesi ister Türk isterse Kürt olsun, ehl-i medrese, ehl-i mektep ve ehl-i tekyenin barışmalarına da aracılık edecektir.





• Bilim adamlarını istihdam etme açısından: Medresetüzzehra doğu vilayetlerinin ve oradaki bilim adamlarının geleceğini garantiye alacak; maarif ve eğitimi Doğu’ya üniversite kapısıyla sokacak; demokrasi ve hürriyetin güzelliklerini gösterecektir. Bu üniversitede dini ve dünyevi bilimleri bilen hem Kürtlerin hem de Türklerin güvenini kazanmış (yani unsuriyetçi olmayan) Kürt bilim adamları veya ünsiyet sağlamak için mahalli dilleri (Kürtçe) bilen bilim adamları görevlendirilmelidir (12). Türk mekteplerinde öğrenim görmeyen ve bu nedenle Türkçe öğrenememiş bazı Kürt alimler var ki, bunlar İslami bilgileri ve Arapçayı çok iyi öğrenmişlerdir. İşte bu üniversitede bu hocalar görev alırsa kendileri gibi Kürt olan diğer talebelerin dillerine hitap ederek onlara ilim verirler; böylece hem bu Kürt alimlerden istifade edilmiş olur, hem öğrenci Kürtler bunlardan istifade eder, hem de onların hükümete karşı bağlılıkları gelişmiş olur (8). Tüm bu hususlar Türk - Kürt birlikteliği için mümbit zemin oluştururlar.





• Bilimsel bir kuruma aidiyet açısından: Birlikte yaşama konusunda bir bilimsel kuruma aidiyet duygusu yanında o kurumun mezunlarına sahip çıkması günümüzdeki Bologna sürecinin de önemli bir kriteridir. Öyleyse hem Medresetüzzehra kurumu mezunlarına sahip çıkacak, hem de mezunlar Medresetüzzehra’lı olmayı önemseyecek ve böylece birliktelikleri pekişecektir. Bediüzzaman’a göre dahili ihtilaflar büyük enerji kaybına yol açmaktadır. Medrese yoluyla bu kayıp önlenir ve elde edilecek enerji harice karşı hükümetin emrine verilirse Kürt kavminin de adalete müstehak ve medeniyete kabiliyetli oldukları görülmüş olur (11). Bediüzzaman ayrıca Türklerin aklı ile Kürtlerin kuvvetinin bir araya gelmesinin önemini eserlerinde vurgular. Devlet idaresinde Türklerin önemli tecrübeleri olmuştur. Akıllarıyla yapmış oldukları kanun çıkarma, tedbir alma, idari kararlar alma gibi hususlarda Kürtlerin aleyhine birşey olmadığı müddetçe Kürtler de kuvvetleriyle onlara uygulamada destek olurlar (13).





• Öğretim dili açısından: Bediüzzaman’ın dil konusunda Medresetüzzehra için getirdiği çözüm şu şekilde formüle edilmiştir: Kendi ifadesi ile, “lisan-ı Arabi vacib, Kürdi caiz, Türkiyi lazım kılmak.” Böylece bin yıllık medeniyet mirasımızın, materyalizm ve ırkçılığın bir hülasası olan ve sosyal problemlerimizi derinleştiren ”ulus devlet kurma hülyası”na heba edilmesi önlenmiş olacaktır (11). Bediüzzaman, “Kürtler neye muhtaçtır?” isimli makalesinde; ”Lisana aşina olmayan Kürt çocukları yeni açılan mekteplerden istifade edemiyorlar. Bu ise; vahşeti, keşmekeşi...dolayısıyla Garbın uğursuzluğunu - bölücü fikirlerini davet ediyor.” demektedir. Bediüzzaman bilgi ve marifetin, birlik ve muhabbete sebep olacağını çok defa dile getirmiş, medrese projesinin temel sebeplerinden biri olarak göstermiştir (11).




• Müfredat açısından: Bediüzzaman “ekser enbiya Şarkta, ekser hükema Garpta gelmesi gösteryor ki, Şarkın terakkiyatı din ile kaimdir. Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedide okuttursanız da, Şarkta her halde milet, vatan maslahatı namına, ulum-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türke hakiki kardeşliği hissedemeyecek...” demektedir (14). Aslında burada dikkat edilmesi gereken durum yeni fenlerle din ilimlerinin mezc ve derc edilmesinden ne anlaşıldığıdır. Bediüzzaman’ın teklifi, fen ve din ilimlerinin aynı okulda okutulmasından daha ileride olup; bu teklifte ilimleri, eşyada cari olan Sünnetullah ya da Esmanın tecellisi sayan bir yaratılış tezi ile yoğurup yeniden yazmak ya da anlatmak amaçlanmıştır (11). 2. Bir Medresetüzzehra örneği olarak “Uluslararası Zehra Üniversitesi” (15)
Cumhuriyet öncesi ve sonrasında uygulanan eğitim modelleri başarısız olmuştur. Bu modellerin ortak yanı, din ile fen ilimlerini kaynaştırmaktan uzak oluşlarıdır. Din ve fen ilimlerinin kaynaştırıldığı bir model olarak Risale-i Nur’un sunduğu eğitim modeli, üniversite boyutunda “Medresetüzzehra” olarak karşımıza çıkmaktadır.




Vizyonu: Aklın vicdanla desteklendiği bir eğitimle uluslar arası normlar oluşturan bir üniversite olmaktır.
Misyonu: Bilim ve eğitimde uluslar arası ortak normlara sahip, inanç farklılıklarına saygılı, kendi ülkesinin gerçeklerine duyarlı bireylerle, insanlığın mutluluğuna hizmet etmektir.
Temel Değerler:
• Toplumsal cehaleti ortadan kaldırıp bilinçli dünya vatandaşı yetiştirmek
• Yerel kültürel değerlerle evrensel ortak değerleri buluşturmak
• Pozitif düşünen ve dünyayla iletişime açık bireyler yetiştirmek
• Eğitimde kurumsallığa önem vermek
Amaçları:
• Eğitimi yaygınlaştırmak
• Bilimsel özgürlük ortamı oluşturmak
• Fen ve din ilimlerini eğitim ve öğretim düzeyinde kaynaştırarak birlikte okutmak
• Dinler arasında diyalogu geliştirmek
• İslam ülkeleri arasındaki kaynaşmayı arttırmak
• Bu üniversitenin vizyonuna uygun nitelikli insan gücü yetiştirmek
• Uluslar arası nitelikte bilimsel yayınlar yapmak
• Ulusal ve uluslar arası AR-GE çalışmaları yapmak
• Yerel insan kaynaklarından faydalanmak
• Uluslar arası diploma geçerliliğini sağlamak
• Branşlaşmaya önem vermek
Yapılanma:
Adı: “Uluslar Arası Zehra Üniversitesi”
Kurulacak üniversiteye, pozitif çağrışım yaptıran, uluslar arası kabul görecek ve üniversitenin vizyonuna uygun bir ismin konması amaçlanmıştır.



Eğitim Dili: Bilim dilleri, resmi diller ve yerel dillerdir.
Günümüzde gelişmiş ülkelerde eğitim ve öğretimde en az üç dilin öğretilmesi esas alınmaktadır. Bediüzzaman’ın önerdiği üç dilden Arapça, o günün dini ve bilim dili, Türkçe resmi dil, Kürtçe ise yerel dil olarak zikredilmiştir. Günümüz şartlarını da dikkate alarak temel dini dil olan Arapça’nın muhafaza edilmesini, yaygın bilim dili olarak kullanılan İngilizce’nin gerekliliğini, resmi ve yerel dillerin de kullanılmasını öngörmekteyiz.
Finansman: Her türlü bağış girdisi ile proje ve işletme gelirleri.
İnsan Kaynakları: Kendi alanlarında yetkin akademisyenler ile yerel uzmanlar. 3. Günümüzde Yükseköğretimdeki Yeni Yönelişler ve Bediüzzaman’ın Yaklaşımı

Kalite güvencesi ve Akreditasyon (Akredite olmak, referans gösterilmek, saygınlığın artması), Vizyon ve Misyon: Günümüzde kalite kültürü gelişmektedir. Üniversiteler de stratejik planlar yaparak kalite güvencesi sağlarlar. Stratejik plan ile vizyon, misyon, temel ilke ve politikalar belirlenir; yol haritası çizilir ve kalite yönetimi ile yol alınır; aldıkları yol verilerle değerlendirilerek ne kadar güvence sağlandığı ölçülür. Yetkili bir kuruluş tarafından gerekli şartları sağlayıp sağlamadığı ve standartlara uygunluğu değerlendirilerek o konuda yetkin kılınır yani akredite edilir. Risale-i Nur’a bu açıdan baktığımızda, Bediüzzaman’ın ”Ulum-u diniye vazifesiyle tavzif edildiğini” görüyoruz (16). Mehazı kutsidir. Ne Şarkın ulumundan ne Garbın fünunundan alınmış bir nur değildir. O doğrudan doğruya Kur’an’dan alınmıştır. Bediüzzaman,”Yüksek bir yere çıkıp bağırarak derim ki, Risale-i Nur güzeldir, hakikattir, Kur’an’ın malıdır”. Yine “Resul-i Ekrem’in talimiyle ve Kur’an’ın dersiyle anladım ve bildim ki…” şeklindeki sözleriyle bir yerde akredite edildiğini, eserlerin referans gösterilir kalitede olduğunu ve konusunda yetkin kılındığını bildirmektedir. Öyleyse Bediüzzaman bir üniversite projesi tasarlama hakkına sahiptir. Ayrıca Risale-i Nur müellifi büyük bir stratejist olarak istikbale dönük tarzlar, esaslar benimsemiştir. Örneğin insanlığın akıl ve bilginin hakim olduğu bilgi çağına ulaşarak, eski zaman insanlarına ait olan his, garaz, düşmanlık, tarafgirlik, taassup, tahakküm ve kuvvet kullanmayı bırakacağını (lokal bazı uygulamalar hariç, ki bunlar da eskinin yadigarıdır) ve bunların yerini akıl, fikir, hak, hukuk, ekip çalışması, iş bölümü ve meşveret gibi hususların alacağını önceden görerek, büyük bir strateji uzmanlığı sergilemiştir. Dünyanın gelecekteki beklentilerini çok iyi okumuştur. Medresetüzzehra’nın vizyonu ve misyonu açısından orijinal olduğu, başka üniversiteler benzemediği ve büyük bir boşluğu doldurduğu görülmektedir. Risale-i Nur’un hedefinde “İnsaniyet-i Kübra olan İslamiyet” vardır. Bu hedefin süreçleri ise Avrupa Birliği→Küçük İnsaniyet (İnsaniyeti suğra, Medeniyetin iyilikleri) → İnsaniyeti Kübra (İslamiyet) şeklinde formüle edilebilir.




 Girişimci Üniversite modeli:
Amerika modeli üniversitelerde, üniversiteler kamu kaynakları ve müteşebbis bir yaklaşım sonucu kendi ürettiği kaynaklar ile kendi gider bütçesini kendileri yapabilmekte, böylece idari ve mali özerklik daha fazla olmaktadır. Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra modelinde de benzer bir yaklaşım görüyoruz. Ör. Bu kurumun gelirlerinin zekatlar, vakıf gelirleri, sonradan geri ödenmek üzere devlet yardımı (kamu desteği), toplumun yardımı, hamiyet ve gayret, üniversitenin ürettiği projeler ve kurduğu müesseselerle (Örneğin, Döner sermaye) karşılanabileceği (Mali Özerklik) belirtilir.  Dünyanın bilgi ekonomisine dayalı küresel ekonomik yapısı şunları zorluyor:
Daha fazla ve daha geniş bir yaş grubuna öğretim götürmek, yani eğitimi yaygınlaştırma: Bediüzzaman’ın bilfiil üniversite projesi hazırlaması, çocuklara, gençlere, ihtiyarlara, kadınlara, ilim adamlarına, avama, mahpuslara velhasıl tüm insanlık katmanlarına yönelik eserler yazması, tüm bunların gönüllü yaygın eğitim şeklinde günümüzde de devam ediyor olması, dünyanın bu pozitif beklentisine bir cevap niteliğindedir.


Toplumla daha güçlü köprüler kurarak bölgesel ve ulusal kalkınmaya daha güçlü katılım: Bediüzzaman yerel insan kaynaklarından öğretim elemanı olarak faydalanmayı, kurulacak eğitim kurumuna toplumun sempatisini sağlayacak bir isim vermeyi savunur. Toplumsal cehaleti ortadan kaldırarak bilinçli dünya insanı yetiştirmeyi amaçlar. STK faaliyetlerine katılır. Bilgiyi toplumun ayağına ulaştırmayı, ilim ve irfan hizmetlerinin çevreden merkeze doğru olması gerektiğini (yani üniversite gibi kurumlar halka faydalı ve onun içinde olmalıdır) vurgular. Üniversitenin bulunduğu yörenin insanlarıyla istişare edilmesini, onların eğitilmesini, hürriyet ve demokrasinin nimetlerinden faydalandırılmasını, doğru İslamiyet’in ortaya konmasını önerir.




 Yüksek öğretim ağı oluşturmak:
AB ülkeleri bugün Bologna deklarasyonuyla Avrupa Yüksek Öğrenim Alanı (17) oluşturmak için ter dökerlerken, Bediüzzaman kendi projesinin o zamanlar öğretim üyesi ve öğrenci hareketliliğine; İslam Ülkeleri Yüksek Öğrenim ağı kurmaya yol açabileceğine işaret etmektedir. Medresetüzzehra’nın bir şubesi Van’da,bir şubesi Diyarbakır’da ve Bitlis’te düşünmesi coğrafik durumu dikkate aldığını, Arap ve çevre ülkelerle bağlantıyı düşündüğünü gösterir. Yine Medresetüzzehra denmesi velud, doğurgan ve çoğalır niteliğine işarettir.




 Yabancı dile önem vermek:
“Arapça vacip, Türkçe lazım ve Kürtçe caizdir” diyerek bilim dili, resmi dil ve yerel dillerin kullanılmasının önemini vurgular. Böylece dil ve ifade hürriyeti de sağlanmış olur. 1911’lerdeki bu yaklaşımın ne kadar yerinde, vizyoner ve kucaklayıcı olduğu günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır.





 Yönetim tarzı, Yönetişim:
Günümüzde bu konuda daha verimli modeller aranmakta ve çalışmalar devam etmektedir. Bediüzzaman tüm yönetimlerde 3 M yöntemini önerir. Meşrutiyet, Meşveret (ortak akıl) ve Meşruiyet (hak ve hukuk kaynaklı).




Branşlaşma, desantralizasyon (ademi merkeziyet) ve otonomisi yüksek birimler:
Bu konularda da, örneğin, öğrencilerin kabiliyet ve isteklerine göre alan tercihi yapmalarının önemine, ihtisasa ve uzmanlaşmaya vurgu yapar. Aksi halde bir adamın kabiliyetli olduğu şeyi terk ederek ehil olmadığı şeye girişmesinin yaratılış kanununa itaatsizlik anlamına geleceğini belirtir (18). İş bölümü yapılarak ihtisas şubeleri kurulmasını, bunların birbirinden kopuk olmamasını ve ortak dersler konularak aralarında geçiş imkanı sağlanmasını, ancak her şubenin kendi elemanını yetiştirmesi gerektiğini vurgular. Bu projesinde, üniversitenin merkezinde geçici olarak öğretmen okulu (yani eğitim fakültesi) yer almalı; böylece intizam, tefeyyüz ve fazilet - diyanet etkileşimi sağlanmalıdır. Bir bölümü medrese (yani günümüzdeki sosyal ve insani bilimler okulu); bir bölümü mektep (yani günümüz anlamıyla fen ve sağlık bilimleri fakülteleri) ve bir köşesi de zaviye (yine günümüze uyarlarsak pedagojik rehberlik ve danışmanlık) olmalı ve ortasında ise tamamının toplandığı bir salon bulunmalıdır.



Öğretim kalitesini artırma:
Bilimlerin ve fenlerin özü ve hülasası öğretilmelidir. Yani gereksiz teorik bilgilerden kaçınılmalıdır. Öyle ki, Bologna sürecinde günümüz çağdaş eğilimi de bu yöndedir. Pratik dersler önem kazanmaktadır (19).




 Salahat ve Maharet:

İş yaptırırken maharet sahibi olmayı salahate tercih etmesi, salahat yerine liyakat esaslı bir üniversite kadrosu oluşturma fikrini vermektedir. Alan din ise salahat, iş ise maharet öne çıkmaktadır. Fena ve fani adamların güzel sözü olabileceğini, ayyaş birinin sarhoş olmadığı zaman iyi bir saat tamircisi olabileceğini söyler.




 Üniversite toplum ilişkilerindeki etik standartlar:
Bu değerler günübirlik piyasa değerleri tarafından aşındırılmamalıdır. Bediüzzaman üniversiteye dışarıdan yapılan müdahalelere karşıdır. Bir üniversitede değerler hiyerarşisi lazımdır. Üniversiteler kendi geleneklerini oluşturabilmelidir.




1500 yıllık Üniversite tarihi:
Bugün insanlık alemi “Üniversite kurumunun kültürel niteliklerini” insanlığın koruması gereken kültürel miraslarından birisi olarak kabul etmektedir (20). Bu fikir AB Konseyince de kabul edilmiştir. İnsanlığın bozulması eğitimle olmuş, düzelmesi de eğitimle olacaktır. Bediüzzaman bu bilinçle yüz yıl öncesinden Üniversite kurmak peşinde gitmiş; maarif yoluyla kitaplar, eserler yazmış; yeni ve orijinal bir ekol oluşturmuştur.



 Evrensel iddialar taşıma:

Yine çağımızdaki eğilime uygun olarak daha yüz yıl öncesinden akademisyenliğin evrenselliğine inanırdı. Bediüzzaman, ”Hatta düşman bir hükümetin profesörü bu memlekete gelse, ehl-i maarif, onun ilim ve marifetine hürmeten onu ziyaret ederler ve ona hürmet ederler” demiştir. “İlim Çin’de de olsa arayın” hadisini de zikretmek gerekir.




 Diploma geçerliliği:
Bu konuya da değindiğini görüyoruz. Medresetüzzehra mezunlarına denklik verilerek resmi üniversitelerle aynı haklara sahip olmalarını ister. Öğrencilerin diğer resmi öğrenciler gibi aynı sınava tabi tutulmaları görüşündedir.




 Ders geçme sistemi:

Eğitim sisteminde korku değil, ideal ve şefkat esas olmalıdır.Ayrıca üniversitenin yaşa değil bilgiye bakması gerektiği belirtilir.O halde bu sistemde başarılı öğrencilerin üstten ders alarak daha erkenden diploma almalarının sağlanabileceği (kredi sistemi) mümkündür. Sonuç:
Bediüzzaman’ın, yaşamının 55 yılını feda ettiği ve uygulamasını bir anlamda Risale-i Nur öğretisiyle gerçekleştirdiği “Medresetüzzehra” projesine, her zamandakinden daha çok ihtiyaç duyulan bir dönemdeyiz.




Dünyanın terörle başa çıkmak için önlemler düşündüğü, medeniyetlerin barışmak için yollar aradığı globalleşme çağında “Medresetüzzehra Felsefesi”nin önemi daha da artmıştır. Öte yandan İslam ülkelerinde yaygın olan fakirlik, cahillik ve ayrılıkların ortak çözümünün de yine ilim yoluyla olacağını düşünmekteyiz.





Bu projenin hayata geçirilmesi, özellikle ülkemizde bin yıldır birlikte yaşayan Kürt ve Türklerin tekrar tanışmalarına, birlikteliklerine, ayrıca İslam ülkelerindeki söz konusu sorunların ortadan kalkmasına; dünya barışına, küresel eğitime ve temel insani değerlere katkıda bulunacaktır.




Kaynaklar:
1. Canan İbrahim, İslam Aleminin Ana Meselelerine Bediüzzaman’dan Çözümler, Yeni Asya Yayınları, 1993, s. 52.
2. Ergin, Murat, Nurculuk Gerçeği, Yeni Asya Neşriyat, 2001, s.136.
3. Nursi, Bediüzzaman Said, Divan-ı Harb-i Örfi, Yeni Asya Neşriyat, 1995, s. 36.
4. Canan İbrahim, İslam Aleminin Ana Meselelerine Bediüzzaman’dan Çözümler, Yeni Asya Yayınları, 1993, s. 39.
5. Çengel,Yunus,Risale-i Nur Açısından Etkin Eğitim ve Zihnî Gelişim İçin Gerekli Zemin: Hürriyet Ortamı, Muhakeme Kültürü ve Zamanın Değerleri, 2009, s.1-7.
6. Ergin,Murat, Nurculuk Gerçeği, Yeni Asya Neşriyat. 2001. s.133;
7. Nursi, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lahikası,İstanbul,1959,s.2, 195 – 196.
8. Armağan, Servet, Kardeşlik Projesi, Nesil Yayıncılık, 2010, s. 87.
9. Nursi, Bediüzzaman Said, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, 1996, s. 126.
10. Nursi, Bediüzzaman Said, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, 1996, s.39-40.
11. Balcı, Ramazan, Bediüzzaman, 2009, s. 1-11.
12. Menek, Abdülkadir, Kürt Meselesi ve Said Nursi, Nesil Yayıncılık, 2011, s. 62.
13. Armağan, Servet, Kardeşlik Projesi, Nesil Yayıncılık, 2010, s.136.
14. Armağan, Servet, Kardeşlik Projesi, Nesil Yayıncılık, 2010, s. 103.
15. 3.Arama Konferansı, Risale-i Nur’da Modelleme, Risale-i Nur Enstitüsü, Yeni Asya A.Ş. 2007, s. 178.
16. Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, 1994, s.74.
17. Yükseköğretimde Yeniden Yapılanma,Yükseköğretim Kurulu, 2010, s.2.
18. Nursi, Bediüzzaman Said, Muhakemat, Sözler Yayınevi, 1977, s.46.
19. Yükseköğretimde Yeniden Yapılanma,Yükseköğretim Kurulu, 2010, s.43.
20. Türkiye’inYükseköğretimStratejisi.http://eua.cu.edu.tr/files/turkiyeninyuksekogretimstratejisi.pdf.Medresetüzzehranın akreditasyonu, misyonu
07 Ekim 2011 / 14:01
Münazarat Ekseninde Milliyet Fikri ve Demokrasi Konferansının tebliğleri yayınlanma başlandı

Risale Haber-Haber Merkezi
Bediüzzaman Said Nursi'nin hayata geçirmek için büyük uğraşılar verdiği Medresetüzzehra’nın Türk-Kürt birlikteliğine dair esaslarını tebliğinde açıklayan Prof. Dr. Gürbüz Aksoy, günümüze uyarlanmış bir örneğinin “Uluslararası Zehra Üniversitesi” olacağına dikkat çekti.
“Uluslararası Zehra Üniversitesi”nin vizyonu, misyonu ve temel değerlerini de belirleyen Aksoy, tebliğinde "Kalite güvencesi ve Akreditasyon" başlığına da yer verdi. Aksoy, "Günümüzde kalite kültürü gelişmektedir. Üniversiteler de stratejik planlar yaparak kalite güvencesi sağlarlar. Stratejik plan ile vizyon, misyon, temel ilke ve politikalar belirlenir; yol haritası çizilir ve kalite yönetimi ile yol alınır; aldıkları yol verilerle değerlendirilerek ne kadar güvence sağlandığı ölçülür. Yetkili bir kuruluş tarafından gerekli şartları sağlayıp sağlamadığı ve standartlara uygunluğu değerlendirilerek o konuda yetkin kılınır yani akredite edilir. Risale-i Nur’a bu açıdan baktığımızda, Bediüzzaman’ın ”Ulum-u diniye vazifesiyle tavzif edildiğini” görüyoruz. Mehazı kutsidir. Ne Şarkın ulumundan ne Garbın fünunundan alınmış bir nur değildir. O doğrudan doğruya Kur’an’dan alınmıştır. Bediüzzaman,”Yüksek bir yere çıkıp bağırarak derim ki, Risale-i Nur güzeldir, hakikattir, Kur’an’ın malıdır”. Yine “Resul-i Ekrem’in talimiyle ve Kur’an’ın dersiyle anladım ve bildim ki…” şeklindeki sözleriyle bir yerde akredite edildiğini, eserlerin referans gösterilir kalitede olduğunu ve konusunda yetkin kılındığını bildirmektedir" dedi.
"Türk-Kürt Birlikteliği Çevresinde Medresetüzzehra" tebliğinin tamamı için TIKLAYINIZ
 

uður1

Well-known member
Steve Jobs cehenneme mi gidecek?

Steve Jobs cehenneme mi gidecek?
07 Ekim 2011 Cuma 07:24
Hz. Peygamber’in yaşadığı hadiselerin tamamının ümmetine bakan yönleri var. Ümmetinin onlardan alacağı hisseleri, çıkaracağı sonuçları var. Belki Fahr-i Kainat’a böyle şeylerin yaşatılmasının en birinci sebebi de, biraz biziz. Biz, Hz. Resulullah’ın omuzlarındaki ağır yüke bir neden, bir sebebiz...
O öyle acılar yaşıyor ve öyle örnek duruşlar sergiliyor ki, arkasından gelenler de hep onun tavrına, haline, davranış modeline yaslanıp ayakta kalabiliyorlar.
Mesela amcası Ebu Talib’in imanı meselesinde yaşadıkları... Çektiği sıkıntılar... Bizim bundan alacağımız bir hisse, bir pay yok mudur acaba? Öyle ya, bizim de iman ile gitmediğine üzüldüğümüz, çok sevdiğimiz insanlar var. İnsanlığa çok hayrı dokunmuş, ama iman etmemiş insanlar var. Ama olmayınca olmuyor işte... Allah nasip etmeyince olmuyor.
Örneğin dün de Ebu Talib’in “küçüğünün küçüğü” bir misali insanlığa pek çok faydaları dokunmuş bir insan daha aramızdan ayrıldı; Steve Jobs...
Apple’ın başındayken teknolojiye kattıkları, hayatımıza kazandırdıkları sanıyorum tüm insanlığın yararına şeylerdi. Aksini iddia edecek yoktur tahmin ederim. Iphone, Iped, hepsi güzel, hünerli nesnelerdi. Fakat o da, bildiğimiz kadarıyla İslam’ın istediği kemal manada iman sahibi olmadan gitti.
Peki şimdi Steve Jobs nereye gidecek? Yaptığı onca iyilik, onca güzel şey hiçbir fayda vermeyecek mi ebedî hayatına? Tıpkı Hz. Peygamber’in (a.s.m.) amcası Ebu Talib meselesinde sıkıldığı gibi biz de sıkılmıyor muyuz şimdi? “Bunca güzel şeyin bir faydası olmalıydı” demiyor muyuz?
O zaman önce Bediüzzaman’ı ifadelerinden insanın ebedî mutluluğunun yeter şartını bir kez daha okuyalım. Okuyalım ki; “İyi şeyler yapmak tek başına yetiyor mu, yoksa onu imanla da birleştirmek mi gerek?” onu tam bilelim. İşte Onuncu Söz’den bir alıntı:
“Hem hatıra gelmesin ki, kısacık bir ömürde nasıl ebedî bir azaba müstehak olur? Zira, küfür, şu mektubât-ı Samedâniye derecesinde ve kıymetinde olan kâinatı mânâsız, gayesiz bir derekeye düşürdüğü için, bütün kâinata karşı bir tahkir olduğu gibi, bu mevcudatta cilveleri, nakışları görünen bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiyeyi inkâr ile red ve Cenâb-ı Hakkın hakkaniyet ve sıdkını gösteren gayr-ı mütenahi bütün delillerini tekzip olduğundan, nihayetsiz bir cinayettir. Nihayetsiz cinayet ise nihayetsiz azabı icab eder.”
Bu metinde de görüldüğü gibi kafirler hakkında durum açık: Cenab-ı Hak bizden önce “yaptıklarımızı anlamlı kılacak” bir iman istiyor. Kâinatı yorumlarken doğru açıyı kuşanmamızı istiyor bizden. Ve bundan sonra ancak yaptıklarımız bir “anlam” kazanıyor. Kur’an’da hidayeti kurtuluş müjdesi veren pekçok ayetin “iman ve salih amel” vurgusunu birlikte yaparak bitmesi, boşuna değil. Yani ne tek başına bir iman, ne de tek başına bir salih amel kurtuluşu sağlamıyor. Steve Jobs’un da iman ile taçlanmamış salih amelleri, yani iyi ve faydalı işleri ona bu yüzden hayal ettiğimiz düzeyde bir fayda sağlamıyor.
Fakat bu noktada hepten ümitsiz de değiliz. Zira Cenab-ı Hak, Rahman ve Rahim... Bu isimleri de iktiza ediyor ki, Steve Jobs’un güzel işleri onu ebedî hayatında nasipsiz bırakmasın. İşte bu noktada da Bediüzzaman’ın Ebu Talib örneklemesi üzerinden yaptığı bir yorum imdadımıza yetişiyor.
“Ebu Talib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletini değil, şahsını, zâtını gayet ciddî severdi. Onun o gayet ciddî, o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zayie gitmeyecektir. Evet, ciddî bir surette Cenâb-ı Hakkın Habib-i Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Talib’in, inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen makbul bir iman getirmemesi üzerine, Cehenneme gitse de, yine Cehennem içinde bir nevi hususî cenneti, onun hasenatına mükâfaten halk edebilir. Kışta bazı yerde baharı halk ettiği ve zindanda, uyku vasıtasıyla, bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususî cehennemi, hususî bir nevi cennete çevirebilir.”
Evet, bu metnin ardından insan umutlanmıyor da değil. Belki de böylesine faydalı işlerin peşinde koşanlar, ehl-i iman olamasalar dahi, cennete gidemeseler dahi bu iyiliklerinin nimetlerini tadacaklar, sonuçlarını görecekler... Allah, bu dünyada yapılmış hiçbir iyiliği boşuna çıkarmıyor. Onlara da bu surette bir karşılık verebilir. Allahu’l-alem...
 

uður1

Well-known member
Cevap: Steve Jobs cehenneme mi gidecek?

Risale-i Nur'dan vecizeli duvar kağıdı - [indir]
07 Ekim 2011 / 11:37
Günün vecizesi -İbadet, yaratılışın ücreti ve neticesidir.

Risale Haber - Haber Merkezi
İbadet, yaratılışın ücreti ve neticesidir.
[İşaratül-İcaz]



(Haber detayında (altta) yer alan resmin üzerine farenizin sağ tuşu le tıklayıp Resmi farklı kaydet seçeneğini işaretleyerek duvar kağıdınızı indirebilirsiniz...)
 

uður1

Well-known member
Cevap: Steve Jobs cehenneme mi gidecek?

'Said amcam'ın haline şaşıyorum'
07 Ekim 2011 / 08:12
Bediüzzaman'ın maiyetindeki diğer biraderzadesi Abdurrahman, amcası Abdülmecid'e bir mektup yazmıştı

Risale Haber - Haber Merkezi
Av. Hulusi Bitlisi Aktürk anlatıyor
Mardin bidayet, müteakiben Diyarbakır İstinaf âzalığına geçtiğim zamanda, bu vatanî ve ilahî mücahidin biraderi Abdülmecid, Diyarbakır Askerî Rüştiyesinde Arabî muallimi idi. Bediüzzaman'ın maiyetindeki diğer biraderzadesi Abdurrahman, amcası Abdülmecid'e İstanbul'dan bir mektup yazıyor, pek hazin bir lisanla inliyor ve diyor ki:
'Said amcam'ın haline şaşıyorum'
"Said amcamın haline şaşıyorum. Dünyevî bütün ümitlerim söndü. Çünkü hükûmet kendisine yüksek maaş veriyor, sarfiyatımızın fazlasını biriktiriyordum. Birkaç eser telif etti. Bir gün bana dedi ki, 'Git, filân matbaa müdürünü çağır.' Gittim, çağırdım geldi. Eserlerini müdüre verirken bana dedi ki: 'Abdurrahman, biriktirdiğin paraları getir, müdür beye ver.' Ben de getirdim verdim. müdür paraları alıp çıkınca benim gözlerim yaşardı. Bilâhare kendi kendime mütesellî oluyor, eserler basılınca satılır, paralarını yine biriktiririm diyordum.
"Birkaç gün sonra yine beni yolladı. Matbaa müdürünü çağırdım. Bu sefer de matbaa müdürüne dedi ki: 'Eserlerimin üzerine yazın: bu kitaplar İslâm milletine meccanen tevzi olunacaktır.'
"Matbaa müdürü çıktıktan sonra, senelerden beri büyük amcama karşı beslediğim ruhî saygı âdeta sarsıldı. Hasbelbeşeriyye ağladım ve dedim ki: 'Amca, birkaç para biriktiriyordum, memlekete dönersek düşman istilâsından harap olarak kurtulan süknâmızı belki imar ederdik. O ümidimi de öldürdün. Böyle olur mu?' Bunun üzerine derin bir tebessümle dedi ki: 'Yavrum Abdurrahman hükûmet bize fazla maaş veriyordu. Kifaf-ı nefsimizden artanı Beytülmala ait olduğundan, bu vesile ile o fazlayı Müslümanlara iade ediyoırum. Senin bu işlere aklın ermez. Allah dilerse mukaddes vatanın her yerinde sana ev verilir.'"
"İşte, tarihî hakikatlere otuz beş sene evvel şahid olduğum için, kendi tabirince ölen eski Said, Bediüzzaman'dır diyorum. Bu fıtratta yaratılan bir zat, acaba yirmi seneden beri neden iptilâ imtihanından kurtulamıyor? Acaba mahbeslerdeki bazı sapıkların dinini, imanını min tarafillah tasfiye için mi iptilâya maruz kalıyor?
"Hükûmetin saadet, selâmeti namına, Türk yurdunda İslâm diyarında, masonluk, bolşeviklikle bihakkın mücadeleye kabil ve kadir bir Bediüzzaman'ın serbest bırakılması, ilminden, faziletinden beşeriyetin istifade etmesi, medenî, cumhurî bir devrin şuur ve idrakine mütenasip olsa gerekir kanaatindeyim.
"Bu kanaatimi daha ziyade izah, şimdilik zait. Her takdir, hakim ve efendi halkın selâhiyetli büyüklerine aiddir."
(Son Şahitler)

Bediüzzamanın projesini cesaretle anlatırız

07 Ekim 2011 / 09:04
Kamalak: “Şii, Kürt, Alevi hiç önemli değil, Bediüzzaman’ın bir kelimesi insanların kalp kapısını açabilir."

Mustafa Oğuz'un haberi:
RİSALEHABER-Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak, “Bediüzzaman Hazretlerinin evrensel projelerini İran’da katıldığım bir konferansta da söyledim ve çok kabul gördü” dedi.
Akademik Araştırmalar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Aksoy ve Sivil Toplum Akademisi Dr. İsmail Benek, Risale Akademinin Münazarat dosyasını Saadet Partisi Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak’a verdi.

Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak, “Bediüzzaman Hazretlerinin evrensel projelerini uluslararası alanda cesaretle anlatıyoruz. İran’da katıldığım bir konferansta da söyledim ve çok kabul gördü” dedi.
Bazen bir sözün, atom bombasından daha etkili olduğunun altını çizen Kamalak, “Şii, Kürt, Alevi hiç önemli değil, Bediüzzaman’ın bir kelimesi insanların kalp kapısını açabiliyor” şeklinde konuştu.
 

uður1

Well-known member
Cevap: Steve Jobs cehenneme mi gidecek?

'Said amcam'ın haline şaşıyorum'
07 Ekim 2011 / 08:12
Bediüzzaman'ın maiyetindeki diğer biraderzadesi Abdurrahman, amcası Abdülmecid'e bir mektup yazmıştı

Risale Haber - Haber Merkezi
Av. Hulusi Bitlisi Aktürk anlatıyor
Mardin bidayet, müteakiben Diyarbakır İstinaf âzalığına geçtiğim zamanda, bu vatanî ve ilahî mücahidin biraderi Abdülmecid, Diyarbakır Askerî Rüştiyesinde Arabî muallimi idi. Bediüzzaman'ın maiyetindeki diğer biraderzadesi Abdurrahman, amcası Abdülmecid'e İstanbul'dan bir mektup yazıyor, pek hazin bir lisanla inliyor ve diyor ki:
'Said amcam'ın haline şaşıyorum'
"Said amcamın haline şaşıyorum. Dünyevî bütün ümitlerim söndü. Çünkü hükûmet kendisine yüksek maaş veriyor, sarfiyatımızın fazlasını biriktiriyordum. Birkaç eser telif etti. Bir gün bana dedi ki, 'Git, filân matbaa müdürünü çağır.' Gittim, çağırdım geldi. Eserlerini müdüre verirken bana dedi ki: 'Abdurrahman, biriktirdiğin paraları getir, müdür beye ver.' Ben de getirdim verdim. müdür paraları alıp çıkınca benim gözlerim yaşardı. Bilâhare kendi kendime mütesellî oluyor, eserler basılınca satılır, paralarını yine biriktiririm diyordum.
"Birkaç gün sonra yine beni yolladı. Matbaa müdürünü çağırdım. Bu sefer de matbaa müdürüne dedi ki: 'Eserlerimin üzerine yazın: bu kitaplar İslâm milletine meccanen tevzi olunacaktır.'
"Matbaa müdürü çıktıktan sonra, senelerden beri büyük amcama karşı beslediğim ruhî saygı âdeta sarsıldı. Hasbelbeşeriyye ağladım ve dedim ki: 'Amca, birkaç para biriktiriyordum, memlekete dönersek düşman istilâsından harap olarak kurtulan süknâmızı belki imar ederdik. O ümidimi de öldürdün. Böyle olur mu?' Bunun üzerine derin bir tebessümle dedi ki: 'Yavrum Abdurrahman hükûmet bize fazla maaş veriyordu. Kifaf-ı nefsimizden artanı Beytülmala ait olduğundan, bu vesile ile o fazlayı Müslümanlara iade ediyoırum. Senin bu işlere aklın ermez. Allah dilerse mukaddes vatanın her yerinde sana ev verilir.'"
"İşte, tarihî hakikatlere otuz beş sene evvel şahid olduğum için, kendi tabirince ölen eski Said, Bediüzzaman'dır diyorum. Bu fıtratta yaratılan bir zat, acaba yirmi seneden beri neden iptilâ imtihanından kurtulamıyor? Acaba mahbeslerdeki bazı sapıkların dinini, imanını min tarafillah tasfiye için mi iptilâya maruz kalıyor?
"Hükûmetin saadet, selâmeti namına, Türk yurdunda İslâm diyarında, masonluk, bolşeviklikle bihakkın mücadeleye kabil ve kadir bir Bediüzzaman'ın serbest bırakılması, ilminden, faziletinden beşeriyetin istifade etmesi, medenî, cumhurî bir devrin şuur ve idrakine mütenasip olsa gerekir kanaatindeyim.
"Bu kanaatimi daha ziyade izah, şimdilik zait. Her takdir, hakim ve efendi halkın selâhiyetli büyüklerine aiddir."
(Son Şahitler)
 

uður1

Well-known member
Cevap: Steve Jobs cehenneme mi gidecek?

Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister
07 Ekim 2011 / 04:47
Günün Ayet-i Kerime meali...

Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak(c.c), Nisâ Suresi 27. ayetinde mealen şöyle buyuruyor:
Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar (kötü arzuların esiri olanlar) ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler. Ademoğlu için iki vadi dolusu mal olsaydı...

07 Ekim 2011 / 05:17
Günün Hadis-i Şerifi...

Bismillahirrahmanirrahim
Hz. Enes (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdu ki:
“Âdemoğlu için iki vadi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur, ALLAH tövbe edenleri affeder.”
(Buhari, Rikâk 10)
 

uður1

Well-known member
Kimle Sohbet Edelim?

Kimle Sohbet Edelim?
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur…” (Âl-i İmrân, 28)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.” (Buhârî, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65.)
Sehl b. İbrahim şöyle anlatıyor:
İbrahim b. Edhem’le dost idik. Bir keresinde ben hasta oldum. O, elindeki bütün her şeyi benim için harcadı. Sonra iştahım açıldı. Tekrar yiyecek bir şeyler istedim. Eşeğini satarak, parasını istediklerimi almak için harcadı. Biraz iyileşmeye başlayınca:
"–Ey İbrahim, eşek nerede?" diye sordum. İbrahim b. Edhem:
"–Sattık!.." dedi.
"–Peki ama şimdi ben neye bineceğim?" diye sordum.
"–Sırtıma, kardeşim!" dedi ve beni üç konak sırtında taşıdı. (Kuşeyrî, s: 79)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Hakk: Varlığı ve ulûhiyeti kesin olan, inkârı mümkün olmayan, ezelî ve ebedî olan ve değişmeksizin var olan nihâî gerçek, kimseye muhtaç olmayan, sözü en doğru olan, eşyayı hikmetin gereğine göre icad eden demektir.
Kısa Günün Kârı
Bir gün Beyazıd-ı Bistami’ye:
"–Kimle sohbet edelim?" diye sordular. Beyazid-i Bistami hazretleri:
"–Hastalandığın zaman seni ziyarete gelen, suç işlediğin zaman nedametini kabul edip seni afv eden ve her şeyini kendisiyle paylaştığın, sırdaş edindiğin kimse ile dost ol!" diye cevap vermişlerdir. (Attar, s: 234)
Lügatçe
nezdinde: Yanında, huzurunda, gözetiminde.


 

uður1

Well-known member
İşçilerinizin Haklarını Koruyun!

İşçilerinizin Haklarını Koruyun!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.” (Necm, 39,40,41)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Elinizin altında bulunanlar hakkında da Allâh’tan korkunuz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124/5156; İbn-i Mâce, Vasâyâ, 1)
Bir gün Rasûlullah (sav) bir elbise dükkânına varıp sahibinden dört dirheme bir gömlek satın almıştı. Gömleği giyerek dışarı çıktı. O esnâda Ensâr’dan bir zât ile karşılaştı. O kişi:
“–Yâ Rasûlallâh! Bana bir gömlek giydir, Allah Sana cennet elbiseleri giydirsin!” dedi.
Efendimiz (sav) hemen üzerindeki gömleği çıkarıp o sahâbîye giydirdi. Dükkâna geri dönerek dört dirheme bir gömlek daha aldı. Yanında iki dirhemi kalmıştı.
Yolda giderken, ağlamakta olan bir câriye gördü ve:
“–Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Câriye:
“–Yâ Rasûlallâh! Yanlarında çalıştığım âile bana iki dirhem verip un almaya göndermişti, parayı kaybettim!” dedi.
Nebiyy-i Ekrem (sav) kalan iki dirhemi de ona verdi. Dönüp giderken kızcağızın hâlâ ağlamakta olduğunu gördü. Yanına çağırıp:
“–Niçin ağlıyorsun, dirhemleri aldın?!” buyurdu. Kızcağız:
“–Geciktiğim için beni döverler diye korkuyorum!” dedi.
Allah Rasûlü (sav) onunla birlikte, hizmet ettiği âilenin evine kadar gitti ve selâm verdi. Evdekiler, Efendimiz’in sesini tanıdılar, ancak cevap vermediler. Peygamberimiz ikinci kez selâm verdi, yine karşılık vermediler. Üçüncü selâmında; “ve aleyküm selâm” diyerek büyük bir sevinçle dışarı çıktılar. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–İlk selâmı duydunuz mu?” buyurdu.
“–Evet, duyduk yâ Rasûlallâh, ancak bize çokça selâm verip bizi bereketlendirmenizi arzu ettik. Sizi buraya kadar getiren nedir, annelerimiz-babalarımız Sana fedâ olsun?!” dediler.
Rasûlullah (sav):
“–Bu kızcağız sizin kendisini dövmenizden korktu.” buyurdu.
Câriyenin sahibi hemen:
“–Mâdem Siz onunla birlikte buraya kadar teşrîf ettiniz, mâdem Siz’in buraya gelmenize vesîle oldu, o artık Allah için hürdür!” dedi. Rasûlullah (sav) de onları hayırla ve cennetle müjdeledi. Sonra da şöyle buyurdu:
“–Allah on dirheme ne kadar da bereket lutfetti. Onunla Nebî’sine ve Ensâr’dan bir kuluna birer gömlek giydirdi ve bir köleyi de âzâd eyledi. Allâh’a hamd olsun! Bütün bunları kudretiyle bizlere lutfeden O’dur.” (Heysemî, IX, 13-14)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Vekîl: İşlerini kendisine bırakanın işlerini en iyi şekilde yapan, kendisine dayanılıp, güvenilen, her şeyi tedbir ve idare eden, gözeten, yarattığı bütün varlıkların işlerini idare eden, her şeye karşı her şeyin hakkını müdafaa eden, hakkı yerine getiren demektir.
Kısa Günün Kârı
İslâm, köleyi efendi mevkiine yükseltmiştir. Zaten müşrikler bu sebeple İslâm’a karşı çıkmışlardı. Günümüzün, yani 21. yüzyılın İslâm’ı kabullenemeyen münkirleri de aynı özellikleri taşımıyor mu? Bugünün dünyasında gasp ediciler, nice hür insanları esir gibi yaşatmıyor mu?
Lügatçe
dirhem: Bir tür gümüş para.
teşrîf: 1. Şereflendirme, şereflendirilme, şeref verme, verilme. 2. Gelmesiyle bir yere şeref verme, gelme; gitme.


 

uður1

Well-known member
Cevap: Günün ayeti

Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse...
08 Ekim 2011 / 04:51
Günün Ayet-i Kerime meali

Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Zilzal Suresi 1-8. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor:
1,2,3. Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, "Ona ne oluyor?" dediği zaman,
4. İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.
5. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.
6. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır.
7. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir.
8. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.
 

uður1

Well-known member
Bediüzzaman ve talebeleri vilayeti bastılar!

Bediüzzaman ve talebeleri vilayeti bastılar!
07 Ekim 2011 / 21:55
Üstad Cuma namazı için dışarıya çıkınca binlerce insan sokaklara dökülmüş. Vali ve idareciler telâş etmiş

Süleyman Rüştü, 1899 yılında Isparta’da doğdu. Nasıl bir eğitim gördüğü ve ne şekilde yetiştiği hakkında çok fazla bilgi mevcut değil. Ancak doğumundan 8-9 yıl sonra Osmanlı Devleti’nin yaşadığı çalkantılı dönem; İkinci Meşrûtiyet’in ilânı, Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı’nın ardı ardına patlak vermesi, istediği eğitimi almasına mani olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı ve İstiklâl Harbi’ne çocuk yaşta denilecek bir çağda katılan Süleyman Rüştü, diğer akranları gibi çok sıkıntılar çekti. Yıllarca süren savaşlardan sonra memuriyete girdi. Bir süre Isparta Vergi Tahakkuk Müdürü olarak görev yaptı. Ispartalı olması hasebiyle Risâle-i Nur ve Bediüzzaman ile tanışması daha erken oldu. Risâle-i Nur’a talebe olanların ilklerinden biri olarak iman hizmetine kendisini adadı. Birçok insanın çekinip uzak durduğu bir dönemde, mesai sonrası vaktini hizmete ayırdı, Risâlelerin yazılmasına katkıda bulundu.
Süleyman Rüştü, Bediüzzaman’ın yakın talebelerinden olduğu için soruşturma, gözetim ve hapislerden nasibini aldı. 1935 yılında Eskişehir’de hapis yattı. Bu ilk hapis hayatı altı ay kadar sürdü. Hapisten tahliye olurken, bazı masraflarını görmesi maksadıyla Bediüzzaman Hazretleri kendisine para verdi. Eskişehir hapsini 1943 yılında Denizli ve 1958 yılında Ankara hapisleri takip etti.
Birçok hadiseye ve komploya şahit olan Süleyman Rüştü, bunlardan bazılarını hatıralarında nakletti. Eskişehir’de 1935 yılında tezgâhlanan bir hadise ibret verici bir olay olarak tarihteki yerini aldı:
“1935 yılında Eskişehir hapis ve mahkemesinden evvel, Üstad Cuma namazı için dışarıya çıkınca binlerce insan sokaklara dökülmüş. Vali ve idareciler telâş etmiş. Bu sırada ‘Onuncu Söz’ü de Valinin masasına bırakmışlardı. ‘Bediüzzaman ve talebeleri harekete geçtiler, vilâyeti bastılar’ diye Ankara’ya bildirilmiş. Eskişehir hadisesi böylece patlak vermiş…” Bu gelişmelerden sonra Bediüzzaman ve talebeleri hakkında soruşturma başlatılmış ve hapse atılmışlardı.
Eskişehir Mahkemesi’ndeki bir duruşmada Süleyman Rüştü’yü savunan Bediüzzaman övgü dolu ifadeler kullandı: “…bu masumlar içinde, Vâridat Kâtibi Rüştü, gençler içinde istikamet ve namusla mümtaz ve vazifesinde işgüzar, hiçbir sui ahlâkı görünmeyen bir zattır. Ben Isparta’ya getirildiğim vakit, gelip benim gibi garip bir adamın sobasını yakmak, suyunu getirmek, yemeğini pişirmek gibi hususî işlerimi Allah için yapmış. Bu zatın vazifesi vakit bırakmıyor ki, başka bir hizmette bulunsun. Yalnız akşamdan akşama bu hizmeti yapıyordu. Bu zatı mertlik ve misafirperverlik noktasında âli bir seciyede gördüm. Bazı vehham kimseler ona diyorlardı ki: ‘Sen memursun, ona yanaşma.’ O diyormuş: ‘Bu zatın dünyaya karışacak bir emare ve arzusu yok. Benim vazifeme mâni değil. ‘Hattâ bu tevkif zamanında bile, o merdane hissiyle benim gibi zaif ve hizmete muhtaç bir biçareye herkes gözünü benden kaparken, o yardıma koşuyordu ve der idi ki: ‘Bu Hocadan ben medar-ı ittiham bir şey göremiyorum ve yoktur ki, ben onun ittihamından temasla hissedar olayım.
“İşte bu zat okumak için bir-iki küçük ve imanî risâleleri almış; kaza ve kadere ait risâlenin yarısını yazmış, tamamlamaya vazifesi müsaade etmediği için nüshamı bana iade etmiş. Acaba dünyada böyle bir âlî seciyeyi taşıyan müstakim bir genci böyle münasebetle ittiham edecek bir kanun var mı? Eğer ecnebi bir düşman devletinin bir adamı bir şehre gelse, misafirperverlik veya ücret mukabilinde komşusundaki bir adama hizmet etse, o hizmette ittiham altına alınır mı? Halbuki bu zat, bu vatanın benim gibi bir evlâdı ve yirmi seneden beri bu millete, hassaten Harb-i Umumîde ve İstiklâl Harbinde mühim hizmetlerde bulunmuş ihtiyar ve garip bir komşuya böyle bir hizmet eden bir zata hiç itiraz gelebilir mi? Farz-ı muhal olarak, benim gizli, yanlış fikirlerim bulunsa da, akşamdan akşama sobamı yakmaya gelmesi ile iştirak tevehhüm edilir mi?”
Mahkemede Süleyman Rüştü’yü öven Bediüzzaman, talebelerine yazdığı mektuplarda ismini zikrettiği gibi bazen de bizzat kendisine hitaben mektuplar yazdı ve bunları lâhikalara dahil etti. Mektuplarında bu fedakâr talebesinin hizmetini övdü, duâda bulundu. Diğer bazı talebelerini överken “Isparta’nın Süleyman Rüştü’sü” gibi ifadeler kullanarak taltif etti. Talebesine gönderdiği bir mektubunda şunları yazdı:
“Aziz, sıddık, bahtiyar kardeşim Süleyman Rüştü,Seni ve kardeşin kahraman Burhan’ı ve senin iki mübarek, masum evlâdını ve senin hane halkını, Risâle-i Nur namına ve umum şakirtler hesabına ruh u canımızla sizi tebrik ediyoruz. Böyle kudsî ve daimî sevap kazandıracak uhrevî bir hizmete muvaffakiyetinizi, Isparta ve bu memleket istikbalde alkışlayacaktır. Size çok hayırlı duâları kazandıracak. İnşaallah, Zülfikar gibi daha çok emsaline muvaffak olursunuz. Bu acip şerait içinde bu fevkalâde muvaffakiyet, hem Zülfikar’ın, hem sadakatinizin bir kerametidir. Çok mübarek olan senin rüyan—ki, emr-i İlâhî ile, Kur’ân’ı, Hazret-i Peygamberimiz Aleyhissalatü Vesselâma vermek, Hazret-i Cebrail’in vazifesinin bir cilvesidir—işarettir ki, bu hizmetiniz hem rıza-yı İlâhiyeye, hem rıza-yı Peygamberiye (a.s.m.) muvafıktır. Mu'cizat-ı Kur’âniyeyi, Mu'cizat-ı Ahmediye vasıtasıyla ümmet-i Muhammediyeye (a.s.m.) tebliğ etmek mânâsıyla senin rüyan tabir edilir.
“Nasıl, bir küçücük cam parçasında güneşin bir timsali, ziyasıyla o elindeki camı tutanla münasebettar olur, bir nev’i muhabere eder. Öyle de hususî bir tecelli ile rüyalarda:
“Selef-i Salihin de bu çeşit rüyalar görülmüş-makbuliyet ve rıza alâmetidir. Hazret-i Peygamberin (a.s.m.) yanında gördüğün adam da, Nur ve Risâle-i Nur şakirtlerinin şahs-ı manevisidir.”
(Emirdağ Lâhikası, s. 184).
Bediüzzaman bir başka mektupta da: “Kahraman ve sadakatte hiç sarsılmadan ve kardeşiyle masum olmalarıyla ve az zamanda pek çok kıymetdar hizmet eden Süleyman Rüştü’nün dünyada, ahirette Cenâb-ı Hak onu mânevî ve maddî ticaretinde daima onu ihsanına mazhar eylesin. Amin.” (Emirdağ Lâhikası, s. 224) şeklindeki ifadelere yer verdi.
Süleyman Rüştü, yıllar süren iman hizmeti ve bereketli ömrün sonunda 1974 yılında memleketi Isparta’da vefat etti.
Risale-i Nur Enstitüsü
 

uður1

Well-known member
Üstadım o paraları sen almıyorsan bize ver!

Üstadım o paraları sen almıyorsan bize ver!
08 Ekim 2011 / 07:24
Üstad Bediüzzaman Said Nursi, hiçbir kimseden hediye, sadaka, para kabul etmezdi

Risale Haber-Haber Merkezi
Son Şahitlerden Abdullah Ekinci anlatıyor:
Üstad Bediüzzaman Said Nursi, hiçbir kimseden hediye, sadaka, para kabul etmezdi. Bana hâdiseyi Kinyas Kartal anlattı:
"Van'dan ayrılış anında civardan köylüler, zenginler, birçok kimseler, keselerle, mendillerle para, altın vermek istemişler. Seyda hiçbirine dönüp bakmamış.
"Ne kadar teklifler yapıldıysa hepsini reddetmiş. Artık bu duruma, sürgün gönderilen hocalardan, Gevaşlı Hasan Efendi, Kinyas Kartal'a, 'Sen Seyda ile iyi konuşuyorsun, daha samimisiniz. Eğer kendisi almak istemiyorsa, alsın bize versin' diyor. Kinyas Kartal bunu Üstad'a söyleyince, Üstad tebessüm ediyor.
(Son Şahitler)
 

uður1

Well-known member
İslam Birliği: İttihad-ı İslam

İslam Birliği: İttihad-ı İslam
08 Ekim 2011 Cumartesi 07:12
İslam Birliği: İttihad-ı İslam
(Münazarat kitabından.. Tarih: 1911 / Kış Mevsimi..)

Sual: Daima İslam Birliğinden söz edersin. Bunu bize tarif eder misin!?

Cevap: “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi” olan eserimde tarif etmişim. Şimdi yalnız; ileride kurulup gerçekleşecek o yüce sarayın bir taşını, bir desenini göstereceğim. İşte kâbe-i saadetimiz (başarı ve mutluluğumuzun kutsal temel merkezi) olan ittihad-ı münevver-i İslam’ın (İslam’ın bilime dayanan aydınlık birliğinin) hacerül-esvedi (iman ve ebediliği kazanma köşesi) yüce Kabedir.

[Demek İslam Birliği, dünya için bir tehdit değildir. Çünkü hedefi iman, ahiret ve ilim elde edip Müslümanları dağınıklıktan kurtarmaktır.]

O birliğin dürretül-beyzası (hacerül-esvedin içindeki ak incisi) ravza-i mutahharadır. (Yani İslam’daki iman ile ve Hz. Muhammed’in ilmiyle ve dengeyi esas alması ile yeryüzü, aydınlık ve parlak bir bahçeye döner. Müslümanların imanı kuru bir taassup şeklinde olmaz.)

O birliğin mekke-i mükerremesi (sosyal dayanışma noktası) Arabistandır. (Yani Arapça ortak dil ve iletişim aracı olacaktır.)

O birliğin kuracağı medeniyetin parlak şehri, gerçekten dinin aslı ve esası olan hürriyeti uygulayan Osmanlı Devletidir.

İşte ey insanlar, bu milliyet ve medeniyetten korkmayın. Çünkü bu milliyetin ve medeniyetin temel taşı ve nakşı (temel karakteri) şudur:

“Hayâ ve hamiyetten (değerleri koruma duygusundan) ortaya çıkan mertçe bir kırmızılık; hürmet ve şefkatten doğan masumane tebessüm; akıcı bir güçlülük ve güzellikten hâsıl olan ruhanî tatlılık; gençlik aşkından, bahar sevincinden doğan kutsal neşe; güneşin batışındaki hüzünden, sabahın sevincinden vücuda gelen manevi lezzet; saf güzellikten, parlak yakışıklılıktan yansıyan kutsal süsler..” (1)

İşte eğer bu karakterler, birbiriyle homojen olup, ondan nuranî bir renk çıkarsa, Doğu ve Batının birleştiği hayatî çark olan refah ve başarı kabesindeki altın kemerin oluşturduğu gökkuşağının oluşturduğu lacivert ve yeşil rengini ve bu rengin güzel manzarasını belki bir derece gösterebilir:

[Lacivert ve yeşil renkler, medeniyet, bayındırlık ve çevre sembolüdür. Onun için hiç kimse İslam Birliği kavramından korkmasın. Eğer, “Müslümanlar cahildir. Cahillerin birliği tehlike oluşturur” gibi bir endişe olursa, Üstad cevaben şöyle diyor:]

“Öyledir; ama cahiller birleşemezler. Çünkü birlik, fikirlerin kaynaşmasıdır. Bu da ancak bilgi enerjisinin elektroşokuyla olur.”

Sual: Madem İslam Birliği bu kadar önemlidir. Neden eskiden susuyordun?!

Cevap: Çünkü Abdulhamid’in istibdatı İslam Birliğine engeldi. Ben de kor ateş üzere sükût ediyordum.

[Yani Sultan 2. Abdulhamid, İslam Birliği taraftarı olduğu halde mevcudu koruyalım, diye statükocu olduğundan yeniliğe ve genişlemeye karşı idi. Müslümanların geniş çapta birliğine engel oluyordu. Maalesef bugün dahi İslam milletleri, küçük yerel çıkarlar uğruna böyle yüce bir hedefe yönelmiyorlar. Tam aksine bazı dinsizlerle işbirliği yapıyorlar.]

1909’da, Hürriyet ilanından bir sene sonra Müslümanlar İttihad-ı Muhammedi ismiyle bir cemiyet kurdular. Çünkü Meşrutiyet ve Hürriyet, onların istediği gibi gitmiyordu. Üstad Bediüzzaman da bu cemiyete üye oldu. Fakat 31 Mart Hadisesinde kendisi de içinde olmak üzere cemiyetin kurucuları Divan-ı Harb-i Örfide (sıkıyönetim mahkemesinde) idam ile yargılandılar. Üstad, o mahkemede kendini şöyle savundu:

Yedinci Cinayet: İşittim, İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki, bu ism-i mübarekin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin. Sonra işittim, bu ism-i mübareki bazı mübarek zevat (Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık gibi zatlar) daha basit ve sırf ibadete ve Sünnet-i Seniyyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasî cemiyetten (Derviş Vahdeti’nin kurduğu cemiyetten) kat'-ı alaka ettiler. (İlişkilerini kestiler.) Siyasete karışmayacaklar, (diye karar aldılar.) Lakin tekrar korktum; dedim: "Bu isim umûmun hakkıdır; tahsis ve tahdit kabul etmez. Ben nasıl ki, dindar müteaddit (birçok) cemiyete bir cihetle mensubum; zira maksatlarını bir gördüm; kezalik (aynen öyle de) o ism-i mübareke intisap ettim. Lakin tarif ettiğim ve dâhil olduğum İttihad-ı Muhammedînin (a.s.m.) tarifi budur ki:

Şarktan garba, cenubdan şimale uzanan bir silsile-i nuranî ile merbut (birbirine bağlı) bir dairedir. Dâhil olanlar da, bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir (fazladırlar.) Bu ittihadın cihetü'l-vahdeti (birlik bağı) ve irtibatı, tevhid-i ilahîdir; peyman (sözleşme) ve yemini, imandır; müntesipleri, "kalû bela"dan dâhil olan umum müminlerdir; defter-i esmaları da, levh-i mahfuzdur. Bu ittihadın naşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslamiyedir; günlük gazeteleri de, İlâ-i Kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dinî gazetelerdir; kulüp ve encümenleri, cami ve mescidler ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir; merkezi de, Harameyn-i Şerifeyn'dir.

Böyle cemiyetin reisi Fahr-i Alemdir (a.s.m.); ve mesleği herkes kendi nefsiyle mücahede, yani ahlak-ı Ahmediye (a.s.m.) ile ahlaklanmak ve sünnet-i Nebeviyeyi ihya ve başkalara da muhabbet (sevdirmek) ve eğer zarar etmezse nasihat etmektir. Bu ittihadın nizamnamesi (tüzüğü) sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi (yönetmeliği) evamir ve nevahî-i şer'iyedir; (dinî emirler ve yasaklardır) ve kılınçları (cihad mefkûreleri) de berahin-i katıadır (ilmi keskin bilgilerdir.) Zira medenilere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharri-i hakikat (gerçeği arama ve isteme duygusunu geliştirme,) muhabbet iledir. Husumet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksatları da, ilâ-i kelimetullahtır (yüce değerleri korumaktır.) Şeriat ve dindeki bilgilerin yüzde doksan dokuzu ahlak, ibadet, ahiret ve fazilete aittir; yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir. Onu da ulül-emirlerimiz (yetkililer) düşünsünler. Şimdi maksadımız, o silsile-i nuranîyi ihtizaza (harekete) getirmekle herkesi bir şevk-i hahiş-i vicdaniye (vicdani bir coşku ve uyanış) ile tarik-ı terakkide (kalkınma yolunda) kabe-i kemalata (zirveye) sevk etmektir. Zira ila-i kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakki etmektir.

İşte, ben bu ittihadın efradındanım ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim.

Elhasıl: Sultan Selim'e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslamdaki fikrini kabul ettim. Zira o, Kürtleri ikaz etti; onlar da ona biat ettiler. Şimdiki Kürtler, o zamanki Kürtlerdir. Bu meselede seleflerim (öncülerim) Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allamelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit âlimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve İttihad-ı İslamı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim'dir ki (2), demiş:

"İhtilaf ü tefrika endişesi,
Kuşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni.
İttihadken savlet-i a'dayı def'e çaremiz;
İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni."
Yavuz Sultan Selim

Ben zahiren buna teşebbüs ettim, iki maksad-ı azîm için: Birincisi: O ismi tahdit ve tahsisten halas etmek (kurtarmak) ve umum müminlere şümûlünü ilan etmek; ta ki, tefrika düşmesin (bölünme olmasın) ve (irtica hortladı, diye) evham çıkmasın.

İkincisi: Bu geçen musibet-i azimeye (31 Mart Hadisesine) sebebiyet veren fırkaların iftirakını (bölünmelerini) tevhid ile önüne set olmaktı. Va-esefa (ne yazık) ki, zaman fırsat vermedi. Sel geldi, beni de yıktı. Hem derdim: Bir yangın olsa, bir parçasını söndüreceğim. Fakat hocalık elbisem de yandı ve uhdesinden gelemediğim bir yalancı şöhret de maal-memnuniye ref' oldu.

Ben ki, adî bir adamım; böyle meclis-i mebusan ve ayan (senato) ve vükelanın (bakanların) en mühim vazifelerini düşündürecek bir emri uhdeme aldım; demek cinayet ettim.

Sekizinci Cinayet: Ben işittim ki, askerler bazı cemiyetlere (derneklere) intisap ediyorlar. Yeniçerilerin hadise-i müthişesi hatırıma geldi; gayet telaş ettim. Bir gazetede yazdım ki; şimdi en mukaddes cemiyet (dernek ve kurum) ehl-i iman (inançlı) askerlerin cemiyetidir. Bütün inançlı ve fedakâr askerlerin mesleğine girenler, neferden seraskere (Genel Kurmay başkanına) kadar (bu derneğe) dâhildir. Zira ittihad, uhuvvet, itaat, muhabbet ve ilâ-i kelimetullah dünyanın en mukaddes cemiyeti (olan ordunun) maksadıdır. Umum mü'min askerler, tamamıyla bu maksada mazhardırlar. Askerler merkezdir; millet ve cemiyetin onlara intisap etmesi lazımdır. Sair cemiyet ve cemaatler, milleti (asker gibi düzene koyup onları) mazhar-ı muhabbet ve uhuvvet etmek içindir.

Amma, İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) ki, umum mü'minlere şamildir; cemiyet ve fırka (parti) değildir. Merkezi ve saff-ı evveli gaziler, şehitler, âlimler, mürşidler teşkil ediyor. Hiçbir mü'min ve fedakâr asker -zabit olsun, nefer olsun- hariç değil ki, ta intisaba lüzum kalsın. Lakin bazı cemiyet-i hayriye (yardım kurumları) kendine İttihad-ı Muhammedî diyebilir. Buna karışmam.

Ben ki, adî bir talebeyim, böyle büyük ulemanın vazifelerini gasp ettim; demek cinayet ettim.

DİPNOTLAR:
1-Bu zincirleme üsluptaki ara cümlelerin her biri, İslamiyet’in bir parıltısına, bir güzelliğine, bir karakterine, bir bağına, bir temeline işarettir. (Mesela; kadın-erkek, zengin-fakir ilişkilerinin ideal şekillerine işarettir.)
2-Burada demek istediği şudur: Ben Kürdüm; fakat bölücü değilim. Ben Müslümanım; fakat modern düşünen bu zatlar gibi Müslümanım. Beni 31 Mart olayını çıkaran gericilerle bir tutmayın.
 

uður1

Well-known member
Cevap: İslam Birliği: İttihad-ı İslam

Isparta Bediüzzaman Mevlidi yarın
08 Ekim 2011 / 09:37
Isparta Merkez Camii'nde öğle namazından sonra başlayacak

Risale Haber - Haber Merkezi
Isparta Bediüzzaman Mevlidi yarın (9 Ekim Pazar) yapılacak.
Sidre Eğitim Kültür ve Sağlık Derneği ile Yeni Asya tarafından organize edilen Mevlid başta Peygamberimiz (s.a.v) olmak üzere, bütün peygamberlere, Ashab-ı Kiram hususan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ve ahirete intikal eden Risale-i Nur talebeleri ve sair ehl-i imanın ruhlarına ithafen okunacak.
Mevlid programı, 9 Ekim 2011 Pazar (yarın) Isparta Merkez Camii'nde öğle namazından sonra başlayacak.

Risale-i Nur'dan vecizeli duvar kağıdı - [indir]

08 Ekim 2011 / 08:49
Günün vecizesi - Zahiren çirkin perdeler altında, gayet güzel neticeler var

Risale Haber - Haber Merkezi
Zahiren çirkin perdeler altında, gayet güzel neticeler var. Bir zararımıza bedel, yüz menfaat bizlere ihsan ediliyor. Onun için, geçici, muvakkat sıkıntılara ve sarsıntılara ehemmiyet vermemek lazımdır.
[Emirdağ Lâhikası]

(Haber detayında (altta) yer alan resmin üzerine farenizin sağ tuşu le tıklayıp Resmi farklı kaydet seçeneğini işaretleyerek duvar kağıdınızı indirebilirsiniz...)
 

uður1

Well-known member
Cevap: Steve Jobs cehenneme mi gidecek?

Steve Jobs ölümde Bediüzzaman'a paralel
08 Ekim 2011 / 14:36
Jobs’un 'ölümün yaratılmış olduğu' konusunda Kur’an’ın açık bir hükmünü kabul ettiğini de fark ediyoruz

Risale Haber-Haber Merkezi
Rotahaber yazarı Oğuz Düzgün, Steve Jobs’un sözleriyle Bediüzzaman’ın ölüm hakkındaki ifadeleri arasında paralellikler olduğunu söyledi.
Jobs'un ölüm karşısındaki iyimser tutumunun oldukça etkileyici olduğunu belirten Düzgün, "Burada Steve Jobs’un 'ölümün yaratılmış olduğu' konusunda Kur’an’ın açık bir hükmünü kabul ettiğini de fark ediyoruz. Yine Steve Jobs’un sözleriyle Bediüzzaman’ın ölüm hakkındaki ifadeleri arasında var olan paralellikler de dikkatlerden kaçmıyor: 'Sana ıstırap veren pek ihtiyar olmuş peder (baba) ve validen ile beraber, ceddinin cedleri (dedelerinin dedeleri), sefil halleriyle senin önünde şimdi bulunsaydı; hayat ne kadar nikmet (zahmet), ölüm ne kadar nimet olduğunu bilecektin.” Steve Jobs işte bu iyimser inancı sayesinde hayallerini gerçekleştirebilmişti. Fâni bedeni ölmesine rağmen, Steve Jobs adı bu samimi inanç sayesinde kıyamete kadar yaşayacaktı" dedi.
Başbakan Erdoğan'ın annesi Tenzile Erdoğan'ın vefatına da değinen Düzgün, yazsını şöyle sürdürdü:
"Tam da bu sırada Bediüzzaman’ın 80’li yaşlarındayken annesiyle ilgili söylediği sözleri hatırlıyorum: “İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi [öğretmeni], onun validesidir.”
Steve Jobs da, Tenzile Erdoğan dahayallerinin gerçekleşeceğine inanan ve inançlarının gücüyle hayallerini gerçekleştirmeyi başaran iki büyük insandı…
Şimdi ikisi de sonsuzluğa gitti. İkisi de dünyada bıraktıkları eserlerle yaşamaya devam edecekler. Hele bir de iman varsa yürekte. Hele bir de Bâki’nin yoluna sarf edilmişse ömür. Sonsuz bir mutluluk kazanılacak o zaman.
Steve Jobs’un Müslüman olup olmadığını çok iyi bilmesem de, Tenzile Ana’nın iman ve sadakatine herkes şahit…
O halde Bediüzzaman’ın şu müjdesi eşliğinde fâtihalarla selamlayalım Hacı Annemizin ruhunu:
“Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü; bâki (kalıcı), uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır(gereğidir), Bâki-i Hakikî'nin (Gerçek Sonsuzun) yoluna sarfediniz. Çünki Bâki'ye müteveccih olan (yönelen) şey, bekanın cilvesine (Sonsuzun Yansımasına) mazhar olur.”
 

uður1

Well-known member
Evinizdeki Meleklere Selam Verin!

Evinizdeki Meleklere Selam Verin!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Evlere girdiğiniz zaman, Allâh tarafından mübârek ve güzel bir hayât temennîsi olarak kendinize (ve orada bulunanlara) selâm veriniz! ” (Nûr, 61)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“…Kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun” (Tirmizî, İsti’zân 10)
Bir kimse başka mekân ve evlere girdiğinde selâm verdiği gibi, kendi evine girerken ailesine ve çocuklarına da mutlaka selâm vermelidir. Çoluk çocuğuna bu husûsta cimri davranmamalıdır.
Enes (sav) şöyle demiştir:
Rasûlullah (sav) bana:
“Yavrucuğum! Kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki sana ve ev halkına bereket olsun.” buyurdu. (Tirmizî, İsti’zân, 10) Âyet-i kerîme’de de “Evlere girdiğiniz zaman, Allâh tarafından mübârek ve güzel bir hayât temennîsi olarak kendinize (ve orada bulunanlara) selâm veriniz!” buyrulmaktadır. (Nûr 24/61) Hatta bu âyete göre evde kimse olmasa bile eve giren şahsın kendi kendine selâm vermesi gerekmektedir. Böyle bir durumda verilecek selâm da “es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn” şeklinde olacaktır. (Muvatta, Selâm, 8) (Dr. Murat Kaya, Üsve-i Hasene 1, Erkam Yay.)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Kaviyy: Pek güçlü, çok kuvvetli, tam bir kudret sahibi, hiçbir zaman aczin yol bulamadığı mutlak gâlip, her şeye gücü yeten demektir.
Kısa Günün Kârı
Evlerimize girerken selamlaşmayı adet edinelim.
Lügatçe
temenni: Dileme, dilek, istek.

 

uður1

Well-known member
Bediüzzaman sergisi yarın Isparta'da açılıyor

Bediüzzaman sergisi yarın Isparta'da açılıyor
09 Ekim 2011 / 10:36
Said Nursi ve talebelerinin hayatlarından kesitlerin yer aldığı sergi Isparta'da açılacak

İbrahim Mert'in haberi:
RİSALEHABER-Bugüne kadar Türkiye ve dünyanın bir çok şehrinde açılan ve büyük ilgi gören Bediüzzaman Said Nursi ve talebelerinin hayatlarından kesitlerin yer aldığı sergi yarın Isparta'da açılacak.
Risale-i Nur‘un ilk telif yıllarıyla başlayan ve Bediüzzaman‘ın vefatına kadar uzanan 1926-1960 yılları arasını kapsayan ve bu döneme ait önemli belge ve hatıraları gün ışığına çıkaracak sergi, 10 Ekim-20 Ekim 2011 tarihleri arasında Süleyman Demirel Kongre ve Sergi sarayında ziyaret edilebilecek.
Barla Platformu, İstanbul İlim ve Kültür Vakfı ve Isparta Kültür ve Eğitim Vakfı tarafından düzenlenecek olan sergi yarın (10 Ekim 2011 tarihinde) saat 11'de Bediüzzaman Said Nursi‘nin hayattaki talebelerinin de katılacağı törenle açılacak.

www.RisaleHaber.com
 

uður1

Well-known member
Cevap: Günün ayeti

Ümidi kesmeyin Rabbınıza dehalet edin
09 Ekim 2011 / 04:47
Günün Ayet-i Kerime meali...

Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Zümer Suresi 53-54. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor:
De ki: “Ey nefislerinin aleyhine aşırı giden kullarım! ALLÂH’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyin. Şüphesiz ALLÂH, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azâb gelmeden evvel tevbe ile Rabbınıza dehalet edin ve ona halîs müslümanlık yapın, sonra kurtulamazsınız.
 

uður1

Well-known member
İki damla GÖZYAŞI....

İki damla
09 Ekim 2011 Pazar 09:00
Hayat, çok değişik mecralardan, bin bir farklı biçimlere bürünerek, hep değişip hep çoğalarak, envai türden duygularla hem kirlenip hem aklanarak, bazen durulup bazen çağıldayarak akar gider.
Çoktur hayat.
Ölüm tektir.
Aynı yerde, aynı biçimde durur, hiç kımıldamaz.
Hayatın çokluğu ölümün tekliğine çarptığında, bütün duygular tek bir duyguya, bütün insanlar tek bir insana dönüşür.
Bütün insanlık tek bir insana, bütün duygular tek bir duyguya döndüğünde, biz ölüm karşısında bütün insanlığı ve bütün duyguları tek başımıza taşımak zorunda kaldığımızda, yüzümüz, içini göremediğimiz bir sonsuzluğa çevrildiğinde, sevdiğimiz insanı o sonsuzluğa uğurladığımızda, sonsuzluğun bütün ağırlığını hisseder, hepimiz birbirimize benzeriz.
Hayatın içinde ne varsa yok olur.
Keder kalır geriye.
Sonsuzluk kadar büyük ve paylaşılması imkânsız bir keder.
Tanrı hepimizi o kederde eşitler, bütün hayatımızı, adımızı, rütbemizi, yaşımızı, geçmişimizi siler bir anda, Tanrı’nın masum ve çaresiz çocuğu oluruz hepimiz.
Hayatın tek ve büyük gerçeğinin kaybetmek olduğunu anlarız.
Kazanma isteğinin manasızlığını ve günahkârlığını fark ederiz.
İmam, “helallik” istediğinde Erdoğan’ın yüzünü gördüm.
O anda Başbakan Erdoğan değildi.
Annesi çocukken onu nasıl çağırıyorsa oydu, ya Recep’ti, ya Tayyip’ti ama Erdoğan değildi, başbakan da değildi, orta yaşlı bir adam da değildi.
O anda, annesinin çağırdığı isimle çağrılan bir çocuktu yalnızca.
Annesini kaybetmiş bir çocuk.
Dudaklarının kıpırdadığını, yüzünün kasıldığını, göz pınarlarından iki damla yaş süzüldüğünü gördüm.
İçim titredi.
Ben annemi kaybedeli çok oldu.
Ama anne acısı hafiflese de geçmez, annesini kaybeden bir çocuk, kaç yaşında olursa olsun kızgın bir kederin mührüyle mühürlenir, o iz orada hep kalır.
Tanrı’nın vurduğu bir mühürdür o.
Ondan sonra artık her şeyi daha farklı görürsün.
Annem öldüğünde, o ölümün bir daha azalsa da asla dinmeyecek acısını çekerken, annem bir parçası haline geldi diye ölümü bile sevdim, ölüm korkusundan kurtuluşa ilk adımı ben öyle attım.
Annesi ölen herkesi de çocuğummuş ya da kardeşimmiş gibi sevmeye, şefkat duymaya öyle başladım.
Annemi alan sonsuzlukla karşılaştığımda, bütün duyguların tanrısal bir tekliğe nasıl kavuştuğunu gördüm.
Tek olanın, çok olandan daha güçlü olduğunu orada öğrendim.
Yaşamanın kazanmak olduğunu sanıyordum, yaşamanın kaybetmek olduğunu, her kaybedişin getirdiği kederi ve çaresizliği tevekkülle taşımak olduğunu, sonsuz bir kayboluşa doğru kaybede kaybede yapılan bir yolculuk olduğunu kavradım.
Ölüm sillesini vurduğunda, her zaman aynı “tek” ve güçlü darbeyi indirdiğinde geçmişi siler, hayatın biriktirdiklerini bir anda silecek kadar kudretlidir, o korkunç anda gerileyen ve yenilen hayat sonra yavaş yavaş çeşitli mecralardan, envai biçimlere girerek geri gelir, ölümün tek ve kesin bir darbeyle yıktığını usul usul tamir eder.
O büyük tahterevalliye kendi ağırlığını acele etmeden koyar.
İyileşirsin.
Belki de “ölümle” iyileşmişken hayatla yeniden hastalanırsın, hırslarına, öfkelerine, kavgalarına, beklentilerine, zaaflarına geri dönersin.
Ama içinde, ölümün acıtıcı, gerçeği ve doğruyu gösteren izi kalır, hayatın iğvasına kapılsan da artık karar verirken ölümün bıraktığı o “tek izi”, sonsuzluğu, kayboluşu hep görürsün.
Her cenaze, annesini kaybeden her çocuk sana hep aynı “tekliği” hatırlatır.
Hayatın parçaladığı ne varsa sana biraz manasız gelir.
Bilirsin ki tekten gelir teke gidersin.
Anlarsın ki ikisinin arasındaki manasızlıklara çok kapılmamak gerekir.
Bunları öğrenirsin ama kederle öğrenirsin, bir daha iyileşmeyecek bir kederle, büyük bir kudretin ruhuna vurduğu mühürlü bir kederle.
Hayat düşman etse de ölümün kardeş ettiğini bilirsin.
O iki damla gözyaşını gördüm.
Her şey silindi aklımdan.
Erdoğan değildi artık o, annesi nasıl çağırıyorsa oydu, ya Recep’ti, ya Tayyip’ti, bir çocuktu.
Hayata ve parçalanmışlıklara yarın yeniden dönecek olsak da o anda bana bir kardeş gibi gözüktü, ona annesini daha önce kaybetmiş, o kederi daha önce yaşamış biri, ölüm sıralamasındaki bir abisi olarak usulca dokunarak, “geçecek” demek istedim, “izi hep kalacak ama geçecek.”
Tarihin içinde aynı acıyı defalarca defalarca yaşayan, ırksız, milliyetsiz, cinsiyetsiz, rütbesiz milyarlarca kardeşlerdendik o anda.
Tanrı’nın sonsuz gücü, kazanmanın düşman ettiklerini, kaybetmenin kardeşliğine o iki damla gözyaşıyla döndürebiliyor işte.
İçin titreyip, “başın sağolsun” diyorsun.
Taraf
 
Üst